(Bermıngham Cezaevi’nden Mektup 1963) Yazının önceki bölümlerinde kısaca özetlemeye çalıştığımız direnme hakkının ilk defa resmen kabul edilerek açıklanması, 4 temmuz 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirisi ile gerçekleşmiştir. “Hükümetler, bireylerin yaşam, özgürlük ve mutluluğa erişmek gibi doğal ve devredilmez haklarını sağlamak için kurulmuştur; eğer bir yönetim, bu kuruluş amacını yıkıcı bir yön tutacak olursa, halk onu değiştirmek ve devirmek hakkına sahiptir.” Daha sonra aynı prensip, bağımsızlığını yeni elde eden konfederasyon üyesi Amerikan devletleri tarafından anayasalarına ve kuruluş bildirilerine konulmuştur. Bununla birlikte direnme hakkının en geniş ve en net şekilde düzenlenmiş halini Fransız İhtilalinin metinlerinde görüyoruz. 1789 İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirisi 2.maddesinde; “Her siyasal topluluğun amacı, insanın tabii ve zamanaşımıyla kaybolmaz haklarının korunmasıdır. Bu haklar, hürriyet, güvenlik ve zulme karşı direnmedir.” Diyerek, direnme hakkının tabii ve zamanaşımına uğramaz bir hak olduğunu savunmaktadır. Yine bu ihtilalın bir ürünü olan 1793 Haklar Bildirisi’nin dili çok daha açık ve net olduğu kadar, bir o kadar da keskindir. Bu bildiride; “ Herhangi bir kimseye karşı, kanunun tespit ettiği durum ve şekiller haricinde ika edilen her türlü fiil, keyfi ve müstebitçe demektir. Kendisine karşı şiddet kullanılarak böyle bir fiil ika edilmek istenen kimsenin, bu fiili kuvvet kullanarak önlemeye hakkı vardır.” Denildikten sonra 35.maddede “Hükümet, halkın haklarını çiğnediği zaman, isyan etmek, halkın her sınıfı için hakların en kutsalı ve ödevlerin en gereklisidir.” Demektedir. 34.maddede; “Toplumun tek bir üyesine zülüm yapıldığı zaman, bütün topluma zülüm yapılmış demektir. Topluma zülüm yapıldığı zaman da, onun her üyesine zülüm yapılmış sayılır.” der. Ve 27. maddede ise müstebitlerin katlini emretmektedir. “Hükümranlığı gasp eden her fert, hür insanlar tarafından derhal öldürülmelidir.” Denilebilir ki, direnme hakkını en açık ve en net şekilde formüle eden resmi metin bu bildiridir. Bundan sonra da pek çok bildiride ve anayasada yer alsa da konuya ilişkin düzenlemeler, çoğunlukla daha muğlak ve üstü kapalı bir üslup kullanılması yoluna gidilmiştir. İkinci Dünya Savaşından sonra, dünyayı cehenneme çevirmiş olan faşizmin zulmüne karşı direnme hakkı yeniden güncellik kazanmış ve bir kısım anayasalarla uluslar arası sözleşmelerde bu hak savunulmuştur. 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirisi hazırlanırken, Küba delegasyonu tarafından verilen bir önergede, direnme hakkının insan hakları listesine eklenmesi savunulmuş ancak karşı görüşteki diğer delegeler tarafından bu görüşün kabulü engellenmiştir. Bunun üzerine direnme hakkı, bildirinin başlangıç metninde; “İnsanın zülüm ve baskıya karşı son çare olarak ayaklanmaya mecbur kalmaması için insan haklarının bir hukuk rejimi ile korunması temel bir zorunluluk olduğuna göre...” şeklinde yer almıştır. 2.Dünya Savaşından sonra hazırlanan pek çok anayasada direnme hakkına yer verildiğini yukarıda belirtmiştik Bunlardan 19 Nisan 1946 tarihli Fransa Anayasa tasarısı , 1793 bildirisine paralel bir düzenleme getirmiş ise de yapılan referandumda halk tarafından reddedildiği için yürürlüğe girmemiştir. Halen yürürlükte olan 1958 Fransız Anayasası, temel haklar bakımında 1789 Bildirisine gönderme yaparak da olsa direnme hakkını kabul etmiştir. 1961 Anayasamızın başlangıç metninde de: “ Anaysa ve hukuk dışı tutum ve davranışlarıyla meşruluğunu kaybetmiş bir iktidara karşı direnme hakkını kullanarak 27 mayıs 1960 Devrimini yapan Türk Milleti...” diyerek bu hakkın varlığı kabul edilmiştir. Direnme hakkını tanıyan anayasalardan biri de Meksika anayasasıdır. Bu anayasanın 39.maddesinde: “Ulusal egemenlik, aslında ve temel olarak ulusundur. Tüm siyasi güç halktan kaynaklanmaktadır ve amacı halka hizmet etmektir. İnsanların, tüm zamanlar boyunca, hükümetlerini değiştirme veya değişiklik yapmak gibi vazgeçilmez hakları olmuştur. “ Meksika anayasasındaki bu düzenlemeye rağmen, ülke uzun süre askeri veya yarı askeri yönetimlerce idare edilmiş ve özellikle ülkedeki yerlilere pek de insan onuruna yaraşır bir yaşam biçimi sağlandığı söylenemez. Bu duruma başkaldıran yerli halkın Zabatista Ulusal Kurtuluş Ordusu (EZLN) önderliğinde başlattığı hareket günümüzde devam etmektedir. (10) 1946 tarihli Hesse Anayasasının 146 ve 147 maddeleri ile Alman Anayasasının 20. maddelerinde de direnme hakkı düzenlenmiş bulunmaktadır. Federal Almanya Cumhuriyeti Anayasası’nın 20. maddesi, devletin şekli ile birlikte direnme hakkını da düzenlemektedir. Buna göre; (1).“Federal Almanya Cumhuriyeti demokratik ve sosyal bir federal devlettir (2).Devletin dayandığı tüm güç halktır. Bu güç ise halk tarafından seçim ve oylamalarla ve yasanın belirli organları ile yürütme ve yargı tarafından belirlenir. (3).Yasama anayasal düzene, yürütme ve yargı ise yasalara ve hukuka bağlıdır. (4).Bu düzeni yıkmaya kalkışan herkese karşı, başka araçlar mümkün değilse, tüm Almanların direnme hakkı vardır. Son şıkkın Seifert ve Hömig’e göre yorumu şöyle; “...bu maddenin son şıkkı, üst şıklarda (1-3) belirlenmiş anayasal düzeni yıkmak teşebbüsünde bulunanalara karşı bir direniş hakkını veriyor ki eğer başka araçların kullanılması (veya onların yardımı), mümkün değilse bu düzenlemenin amacına ulaşacağı özellikle son yıllardaki devrimlere bakılırsa problemlidir. Bu direniş hakkı, 116. maddede atfedilen tüm Almanlara öngörülmüştür. Direniş hakkını kullanmak değil sadece vatandaşların, tüm kamu çalışanların ve memurların da hakkıdır. (Tartışmalı) Haklı olarak direnişe kalkmanın şartı anayasal düzeni bir bütün olarak yıkılması teşebbüsünün var olması, başka bir terimle gözle görülür bir darbenin başlamasıdır. Kamu düzeninin zarar görmesi sınırlı anayasal zedelemeler bunun için yeterli değildir. “Teşebbüsünde bulunma” terimi, darbeye başlamış olmayı beraberinde getiriyor. Buna karşın sadece hazırlık eylemleri direniş için yeterli değildir. Darbe gerek yukarıdan, devlet tarafından, gerekse toplumsal güçler tarafından olsun işbu 4. şık uygulanır. Direnme, bireysel veya kolektif olabileceği gibi aktif ve pasif olabilir. Ve kaba kuvvete baş vurarak da olabilir. Anayasa, işbu direniş hakkının kullanımına karşın herhangi bir sınırlama getirmemiş, ancak o aşırı olmamalı...” “...Direnme hakkının son şartı, başvurulacak başka imkanların olmayışı ve devlet güçlerinden anayasal düzeni bozmak isteyenlere karşı ciddi bir direnmenin beklenmesi. Direnme hakkı şartlarının objektif olarak var olması gerekiyor, onların sadece soyut olarak var olması yetmiyor. Direnme hakkı şartları objektif olarak mevcut ise kanunlara karşı olan savunma direnişi meşru olur. Direnme hakkı, temel haklar benzeri bir haktır...”(11) Yukarıdaki iki paragraflık alıntı, Alman anayasasının 20. maddesindeki direnme hakkından ne anlaşılması gerektiği konusunu gayet açık bir şekilde ifade etmektedir. Elbette ki “zor oyunu bozar.” diye bir söz vardır. Pratik yaşam her zaman ve hatta çoğu zaman kitaplardaki yaşama denk düşmez. Fakat yine de böylesi bir düzenleme, anayasal düzen lehine, şer güçleri üzerinde ciddi bir önleyici etki yaratır. Av.Ali Ersin GÜR
Av. Ali Ersin GÜR
Thomas Jefferson önderliğinde yazılmış olan bu bildiri, yukarıda direnme hakkı konusundaki düşüncelerini aktardığımız ünlü İngiliz filozof John Locke’nin “Hükümet Üzerine İki Deneme” adlı kitabından esinlenerek hazırlandığı bilinmektedir.
Buna göre;
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder