9 Kasım 2009

Alevi Kültür Derneği Genel Başkanı Tekin Özdil'in konuşması

Aleviler "artık yeter" dediAlevi Kültür Derneği Genel Başkanı Tekin Özdil, miting konuşması....

Şarkılarımız, türkülerimiz, marşlarımız ne söylerse söylesin,
Ey İstanbul, sen bize layık değilsin, biz de sana!
Ama işte, 9 Kasım 2008’de, Ankara’da;
bozkırın, betonun, asık yüzlü takım elbiselerin, kravatlı binaların, meydanları öldürülmüş bir şehrin ortasına ektiğimiz tohumun suyunu almak üzere yine de geldik sana!
Biliyoruz suyun tuzlu; gözyaşının ve kanın tuzu bu:
Kendi gözyaşından başkasını görmeyen körlüğün, nankörlüğün tuzu. Biliyoruz, Ankara’da attığımız tohumu yakıp kavuracak bu su:
Haramzade konaklarında, bilgisayar ekranlarında, televizyonlarda ölen gencecik Türk ve Kürt delikanlılarını görmeyen, sözüm ona onları anlamak adına kadınları, Kürtleri ve Alevileri aşağılayan, kadın deyince seks köleliğinden başka bir şeyi layık görmeyen bu hastalıklı zihniyet,
Eyy İstanbul, ömründe denizi görmemiş mahallelerine de, kalbinin ortasında, Cihangir’de, Sulukule’de yaşayanlara da aynı gözle bakıyor: Sulukule’den kovulan Romanlar, Çingeneler, ne kadar uygarlaştırılmaya muhtaç barbarlarsa biz Aleviler de o kadar barbarız! Cihangir’de bir dünya kurmaya çalışanların bedenlerinde patlayan coplar, hortumlar, biz Alevilerin de sırtında patlıyor. Onların gözünde hepimiz, tanımlanmaya, yeniden şekillendirilmeye muhtaç yaratıklarız.

Ey Romanlar, Sulukule sizlere bırakılmayacak kadar değerlidir; burası bize layık; Ey Cihangirde toplaşıp duranlar, burası size fazla, sizi şöyle alalım; diye sesleniyor bu ses, hepimize!
Ey Kürtler, Fırat ve Dicle’nin nereye aktığını sanıyorsunuz?
Biz nereye istersek oraya akmalı. Diyor o ses bizlere.
Sadece Fırat ve Dicle mi?
Ya Munzur?
Barajlarımızla boğazınıza çökeceğiz; Hasankeyf’in, o dünya güzeli Hasankeyf’in sular altında kalması yetmez; Ey Dersimliler, Düzgün Baba da sular altında kalmalı diyor o ses.
Dün, tanklarıyla, toplarıyla gelmişlerdi. Dersimliler inanç merkezlerinden, sığındıkları mağaralardan sürülüp topla, tüfekle, arpa ekilir gibi, ülkenin her yanına ekildiler.
Yetmedi; köyler yakıldı, boşaltıldı,
Yetmedi bugün barajlarıyla geliyorlar! Dersimli Alevilere bir kere daha yol gözüküyor! Arkalarında kutsal Munzur’u zincire vurulmuş halde bırakarak, Seyyit’lerin pala bıyıklarına düşen gözyaşlarıyla, bir kez daha, gidin deniyor! Tıpkı Fırtına Vadisi’nde denildiği gibi.
Gidin, sizler zaten bu ülkenin zenginliğisiniz, nereye dilerseniz gidin, yeter ki Munzur’u bize bırakın, yeter ki Hacı Bektaş Dergahını bize bırakın, yeter ki Madımak’ı istemeyin, bize bırakın ve gidin.
Evet, haklılar, bu ülkenin her metrekaresi bizim
Amaaa… bütün ayrımcılığa uğrayanlara,…. layık görülen bu toprak,…
Hırant kardeşimizinde dediği gibi, “mezarlarımız olmak üzere” bizim.
Öyle ki bazılarımızın mezarları bile yok.
Ama mezarsız ölülerle dolu O topraklarımıza …..bugün; uçakları, helikopterleri, polisleri, ve yandaşlarıyla gelip cemevlerimizi ziyaret ediyorlar.
Hoş gelsinler,
Yeter ki hoş gelsinler!
Girdiğiniz yerin “bir ibadetevi” olduğunu size hatırlatanlara, “artık bunu tanıyın” diyenlere gülümseyerek bakıyorlar!
Yüzyıllardır ayrımcılığa uğrayan bu insanlara, alay eder gibi sunduğunuz bir gülücükten başka söyleyecek sözünüz yok mu?
Bizlerin zenginlik olduğunu söylemekten başka bir sözünüz yok mu?
Bizler, tüm ayrımcılığa uğrayanlar öylesine bir zenginliğiz ki, çocuklarımız, gencecik annelerimiz, dal gibi gençlerimiz grip gibi hastalıklarda ölüp giderken, yalnızca ölülerimize test yapılıyor; bizler ölene dek hastanelerin kapısında sürünürken, ölülerimiz kireçlenip gömülürken, özel bir okulda grip görülse hastane ayaklarına kadar götürülüyor; testler evlerinde yapılıveriyor.
Esasında biz domuz gribinden değil, yoksulluktan ölüyoruz.
Kimse gribin domuzluğuna sığınmasın, bu grip domuz gribi değil, AKP Gribi.
Karanlığa batmış, “din” “din” diye gırtlağını yırtarcasına haykırdıkça daha çok karanlığa batan bir iktidarın imdadına yetişmiş bir grip bu: Domuzun günahı yok……
Günah diye boynumuza vurulan pranga, bu iktidarın dilencileştirmeye çalıştığı yoksulluğumuz.
Bugün burada hepimiz yoksulluğumuzla Aleviyiz, Aleviliğimizle de yoksul!
Yoksulun lanetinden daha büyük lanet olabilir mi?
Yoksulun uğradığı ayrımcılıktan daha büyük ayrımcılık olabilir mi?
Hepimiz, bugün burada ayrımcılığa hayır diyenler, eşitlik için seslerini yükseltenler, biz yoksullaştıkça; devlet Deniz Feneri’ne dönüyor; devlet Deniz Feneri’ne döndükçe bizler dilencileştiriliyoruz.
Ancak işte buradan haykırıyoruz,
bilinsin ki yoksulların Alevileri, Alevilerin yoksulları,
bugün “ben de Aleviyim!” diyen cümlemiz,
siyaseti dilenciliğe ve pazarlığa çevirmeyi reddediyoruz.
Dilencileştirilerek, sözde bize kulak veriliyormuş gibi yapılarak, siyaset sahnesinden kovulmayı reddediyoruz!
Görün işte, siyaset biziz ve buradayız!
Onlar da, Biz hayır dedikçe, biz meydanlara çıkıp sesimizi yükselterek eşitlik istediğimiz için, daha dün…. bizi terörist ilan edenleri, sesini çıkaranları şaklaban ilan edenleri… yanlarına alıp… polis kordonları altında, cemevlerimizi ziyaret ediyorlar!
Cemevi gönül evidir. Sizin girdiğiniz yerse dört duvardır.
Soruyorum sizlere:
Gönlümüzü tankları toplarıyla ele geçirmek isteyenlere, gönlümüzde yer var mı?
Hayır.
Soruyorum sizlere: Gönlümüz önüne gelenin çiğneyeceği bir çimenlik midir?
Hayır.
Gönlümüz bir aşure kazanı. Ama kimse sanmasın ki aşure kazanıyız diye, önüne gelen bu kazana istediğini atabilir,… önüne gelen istediği gibi pişirebilir.
Aşurenin de bir ustası var, bir tarifi var: Madem ki Aleviliği üreten biziz, yaşatan biziz, ne sizin,… ne de sizin paralı yandaşlarınızın bu aşureye tuz katmasına izin vermeyeceğiz.
Verecek miyiz?
Hayır.
Bu sesi herkes duysun. Eşitlik isteyenleri, ayrımcılığa hayır diyenleri, bugün bu meydanda toplanan ülkemizin lanetlenmiş!... ama güzel, ama yürekli insanlarının sesini siyasetin karanlık dehlizlerinde boğmak isteyen herkes duysun. Gücümüzü herkes görsün.
Vazgeçin artık;Bize dilimizi öğretmekten
vazgeçin artık Bize dinimizi öğretmekten
vazgeçin artık Bize elbise biçmekten
bizi tarif etmekten vazgeçin.
vazgeçin artık şu İnkâr politikasından.
“Asimilasyon insanlık suçudur” diyenler, bizi Sünnileştirmek çabasından artık vazgeçin.

Siyaset yalnızca partiyle yapılır diyenler de görsün, dernekler ölmüştür diyenler de görsün, siyaseti proje derecesine düşürenler de görsün!
Siyaset burada!
Bizler Ayrımcılığa karşı sesini yükseltenler,… bizler eşitlik talep edenler, bize eşitlik adı altında dayatılan bu eşitsizliğe, hayır diyoruz….
Bu meydanda ! Hep birlikte haykırıyoruz:
Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber, ya hiçbirimiz!
İşte o yüzden ki, eyyy… İstanbul,
senin tuzun yalnızca zehirleyici ve kanlı bir tuz değil.
Aynı zamanda O tuz bizim gözyaşlarımızın da tuzu:
gözpınarlarımızdan akan suyun tuzu attığımız tohumları da yeşertecek.
Tabii ki; Biz o gözyaşlarını unutmadıkça ve de unutturmadıkça,
İşte o yüzden biz, O suyu almak için İstanbul’dayız:
Ölsünler diye bile evlerine gönderilmeyen, Ölülerini morg kapılarından topladığımız evlatlarımıza karışmaya, İbrahim’e, Mahir’e, denize kavuşmaya Ey İstanbul!

İşte kıyılarındayız!
Arnavutumuz, Boşnağımız, Manavımız, Gürcümüz, Çerkezimiz, Bogomilimiz, Selaniklimiz, İskeçelimiz, Çingenemiz, Romanımız, Abdalımız, Tahtacımız, Yörüğümüz, Pomağımız, Kosovalımız, Giritlimiz, Hemşinimiz, lazımız,
Bugün, burada hepsi Alevi olanlar;
adı olanımız,
adı elinden alınanımız,
bir adı olmasına bile izin verilmeyenimiz,
Hırantımız, Gülerimiz, ölülerimiz, dirilerimizle
bayraklarımız, flamalarımızla işte kıyılarında durduk!
Hep bir ağızdan aynı şeyi söylemek için:
Susma, sustukça sıra sana gelecek!
Biliyoruz ki; Munzur susarsa, Meriç ölür; Fırat susarsa, Ceyhan ölür;
Asi susarsa Aras ölür, Kızılırmak susarsa, Sakarya ölür,
Yeşilırmak susarsa Menderes ölür.
Ne yazık ki biz sustuk ve sustukça bütün nehirlerimiz sırayla kurudu gitti.
Bu ülkede son Alevi de ölene kadar susacak mıyız?
Neredeler şimdi Süryanimiz, Ezidimiz, Ermenimiz, Rumumuz?
Bu ülkenin son Alevileri olmayacağız.
Olacak mıyız?
Hayır!
Alevilere, Sünni olmayanlara, dinsizlere zorla Sünniliği dayattılar. Herkes sustu. Yetmedi. Şimdi zorunlu din derslerini bahane ederek okullara imamları sokuyorlar. Artık imamlar veriyor din derslerini.
12 Eylül ürünü olan Zorunlu Din Dersleri pedagojik bir cinayettir.
 Zorunlu din dersi istiyor musunuz?
Hayır
Diyanet İşleri dedikleri kurumu, Tanrı’yla aramıza soktular… Sustuk. Yetmedi, şimdi aşı olsak mı olmasak mı diye Diyanet fetva veriyor!
Öte dünya yetmedi, bu dünyayı da elimizden aldılar!

Sözde bir açılım yaptılar, bizi dinlediler. Bizi dinleyen kimdi: Diyanet! Ve Diyanet fetva buyurdu: Cemevlerini ibadet yeri olarak istemek bölücülükmüş!

Gözlerini şimdi, sesimize, soluğumuza diktiler; artık sözümüzü de elimizden almak istiyorlar!
Haramzade plazalarda oturmuş maaşlı reklamcıları buyuruyor; Hacı Bektaş namaz kılarmış, Alevilerin Hacı Bektaş’la ilgisi yok diye!
Gözlerini her şeye diktiler! Bizi açlığa ve yoksulluğa,… sürgüne ve ölüme mahkum etmeleri onları durdurmadı, artık ruhumuzu da istiyorlar!
Biz verdikçe daha çok isteyecekler!
Ne zamana kadar etimizden et, canımızdan can, sözümüzden söz verip de besleyeceğiz bunları? Daha fazla besleyecek miyiz bunları?
Hayır!
Besleyecek miyiz?
Hayır! Binlerce kere hayır!
Hayırlarınız, hayrolsun. Hak Muhammed Ali yardımcınız, Hızır yoldaşınız olsun.
Ey İstanbul!
Alevi Kültür Dernekleri ve Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı adına,…
Sen bize layıksın, biz de sana!

08,11,2009-Pazar

KAYNAK : Alevihaberajansi.com - 8 Kasım 2009

--------------------------------------------------------------------------------------

*Alevilerden Kadıköy çıkarması

*PSAKD Genel Başkanı Fevzi Gümüş'ün Miting Konuşması

*ABF Genel Başkanı Ali Balkız'ın Miting Konuşması
----------------------------------------------

Hiç yorum yok: