Gülen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Gülen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Eylül 2010

ALEVİLER REFERANDUMU NASIL DEĞERLENDİRMELİDİR.

ALEVİLER REFERANDUMU NASIL DEĞERLENDİRMELİDİR.


Turan Eser


15.09.2010

Referandum sonuçların açıklanmasının ardından yapılan değerlendirmeler eksiktir ve çoğuda yanlıştır.

Bazıları ise karamsarlıkla doludur. Bu yazıda özet bir değerlendirme yapılacaktır.

Referandum sürecini evet ve hayır oylarına düşen yüzdelerle sınırlı değerlendirmeler, demokrasi anlayışımızın sınırını göstermektedir. Anayasa oylamasını sayılar üzerinden yapılması, Türkiye’nin demokratikleşme sorunu olduğunu göstermektedir.


Çünkü yurttaşların yüzde 90’nı Anayasada ne türden değişiklik için oy kullandığı konusunda bilgi sahibi değilidir. Anayasa değişikliği konusundada siyasi partiler yurttaşı bilgilendirmedi.

Buna rağmen referandum sonuçlarını farklı okumak mümküm.


Sayıları her bir yurttaşın hakkının korunduğu ve katılımcılık ilkesini esas alırsak, soruyu şöyle de sorabiliriz.

- 52 milyon 51 bin 828 kayıtlı seçmen oyunu nasıl kullandı?

- 21 milyon 779 bin 740 kişi EVET dedi!

- 15 milyon 847 bin 464 kişi HAYIR dedi!

- 14 milyon 408 bin kişi EVET ve HAYIR’ı destek vermedi!


Peki bu durumda, oy yüzdeleri nedir? Yüzde 58 EVET ile yüzde 42 HAYIR dağılımı doğru mu?

- Hayır!


Çünkü YSK’nın verilerine göre;

- Evet oyları % 42’dir.

- Hayır oyları % 30’dur.

- Sandığa gitmeyen oy oranı % 28'dir.

Yani seçme hakkı olan yurttaşlarımızın % 58 AKP Anayasasına ONAY vermemiştir! Gerçek veri budur. Çünkü her bir yurttaşı ve onun demokratik katılım hakkını önemsiyorsak, AKP Anayasasına oy hakkı olan yurttaşın % 58’sin desteği olmamıştır.


REFERANDUMUN İDEOLOJİK HEDEFİ

12 Eylül darbesinin hedefinde 3 K vardı; Komünistler, Kürtler ve Kızılbaşlar. Çünkü 12 Eylül darbesinin ideolojik ekseni Türk İslam Sentezidiydi. AKP’nin hedefinde Alevi ve Kürt ayrımcılığını olduğunu, 12 Eylül referandum sürecindeki kampanyasında göstermiştir. Çünkü AKP’de Sünni Türk İslam Sentezine oturmuştur. AKP “ileri demokrasiye” yabancıdır. Milliyetçi, muhafazakar ve İslamcı bir cumhuriyet hedefini korumaktadır. Evrensel hukuk normlarına bağlı, laik, demokratik, sosyal ve bağımsız bir Türkiye hedefine uzaktır.

Önümüzdeki süreçte AKP hükümeti başta Alevişer olmak üzere, kendisine muhalif olan kesimlere yönelik dah çok ayrımcı, daha çok dışlayıcı, daha çok baskıcı bir tutum için girecektir. Referandum sürecindeki çatışmacı siyaset dili bunun işaretini vermiştir.


YARGIDA DEMOKRATİKLEŞME DEĞİL, İDEOLOJİK RENK DEĞİŞİMİ OLDU.


Yargının demokratikleşmesi ve bağımsızlaşması, askeri vesayetten dinci veseyete teslim edilmesiyle sağlanamaz. Tıpkı YÖK’teki vesayet tipinin el değiştirmesi gibi. AKP, 12 Eylül ürünü olan YÖK’e karşı olmadı. YÖK’ü kendi egemeliği altına alarak, eğitimde dindarlaştırma perspektifini güçlendirdi. Yargının demokratikleştiğini iddia eden EDP ve DSİP gibi gibi aklı AKP gölgesine göre çalışan “sol” partiler, Yargıda sadece bir ideolojik egemenlik değişimi yaşandığını bir türlü kavrayamıyor. Asker ve sivil bürokrasi eksenli yargının yerine, dinci ve sivil bürokrasi eksenli bir egemenlik geliyor.

Bu yargı ve hukuk anlayışı ise AKP’nin ekonomik hedeflerine ve siyasal yönelimlerine destek verecektir. Bu ise sol adına taraf olmasını gerektiren bir pozisyon değildir.


YARGININ KİBLESİ OKYANUS ÖTESİ TALİMATA DÖNMÜŞTÜR.


AKP ile yüksek yargıda demokratikleşme olmayacaktır. Yargı mekanizmasında aynı sistem, aynı çark dönecektir. Dün yargıdaki tayin ve terfilerdeki etkin olan askeri ve sivil bürokrasinin yerine, AKP’nin dinci ve cemaatçı erk hakim olacaktır.

Sol açısından ise her ikiside demokratik olmayan, otoriter ve diktacı yöntemdir. Buna “Yetmez ama Evet” diyen akıllılarımızın tek avantajı, yargıda sözlerini dinleyecek cemaatçı dostları olacaktır. Başbakan referandum sonucun evet olmasına vesile olan okyanus ötesi cemaat lideri Fettullah Gülen’e candan teşekkür ederken, yargının kıblesinede işaret etmiştir.

Bugüne kadar gerçekleşen darbelerin yanında Türk İslam Sentezi vardı. Sağ politikalar vardır. Memleketin canına tıkanan otun sağcıların bahçesinde yetiştiğini herkes bilir. Ama bazı sol partilerin bunu idrak edemediği ortadır.

“Yetmez ama Evet”çiler soruyu şöyle soruyor; Tarikatçı otoriterlik mi daha demokrat yoksa ittihatçı otoriterlik mi?

Ya da tarikatçı burcuvazinin sömürüsümü daha sosyal ile ittihatçı burjuvazinin sömürüsü mü daha sosyal?

Aleviler açısından cevap nettir; ne tarikatçı eksen, ne de ittihatçı eksen Türkiye’nin demokratikleşmesine vesile olmayacak. Her ikiside demokrasiden ve sosyal bir Türkiye hedefinden uzaktır.

Bu nedenle Alevi hareketinin önümüzdeki süreçte, daha çok örgütsel biraradalığı koruyarak, daha çok ortak eylemlilik zeminde biraya gelerek ve AKP ayrımcılığına karşı geniş çaplı kampanyalar örgütleyerek, Alevilerin birliğini ve demokrasi güçleriyle temasını güçlendirerek, AKP gericiliğine karşı durabilir.

Yarından itibaren Alevi hareketi demokratik, sivil, katılımcı ve şeffaf anayasa için sözünü söylemek ve alternatif anayasa anlayışını ve kültürel kimlik haklarını kucaklayacak şekilde ifade etmeye devam etmelidir.

Karamsarlık tablosu çizenlere son söz olarak, unutmayın ki, seçme hakkına sahip yurttaşlarımızın yüzde 58’si AKP Anayasasına onay vermemiştir.

EvcioğluHaber


17 Mayıs 2010

Deniz Baykal, Gülen hareketine hiçbir zaman olumsuz bakmadı


Deniz Baykal, Gülen hareketine hiçbir zaman olumsuz bakmadı

17.05.2010

T24 - Gülen Cemaati'nin önde gelen ismi, Zaman gazetesi yazarı Gülerce, cemaati, Fethullah Gülen'in Deniz Baykal ve Recep Tayyip Erdoğan'a olan 'hissiyatını' anlattı. Baykal'ın Gülen hareketini Türkiye için faydalı bulduğunu söyleyen Gülerce, cemaatin Erdoğan'la hiçbir zaman probleminin olmadığını söyledi.

Gülerce, AKP'nin iktidara gelmesinin ardından Baykal’la yaşadıkları olayı ancak birkaç yıl sonra açıklayabileceğini söyledi ve ekledi: “Şimdi açıklarsam yer yerinden oynar. Bazı şeyleri zamanlama itibariyle tarihe bırakmak lazım. Her şeye rağmen Baykal’la ilgili kahramanlık duygusu bende değişmez”

Gülen cemaatine yakınlığı ile bilinen Gülerce, Vatan gazetesinden Deniz Güçer'in sorularını yanıtladı.

Baykal iyi tanıyor...

Deniz Baykal'ın “Pensilvanya” mesajı herkesi şaşırttı. Olayın aslı nedir ve herkesin merak ettiği, mesajı ileten o isim kim?

Elbette biliyorum ama söylemeye yetkili değilim. ABD’ye telefon açıp işin aslını o gün öğrendim. Hoca Efendi kendisi bizzat konuşmadı. Yanında bulunan ve kendisini Türkiye’den ziyarete gitmiş bir kişi aracılığıyla oldu.

Cübbeli Ahmet Hoca ile görüşmeyi sağlayan Mahmut Koçak geliyor akıllara?

Değil. Ama sesinden tanıyacak kadar yakın diyebilirim. Zaten Sayın Baykal ile o kişinin konuşması için aralarında bir hukuk olması, Baykal’ın onu tanıyor olması, sempatiyle bakması lazım. Bir CHP milletvekili hoş bir şey söyledi. ”Özel Kalem Müdürü aramış“ dedi. Bizi böyle tanıyorlar (gülüyor). Hiç Hoca Efendinin özel kalem müdürü olur mu? Ben, Hoca Efendinin, Erbakan’la ilgili hassasiyetine bizzat şahit oldum. Baykal ile ilgili haberleri dinlerkenki hissiyatını tahmin ediyorum.

Kahvaltı ediyorduk...

Aynı hassasiyeti mi gösterdi size göre?

Evet. Ama bir de bu işin evveliyatı var. Herkes zannediyor ki bir diyalogsuzluk vardı. Ben Samanyolu’nda 9 yıl program yaptım. Senede en az iki defa Baykal’ı Pazar sohbetine çağırırdım. Bir seferinde ”Hüseyin Bey, en çok sizin programınızda rahat ediyorum. Bilmiyorum ki beni köşeye sıkıştıracak, sorgulayacak şekilde davranmıyorsunuz. Kendimi ifade etme adına sorular soruyorsunuz “ dedi.

Kahvaltılar yapıyormuşsunuz. Hiç bir araya geldiler mi?

O kahvaltılarda buluşmadılar. Program öncesi buluşup kahvaltı ediyorduk. Mesela Mehmet Sevigen de katılırdı bu programlara.

İnsanlar kaldıramaz...

”Bize karşı Baykal’ın önyargısı yoktur“ diyorsunuz?

Öyle olsa böyle buluşmalar olabilir mi? Ben tam tersine, Sayın Baykal’ın bu harekete o dönemde olumsuz bakmadığına, Türkiye için faydalı bir hareket gördüğüne dair, belki birkaç sene sonra açıklayabileceğim çok somut davranışlarını bilen bir insanım.

Nasıl bir davranış?

Bunu şimdi söylersem yer yerinden oynar. Bazı şeyleri zamanlama itibariyle tarihe bırakmak lazım. Erken söylediğiniz zaman insanlar bunu kaldıramıyor. Ben bir programımda, ”Sayın Baykal’ı çok seviyorum“ diyerek ipucu verdim. O somut şeyi düşünerek Baykal’ı sevdiğimi söyledim.

Hangi tarih aralıklarında yaşanıyor bu olay?

AK Parti iktidar olduktan sonraki dönemden söz ediyorum.

En azından ipucu verseniz?

Türkiye’de yer yerinden oynar dedim ya. Bu somutluğun içinde görüşme var tabii. Ahlaki yanlışlıklar hariç Sayın Baykal siyaseten ne yanlış yaparsa yapsın bendeki o kahramanlık duygusu değişmez.

Kasetle ilgili düşüncelerinizi de merak ediyorum?

Bugün bir görüntü olayı var. Başına bir iş gelmiştir. İnsan olan herkesi üzen bir şeydir. ” Oh olsun “ diyenler bana göre seviye kaybetmiş insanlardır. Dini inancınızı da bırakınız, insanın ayağa kayabilir, başına bir şey gelebilir. Bunlar başkalarını sevindirecek değil, üzecek olaylardır.

Selamlarını iletti...

Sayın Gülen ile Baykal’ın geçmişine dönersek?

2004-2006 yıllarında Baykal ile görüşmelerimiz oluyordu. Genel Merkez’de iki defa ziyaret ettik. Baş başa sohbetlerimiz oldu. Bunların hepsinde ben ABD’den Sayın Gülen’in saygılarını illetim, Deniz Bey de ”Sağlığı nasıl? Selamlarımı iletin” dedi. Baykal’ın son bir yıldır söyleminden dolayı -F tipi diye bir şey kaçırdı ağzından- zannediliyor ki, hiçbir diyalog yok. Ama onlar iki samimi dostmuş gibi biz birinin selamını diğerine söylüyorduk. Hoca Efendi’nin hissiyatını tahmin ediyorum Baykal’la ilgili. Demiştir ki, ”Ben bu olaya çok üzüldüm. Sayın Baykal şöyle bir insandır“, o hissiyatı yanındaki arkadaş alınca aramıştır.

O kişi izinsiz aramaz

İzinsiz arayabilir mi?

Tabii ki Hoca Efendi’den izinsiz o telefonu açamaz. ”Bunu paylaşabilir miyim?“ diye sormuştur. Sayın Gülen de, ”Paylaşabilirsin“ demiştir. Arada diyalog olmasa, kopukluk olsa ”Pensilvanya’dan gelen mesajların samimiyetine inandım“ demez.

Ama aynı konuşmada Baykal suçu hükümete attı?

Orada Baykal bizi çok zor durumda bıraktı. Bunlar ayrı ayrı söylenseydi sıkıntı yaşamayacaktık. Ama ”Samimiyete inandım“ dediği bir konuşmada elinde belge, somut bir bilgi olmadan hükümeti çok ağır eleştirmesi, Türkiye’deki fitne merkezlerini harekete geçirdi. Baykal bir taşla iki kuş vuruyor, Gülen cemaatine sempati gösterirken, hükümete ver yansın ediyor. ”CHP ile Gülen cemaatinin arası düzelecek, AK Parti ile arası bozulacak“ dediler.

CHP’nin Beyaz Türkleri Kılıçdaroğlu’nu kabul etmez

Rotayı değiştirip CHP’ye mi yükleniyorlar? Beklenti ne olabilir?

CHP’nin başında Baykal durduğu sürece CHP sıçrayamıyor, yüzde 20 bandında dönüp duruyor. Dediler ki “CHP’yi yüzde 30 yapabilirsek, MHP yüzde 20’ye yaklaşırsa, bir CHP- MHP koalisyonu kurabiliriz.” Bence düşünce bu.

Gerçekleşir mi?

Hayır. Baykal dönemez. Çünkü Baykal dışında CHP’yi bu şekilde tutacak karizmatik başka insan yok.

Kemal Kılıçdaroğlu’nu taban seviyor ama?

Kılıçdaroğlu, Beyaz Türkler’in yönetimde olduğu bir CHP’ye asla yönetici yapılamaz. CHP’nin Beyaz Türkleri Kılıçdaroğlu’nu asla kabul etmez.

Kimleri kast ediyorsunuz?

Onur Öymen, Önder Sav... Dersim olayıyla ilgili laf ettiğinde Kılıçdaroğlu nerede bulunduğunu unutarak, “Öymen’in gereğini yapması lazım” dedi. Ama Salı günü Baykal, Öymen’i yanına aldı, CHP grubuna öyle girdi. Kılıçdaroğlu, Türk siyasi tarihine, “lafını en hızlı yutan siyasetçi” olarak kaydoldu.

CHP yüzde 20 bandının altına da düşecek size göre?

Tahminim o. Bundan sonra siyasi hayatımız CHP kavgalarının bol yer aldığı bir döneme giriyor.

Lider kim olacak peki?

Bence genç birini bulacaklar. Statüko güçleri hepten dinazorlardan oluşmuyor. Bu sürpriz bir isim ve kurultaya kadar kamuoyunu böyle oyalayacaklar.

‘İnkar etmedi, komplo dedi, dönemez’

Yazılarınızda açıkça “Baykal dönemez” diyorsunuz?

Baykal bu görüntü olayını inkar etmedi. “Bu bir komplodur” dedi ve bunu tarif etti. Bir insan bir şeyi yapmayınca tepkilerinden belli olur bence. Allah korusun yapmamış birinin başına gelse ilk dakikadan itibaren “Arkadaş ben buradayım” diye ortaya çıkardı. Bayan da ortaya çıkardı. “Bizim çoluk çocuğumuz eşlerimiz var. Yapanlar ispat etsinler” derdi. Baykal’dan 3 gün, bayandan 5 gün tepki gelmedi. Herkes onlara, “Bu olay var mı yok mu?” dedi, ama “yok” denmedi. Ama ben “var” demiyorum.

İnandırıcı bulmadınız galiba açıklamaları?

Baykal basın toplantısında, “Meskene girilmiş, duvarlara, eşyalara kamera yerleştirilmiş” diye izah etti. Ama, “Hiç alakası olmayan görüntülerimiz ayrı yerlerde çekilip, bir araya getirilmiş” demiyor. “Dönemez” i buna dayanarak söylüyorum. Baykal ilk günden “Böyle bir olay kesinlikle olmamıştır. Ben yine de gerçeğin ortaya çıkması için istifa ediyorum” deseydi, bana göre dönerdi. Ama o görüntüler orada duruyor ve arkasında “varan 2” diyorlar.

Varan 2’yi bir duyuma dayanak mı söylüyorsunuz?

O görüntüler bittikten sonra “varan 2” yazıyor. Bu yalanlanmadığına göre o odadaki her şey internet ortamına atılmamış demektir. Baykal’a bir mesaj var.

Tehdit var aslında?

Bir şantaj ve tehdit var. Şunu diyorlar; Biz bu tertibi senin CHP’nin başından gitmen için yaptık arkadaş, direnirsen, tekrar dönersen bunun devamını da internet ortamına Kanada’dan atarız.

Bu ima Deniz Beyin elini kolunu bağlayacak mı?

Böyle bir bagajla nasıl dönecek, dönemez. Bagaj adım atmasını engelliyor. Yarın ikinci bir görüntü çıkarsa, toplulukların içine giremez hale getirirler. Laf atarlar her yerden.

Kim bu insanlar?

Büyük oynayan insanlar bana göre. İş neticesiyle belli olur. Netice CHP’nin başından gitmesi, hayal bile edilemeyecek Baykal gitti. İş budur.

Baykal’ın hükümete yönelik suçlamalarına katılıyor musunuz?

Hükümet böyle bir şeyi yapmaz. Bu suçlama haksız. Çünkü bu eninde sonunda ortaya çıkacak bir şey. Ayrıca Baykal’ın CHP’nin başından gitmesi hükümetin çok mu işine gelir? Bence gelmez. Daha önce 8 defa güreşmişsiniz tekrar güreşe çıkıyorsunuz. Ama hiç bilmediğiniz biri geliyor. Onunla güreş tutmak mı rizikoludur, yoksa tanıdığınızla mı?

Baykal’ın suçlamasının ardından Başbakan’ın karşı yaptığı konuşmayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yapmasaydı iyi olurdu. Üslubu yumuşatmadan yanayım her zaman.

Siz kimden şüpheleniyorsunuz?

Türkiye’deki mücadele bir yere dayandı. Eskiden sağcı solcu vardı şimdi bana göre tek birşey var: Bir tarafta statüko, bir tarafta demokratikleşmeyi isteyenler. İkisi arasında bir mücadele var.

Hangisi peki size göre?

Türkiye’nin demokratikleşmesini isteyenlerin yapma ihtimalleri zayıf. Sayın Baykal “Ben Ergenekonun avukatıyım” dedi ve şimdiye kadar bütün ağırlığını statükodan yana kullandı aslında.

Siz bunu statükonun yaptığını düşünüyorsunuz?

Bence statüko Baykal’ı tasfiye ediyor. Bakın şu ana kadar başaramadıkları tek şey Ak Parti’yi içten bölmek. İlk Ak Parti parlamento grubuna Sarı Kız, Ay Işığı ile çok yüklendiler. O zaman 70-80 milletvekili ile bir hareket yapacaklarını düşünüyorlardı. Ak Parti’li hiçbir milletvekilini töhmet altına almak istemem ama bunu Erdoğan fark etti. İkinci dönem için milletvekili seçiminde ince eleyip sık dokudular. 8. maddede “Ergenekoncular var” falan dendi. Erdoğan büyük bir liderlik sergiledi ve atlattılar. Geçmiş döneme bakın, DYP’yi böldüler ve Mesut Yılmaz başbakan oldu. Böyle bir operasyon şimdi Ak Parti’ye yapılamıyor.

Gülen Erdoğan’ı sildi mi?

Uzun zamandır bu dedikodu var. Gülen, Başbakan’la iddia edildiği gibi ipleri kopardı mı?

Hoca Efendi kimseyle ipleri koparmaz. Bir olay anlatayım: Birisi Hoca Efendi başta olmak üzere, bu hareketteki insanları çok üzdü. Hoca Efendi, ‘Sakın cehenneme gitsin’ demeyin. Aleyhimizde ağır yazıları yazanların bile cehenmeme gitmesini istemem. Cehennem çok kötü yerdir” dedi. Bunları silmemiş Gülen’in, hiçbir zararı olmamış Başbakan’ı sildiği iddiaları doğru değil.

Bir kopuş yaşanmıyor yani?

Gülen ABD’ye gitmeden önce siyasilerle görüşmüştür. Mesut Yılmaz, Tansu Çiller, rahmetli Bülent Ecevit, Süleyman Demirel... Böyle din hizmeti yapan insanlar hükümetleri hiçbir zaman karşılarına almak istemezler. Çünkü sizin hükümetinizdir, icrai yetkileri vardır. Siz ‘eğitim’ diyorsunuz. Sizin yüzünüzden bu tür hizmetlere zarar gelmesini ister misiniz? Bizim hiçbir zaman Başbakan’la problemimiz olmadı.

http://www.t24.com.tr/haberdetay/77876.aspx

22 Temmuz 2008

"CIA'nın Türkiye Raporu" Harun Gökyiğit

CIA'nın Türkiye Raporu

Harun Gökyiğit
Haziran 07.2008/ 08:45:53

CIA'nın 88 sayfalık raporunun girişinde şu cümleler dikkat çekiyor: '' İslam dünyası kendi değerlerini ve doğasını tanımlamanın kavgasını yaşıyor. Peki ABD'nin bu kavgadaki öncelikleri neler? Önce İslamiyetten kaynaklanan şiddetin önlenmesi, sonra ABD'nin İslamiyet'e karşı olduğu imajından kaçınılması ve daha sonra da İslam dünyasının demokratikleşmesine yönelik atılacak radikal adımların planlanması gerekiyor. İslam dünyası şu an gelişme yoksunluğu ve globalleşme ile uyumsuzluk sorunlarıyla boğuşuyor ve bugüne kadar İslam dünyasında çare için bulunan milliyetçilik, Pan Arabizm, İslam devrimi gibi kavramlarında bu çözüme yetersiz kaldıkları görülüyor. ''

Değerli okurlar; bu tanımlamadan sonra İslam dünyası 4 başlıkta şöyle kategorize ediliyor:

1- Köktendinciler: Demokratik değerleri red ederler. Ve İslami değerlerle yönetilen otoriter bir devlet yönetim biçiminden yanadırlar.

2- Tutucular: Tutucu bir toplumun yaratılmasını isterler. Modernleşme ve değişim gibi konularda şüpheli yaklaşırlar.

3- Ilımlılar: İslam dünyasının, globalleşmenin bir parçası olmasından yanadırlar. İslamda modernleşme ve reform isterler.

4- Laikler: Din ve devlet işlerinin ayrılmasından yanadırlar. Batı türü bir demokrasiden yanadırlar ve dini kişi düzeyine indirmeye çalışırlar.

Bu kategorilerin ardından ABD yönetiminin yapması gereken raporda şöyle sıralanıyor:

Önce ılımlı İslamcılar desteklenecek. Çalışmaları ve görüşlerinin yayınlanması ve dağıtılmasına maddi katkı yapılacak. Daha geniş kitlelere ve özellikle gençlere ulaşmaları teşvik edilecek. Sivil toplum kuruluşları kurmalarına, eğitim için yer bulmalarına ve politik süreç içinde gelişmelerine destek olunacak. Görüşlerini yaymak için web sitesi, okul ve enstitüler kurulmasının önü açılacak ve ılımlı İslamın kitlelerin alternatifi olması sağlanacak.

Köktendincilere karşı tutucular desteklenecek. Bu amaçla her iki grubun ittifak kurmalarının önüne geçilecek. Tutucularla ılımlı İslamcıların ittifak kurmaları sağlanacak. Ve tutucu eğitim kurumlarında ılımlı İslamcıların görüşlerinin yayılmasına çalışılacak. Tutucu İslamcılar arasında özellikle Sufizm'in taban bulması için çalışılacak.

Laikler, duruma göre desteklenecek. Laiklerin köktendinci tehlike karşısında ABD ile aynı görüşte olmaları için uğraşılacak ve bu durum laiklerin milliyetçilik ve sol akımlara yanaşması önlenerek gerçekleştirilecek.

Köktendincilerle etkili mücadele edilecek. Bu konuda da köktendincilerin terör eylemleri sürekli gündemde tutulacak. Gazetecilerin köktendinci akımlar içindeki yolsuzlukları, baskıları, moralsizliği sürekli gündemde tutmaları sağlanacak ve aralarındaki bölünmeler hızlandırılacak.

Değerli okurlar; raporun daha sonraki bölümlerinde kategoriler daha detaylı olarak anlatılıyor ve Türkiye'yi ilgilendiren bölümler başlıyor.

Örneğin köktendinci gruplar arasında El Kaide ile birlikte Kaplancılar da sayılıyor. Laik kategoriye en iyi örnek olarak Kemalistler gösteriliyor ve aslında milliyetçilik, ulusalcılık gibi akımlar nedeniyle aslında laiklerin ABD'ye çok yakın bakmadıkları da raporda yer alıp yazıyor.

Peki bu durumda en iyi ittifak olarak kim kalıyor?

Rapora göre bu durumda en iyi ittifak ılımlı İslamcılarla yapılabilinir.

Ve sıkı durun raporun 38. sayfasında ılımlı İslamcı olarak Türkiye'den Fethullah Gülen adı örnek olarak veriliyor.

39. sayfada ılımlı İslamcıların en büyük eksikliklerinden birinin ekonomik güç olduğu vurgulanıyor ve maddi açıdan ılımlı İslamcıların desteklenmeleri isteniyor.

Raporda Türkiye'nin ılımlı İslam için iyi bir model olduğu tespitinde bulunularak, bu konuda Türkiye'deki AK Parti iktidarının desteklenmesinin altı önemle çiziliyor.

Raporun daha sonraki bölümlerinde kategorilendirilen İslami grupların, kadın, evlilik, cihad, demokrasi, eğitim gibi konulara nasıl baktıkları da ayrıntılarla inceleniyor.

Raporun son bölümünde ise, derin strateji başlığı altında ilk başta verilen yapılacaklar daha da detaylandırılıyor. Burada en ilgi çekici olanı ise ılımlı İslami yeni bir lider oluşturulması başlığı altında ortaya çıkıyor. Ilımlı İslamcıların cesur sivil liderler olmasına çalışılmalı ve demokrasi, insan hakları, kadın hakları konularında etkili politikalar geliştirmelerine mutlaka yardımcı olunmalıdır deniliyor.

İslamın bir üst kimlik olduğundan çok, insanların kimliklerinin bir parçası olduğu işlenmeli, sivil toplum örgütleri oluşturularak ılımlı İslamcı liderlere yardım edilmesine çalışılmalı deniyor.

Değerli okurlar; CIA'nın bu raporunda Türkiye, Irak ve tüm İslam dünyasını ilgilendiren bölümler ve bunların uygulama örneklerinin nasıl olacağına ilişkin bilgilerde var. Ben burada sadece raporu kısaca özetlemeye çalıştım.

88 sayfalık raporun tamamını yazmaya kalkarsam herhalde uzun yazılarımdan dolayı sıkıntı yaşattığım alaturkaonline başkanı sevgili dostum Evren Uğurbaş saçını başını aman tanrım diyerek yolmaya başlar. Bu yüzden bu yazıyı olabildiğince kısa tutmaya çalıştım. :)

Evet bilmek sabır ve araştırma istiyor değerli okurlar, bilen bulmacayı daha kolay çözüyor.

Rapora ulaşmak için kaynak: www.rand.org raporun ana başlığı: Civil Democratic İslam: Partners, Resources and Strategies


Harun Gökyiğit

harungokyigit<@>alaturkaonline.com

alaturkaonline.com
Yayımlanmıştır