Nâzım Hikmet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Nâzım Hikmet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Haziran 2010

NAMUSLU, YİĞİT ADAM, BÜYÜK SANATÇI; ORHAN KEMAL











"NAMUSLU, YİĞİT ADAM,
BÜYÜK SANATÇI; ORHAN KEMAL "

Orhan Kemal, ölümünün 40. yılında Orhan Kemal Halk Kütüphanesi’nde düzenlenen bir törenle anıldı.
****************************

NİSAN 1970’de eşi Nuriye Hanım ile Bulgaristan’a gider Orhan Kemal…
O günlerde “Murtaza”nın ikinci cildi üzerine çalışmaktadır.


03.06.2010
*******************************************

O günlerde “Murtaza”nın ikinci cildi üzerine çalışmaktadır.
Dosyanın üzerine: “Önemli Not! Bu dosyada Murtaza’nın ikinci cildini yürütecek olan müsveddelerle, 47. sayfaya kadar tape edilmiş bölüm vardır. Tape edilmiş bölüm üç nüshadır. Geziden dönüşte devam edilecektir. (Tabii kısmetse… ki elbette kısmettir.)” yazar.

Maalesef dönemez…

2 Haziran’da son nefesini verir.
Aradan kırk yıl geçer…
Neler olmaz ki aradan geçen kırk yılda…
Adına bir roman armağanı düzenlenmeye başlar…
Adı caddelere, kütüphanelere verilir.
Kitapları yabancı dillere çevrilir.
Adına bir müze açılır…
Altı torunu daha dünyaya gelir.
Bulgaristan’a giderken 13 yaşında olan oğlu Işık, kimya mühendisi olur, evlenir...
Kitapları 100 Temel Eser arasına girer…
Raşit Kemali “Romantik, süslü, ölçülü, uyaklı” şiirlerini Bursa Hapishanesi’nde aynı koğuşta kaldıkları Nâzım Hikmet’e okumaya başlar.
Birkaç dize okumuştur ki Nâzım’ın sesi duyulur: “Berbat”
Bir başka şiiri okumaya başlar Raşit Kemali…
Birkaç dize sonra tekrar duyulur Nâzım’ın sesi “Rezalet”
Nâzım “…bütün bu laf ebeliklerine, hokkabazlıklara, affedin tabirimi, ne lüzum var? Samimiyetle duymadığınız şeyleri niçin yazıyorsunuz? Bakın, aklı başında bir insansınız… Duyduklarınızı, hiçbir zaman duyamayacağınız tarzda yazıp komikleşmekle kendinize iftira ettiğinizin farkında değil misiniz?” der Raşit Kemali’ye…
Sonraki günlerde bir roman müsveddesini görünce de öğrencisine “Bırak şiiri miiri birader, hikaye yaz, roman yaz sen” der Nâzım…
İşte ondan sonra peş peşe gelir hikayeler, romanlar…
Arada şiir de yazmaktan alamaz kendini…
Hapishaneden çıkacağı sabahın gecesinde ustasının gözlerinin dolmasına neden olan şiirini yazar –o günlerde Yürüyüş dergisinde çıkan bir öyküsünde kullanılan adıyla- Orhan Kemal…
“Unutabilir miyim seni hiç?
Dünyayı ve insanlarımızı sevmeyi senden öğrendim,
hikaye şiir yazmayı
ve erkekçe kavga etmeyi senden!”
Sonra, ver elini İstanbul…
Üst üste yayınlanır kitapları.
Rahat etmiş midir Orhan Kemal, peki?
Rahat etseydi yakın dostu Fikret Otyam’a yazar mıydı?
“… İki buzdolabı alıp yarı fiyatlarına satarak dört aylık ev kirası borcumla, uçan kuşlara olan borçlarımı temizledim. Yani yüzde yüz faizle borçlanıp, bütün borçlarımı koordine ettim gibi bir şey… Ne sinema, ne de gazetelerde roman üzerine iş. Durum bombok. Türkiye’den hicreti bile düşünüyorum. Dünyanın hiçbir tutunmuş romancısı, dünyanın hiçbir yerinde bu vaziyete düşmez. Düşerse hapse düşer, yoksa işsiz kalmaz, bırakılmaz…”
Hayat sigortası yaptırıp, intihar etmek ister miydi?
Sigortadan alınacak parayla borçlar ödenecektir, düşüncesine göre…
Orhan Kemal’in yazın hayatına girişinin 30. yılı nedeniyle Gen-Ar Tiyatrosunda düzenlenen gecede yakın dostu Yaşar Kemal şunları söyler: “Orhan, demir gibi huyu olan, yılmayan, sevmekten ve yazmaktan bıkıp usanmayan, insanlar azıcık mutlu olsunlar diye, hiçbir şeyini esirgemeyen, bütün gönlünü ve gücünü hiçbir karşılık düşünmeden veren büyük, usta bir sanatçıdır. Milletler Orhan Kemal huyunda namuslu, iyi, sevgi dolu insanlar var, diye millet olurlar. Bu namuslu yiğit adamın büyük sanatçı olması da cabası…”
Ekmeğini kalemiyle kazanan Orhan Kemal’in kitaplarını “çok satanlar” listelerinde göremezsiniz. Ama “her zaman satanlar”dadırlar.
Ölümünden üç ay kadar önce oğlu Kemali’ye bazı notlar aldırır. O notlardan bir bölümle veda edelim. Çünkü az sonra Orhan Kemal İl Halk Kütüphanesinde Orhan Kemal’i anma ve roman armağanı töreni var, geç kalmayalım. Konuklar da gelmeye başladı… Rıfat Ilgaz, Arap Talat, Yelfe İhsan, Edip Cansever, Sait Faik, Buyrukçu, Fahir Öngör, Haldun Taner, İflahsızın Yusuf, Muzaffer Bey, Güllü, Kemal, Mustafa, Murtaza, Cemile, Nedim Ağa, İflahsızın Memet, Cevdet Kudret Yanardağ, Aslan Tomson…
“Eşe dosta selam. İnandığım doğruların adamı oldum. Böyle yaşadım, karınca kararınca bu doğruların savaşını daha çok sanatımda yapmaya çalıştım, kursağıma hakkım olmayan bir tek kuruş dahi girmemiştir.”


‘SANKİ ORHAN KEMAL ELİMDEN TUTTU’
Orhan Kemal, ölümünün 40. yılında Orhan Kemal Halk Kütüphanesi’nde düzenlenen bir törenle anıldı.Törende, bu yıl 39. kez verilen Orhan Kemal Armağanı’na “Şeytan Minareleri” adlı yapıtıyla değer görülen Hidayet Karakuş’a da ödülü verildi.
Işık Öğütçü, “Romanında gerek dilde ulaştığı düzey, gerekse ele aldığı toplumsal kesimleri romana başarılı şekilde uyarlayarak gerçek bir dramı bize unutturmayan Hidayet Karakuş’u, ailemiz adına kutluyorum. Umudun, direncin ve mücadelenin yazarı Orhan Kemal’in bu anlamlı ödülüyle, yazın alanında daha büyük başarılara ulaşacağına inanıyorum” dedi.
Turhan Günay ise Orhan Kemal’in kitaplarını okumadan, sosyoloji, iktisat ve edebiyat tarihinin yazılamayacağına vurgu yaptı.
Orhan Kemal’in yakın dostlarından Erol Şadi Erdinç de anılarını paylaştı: “Murtaza, tıpkı Cervantes’in ‘Don Kişot’u kadar önemli bir yapıttır. Orhan Kemal’le aynı havayı solumuş, dostluğunu kazanmış olmak, onunla ilgili anılarımı sizlerle paylaşmak bile benim için büyük onur.”
Nazım Öğütçü de, babası Orhan Kemal’in ölümünün üzerinden kırk yıl geçmesine rağmen eskimediğini, Türk halkının da onu unutmadığını belirtti. Nazım Öğütçü’nün elinden ödülünü alan Hidayet Karakuş da, öğretmen okulunda okurken Orhan Kemal’in kitaplarıyla tanıştığını belirterek, “Sahneye çıkarken sanki Orhan Kemal elimden tutuyordu. O günlerden sonra Orhan Kemal gibi yazmayı kendimde bir görev bildim” dedi.


http://www.evrensel.net/

23 Ocak 2009

Senin İsim Neydi? Ali De Sen!

Senin İsim Neydi? Ali De Sen!
Erkmen Özbıçakçı-erkmen_oz@hotmail.com

Evimizdeki doğal gaz sobasını ve ocağı bağlamak için usta geldi. Ev arkadaşımın babası pimpirikli adam… Başından ayrılmıyor ustanın. Herkese ne yapması gerektiğini söylüyor, ustaya bile. Ustanın adı “Turabi”, zor. Ev arkadaşımın babası unutkan adam… İsmi unutup duruyor. Hayır, unutsa da durmuyor. Karışıyor işe ısrarla ve aynı ısrarla ismiyle hitap etmek istiyor ustaya. “Tu-tu- Turhan bak şuraya iyi sık orayı, isim neydi senin?” Usta vidayı sıkarken güç bela cevap veriyor: “Turabi”. “Ha Turabi. Çocuklar, Turgut ağabeyinize meyve suyu bir şey getirin. Turgut nerelisin? Neydi ya senin isim?” “Abi Turabi.” “Kafiyeli oldu ha Turabi. Tamam, artık unutmam”.

Zaman geçiyor, muhabbet illa ki devam ediyor. Ev arkadaşımın babası umursamaz adam... “Tufan bak iyi yapasın bunlar umursamaz, sorumsuz bunlar bir şey gelmesin başlarına aman Tu-tu Turhan mıydı? Neydi yav senin isim?” Usta tüm gücüyle vidaları sıkıyor, terlemiş ve sıkıntılı son bir güçle cevap veriyor: “Ali de abi sen”. “Ha Ali bak iyi yapasın, bizim çocuklar diyorum boşlar.” İş bitiyor usta çantasını topluyor. Biz yolcu ediyoruz ustayı.

Arkadaşımın babası garip adam… “Ali, sağ olasın eline sağlık Ali; tamamdır diyorsun şimdi, tamam o zaman haydi uğurlar olsun Ali”. Adamla göz gözeyiz gülüyoruz. Ev arkadaşım gülüyor. Görüşürüz Ali abi. Ev arkadaşımın babası vefakâr adam… Hakkını teslim ediyor ustanın: “Vallaha helal olsun Ali ustaya şıp diye yaptı”.


Nâzım usta var bir de. Mehmet Nâzım Ran. Nâzım Hikmet Ran’ın 3,5 yaşında ölen kardeşi desem inanan çok olur. İnanmayın, değil. Komünist şair Nâzım Hikmet’in kütükteki gerçek adı.

Mavi Gözlü Dev, Nâzım usta, Komünist şair Nâzım Hikmet, Vatan Haini Nâzım Hikmet, Nâzım Hikmet Ran, Mehmet Nâzım Ran. Ali mi desek biz acaba?

Bu kadarla kalsa iyi... Kökeni var bir de… Sovyet ajanı, o bir Rus. Dedesi Polonyalı, o da öyle. Yahudi mi yoksa? Türk diyorlar Nâzım için. Ben söyleyeyim: değil. Yetmez. Hepsinden de fazlası. Tüm isimlerden, sıfatlardan, kalıplardan fazlası… İlle de adını koyacaksak “dünya vatandaşı bir kişioğlu.”

İsim meselesine geri dönelim. Nâzım şiirlerini babasının ve kendisinin isimlerinin karması olan Nâzım Hikmet olarak imzalıyordu. Kütükteki ismi dışındaki tüm isimlerini, sıfatlarını bu isimin ardından edindi. Edindiği her yeni isim onu başka başka çevrelerde bilinir hale getirdi. Nâzım Hikmet oluşu Şair Nâzım’ı, Şair Nâzım-Komünistliğini, Komünistliği de kimine göre “Vatan Haini Nazım”’ı kimine göre de Nâzım Usta’yı tanıttı Türkiye’ye ve dünyaya. Kendisine göre ise Mavi gözlü bir dev. İlle de adını koyacaksak “toplumsal duruşuyla şiire çağ atlatan adam.”

Bunların yanında, bu isim ona tek bir şey kaybettirdi. T.C. vatandaşı oluşunu. En azından biz öyle sandık. Mesele hiç de öyle değilmiş aslında. Tüm bu karmaşaya yakışır mı bilinmez basit bir hata yapılmış. Mavi gözlü bir devi bunca kalıba sokma çabası içinde gözlerinden kaçan bir şey olmuş zamanın hükümetinin. Kütüklerde Nâzım’ın gerçek ismini araştırmak zahmetini bir yana bırakıp, mahkeme kararıyla “Nâzım Hikmet Ran” isimli aslında olmayan bir T.C. vatandaşını çıkartmışlar vatandaşlıktan. Anlayacağınız Nâzım T.C. vatandaşlığından hukuki olarak hiç çıkarılmamış.

Bununla kalsa iyi… Bizim zamanımızın hükümeti var bir de komiklik yarışında. Özgürlükçü hükümetimiz(!) “Nâzım Açılımı” ile vatandaşlıktan hiç çıkarılmamış olan Nâzım’ın vatandaşlığını iade etti geçen günlerde. Nâzım Açılımı’ndan iktidar partisinin beklentisi fazla anlaşılan. AKP İzmir Teşkilatı, Nâzım’a çınarlı tepe vaat etmiş geçenlerde okudum. Yanımda göz göze gelip gülebileceğim bir ev arkadaşına ihtiyaç duydum okuduğum anda haberi. Velhasıl… Güldük bitti. Kıssadan hisse zamanıdır.

İşte o adamın; adını bilmediğiniz, etnik kökenini, çenenizde dönen bir kılı, iğneyle deşerek ortaya çıkarmaya çalışır gibi kurcaladığınız (okuması bile rahatsız edici değil mi?) ve ne tesadüf hepsi eğreti duran çabalarınızın sizi gülünç duruma düşürdüğü yerdeyiz. Yani siz Ali deyin en iyisi.

Ancak! Bilmeniz gerekenler var; Nâzım’ı vatandaşlıktan çıkarmayı da; o zihniyet neslinin izini sürüp Nâzım’a vatandaşlığını iade etmeyi de beceremeyenler, kendi kuyruğunu yakalamaya çalışan bir kedi görüntüsü var her halinizde. Ve sakın merak etmeyiniz; Komünist Şair Nâzım’ın her işçi havzasında, her yakılan köyde, her okul bahçesinde, şehrin dışına itilmiş her varoş semtte, ezilen halkların şarkılarının dillendirildiği her coğrafyada dikili bir çınarı hep vardı.

Evrensel Genç Hayat-14.01.2009