Alevi Kültür Derneği Genel Başkanı Tekin Özdil, miting konuşması....
Şarkılarımız, türkülerimiz, marşlarımız ne söylerse söylesin,
Ey İstanbul, sen bize layık değilsin, biz de sana!
Ama işte, 9 Kasım 2008’de, Ankara’da;
bozkırın, betonun, asık yüzlü takım elbiselerin, kravatlı binaların, meydanları öldürülmüş bir şehrin ortasına ektiğimiz tohumun suyunu almak üzere yine de geldik sana!
Biliyoruz suyun tuzlu; gözyaşının ve kanın tuzu bu:
Kendi gözyaşından başkasını görmeyen körlüğün, nankörlüğün tuzu. Biliyoruz, Ankara’da attığımız tohumu yakıp kavuracak bu su:
Haramzade konaklarında, bilgisayar ekranlarında, televizyonlarda ölen gencecik Türk ve Kürt delikanlılarını görmeyen, sözüm ona onları anlamak adına kadınları, Kürtleri ve Alevileri aşağılayan, kadın deyince seks köleliğinden başka bir şeyi layık görmeyen bu hastalıklı zihniyet,
Eyy İstanbul, ömründe denizi görmemiş mahallelerine de, kalbinin ortasında, Cihangir’de, Sulukule’de yaşayanlara da aynı gözle bakıyor: Sulukule’den kovulan Romanlar, Çingeneler, ne kadar uygarlaştırılmaya muhtaç barbarlarsa biz Aleviler de o kadar barbarız! Cihangir’de bir dünya kurmaya çalışanların bedenlerinde patlayan coplar, hortumlar, biz Alevilerin de sırtında patlıyor. Onların gözünde hepimiz, tanımlanmaya, yeniden şekillendirilmeye muhtaç yaratıklarız.Ey Romanlar, Sulukule sizlere bırakılmayacak kadar değerlidir; burası bize layık; Ey Cihangirde toplaşıp duranlar, burası size fazla, sizi şöyle alalım; diye sesleniyor bu ses, hepimize!
Ey Kürtler, Fırat ve Dicle’nin nereye aktığını sanıyorsunuz?
Biz nereye istersek oraya akmalı. Diyor o ses bizlere.
Sadece Fırat ve Dicle mi?
Ya Munzur?
Barajlarımızla boğazınıza çökeceğiz; Hasankeyf’in, o dünya güzeli Hasankeyf’in sular altında kalması yetmez; Ey Dersimliler, Düzgün Baba da sular altında kalmalı diyor o ses.
Dün, tanklarıyla, toplarıyla gelmişlerdi. Dersimliler inanç merkezlerinden, sığındıkları mağaralardan sürülüp topla, tüfekle, arpa ekilir gibi, ülkenin her yanına ekildiler.
Yetmedi; köyler yakıldı, boşaltıldı,
Yetmedi bugün barajlarıyla geliyorlar! Dersimli Alevilere bir kere daha yol gözüküyor! Arkalarında kutsal Munzur’u zincire vurulmuş halde bırakarak, Seyyit’lerin pala bıyıklarına düşen gözyaşlarıyla, bir kez daha, gidin deniyor! Tıpkı Fırtına Vadisi’nde denildiği gibi.
Gidin, sizler zaten bu ülkenin zenginliğisiniz, nereye dilerseniz gidin, yeter ki Munzur’u bize bırakın, yeter ki Hacı Bektaş Dergahını bize bırakın, yeter ki Madımak’ı istemeyin, bize bırakın ve gidin.
Evet, haklılar, bu ülkenin her metrekaresi bizim
Amaaa… bütün ayrımcılığa uğrayanlara,…. layık görülen bu toprak,…
Hırant kardeşimizinde dediği gibi, “mezarlarımız olmak üzere” bizim.
Öyle ki bazılarımızın mezarları bile yok.
Ama mezarsız ölülerle dolu O topraklarımıza …..bugün; uçakları, helikopterleri, polisleri, ve yandaşlarıyla gelip cemevlerimizi ziyaret ediyorlar.
Hoş gelsinler,
Yeter ki hoş gelsinler!
Girdiğiniz yerin “bir ibadetevi” olduğunu size hatırlatanlara, “artık bunu tanıyın” diyenlere gülümseyerek bakıyorlar!
Yüzyıllardır ayrımcılığa uğrayan bu insanlara, alay eder gibi sunduğunuz bir gülücükten başka söyleyecek sözünüz yok mu?
Bizlerin zenginlik olduğunu söylemekten başka bir sözünüz yok mu?
Bizler, tüm ayrımcılığa uğrayanlar öylesine bir zenginliğiz ki, çocuklarımız, gencecik annelerimiz, dal gibi gençlerimiz grip gibi hastalıklarda ölüp giderken, yalnızca ölülerimize test yapılıyor; bizler ölene dek hastanelerin kapısında sürünürken, ölülerimiz kireçlenip gömülürken, özel bir okulda grip görülse hastane ayaklarına kadar götürülüyor; testler evlerinde yapılıveriyor.
Esasında biz domuz gribinden değil, yoksulluktan ölüyoruz.
Kimse gribin domuzluğuna sığınmasın, bu grip domuz gribi değil, AKP Gribi.
Karanlığa batmış, “din” “din” diye gırtlağını yırtarcasına haykırdıkça daha çok karanlığa batan bir iktidarın imdadına yetişmiş bir grip bu: Domuzun günahı yok……
Günah diye boynumuza vurulan pranga, bu iktidarın dilencileştirmeye çalıştığı yoksulluğumuz.
Bugün burada hepimiz yoksulluğumuzla Aleviyiz, Aleviliğimizle de yoksul!
Yoksulun lanetinden daha büyük lanet olabilir mi?
Yoksulun uğradığı ayrımcılıktan daha büyük ayrımcılık olabilir mi?
Hepimiz, bugün burada ayrımcılığa hayır diyenler, eşitlik için seslerini yükseltenler, biz yoksullaştıkça; devlet Deniz Feneri’ne dönüyor; devlet Deniz Feneri’ne döndükçe bizler dilencileştiriliyoruz.
Ancak işte buradan haykırıyoruz,
bilinsin ki yoksulların Alevileri, Alevilerin yoksulları,
bugün “ben de Aleviyim!” diyen cümlemiz,
siyaseti dilenciliğe ve pazarlığa çevirmeyi reddediyoruz.
Dilencileştirilerek, sözde bize kulak veriliyormuş gibi yapılarak, siyaset sahnesinden kovulmayı reddediyoruz!
Görün işte, siyaset biziz ve buradayız!
Onlar da, Biz hayır dedikçe, biz meydanlara çıkıp sesimizi yükselterek eşitlik istediğimiz için, daha dün…. bizi terörist ilan edenleri, sesini çıkaranları şaklaban ilan edenleri… yanlarına alıp… polis kordonları altında, cemevlerimizi ziyaret ediyorlar!
Cemevi gönül evidir. Sizin girdiğiniz yerse dört duvardır.
Soruyorum sizlere:
Gönlümüzü tankları toplarıyla ele geçirmek isteyenlere, gönlümüzde yer var mı?
Hayır.
Soruyorum sizlere: Gönlümüz önüne gelenin çiğneyeceği bir çimenlik midir?
Hayır.
Gönlümüz bir aşure kazanı. Ama kimse sanmasın ki aşure kazanıyız diye, önüne gelen bu kazana istediğini atabilir,… önüne gelen istediği gibi pişirebilir.
Aşurenin de bir ustası var, bir tarifi var: Madem ki Aleviliği üreten biziz, yaşatan biziz, ne sizin,… ne de sizin paralı yandaşlarınızın bu aşureye tuz katmasına izin vermeyeceğiz.
Verecek miyiz?
Hayır.
Bu sesi herkes duysun. Eşitlik isteyenleri, ayrımcılığa hayır diyenleri, bugün bu meydanda toplanan ülkemizin lanetlenmiş!... ama güzel, ama yürekli insanlarının sesini siyasetin karanlık dehlizlerinde boğmak isteyen herkes duysun. Gücümüzü herkes görsün.
Vazgeçin artık;Bize dilimizi öğretmekten
vazgeçin artık Bize dinimizi öğretmekten
vazgeçin artık Bize elbise biçmekten
bizi tarif etmekten vazgeçin.
vazgeçin artık şu İnkâr politikasından.
“Asimilasyon insanlık suçudur” diyenler, bizi Sünnileştirmek çabasından artık vazgeçin.Siyaset yalnızca partiyle yapılır diyenler de görsün, dernekler ölmüştür diyenler de görsün, siyaseti proje derecesine düşürenler de görsün!
Siyaset burada!
Bizler Ayrımcılığa karşı sesini yükseltenler,… bizler eşitlik talep edenler, bize eşitlik adı altında dayatılan bu eşitsizliğe, hayır diyoruz….
Bu meydanda ! Hep birlikte haykırıyoruz:
Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber, ya hiçbirimiz!
İşte o yüzden ki, eyyy… İstanbul,
senin tuzun yalnızca zehirleyici ve kanlı bir tuz değil.
Aynı zamanda O tuz bizim gözyaşlarımızın da tuzu:
gözpınarlarımızdan akan suyun tuzu attığımız tohumları da yeşertecek.
Tabii ki; Biz o gözyaşlarını unutmadıkça ve de unutturmadıkça,
İşte o yüzden biz, O suyu almak için İstanbul’dayız:
Ölsünler diye bile evlerine gönderilmeyen, Ölülerini morg kapılarından topladığımız evlatlarımıza karışmaya, İbrahim’e, Mahir’e, denize kavuşmaya Ey İstanbul!İşte kıyılarındayız!
Arnavutumuz, Boşnağımız, Manavımız, Gürcümüz, Çerkezimiz, Bogomilimiz, Selaniklimiz, İskeçelimiz, Çingenemiz, Romanımız, Abdalımız, Tahtacımız, Yörüğümüz, Pomağımız, Kosovalımız, Giritlimiz, Hemşinimiz, lazımız,
Bugün, burada hepsi Alevi olanlar;
adı olanımız,
adı elinden alınanımız,
bir adı olmasına bile izin verilmeyenimiz,
Hırantımız, Gülerimiz, ölülerimiz, dirilerimizle
bayraklarımız, flamalarımızla işte kıyılarında durduk!
Hep bir ağızdan aynı şeyi söylemek için:
Susma, sustukça sıra sana gelecek!
Biliyoruz ki; Munzur susarsa, Meriç ölür; Fırat susarsa, Ceyhan ölür;
Asi susarsa Aras ölür, Kızılırmak susarsa, Sakarya ölür,
Yeşilırmak susarsa Menderes ölür.
Ne yazık ki biz sustuk ve sustukça bütün nehirlerimiz sırayla kurudu gitti.
Bu ülkede son Alevi de ölene kadar susacak mıyız?
Neredeler şimdi Süryanimiz, Ezidimiz, Ermenimiz, Rumumuz?
Bu ülkenin son Alevileri olmayacağız.
Olacak mıyız?
Hayır!
Alevilere, Sünni olmayanlara, dinsizlere zorla Sünniliği dayattılar. Herkes sustu. Yetmedi. Şimdi zorunlu din derslerini bahane ederek okullara imamları sokuyorlar. Artık imamlar veriyor din derslerini.
12 Eylül ürünü olan Zorunlu Din Dersleri pedagojik bir cinayettir.
Zorunlu din dersi istiyor musunuz?
Hayır
Diyanet İşleri dedikleri kurumu, Tanrı’yla aramıza soktular… Sustuk. Yetmedi, şimdi aşı olsak mı olmasak mı diye Diyanet fetva veriyor!
Öte dünya yetmedi, bu dünyayı da elimizden aldılar!Sözde bir açılım yaptılar, bizi dinlediler. Bizi dinleyen kimdi: Diyanet! Ve Diyanet fetva buyurdu: Cemevlerini ibadet yeri olarak istemek bölücülükmüş!Gözlerini şimdi, sesimize, soluğumuza diktiler; artık sözümüzü de elimizden almak istiyorlar!
Haramzade plazalarda oturmuş maaşlı reklamcıları buyuruyor; Hacı Bektaş namaz kılarmış, Alevilerin Hacı Bektaş’la ilgisi yok diye!
Gözlerini her şeye diktiler! Bizi açlığa ve yoksulluğa,… sürgüne ve ölüme mahkum etmeleri onları durdurmadı, artık ruhumuzu da istiyorlar!
Biz verdikçe daha çok isteyecekler!
Ne zamana kadar etimizden et, canımızdan can, sözümüzden söz verip de besleyeceğiz bunları? Daha fazla besleyecek miyiz bunları?
Hayır!
Besleyecek miyiz?
Hayır! Binlerce kere hayır!
Hayırlarınız, hayrolsun. Hak Muhammed Ali yardımcınız, Hızır yoldaşınız olsun.
Ey İstanbul!
Alevi Kültür Dernekleri ve Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı adına,…
Sen bize layıksın, biz de sana!08,11,2009-Pazar
KAYNAK : Alevihaberajansi.com - 8 Kasım 2009--------------------------------------------------------------------------------------
9 Kasım 2009
Alevi Kültür Derneği Genel Başkanı Tekin Özdil'in konuşması
PSAKD Genel Başkanı Fevzi Gümüş'ün Miting Konuşması
PSAKD Genel Başkanı Fevzi Gümüş'ün Miting Konuşması
Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Genel Başkanı Av. Fevzi Gümüş’ün 8 Kasım 2009 "Ayrımcılığa Karşı Eşit Yurttaşlık Hakkı" Mitingi Konuşma Metni:
"Sevgili canlar
Pir Sultan’ın yarenleri, yoldaşları
Hepinizi Banazlı Koca Haydar’ın inancı, bilinci ve direnci ile selamlıyorum.
Sadece sizleri değil, başta Tuzla işçileri olmak üzere tüm işçileri, memurları, çiftçileri, doğanın dengesini bozan hidroelektrik santrallara karşı onurlu bir mücadele veren Rizelileri, Artvinlileri, Dersimlileri, neoliberal politikaların köleleştirdiği, yoksullaştırdığı tüm emekçileri,özgür ve demokratik bir üniversite isteyen öğrencileri, kadınları, F tipi cezaevlerinde insanlık onuru için direnenleri selamlıyor, daha eşit, daha adil ve daha özgür, gerçekten laik ve demokratik bir Türkiye uğruna 1 Mayıs 1977 Taksim, Maraş, Çorum, Madımak, Ümraniye ve Gazi katliamlarında yitirdiğimiz tüm canları, Denizleri, Mahirleri, Uğur Mumcuları, Musa Anterleri, Hrant Dinkleri saygı ile anıyorum.
Sevgili canlar
Pir Sultan der ki;
Kaçıncı ölmem bu hain
Pir Sultan ölür dirilir.Kavgamızın şehri İstanbul’a, Kadıköy meydanına, Türkiye’nin dörtbir köşesinden gelen her bir can Pir Sultan’ın, onun direniş ruhunun asla ölmeyeceğinin kanıtıdır.
Şu meydandaki güzelliğe bakın. Kürtler ve Türkler burada…Aleviler, Sünniler burada…
Atatürkçüler, sosyal demokratlar, sosyalistler de burada.
Yani barış içinde kardeşçe yaşamayı savunanlar bir aradayız.
İşte bu meydan Türkiye.
Türkiye de bu meydanı gibi…Herkeste ayrı bir renk ve güzellik VAR…
Bizleri elele tutuşturan, ayrıştıran değil buluşturan, birleştiren şey Aleviliğin evrensel bir dünyaya açtığı pencereden sızan aydınlıktır. Biz, 72 millete aynı nazarla bakarız. “Hak ademdedir” deriz. “Sevgi bizim dinimizdir, başka dine inanmayız”. Cennet için insan öldürmeyiz.
Öldürmeyiz ama Pir Sultanlar, Nesimiler, Baba İshaklar gibi baskıya karşı direnmekten de vazgeçmeyiz. Çünkü, ne kadar aşağılasanız, hor görseniz de biz Aleviyiz, Kızılbaşız…
Bu ülkenin gerçeğiyiz ve burardayız.Sevgili Dostlar;
Biz, kendisine ayrılan ödenek ile 8 bakanlığın bütçesini geride bırakan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılmasını istiyoruz. Diyanet, laik bir devlette olmaması gereken bir kurumdur. Devlet, inançlara eşit mesafede olmalıdır. Ama o Diyanet İşleri Başkanlığı, strateji belgelerinde zorunlu din dersinin kaldırılmasını talep eden bizleri, Diyanet ve İslamı tehdit edenler listesinde görüyor. Devasa bütçe ile yetinmiyor daha fazla istiyor.
Soruyoruz, cenneti inşa etmek devletin mi görevidir?
Sana ne.. Cennete gidecek adama sponsor olmak sana mı düştü.
Sen, önlüğüne okulun ihtiyaç listesinin asıldığı öğrencilere sponsor ol. Sen hastane kapılarında parası olmadığı için hayatını kaybedenlere sponsor ol. Sen fabrika aç, yol, su, elektrik götür. Bırak, herkes kendi cennetini kendisi inşa etsin.
Stratejik belgelerinde Alevileri, din ve diyanet düşmanı olarak gösterip Alevileri hedef haline getiren Diyanet İşleri Başkanlığı şunu bilmelidir.
Aleviler, Milli Güvenlik Kurulu’nun hazırladığı siyaset belgelerinde, kırmızı noktalı haritalarda da vardı. Ama bizler o haritaları, siyaset belgelerini nasıl ki, tarihin çöplüğüne attıysak, hala var isek, hala Kadıköy meydanını doldurabiliyorsak, senin Strateji belgelerini de çöplüge atarız. Eğer bu ülkede, zorunlu din derslerine, Diyanet’e karşı çıkmak tehditse, Aleviler tehdit olmaya devam edecekler. Bunu dostlarımız da düşmanlarımız da böyle bile..
Değerli Canlar;
Bizler, alevi köyleri ve mahallerine cami yapılmasına, Alevi çocuklarının asimilasyonuna hizmet eden zorunlu din derslerine de karşıyız. Çünkü, zorunlu din derslerinin insan hak ve özgürlüklerine aykırı olduğuna hem iç hukukta hem de AİHM’de karar verilmiştir. Ama gerici AKP zihniyeti inatla bu iki uygulamayı da sürdürmek istiyor ve cemevlerine yasal statü kazandırmıyor. Çünkü, Diyanet’e göre cemevleri cümbüşevi… İki gün önce Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Tunceli’de cemevini ziyaret etti. Onun ayakkabı çıkararak cemevine girmesi, kimi çevrelerce alkışlandı. Sayın Cumhurbaşkanı ayakkabı çıkararak cemevine girdiyse elbette doğrusunu yapmıştır. Ama Cumhurbaşkanı bilmelidir ki, cemevine saygının ilk koşulu Alevilerin ibadet yerini tanımaktır. Ayakkabı çıkarmak yetmez. Eğer bunu yapmazsanız, gün gelir, o ayakkabınız kapının önüne konulur.
Sevgili yarenler, yoldaşlar;
AKP’nin Alevi açılımının arka planında devlet Aleviliği yaratma planı vardır. AKP, güya Alevi çalıştayları ile göz boyamaya çalışmaktadır ve Alevilerin sorunlarını çözeceği gibi bir aldatmaca yaratmaktadır. Biz bu Muaviye oyunlarını tarihten beri iyi biliriz, tuzaklara düşmeyiz. Mayasında özgürlük, eşitlik, adalet olmayan bir iktidar Alevilere özgürlük getiremez. Diyanet’i kaldıramaz, çünkü yarattığı sömürüyü gizlemek için Diyanet’e, zorunlu din derslerine ihtiyacı vardır. Bu iktidar Alevi çalıştayları sonunda bir paket açıkladığında görecegiz ki, amaç Alevi sorunlarını çözmek değil, Alevileri asimile etmektir. Bunun işaretlerini Devlet Bakanı Faruk Çelik vermiyor mu? Biz, Madımak utanç müzesi olmalıdır diyoruz, O kültürevinden bahsediyor. Çünkü, daha birkaç yıl öncesine kadar Madımak’taki vahşeti yaratanlarla aynı siyasi çatıda olanlar, o utançla yüzleşmeye korkuyorlar da, ondan… Unutturmak istedikleri, siyasi geçmişlerine düşen o utanç sayfasını yırtıp atmak…
Ama bunu yapamayacaklar. Asla izin vermeyeceğiz buna...
Sevgili canlar;
Biz, ayrıcalık değil her anlamda, kanunların önünde, gündelik yaşamda, fiiliyatta eşitlik istiyoruz. Eşitliği de herkes için istiyoruz. Bizim, Sünnilerle, Kürtlerle, Türklerle, gayrimüslimlerle sorunumuz yoktur. Bizim, tek tip insan yaratmayı isteyen sistemle ve o sistemin ırkçı ve gerici iktidarlarıyla sorunumuz vardır. Bizim davamız, Aşık Veysel’in dediği gibi insanlık davasıdır.
Bu insanlık davasında, siz yoldaşları, canları, bütün ezilenleri, bugün olduğu gibi her zaman aramızda görmek istiyoruz.Bizler bir arada olmazsak bu muaviye zihniyeti ülkemizi yaşanmaz hale getirmeye devam edecektir. Onun için biz aleviler olarak diyoruz ki önümüzdeki günlerde ülkemizin kaderi için, daha aydınlık, özgür, demokratik ve barış içinde bir Türkiye’nin yaratılması için bir adım öne çıkıyor, tarihin bu döneminin bize yüklediği sorumluluğu üstleniyoruz.
Ve diyoruz ki Güneşin ortasında, kardeşlik sofrasına oturacağımız günler yakındır..."
KAYNAK : Alevihaberajansi.com - 8 Kasım 2009
********************************************************
*Alevilerden Kadıköy çıkarması
*ABF Genel Başkanı Ali Balkız'ın Miting Konuşması
*Alevi Kültür Derneği Genel Başkanı Tekin Özdil'in konuşması
*******************************************************
1 Kasım 2009
Hasankeyf'e Sadakat
Hasankeyf'e Sadakat
Aslında geçmişi yok etme gayreti beyhudedir. Geçmişi inkar da öyle. Çünkü insan, geçmişi anımsadığı ölçüde vardır ve geleceğe koşabilir, daha da önemlisi geçmişe bakarak nereye koşabileceğini bilebilir.
Geçmişi yok ederek yapılan her eylem, gün gelir, geçmişin hayaletleri tarafından geri püskürtülür. Bu, tarih ve kültür için de böyledir. Doğa için de. Doğanın kendi belleği de canlı türleriyle devam eder. Yok edilen her tür, doğanın belleğinde bir boşluk yaratır. Bu boşluk, yeri doldurulamaz bir boşluktur, milyonlarca yıl geriye gidebilen bir boşluk. Doğa, bu boşluklarla aylakta durmakta güçlük çeker. Çünkü her türün diğer türe ihtiyacı vardır. Doğanın geleceği, geçmişinin devam etmesine bağlıdır.
Geçmişi yok edersen, geleceksiz kalırsın. Hasankeyf'i ikiye bölen Dicle, bir doğa harikasıdır aynı zamanda. Sayısız kuş, hayvan ve bitkinin yaşam suyudur. Hasankeyf kayalıklarında üreyen alaca yalıçapkını, küçük kerkenez, tavşancıl, kızıl akbaba, boz kiraz kuşunun örneğin, yurdudur. Mutlaka yaşatılması gereken bir nehirdir.
Hasankeyf'i feda edersek eğer, Ilısu Barajı'nın yılda 3.8 milyar kilovat saat enerji üreteceği hesap ediliyor. Bu enerjiye bu ülkenin ihtiyacı var deniyor.
Bu ülkenin enerjiye ihtiyacı var. Hatta bu ülkenin en çok ihtiyacı olan şey, o enerjidir. Ama bu enerji barajın meydana getireceği elektrik enerjisi değildir, Hasankeyf'in enerjisidir.
Hasankeyf'i sular altına gömen bir ülkenin, şu kadar kilovat saat enerji için bunu yapan bir ülkenin, böyle bir ülkenin, geleceğini, elde edeceği elektrik aydınlatamaz.
Hasankeyf, Hesna de Kepha, Hısn Keyfâ, Cepha, Kastron Piskephas... Bu isimleri almış tarih boyunca. Biz de, Hasankeyf'i sonsuza kadar yok ediyoruz. Artık yeni bir isme gerek yok. Ne keyif ama!
Hasankeyf'in tarihinin Asur ve Urartu'ya kadar indiğini tahmin ediliyor. Daha kim bilir ne sırlar saklıyordur kalesi. Hasankeyf'in bugünkü adının kökeni Asurca ''kipani''den (kaya) geldiğini biliyoruz. Bu ad daha sonra `kaya kalesi' olarak Arapça söylenişiyle günümüze kadar gelmiş. Günümüze kadar.
Hısn Keyfâ melikesi kentini, fethe gelen Halid bin Velid'in eline hiç savaşmadan teslim etmiş, böylece kenti yıkımdan kurtarmıştı. İkinci Dünya Savaşı'nda sivillerin üzerlerine bombalar yağdıran ölüm makineleri bile, anıtsal yapıları ve kültürel kıymetleri yıkmamaya özen göstermişti.
En son 1260'daki Moğol istilası sırasında yakıp yıkılan kentti Hasankeyf, Osmanlılar zamanında da ticari bir kavşaktı, ama bir daha o eski ihtişamına kavuşamadı. Son darbeyi indirmek bize kaldı.
Roma'nın olmuş, Bizanslıların olmuştu, sonra Artuklu, Eyyübi ve Akkoyunlu sahip çıkmış, yaşatmış ve yüceltmişti. Şimdi Türkiye Cumhuriyeti, Hasankeyf'i bitirecek mi? Türkiye Cumhuriyeti, kendi tarihini, kültürel tarihini, doğa tarihini, geriye doğru silerek mi yazıyor?
Halfeti, Zeugma, Allonoi ve diğerleri...
Hasankeyf'in kalesi bu kadar dirençsiz mi?
http://hasankeyfesadakat.kesfetmekicinbak.com/sadakat_cagrisi/00005/