15 Eylül 2010

ALEVİLER REFERANDUMU NASIL DEĞERLENDİRMELİDİR.

ALEVİLER REFERANDUMU NASIL DEĞERLENDİRMELİDİR.


Turan Eser


15.09.2010

Referandum sonuçların açıklanmasının ardından yapılan değerlendirmeler eksiktir ve çoğuda yanlıştır.

Bazıları ise karamsarlıkla doludur. Bu yazıda özet bir değerlendirme yapılacaktır.

Referandum sürecini evet ve hayır oylarına düşen yüzdelerle sınırlı değerlendirmeler, demokrasi anlayışımızın sınırını göstermektedir. Anayasa oylamasını sayılar üzerinden yapılması, Türkiye’nin demokratikleşme sorunu olduğunu göstermektedir.


Çünkü yurttaşların yüzde 90’nı Anayasada ne türden değişiklik için oy kullandığı konusunda bilgi sahibi değilidir. Anayasa değişikliği konusundada siyasi partiler yurttaşı bilgilendirmedi.

Buna rağmen referandum sonuçlarını farklı okumak mümküm.


Sayıları her bir yurttaşın hakkının korunduğu ve katılımcılık ilkesini esas alırsak, soruyu şöyle de sorabiliriz.

- 52 milyon 51 bin 828 kayıtlı seçmen oyunu nasıl kullandı?

- 21 milyon 779 bin 740 kişi EVET dedi!

- 15 milyon 847 bin 464 kişi HAYIR dedi!

- 14 milyon 408 bin kişi EVET ve HAYIR’ı destek vermedi!


Peki bu durumda, oy yüzdeleri nedir? Yüzde 58 EVET ile yüzde 42 HAYIR dağılımı doğru mu?

- Hayır!


Çünkü YSK’nın verilerine göre;

- Evet oyları % 42’dir.

- Hayır oyları % 30’dur.

- Sandığa gitmeyen oy oranı % 28'dir.

Yani seçme hakkı olan yurttaşlarımızın % 58 AKP Anayasasına ONAY vermemiştir! Gerçek veri budur. Çünkü her bir yurttaşı ve onun demokratik katılım hakkını önemsiyorsak, AKP Anayasasına oy hakkı olan yurttaşın % 58’sin desteği olmamıştır.


REFERANDUMUN İDEOLOJİK HEDEFİ

12 Eylül darbesinin hedefinde 3 K vardı; Komünistler, Kürtler ve Kızılbaşlar. Çünkü 12 Eylül darbesinin ideolojik ekseni Türk İslam Sentezidiydi. AKP’nin hedefinde Alevi ve Kürt ayrımcılığını olduğunu, 12 Eylül referandum sürecindeki kampanyasında göstermiştir. Çünkü AKP’de Sünni Türk İslam Sentezine oturmuştur. AKP “ileri demokrasiye” yabancıdır. Milliyetçi, muhafazakar ve İslamcı bir cumhuriyet hedefini korumaktadır. Evrensel hukuk normlarına bağlı, laik, demokratik, sosyal ve bağımsız bir Türkiye hedefine uzaktır.

Önümüzdeki süreçte AKP hükümeti başta Alevişer olmak üzere, kendisine muhalif olan kesimlere yönelik dah çok ayrımcı, daha çok dışlayıcı, daha çok baskıcı bir tutum için girecektir. Referandum sürecindeki çatışmacı siyaset dili bunun işaretini vermiştir.


YARGIDA DEMOKRATİKLEŞME DEĞİL, İDEOLOJİK RENK DEĞİŞİMİ OLDU.


Yargının demokratikleşmesi ve bağımsızlaşması, askeri vesayetten dinci veseyete teslim edilmesiyle sağlanamaz. Tıpkı YÖK’teki vesayet tipinin el değiştirmesi gibi. AKP, 12 Eylül ürünü olan YÖK’e karşı olmadı. YÖK’ü kendi egemeliği altına alarak, eğitimde dindarlaştırma perspektifini güçlendirdi. Yargının demokratikleştiğini iddia eden EDP ve DSİP gibi gibi aklı AKP gölgesine göre çalışan “sol” partiler, Yargıda sadece bir ideolojik egemenlik değişimi yaşandığını bir türlü kavrayamıyor. Asker ve sivil bürokrasi eksenli yargının yerine, dinci ve sivil bürokrasi eksenli bir egemenlik geliyor.

Bu yargı ve hukuk anlayışı ise AKP’nin ekonomik hedeflerine ve siyasal yönelimlerine destek verecektir. Bu ise sol adına taraf olmasını gerektiren bir pozisyon değildir.


YARGININ KİBLESİ OKYANUS ÖTESİ TALİMATA DÖNMÜŞTÜR.


AKP ile yüksek yargıda demokratikleşme olmayacaktır. Yargı mekanizmasında aynı sistem, aynı çark dönecektir. Dün yargıdaki tayin ve terfilerdeki etkin olan askeri ve sivil bürokrasinin yerine, AKP’nin dinci ve cemaatçı erk hakim olacaktır.

Sol açısından ise her ikiside demokratik olmayan, otoriter ve diktacı yöntemdir. Buna “Yetmez ama Evet” diyen akıllılarımızın tek avantajı, yargıda sözlerini dinleyecek cemaatçı dostları olacaktır. Başbakan referandum sonucun evet olmasına vesile olan okyanus ötesi cemaat lideri Fettullah Gülen’e candan teşekkür ederken, yargının kıblesinede işaret etmiştir.

Bugüne kadar gerçekleşen darbelerin yanında Türk İslam Sentezi vardı. Sağ politikalar vardır. Memleketin canına tıkanan otun sağcıların bahçesinde yetiştiğini herkes bilir. Ama bazı sol partilerin bunu idrak edemediği ortadır.

“Yetmez ama Evet”çiler soruyu şöyle soruyor; Tarikatçı otoriterlik mi daha demokrat yoksa ittihatçı otoriterlik mi?

Ya da tarikatçı burcuvazinin sömürüsümü daha sosyal ile ittihatçı burjuvazinin sömürüsü mü daha sosyal?

Aleviler açısından cevap nettir; ne tarikatçı eksen, ne de ittihatçı eksen Türkiye’nin demokratikleşmesine vesile olmayacak. Her ikiside demokrasiden ve sosyal bir Türkiye hedefinden uzaktır.

Bu nedenle Alevi hareketinin önümüzdeki süreçte, daha çok örgütsel biraradalığı koruyarak, daha çok ortak eylemlilik zeminde biraya gelerek ve AKP ayrımcılığına karşı geniş çaplı kampanyalar örgütleyerek, Alevilerin birliğini ve demokrasi güçleriyle temasını güçlendirerek, AKP gericiliğine karşı durabilir.

Yarından itibaren Alevi hareketi demokratik, sivil, katılımcı ve şeffaf anayasa için sözünü söylemek ve alternatif anayasa anlayışını ve kültürel kimlik haklarını kucaklayacak şekilde ifade etmeye devam etmelidir.

Karamsarlık tablosu çizenlere son söz olarak, unutmayın ki, seçme hakkına sahip yurttaşlarımızın yüzde 58’si AKP Anayasasına onay vermemiştir.

EvcioğluHaber


Hiç yorum yok: