1 Ağustos 2010

Cehalet "akıl uyuyunca canavarlar ürer"

EvcioğluHaber- Sizlerinde ilgisini çekeceğine inandığım ve paylaşmak istediğim bir yazı bu.. Oldukça ufuk açıcı ve çok anlamlı, düşündürücü, konulara yaklaşımı ise çarpıcı bir yazı.. Haberçek.com/ sitesinde 21.07.2010 tarihinde; Değerli yazar, Hasan UYSAL'ın "Din ve cehalet" başlıklı yazısından bahsediyorum... Kendine has o özel uslubuyla, ülkemiz insanını ve yaşantısını bir sayfalık bir yazıyla öyle anlamlı özetlemişki; sizlerde okuduğunuzda farklı bir yaklaşımla karşılaşacaksınız ve değerlendirmelerinizde göz önünde tutacağınınz bir anektodunuz olacağına inanıyor ve sizlerle paylaşmak istiyorum..

31.07,2010

İşte o özel yazı;***********************

Din ve cehalet

Image

hASAN uYSAL

hasanuysa@gmail.com

Ne diyor Goya; “akıl uyuyunca canavarlar ürer!” Onun için, nereden çıktı bu canavarlar diye sormayın. Zaten akıl fukarası ülkede, bir avuç akıllı da devre dışı değil mi?

Etik değerleri ve ilkeleri kalmayan, kalitesi, eğitim ve zekâ düzeyi giderek düşen bir toplumda yaşıyoruz. Mutsuz, beklentisiz, işsiz insanlar; işi olanın da geçinemediği bir ortam…

Borçlu olmayan yok, onbinlerce insan haciz tehditi altında… Her gün ya terörden, ya trafikten ya da kazalardan onlarca insanın öldüğü bir ülke. Kanser, kalp ve damar hastalıklardan kırılan bir toplum…

Üniversiteleri, kurumları, bürokrasisi dökülen, ancak yolsuzluk ve rüşvetle çarkı dönen, dışarıya her bakımdan bağımlı, bırakın bağımlıyı emir alan bir ülke. Ofisinize çaycı diye almayacağınız kişilerin, hırsızlık zanlılarının yönettiği bir ülke. Ortaçağ düşüncelerinin giderek yaygınlaşıp benimsendiği, iki binli yıllarda başörtüsü, cami, namaz, ezan ve oruç tartışan insanlara sahip bir garip ülke! Ne diyor Goya; “akıl uyuyunca canavarlar ürer!” Onun için, nereden çıktı bu canavarlar diye sormayın. Zaten akıl fukarası ülkede, bir avuç akıllı da devre dışı değil mi?

Bu ülkede sevilen, sayılan, güvenilen bir meslek grubu söyleyin bana! Siyasetçiler mi, hakimler mi, polisler mi, müteahhit, tacir, esnaf, hakimler mi… Mimar, mühendis, doktor mu… gazeteci, tv’ci, danışman, bankacı mı? İmamlar mı, din adamları mı, bürokratlar mı, mankenler mi, şarkıcı-türkücü mü, üniversite hocaları mı yoksa şoförler mi… hangisini saysanız ııh! Askerleri saymıyorum. Haklarında yazmanın yasak olduğu, kapalı olduğu için pis kokuların dışarıya taşınmadığı askerler sayılmaz. Geçin onları da bir kalem. Peki kimi seviyoruz, saygı duyuyoruz?

Biraz düşününce görüyoruz ki, biz ölüleri seviyoruz, saygı duyuyoruz. Yaşarken sevilmeyen insanlar ancak ölünce sayılıyor doğal olarak. Boşuna ölü sevici bir toplum olmadık. Tıpkı boşuna dinci, ırkçı olmadığımız gibi… Böylesi bir ülkenin gidişatından, rejiminden kim memnun olur ki? Genci yaşlısı, kadını erkeği, Türkü Kürdü rahatsız. Peki yerine ne koyacak garibim? Okuması olup okumayan, yazması olup yazmayan insanlarla doldurulmuş bir ülkede, onca cahil, otla büyüyen insan hangi ideolojiyi seçecek? Tabii ki doğuştan eline tutuşturulan ve ideolojinin kucağına oturtulan din ya da ırkçılığın… Kısacası ya İslamcı ya da Alevici veya Türkçü ya da Kürtçü olacak. Kalanı ise Fener, Beşiktaş, GS tartışacak. Var mı zavallının başka şansı? Peki, dünyaya ırk ya da din gözlüğünden bakan, ancak o gözle algılayan bir toplumun geleceği ne olur?

Üniversite öğrencisi… Benim dönemimin orta son öğrencisi kadar bilgiye ve zekâya sahip değil. Algı gücü çok düşük, zaten öyle bir çabası da yok…

Kendi öğrencilerimden söz ediyorum. Oturunca, düşük belli pantolonu yüzünden kıçı ve kıçının üzerine giydiği ip donu ortada. Kısıtlı kelimelerle kurduğu cümlelerin büyük bölümü, sevmediği, kıskandığı kızlar ile hoşlandığı erkekler üzerine kurulu. Ve bir dindar bir dindar. Bana sorduğu soruya asla unutmayacağım;

“Hocam siz gerçekten Darvin’e mi inanıyorsunuz?”

Kızamazsınız ki… Hiçbir şey bilmiyor, Darvin’i Tanrı’nın alternatifi sanıyor. Kafası karışık. İşe ilkokul hayat bilgisi dersinden başlatmak gerekiyor. Taşrada ne gördüyse orada kalmış. Üniversite okuyacağım diye gelmiş, hocaları eğitime muhtaç. Prof. olmuş çalma çırpma tezlerle, verdiği dersi bile bilmiyor. O konuda yazılmış kitapların fotokopilerini okuyor derste öğrencilerine. Ne olur bunların öğrencisi?
*** *** ***

Japonya’da kişi başına insanlar günde ortalama 34 dakika okumaya ayırıyorlarmış. Girmeye kalktığımız AB ülkelerinde ise bu ortalama 26 dakikaya iniyor. Bence çok düşük, bir insan 24 saatin nasıl sadece yarım saatini okumaya ayırabilir? Peki ülkemizde ne kadar bu süre… 6 saniye, evet yazıyla da altı saniye. Hayvanlara hakaret olmasın ama bu 6 saniye ile hayvan bile olunmaz. Hayvan yararlı hiç olmazsa… Hayvan olarak çizildiği için dava açtı başbakan; dua etsin o karikatürist, hayvan dava açmadı ona, başbakan olarak çizildiği için!

Aslında anlatmak istediğim bu değil. Ne anlatacaktık, nelere daldık…
Hafta sonu Kapadokya’daydım. Ürgüp’den geçerken, yitirdiğimiz Mustafa amcayı anımsadım. Mustafa Güzelgöz’ü sanırım hiç duymadınız. Anadolu köylerinin aydınlanması için, 1950’li yıllarda, merkep sırtında köylere kitap taşıyan “merkepli kütüphaneci”dir o. Hani Fakir Baykurt’un bir romanında anlattığı “merkepli kütüphaneci” Mustafa Güzelgöz. Merkeple dolaşamadığı için, son yıllarında Ürgüp’ün Çökek, Cemil ve Karacaören köylerine sabit kütüphaneler kurmuştu. Ve sıkı durun, Kültür Bakanlığı, eleman yetersizliğini gerekçe göstererek bu üç kütüphaneyi de kapattı. Kütüphane açması gereken Kültür Bakanlığı, aydınlanmacı, idealist bir insanın açtığı kütüphaneleri kapatıyor iyi mi? Biliyor ki, okuyan, bilinçlenen bir toplumda onlara ne prim ne oy çıkar. Halk kara cahil kalmalı ki, kendileri pis işlerini rahatça yürütsün.

Okuyun, yalnız çocuklarınız değil, ana babalar da okuyacak. Ana baba okumazsa çocuğunu da okutamazsın.
Okuduğunuz zaman öğreneceksiniz, bileceksiniz, anlayacaksınız, kavrayacaksınız. Ancak o zaman Tayyip’ler ve benzerleri analarını alıp giderler!
” diye bağırmak geçti meydanda kalabalığa karşı.

Her Anadolu’ya geçtiğimde aynı duyguları, düşünceleri yaşıyorum. Ancak, uygar toplumlarda olumlu işleve sahip din, cehaletle buluşursa sonuç felaket oluyor. Din cehaletle, cehalet ise dinle buluşunca ortaya çıksa çıksa korkunç bir garebet çıkıyor.
Bunları yazarken asla kötümserlik yayma düşüncesinde değilim.
Çünkü bir süredir, Türkiye’nin önünü tıkayan Deniz Baykal’dan kurtulduk. CHP ve Türkiye’nin önü açıldı. Ancak biliyorum ki Kılıçdaroğlu ve arkadaşları geliyor gelmesine de; işlerinin ne kadar çetin ve çetrefelli olduğunu da görüyorum.
Yani sözün özü, vakit enseyi karartma vakti değil, gözümüzü daha çok açıp çalışma ve dayanışma vakti.


Hiç yorum yok: