Tanrı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tanrı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Ekim 2010

Polis Akademisi Başkanı Prof. Dr. Zühtü Arslan; 'Kendinizi Tanrının ve Yargının yerine koymayın' dedi


Polis Akademisi Başkanı Prof. Dr. Zühtü Arslan; 'Kendinizi Tanrının ve Yargı'nın yerine koymayın' dedi


EvcioğluHaber-
Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Fakültesi 2010-2011 Eğitim - Öğretim Yılı Açılış töreninde bir konuşma yapan Polis Akademisi Başkanı Sn; Prof. Dr. Zühtü Arslan, polis adaylarına seslenerek 'Kendinizi Tanrının ve Yargının yerine koymayın. Masumiyet karinesini şiar edinin' diyerek Ülke gündeme damgasını vurdu..


14.10.2010





















T.C. İÇİŞLERİ BAKANLIĞI Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği'nce yapılan basın açıklamasına göre Cumhurbaşkanı Sn: Abdullah GÜL, İçişleri Bakanı Beşir Atalay ve diğer konuşmacılarında, güvenlik, polis teşkilatı üzerine ve eğitim yılının açılışı nedeniyle birer konuşma yaptılar.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, konuşmasında; "Bireye çok önem veriyoruz, ferde çok önem veriyoruz. Bu çağ, bireyciliğin çok öne çıktığı, bireyin hak ve özgürlüğünün çok öne çıktığı bir çağdır. Bu bakımdan, güvenlik anlayışının bireyin o özgürlüğünü ve mahremiyetini zedelememesi, ama onun da tabii ki kamu düzenini bozacak bir noktaya gelmemesi sınırını en iyi şekilde gözetmesi gerekmektedir. Bunlar çok tabii ki hassas konular olduğu için bu konuları ciddi bir eğitimden geçerek ancak öğrenebilirsiniz. Bu uygulamalarınızda yanlışların olmaması için de çok ciddi, sağlam bir eğitim referansının olması gerekmektedir." diyen Gül; " Güvenlik, eğer meşruiyeti varsa o zaman saygıyla karşılanacak, meşruiyeti yoksa daima sorgulanacak bir konudur." diyerek sözlerini tamamladı..

Açılış konuşmacılardan Polis Akademisi Başkanı Prof. Dr. Zühtü Arslan 'ın konuşması ise; 'Anayasal devlet ve kolluk' konulu ilk derste, demokratik toplumlarda meşruiyet kaynağının halk ve hukuk olduğunu belirtti. Devletin varlık nedeninin bireylerin temel hak ve özgürlüklerini korumak, teminat altına almak olduğunu kaydeden Polis Akademisi Başkanı Prof. Dr. Zühtü Arslan, meşruiyetini hukuktan alan kolluk kuvvetlerinin sivil otoriteye hesap verebilir, şeffaf olması ve insan haklarıyla, halkın değerlerine saygı göstermesi gerektiğini' belirten. Polis Akademisi Başkanı Prof. Dr. Zühtü Arslan, Öğrencilerinden "Toplumsal farklılıklara karşı tarafsız olmalarını" ve 'Kendinizi tanrının ve yargının yerine koymayın. Masumiyet karinesini şiar edinin' dedi.


Konuşmaların ardından, törene katılan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile İçişleri Bakanı Beşir Atalay, başarılı öğrencilere ödül verdi. Törende polis teşkilatını tanıtan bir film de gösterildi.



Bu haber hazırlanırken, ttp://www.icisleri.gov.tr/default.icisleri_2.aspx?id=5485 yararlanılmıştır..

1 Ağustos 2010

Cehalet "akıl uyuyunca canavarlar ürer"

EvcioğluHaber- Sizlerinde ilgisini çekeceğine inandığım ve paylaşmak istediğim bir yazı bu.. Oldukça ufuk açıcı ve çok anlamlı, düşündürücü, konulara yaklaşımı ise çarpıcı bir yazı.. Haberçek.com/ sitesinde 21.07.2010 tarihinde; Değerli yazar, Hasan UYSAL'ın "Din ve cehalet" başlıklı yazısından bahsediyorum... Kendine has o özel uslubuyla, ülkemiz insanını ve yaşantısını bir sayfalık bir yazıyla öyle anlamlı özetlemişki; sizlerde okuduğunuzda farklı bir yaklaşımla karşılaşacaksınız ve değerlendirmelerinizde göz önünde tutacağınınz bir anektodunuz olacağına inanıyor ve sizlerle paylaşmak istiyorum..

31.07,2010

İşte o özel yazı;***********************

Din ve cehalet

Image

hASAN uYSAL

hasanuysa@gmail.com

Ne diyor Goya; “akıl uyuyunca canavarlar ürer!” Onun için, nereden çıktı bu canavarlar diye sormayın. Zaten akıl fukarası ülkede, bir avuç akıllı da devre dışı değil mi?

Etik değerleri ve ilkeleri kalmayan, kalitesi, eğitim ve zekâ düzeyi giderek düşen bir toplumda yaşıyoruz. Mutsuz, beklentisiz, işsiz insanlar; işi olanın da geçinemediği bir ortam…

Borçlu olmayan yok, onbinlerce insan haciz tehditi altında… Her gün ya terörden, ya trafikten ya da kazalardan onlarca insanın öldüğü bir ülke. Kanser, kalp ve damar hastalıklardan kırılan bir toplum…

Üniversiteleri, kurumları, bürokrasisi dökülen, ancak yolsuzluk ve rüşvetle çarkı dönen, dışarıya her bakımdan bağımlı, bırakın bağımlıyı emir alan bir ülke. Ofisinize çaycı diye almayacağınız kişilerin, hırsızlık zanlılarının yönettiği bir ülke. Ortaçağ düşüncelerinin giderek yaygınlaşıp benimsendiği, iki binli yıllarda başörtüsü, cami, namaz, ezan ve oruç tartışan insanlara sahip bir garip ülke! Ne diyor Goya; “akıl uyuyunca canavarlar ürer!” Onun için, nereden çıktı bu canavarlar diye sormayın. Zaten akıl fukarası ülkede, bir avuç akıllı da devre dışı değil mi?

Bu ülkede sevilen, sayılan, güvenilen bir meslek grubu söyleyin bana! Siyasetçiler mi, hakimler mi, polisler mi, müteahhit, tacir, esnaf, hakimler mi… Mimar, mühendis, doktor mu… gazeteci, tv’ci, danışman, bankacı mı? İmamlar mı, din adamları mı, bürokratlar mı, mankenler mi, şarkıcı-türkücü mü, üniversite hocaları mı yoksa şoförler mi… hangisini saysanız ııh! Askerleri saymıyorum. Haklarında yazmanın yasak olduğu, kapalı olduğu için pis kokuların dışarıya taşınmadığı askerler sayılmaz. Geçin onları da bir kalem. Peki kimi seviyoruz, saygı duyuyoruz?

Biraz düşününce görüyoruz ki, biz ölüleri seviyoruz, saygı duyuyoruz. Yaşarken sevilmeyen insanlar ancak ölünce sayılıyor doğal olarak. Boşuna ölü sevici bir toplum olmadık. Tıpkı boşuna dinci, ırkçı olmadığımız gibi… Böylesi bir ülkenin gidişatından, rejiminden kim memnun olur ki? Genci yaşlısı, kadını erkeği, Türkü Kürdü rahatsız. Peki yerine ne koyacak garibim? Okuması olup okumayan, yazması olup yazmayan insanlarla doldurulmuş bir ülkede, onca cahil, otla büyüyen insan hangi ideolojiyi seçecek? Tabii ki doğuştan eline tutuşturulan ve ideolojinin kucağına oturtulan din ya da ırkçılığın… Kısacası ya İslamcı ya da Alevici veya Türkçü ya da Kürtçü olacak. Kalanı ise Fener, Beşiktaş, GS tartışacak. Var mı zavallının başka şansı? Peki, dünyaya ırk ya da din gözlüğünden bakan, ancak o gözle algılayan bir toplumun geleceği ne olur?

Üniversite öğrencisi… Benim dönemimin orta son öğrencisi kadar bilgiye ve zekâya sahip değil. Algı gücü çok düşük, zaten öyle bir çabası da yok…

Kendi öğrencilerimden söz ediyorum. Oturunca, düşük belli pantolonu yüzünden kıçı ve kıçının üzerine giydiği ip donu ortada. Kısıtlı kelimelerle kurduğu cümlelerin büyük bölümü, sevmediği, kıskandığı kızlar ile hoşlandığı erkekler üzerine kurulu. Ve bir dindar bir dindar. Bana sorduğu soruya asla unutmayacağım;

“Hocam siz gerçekten Darvin’e mi inanıyorsunuz?”

Kızamazsınız ki… Hiçbir şey bilmiyor, Darvin’i Tanrı’nın alternatifi sanıyor. Kafası karışık. İşe ilkokul hayat bilgisi dersinden başlatmak gerekiyor. Taşrada ne gördüyse orada kalmış. Üniversite okuyacağım diye gelmiş, hocaları eğitime muhtaç. Prof. olmuş çalma çırpma tezlerle, verdiği dersi bile bilmiyor. O konuda yazılmış kitapların fotokopilerini okuyor derste öğrencilerine. Ne olur bunların öğrencisi?
*** *** ***

Japonya’da kişi başına insanlar günde ortalama 34 dakika okumaya ayırıyorlarmış. Girmeye kalktığımız AB ülkelerinde ise bu ortalama 26 dakikaya iniyor. Bence çok düşük, bir insan 24 saatin nasıl sadece yarım saatini okumaya ayırabilir? Peki ülkemizde ne kadar bu süre… 6 saniye, evet yazıyla da altı saniye. Hayvanlara hakaret olmasın ama bu 6 saniye ile hayvan bile olunmaz. Hayvan yararlı hiç olmazsa… Hayvan olarak çizildiği için dava açtı başbakan; dua etsin o karikatürist, hayvan dava açmadı ona, başbakan olarak çizildiği için!

Aslında anlatmak istediğim bu değil. Ne anlatacaktık, nelere daldık…
Hafta sonu Kapadokya’daydım. Ürgüp’den geçerken, yitirdiğimiz Mustafa amcayı anımsadım. Mustafa Güzelgöz’ü sanırım hiç duymadınız. Anadolu köylerinin aydınlanması için, 1950’li yıllarda, merkep sırtında köylere kitap taşıyan “merkepli kütüphaneci”dir o. Hani Fakir Baykurt’un bir romanında anlattığı “merkepli kütüphaneci” Mustafa Güzelgöz. Merkeple dolaşamadığı için, son yıllarında Ürgüp’ün Çökek, Cemil ve Karacaören köylerine sabit kütüphaneler kurmuştu. Ve sıkı durun, Kültür Bakanlığı, eleman yetersizliğini gerekçe göstererek bu üç kütüphaneyi de kapattı. Kütüphane açması gereken Kültür Bakanlığı, aydınlanmacı, idealist bir insanın açtığı kütüphaneleri kapatıyor iyi mi? Biliyor ki, okuyan, bilinçlenen bir toplumda onlara ne prim ne oy çıkar. Halk kara cahil kalmalı ki, kendileri pis işlerini rahatça yürütsün.

Okuyun, yalnız çocuklarınız değil, ana babalar da okuyacak. Ana baba okumazsa çocuğunu da okutamazsın.
Okuduğunuz zaman öğreneceksiniz, bileceksiniz, anlayacaksınız, kavrayacaksınız. Ancak o zaman Tayyip’ler ve benzerleri analarını alıp giderler!
” diye bağırmak geçti meydanda kalabalığa karşı.

Her Anadolu’ya geçtiğimde aynı duyguları, düşünceleri yaşıyorum. Ancak, uygar toplumlarda olumlu işleve sahip din, cehaletle buluşursa sonuç felaket oluyor. Din cehaletle, cehalet ise dinle buluşunca ortaya çıksa çıksa korkunç bir garebet çıkıyor.
Bunları yazarken asla kötümserlik yayma düşüncesinde değilim.
Çünkü bir süredir, Türkiye’nin önünü tıkayan Deniz Baykal’dan kurtulduk. CHP ve Türkiye’nin önü açıldı. Ancak biliyorum ki Kılıçdaroğlu ve arkadaşları geliyor gelmesine de; işlerinin ne kadar çetin ve çetrefelli olduğunu da görüyorum.
Yani sözün özü, vakit enseyi karartma vakti değil, gözümüzü daha çok açıp çalışma ve dayanışma vakti.


5 Temmuz 2010

Tanrı iradesi ve Kötü insan;

"Tanrı; iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hakim kılmak için Tanrı'yı kullanırlar.


'Giordano Bruno' KİMDİR


Giordano Bruno Kimdir?

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/1/15/Giordano_Bruno.jpg

Giordano Bruno (d. 1548, İtalya, Nola - ö. 17 Şubat1600 İtalya, Roma). İtalyan filozof, rahip, gökbilimci ve okültist. Rönesans felsefesini biçimlendiren filozofların en önemlilerinden biridir ve şair yönüyle de edebiyata en yakın duranıdır.
Ona
doğacı coşkunluğun düşünürü de denilebilir. Aristotelesçi kapalı evren görüşünden ilk sıyrılanlar arasında yer alan İtalyan filozof, Kopernik'in tezini savundu.
Evrenin sonsuz ve eşdağalımlı olduğunu ve evrende, dünyadan başka birçok gezegenin bulunduğunu söyledi.
Aykırı görüşler beslediği için 1600 yılında Roma Katolik Kilisesi'nin
Engizisyon mahkemesinde yargılanıp sapkın ilan edildi ve Roma'da diri diri yakılarak idam edildi.

Yaşamı

Soylu bir ailenin çocuğu olarak 1548 yılında İtalya'nın Nola kasabasında dünyaya geldi. On altı yaşındayken Dominiken tarikatına girdi. Kopernikus sistemi ile tanışınca, Bruno tarikat mensubu bir kişi olmaktan sıyrıldı ve buna bağlı olarak Hıristiyan inancıyla arasındaki bütün bağları koparttı. Kiliseye karşı bir sistem içinde yer aldığından din sapkınlığı ile suçlandı. Engizisyon baskısından kurtulmak için Roma'ya ardından Kuzey İtalya'ya kaçtı.

Dinsizlik ile suçlandığı için hiçbir yerde kalıcı olarak yaşayamadı, sürekli gezdi. Cenevre'ye geçti, ardından Güney Fransa, Paris ve Londra'da devam etti yaşamına. 1582 yılında Sorbonne Üniversitesi'nde bir kürsü elde etti. Londra'da yapıtlarının bir bölümünü bastırdı. Londra'dan kısa bir süreliğine yine Paris'e geçen Bruno, bu defa da Almanya'ya gitti ve eserlerini yayımlatma çabalarını sürdürdü. Daha sonra Zürih'e geçen Bruno, bir İtalyan aristokrat tarafından Venedik'e davet edilince bu daveti kabul etti. Burada Galileo Galilei ile tanıştı. Ama Mocenigo adlı bir aristokratla çatışınca, onun tarafından Engizisyon'a teslim edildi. Ona, düşüncelerinden vazgeçmesi ve sonsuz evren görüşünün din sapkınlığı olduğunu kabul etmesi durumunda kilise tarafından affedileceği söylendi. Ama o, gördüğü bütün işkencelere karşın, görüşlerinden taviz vermedi ve ölüme mahkum edildi.

Giordano Bruno, "Tanrı, iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hakim kılmak için Tanrı'yı kullanırlar." demiştir...

Ölümü

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/d/de/GiordanoBrunoStatueCampoDeFiori.jpg

Bruno'nun,yakıldığı meydanda bulunan heykeli

Ölüm kararını Bruno'ya bildiren yargıç, ondan şu cevabı almıştır: "Ölümümü bildirirken siz benden daha çok korkuyorsunuz". Kilisenin bu kararı, 1600 yılının Şubat ayında, Roma'da Campo dei Fiori meydanında Bruno'nun diri diri yakılması ile yerine getirildi.

Bruno evrenin sonsuzluğu yanında evrenin birliği ilkesini de benimser. Buna göre Ortaçağ felsefesinde temel alınan gök ile yer ayrılığını rededer. Bruno; Tanrı'nın ve evrenin birbirinden farklı iki töz olmadığı, ama aynı gerçekliğin iki sonsuz görünümü olduğunu kabul eder. Ona göre her şey Tanrısal kuvvetin görünüşüdür:

"Ne gördüğüm hakikati gizlemekten hoşlanırım, ne de bunu açıkça ifade etmekten korkarım. Aydınlık ve karanlık arasındaki, bilim ve cehalet arasındaki savaşa her yerde katıldım. Bundan dolayı her yerde zorlukla karşılaştım ve cehaletin babaları olan resmi akademisyenlerin yanı sıra kalın kafalı çoğunluğun öfkesinde hedef olarak yaşadım."

Düşüncelerinin açıklanmasının kendisi için çok tehlikeli olduğunu bildiği halde, yukarıdaki cümlesinden de anlaşılacağı gibi, yazı ve konuşmalarında düşüncelerini hep böyle açıkça ifade etmiştir.

Kendisi için Söylenenler

'Batı felsefesi tarihi' isimli kitabında Tuncar Tuğcu, Bruno için yaptığı yorumda şöyle der.,

"İnsan yaşamının anlamı, Tanrı'nın var ettiği bu evreni kendi bütünlüğü içerisinde kavrama çabasında yatar. Tanrı'nın kendisi kadar olağanüstü ve sonsuz bir güzelliğe sahip olan bu evreni seyretmek, onu kavramaya çalışmak bizi ölümün ve tek tek şeylerin verdiği üzüntüden, acıdan kurtarır. Tek tek şeylerle uğraşmaktan kurtulup evrenin birliği içerisinde Tanrısal öze yaklaşmak ancak 'kahramanca bir coşkunlukla' olanaklıdır... Giordano Bruno olağanüstü bir tutku ile, o kocaman ozan yüreği ile seviyordu, Tanrı'yı ve onun eseri olan bu evreni".

Eserleri

9 Haziran 2010

Din mi bilim mi?

Din mi bilim mi?
http://www.saidaonline.com/en/newsgfx/Stephen%20Hawking.jpg

T24 - Ünlü fizikçi Stephen Hawking ABC televizyonuna verdiği özel röportajda tanrı konusundaki düşüncelerini paylaşıp insanlığa yol gösterici bazı tavsiyelerde bulundu.

Hawking evren konusunda yeryüzündeki hemen herkesten daha çok şey biliyor ama buna karşın hala bazı sorulara yanıt veremiyor.

ABC News muhabiri Diane Sawyer’in çözümlemeyi arzuladığı en büyük gizemin ne olduğu sorusunu yanıtlayan Hawking, “Evrenin neden var olduğunu bilmek isterdim, neden hiçbir şeyden daha büyük bir şey var” yanıtını verdi.

Geçtiğimiz hafta New York’taki Dünya Bilim Festivali’nin şeref konuğu olan Hawking evren konusundaki derin ve düşündürücü sorularıyla ünlü bir bilim adamı.

Hawking geçtiğimiz yılın sonbaharına dek Cambridge Üniversistesi’nda daha önce “fiziğin babası” Isaac Newton’ın da yapmış olduğu “Lucasian” profesörlüğü yapıyordu.

Hawking 30 yıl süren bu görevi sırasında öğrencilerine evrene yeni ve farklı açılardan bakmayı öğretti. Aynı zamanda da yazdığı birçok kitap ve nadiren de olsa yaptığı konuşmalarla kamuoyuna anlaşılması güç olan kuramsal fiziği anlayabilmeleri için yol gösterdi.

Dünya Bilim Festivali’nde Hawking hakkında bir konuşma yapan fizikçi Kip Thorn, “Stephen bizim evreni anlamamıza çok büyük bir katkıda bulunmuştur, özellikle de evrendeki zaman sıçraması ve uzay sıçraması, kara delikler ve evrenin başlangıç noktası konularında” dedi.

Hawking’in en çok bilinen kitabı “Zamanın kısa bir tarihi” (A Brief History of Time) 9 milyondan fazla satarak uluslararası “best-seller” oldu.

Hatta Hawking “The Simpsons” ve “Star Trek” dizilerinde bile göründü.


O sorunun cevabı

Ama zamanın başlangıç noktası konusunda yaptığı araştırmalar kaçınılmaz olarak hep herşeyin başlangıç noktasının ne olduğu ve tüm bunların ardında herhangi bir şeyin oluıp olmadığına dair soruları gündeme getirdi.

Hawking söyleşide, “Tanrı doğanın kuralları ile tanımlanır. Ancak, çoğu insan tanrıyı bu şekilde algılamıyor. Kendisiyle kişisel ilişki kurabilmek için insan gibi bir oluşum yarattılar. Evrenin muazzam derecedeki büyüklüğü içinde tesadüfen meydana gelmiş önemsiz olan insan yaşamına baktığınızda böyle bir şeyin hiç de mümkün olmadığı belli oluyor” diye konuştu.

Din ile bilim arasında ortak bir uzlaşma noktasının oluıp olamayacağı şeklindeki bir soruyu yanıtlayan Hawking, “Otoriteye dayalı olan din ile fikir ve akla dayalı olan bilim arasında temel bir farklılık var. Bilim kazancaktır, çünkü bilim başarılıdır” dedi.

http://www.t24.com.tr/

6 Mayıs 2010

insana melekler ağlar



S
Ö
Z

İnsan, gururlu insan; Eline biraz güç geçmeye görsün.. Tanrı önünde, öyle aşağılık şeyler yaparki; sonunda Melekler ağlar..!

Shakespeare

2 Kasım 2009

AL COPANE

"..., Ben her gece dua ederdim; Tanrım bana bisiklet ver diye..!
Sonra anladımki; Tanrının çalışma biçimi farklı..!
Gittim kendime yeni bir bisiklet çaldım. Sonra her gece dua ettim, Tanrım günahlarımı affet diye...! "

** Al Copane**İtalya**

13 Mayıs 2008

Oliver Cromwell

 
OLİVER CROMWELL
 

Yer ingiltere, yıl 1653
Dünya tarihini değiştiren 50 nutuktan biri sayılıyor

Meclis oturum halindeydi, meclis üyeleri her zamanki gibi kendi çıkarlarını koruyan bir kanun maddesini tartışıyorlardı.
Generali salonda görünce kakofoni durmuştu, ağır adımlarla meclis başkanının kürsüsüne yaklaşan general tane tane seçilmiş kelimelerle konuşmaya başlamıştı:

'Oturumunuzu sonlandırmaya geldim.
Meclisi yaptığınız her icraat ile kirletmenize ve şerefsizleştirmenize artık kalıcı bir son vermeye geldim.
Siz ki; fitneci, fesatçı, meclis üyeleri, siz ki; iyi bir hükümet olmak dışında ki her şey! Kiralık sefil yaratıklar, zavallılar, ülkenizi en küçük şahsi çıkar adına satılığa çıkaranlar, Judas gibi birkaç kuruş için Tanrı'ya ihanet edenler, içinizde bir parça da olsun erdem kalmadı mı? Bir parça vicdan da mı yok?

Atım kadar bile dindar değilsiniz! Altın sizin yeni Tanrı'nız olmuş!
Satılığa çıkarmadığınız bir değerde mi kalmadı? Ulusunuzun adına iyi bir şey düşünemez misiniz? Sizi çıkarcı sürüsü, bulunduğunuz bu kutsal meclisi varlığınızla kirletiyorsunuz! Tanrı'nın kutsadığı bu meclisi ahlak yoksunu davranışlarınızla hırsızların ini haline çevirdiniz!

Halkın size verdiği yetkiyi kötüye kullandınız, siz ki halkın umutsuz dertlerine çare olmalıydınız, kendiniz halkın en büyük dert kaynağı oldunuz! Ama ülkeniz beni bu asırlardan beri temizlenmemiş ahırı temizlemeye çağırdı! Ve bu gücü de bana Tanrı verdi, bu şeytan ocağını yönetmeye geldim, ki ;vay halinize! Şimdi derhal defolun! Acele edin rüşvetin köleleri! Acele edin gidin! Süslü saltanat eşyalarınızı alın ve gidin!"

Bazı parlamento üyeleri 'meclisin üstünlüğü' ya da 'halkın iradesi' falan gibi laflar edecek olmuştu. Generalin insanı donduran bakışları karşısında hepsi susmuş, usulca ve ellerinden geldiği kadar çabuk tüm korkakların yaptığı ve yapacağı gibi meclisi terk etmişlerdi.

Din adına ülkeyi yobazca yönetmenin bedeli, bir süngünün veya kılıcın ucunda bertaraf edilmekti. Bu dün nasıl böyle ise bu gün de öyledir yarın da, öyle olacaktır...!

*Ha unutmadan yukarda ki hikaye demokrasinin beşiği diye bildiğimiz İngiltere de geçmişti, 1653 senesinin 20 Nisan günü OLİVER CROMWELL adındaki bir general idi yukarda ki sözleri sarf eden.

Küçümseyenler veya kör cahiller için birde hatırlatma yapalım, bu nutuk tarihi şekillendiren 50 söylevden biri sayılıyor!!!

1975-hvho-mezunlari
[mulkiye 68 kuşak]