Müjdat Gezen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Müjdat Gezen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Aralık 2010

Mizah biraz acıtmalı...

Mizah biraz acıtmalı.. .

"MEMLEKETTE DEMOKRASİ VAR" FİLMİNİN BAŞROL OYUNCUSU MÜJDAT GEZEN AÇIK SEÇİK KONUŞTU

06 Aralık 2010 Pazartesi,


Kaynak: Fotoğraf Editörlüğü

Babamın aksine ben Menderes’i sevmezdim

“Memlekette Demokrasi Var” filminin başrol oyuncusu Müjdat Gezen’le röportaj yapmak çok keyifli

Kasmadan, içinden ne geliyorsa söylüyor, zamanda yolculuğa çıkmış gibi oluyorsunuz. Aziz Nesin’den Nejat Uygur’a uzandık, mizahın inceliklerini, ona getirdiklerini ve alıp götürdüklerini konuştuk. Bir türlü başarılı olamadığı yönetmenlik denemelerini ve simetri takıntısını anlatmaya başladığında ise çok güldük. Ama ben Müjdat Gezen’in yönetmenliğini yaptıktan sonra vizyona sokmadan rafa kaldırdığı, herkesten sakladığı bol yıldız oyunculu filmlerine kafayı taktım. O “Ancak evde gösterebilirim” diyor ama ben bir gün beyazperdede görmeyi çok istiyorum. Buradan bir çağrı olsun, bir film festivalinde, gırgırına da olsa göstersin o sakladığı filmlerini.

“Memlekette Demokrasi Var”ı konuşacağız sizinle. Menderes’i darağacından kurtarmak isteyen yarı deli bir karakteri canlandırıyorsunuz filmde. Bugün sinemaya gidecekler için özetlerseniz, nasıl bir film bekliyor onları?
- Bu senaryoyu daha ilk elime aldığımda çok çekti beni. Anlatımı hafif abartılı çünkü 1961’ler yani Menderes’in düşürüldüğü, Yassı Ada’ya götürüldüğü devir komik bir dille anlatılmaya çalışılmış. Kadromuz da güzeldi. Tabii son kararı seyirci verir ama filmin iş yapmasını istiyorum.

Biraz o dönemlere gidelim. Menderes’i kurtarmaya çalışan, bir dönem akıl hastanesinde yatmış Baradan adlı bir karakteri canlandırıyorsunuz. Sizin Menderes hakındaki düşüncelerinizi merak ediyorum.
- Babam çok severdi ama ben gençtim, sevmezdim tabii ki. Bu vatan cephesi diretmesi mesela halkı ikiye bölen bir tutum olmuştu. Menderes tutuklandıktan sonra, tünel kazıp onu Yassı Ada’dan kurtarmayı planlayan dört kişi tutukladı sıkı yönetim. Bu da groteks bir olay yani. Yani o devir hakikaten çok abartılıydı. Yönetmen de bunu komik bir dille anlatmaya çalıştı. “Siyasi film nasıl komik olur” ya da “Menderes’in idam edilmesindeki komiklik nedir”i anlattı. Bir ülke hiç başbakanını asar mı? Bir ülke hiç silah kullanmamış fidan gibi insanı darağacına gönderir mi? Böyle bir şey olur mu? Artık günümüzde böyle şeyler olmuyor ve olmayacak. Ama bu film 60’ların mizahe bir dilde sorgulaması gibi geliyor bana.
Menderes döneminde onun karşısında olduğuınuzu söylediniz. Böyle bir tünel kazma, kurtarma işine girmezdiniz herhalde.
- Filmde İlker Ayrık bana “Bu kadar mı çok seviyorsun Menderes’i?” diyor. “Yok o da sütten çıkmış ak kaşık değil” diyorum. Ben onu demokrasi adına yapıyorum ki ilerde gençler asılmasın, çünkü bu kısasa kısas vardır adetlerimizde...

MİZAH BAŞTAKİLERLE İYİ GEÇİNMEK DEĞİLDİR

Senaryoda müdahale ettiğiniz yerler oldu mu?
- Bir iki tane müdahale değil ama uyarıda bulundum. Ben bir iki tane daha Menderes hakkında bir şey söylemiştim onları makaslamış. “Menderes’in hataları da saymakla bitmez” diye bir ilave vardı, Menderes’in ailesini incitmek istemedi ve çıkarttı bunu. Çok zarif bir adam Süleyman (Nebioğlu), benim gibi değil.
Estağfurullah...
- Hayır ben bir mizahçıyım. Mizah biraz acıtmalı, mizah başa gelenlerle iyi geçinmek değildir. Mizahçı, komedyen diye geçinen bazı arkadaşlarımızın, aman reklamımıza bir şey olmasın, aman gelecek para bir yerlere gitmesin, aman bize dokunmasınlar fikrine de çok sıcak baktığım söylenemez. Mizah acıtır, mizah muhaliftir. Başkasının suyuna gidenlere Osmanlı’da methiyeci derlerdi. “Padişahım ne büyüksün, başbakanım ne büyüksün” der, bir kese altınını alır giderlerdi. Ötekiler yergiciydi ve başları hep derde girerdi. Hep cezaevlerinde buluşmuşlardır. Aziz Nesin gibi.

Siz ve Levent Kırca eleştirel mizahınızla biliniyorsunuz. Bunun size artı ve eksileri neler oldu?
- Artıları değil, iş hayatında engellenmeler gibi eksileri oldu. Mesela Yılmaz Özdil, Uğur Dündar, Levent Kırca ve ben bir sohbet programı yapacaktık. Yalnız politika değil spor ve magazin de olacaktı. Önce kabul ettiler ve sonra yapmayalım bunu dediler. Aşikar bir baskı olduğu muhakkak.

GÜLDÜREN SEBZE GÖRDÜNÜZ MÜ

İnsanları ağlatmak mı zor, güldürmek mi?
- Nejat Uygur’un bir lafı vardır, “Hiç güldüren sebze var mı?” diye. Çünkü soğanı sıktın mı iki göz iki çeşme ağlarsın. Vicks sürersin, iki göz iki çeşme ağlarsın. Ama güldüren sebze yok. Aslında dram duygulara hitap eden bir şeydir, insan çabucak duygulanır. Benim ana haber bülteninde bile zaman zaman ağladığım olur. Ama gülme iki uyanık zekanın örtüşmesinden ve buluşmasından çıkar. Hem espriyi yapanın hem de algılayanın zeki olması lazım. Ben mesela Cem Yılmaz’ın esprilerini seviyeli buluyorum. Ama diğerleri konusunda aynı şeyi söyleyemem.
Sizin okulun öğrencilerinden İlker Ayrık da başarılı bir performans sergiliyor filmde. Bekliyor muydunuz İlker’den böyle bir başarı?
- Bekliyordum tabii. İlker bu filmin afiş fotoğrafı çekilirken dua ediyordu. “Ne yapıyorsun oğlum?” dedim. O da “Hocam hiç aklıma gelir miydi buraya geleceğim, oyuncu olacağım, hoca olacağım. Sonra sen bana kız isteyeceksin, evleneceğim” dedi.
Öyle mi oldu?
- Evet, babası yoktu. “Bana babalık yapar mısın?” dedi. “Ne yapacağım?” diye sordum, “Kız isteyeceğiz” dedi. Aldık çikolatayı, çiçeği, gittik. Mutlu da bir evliliği var, çok iyi bir oyuncu. Şu anda okulda ders de veriyor.

AZİZ ABİ YÖNETMENLİĞİMİN REZİLLİĞİNE GÜLÜYORMUŞ

Bu film Süleyman Nebioğlu’nun ilk yönetmenlik denemesi. Sizin de daha önce bir sürü yönetmenlik deneyiminiz oldu. Ama hep dalga geçiyorsunz kendinizle.
- Dalga geçiyorum çünkü sinemada oyunculuğu seviyorum da yönetmenliği yapamadığımı ilk filmimde gördüm. Aziz Nesin’le seyrettik, komedi filmiydi, nasıl gülüyor. “Aziz abi gerçekten bu kadar komik mi?” dedim. “Yok, rezalete gülüyorum” dedi! Ben böyle iki film yaptım ama hiç ortaya çıkarmadım. Birini de Avustralya, Japonya, Afrika, Amerika falan beş kıtada çekmiştim. “Gülümseyen Dünya” diye bir şey. Perran Kutman, Altan Erbulak, Zeki Alasya, Halit Kıvanç, Neco, ben,inanılmaz bir kadrosuardı
Ne olur bunu bir yerde görelim.
- Yok, görmeyelim. Amerikalılar istiyorlar bu filmi, vermiyorum (gülüyor).
“Dünyayı Kurtaran Adam” mantığıyla yaklaşırız filme biz de...
- Kült, hatta kültün kültü bu film.
Keşke ilerde görebilsek…
- Belki bir ara evde, özel olarak. Halk huzurunda olmaz.

HALUK’A EFENDİLİK DAHA ÇOK YAKIŞIYOR

Ben küçük bir eleştiride bulunacağım haddim olmayarak ama bula bula kapışmak için Haluk Bilginer’le birbirinizi mi buldunuz?
- Ben bir şey yapmadım, sadece Haluk’a karşı ölen meslektaşlarımı korudum. Sonra Haluk’un o talihsiz beyanının yer aldığı röportajın nasıl başlayıp bittiğini öğrendim. Haluk’a efendilik küfürden daha çok yakışıyor. Çok küfür etmiş o röportajda. “Turnede aç kaldım diyenler, babam ölünce sahneye çıkacağım diyenler gelsin kulağımı yesin” gibi sözlere gerek yok. Benim Haluk’la en ufak bir tartışmam olamaz. Gelip elimi öptüğünde dövmeyeceğim (gülüyor). Şaka yapıyorum tabii.
Konuştunuz mu sonrasında?
- Konuşmadık. İki kez aradım, hem gişesine haber bıraktım hem de cebine ama dönmedi.

MİNARE DÜZELTTİRDİM

Simetri takıntınız devam ediyor mu?
- Etmez mi? Cenk Koray bir gün oyunda bütün tabloları bilerek yamuk asmış. Sahneye çıktım; tavana bakıyorum, yere oynuyorum falan... Mikrofonu çevirdi, “Tavana bakma, duvara bak” dedi, bir baktım bütün tablolar yamuk. Dört saat sahnede kalacağım, “Bir dakika” dedim seyirciye, indim, düzelttim, “Başla” dedim.

Başka vukatınız var mı?
- Minare düzelttirdim ben. Bu bana yapılacak şey mi! Açtım telefon, ismimi verdim, “Mimar Sinan’ın bir eseri var Dolmabahçe’de, ucu yamuk” dedim. “Hocam, kuzeye bakanlar öyle olur” dediler, dedim “Bırak kuzeyi güneyi, düzelt şunu”... Valla 20 gün sonra iskele kurdular, düzelttiler.
İnanmıyorum size...
- Ben de inanmıyorum ama öyle...

DEMOKRASİ İÇİN HAPSE GİRDİM AYAĞIMA PRANGA VURDULAR

Siz demokrasi için neleri göze alırsınız? Canlandırdığınız Baradan karakteri denizin altına girip orada eylem yapmak istiyor.
- Ben demokrasi için 68 yaşıma kadar üç kez fatura ödedim. Cezaevine girdim, ayağıma pranga vurdular ve bu sadece yazdıklarımdan, düşündüklerimden söylediklerimden ötürüydü. Demokrasinin bu olmadığı kesin. Günümüzdeki demokrasiye de demokrasi demeye imkan yok. Ölene kadar hangi suçtan cezaevinde yattığını bilmeyen insanlar var hâlâ.


KORKU DUVARINI AŞTIM AMA PİSİ PİSİNE ÖLMEK İSTEMEM

Aziz Nesin’i özlüyor musunuz?
- Çok özlüyorum. “Aziz abi, korkuyor musun?” demiştim. “Korku duvarlarını aştım, artık ne korkacağım” dedi. Sivas olayından dört saat sonra yakaladım Ankara’da, “Burnumdan siyah kurum geliyor” dedi. “Korktun mu?” dedim, “Korktum” dedi. “Niye?” dedim, “Yanarak ölmekten korktum” dedi. Duman yüzünden odada arkadaşı ile yere çökmüşler, sonra Aziz abi demiş ki “Yataklara yatalım, bizi bulanlar korkarak öldü demesin” demiş. Bu bana çok dokunmuştu. Ben de artık korku duvarını aştım ama öyle pisi pisine ölmek de istemem.
Allah korusun.
- Hayır, yaş geçiyor ama ecelimizle ölelim.


Kaynak: Ömür GEDİK


http://www.rtuk.tv/

EvcioğluHaber-12.12.2010

16 Eylül 2010

Referanduma ilişkin sanatçıların görüşleri Nasıldı.

Referanduma ilişkin sanatçıların
görüşleri
Nasıldı?

16.09.2010-perşembe

EvcioğluHaber- 12 Eylül'de yapılan, 12 Eylül Anayasasında değişiklik yapılmasına ilişkin 26 maddelik paket, Referandumda Halk oyuna sunuldu. Oylamaya katılanların Evet ve Hayır oylarının sayılmasına dayalı bir tercih oylaması olduğundan (Boykot hesaba dahil edilmediğinden) Evet oyunun fazla çıkmasıyla, Anayasa değişikliği kabul edilmiş oldu.. Anayasa'da Değişiklik getiren bu referanduma ilişkin sanatçı ve yazarların, 29 Ağustos 2010 tarihinde Birgün gazetesinde yayımlanan görüşleri şöyleydi..
12 EYLÜL’LE HESAPLAŞMA DEĞİL, PEKİŞTİRME
29 Ağustos 2010

12 Eylül’de yapılacak referandum giderek yaklaşıyor. Kamuoyu, “evet-hayır-boykot” üçgeninde bölünmüş görünürken sanatçılara referandumla ilgili düşüncelerini sorduk

BAŞAK TURAN – İNAN MUTLU

Özellikle yargıya ilişkin düzenlemelere yönelik olarak kuşku içinde olduklarını dile getiren sanatçılar, Türkiye’de dinamiklerin farklı olduğunu ve süreçlerin bu özellik göz önünde bulundurularak değerlendirilmesi gerektiğini söylüyorlar.
Sivil faşizmin has safhada olduğuna dikkat çeken Müjdat Gezen, bugün toplumda gördüğü baskının 1980 döneminden daha fazla olduğunu söylerken, Sabahat Akkiraz “26 soru sorup hepsine aynı cevabı almaya çalışmak gibi bir çıkmaza sürükleniyoruz” diyor.
Hayır oyu vermenin kişiyi ne CHP’li ne faşist ne de ordu yanlısı yapacağını söyleyen Levent Üzümcü ise yargı alanında yapılması öngörülen değişiklerin ileride kötüye kullanılmayacağının bir garantisinin olmadığının altını çiziyor.
Ferhan Şensoy ve Selda Bağcan ise değişiklik paketinin amacının yargıyı kıskaca almak olduğu konusunda hemfikir.


Müjdat Gezen: Erdoğan 12 Eylül’de ne oy verdi?
Ben fikrimi daha önce de söylemiştim. Hayır diyeceğim. Sebebi de belli. Bu düzenlemeleri içeren bir pakete ‘evet’ denmez. Anayasa Mahkemesi ve HSYK ele geçirilmeye çalışılıyor. Yargının üzerinde baskı var. Tek baskı yargının üzerinde de değil. Ben 12 Eylül mağdurlarından biriyim. Yazdığım bir kitap yüzünden elimden ayağımdan zincire vuruldum. Şimdiyse sivil faşizm had safhada çünkü bugün toplumda gördüğüm baskı 80 öncesinden çok daha fazla. Bunun 12 Eylül’le bir hesaplaşma olduğu söyleniyor. Oysa hiç alakası yok. Başbakanın böyle bir hesabı olamaz. Başbakan ilk 12 Eylül referandumu döneminde top oynuyordu. Ben asıl onun 12 Eylül’de ne oy verdiğini merak ediyorum. Bunun cevabını topluma vermek zorundadır.

ALİ Asker: Samimi bulmuyorum
Bu referandumun 12 Eylül tarihine denk getirilmesi bilinçli. 12 Eylülü ön plana çıkararak demokratları da kendi cephelerine çekmeye çalışıyorlar. Bu paket ile halka açlığı, işkenceyi, yoksulluğu reva görenlerin yargılanacağına inanmıyorum. Eğer amaç 12 Eylül ile hesaplaşmaksa başta Kenan Evren olmak üzere darbede rolü olan herkesten hesap sorulması gerekirdi. Bu hesaplaşma için referanduma gerek yoktu. Şimdi Balyoz davası ile darbecilerin yargılandığını söylüyorlar. Yargılananların içinde darbe yanlısı olanlar vardır ancak darbe yanlısı olmayan, demokrasiden yana olanların da içerde olduğunu görüyoruz.
Bu soruşturmalar ile halkın kafasında “dokunma; yoksa seni de alırlar” imajı yarattılar. Ben AKP’yi samimi bulmuyorum. Şeriatı adım adım hayata geçirmeye çalışıyor. Ayrıca hesaplaşmaksa, bu ülkede ne Çiller ne de Demirel yaptıkları nedeniyle yargılanmıştır.
Bunlardan da hesap sorulmalıdır ama onlar mahkeme kapısına gitseler bile elleri kollarını sallayarak çıktılar. Ben 12 Eylülde hayır diyeceğim çünkü inanmıyorum. Samimi bulmuyorum. AKP bir dönem daha iktidarda kalmak istiyor ve bunun zeminini hazırlıyor. Erdoğan da Cumhurbaşkanı olsun istiyorlar.

Levent Üzümcü: Hayır deyince CHP’li olmayız
Aynı havayı soluyan, aynı dili konuşan, aynı yemeği yiyen, aynı şarkıyı söyleyen, toplum içinde omuzları birbirine değerek yaşayan insanlar arasında en çok elli yıllık mesafeler olabilir. Ne yazık ki Türkiye’deki halklar arasında bu mesafe 1600 yıllık. Bu nedenle de orta yolu bulmak kolay değil. Arasında 50 yıllık mesafe olanlar için bu değişiklikler bir anlam ifade edebilir ama biz Türkiye’de yaşıyoruz. Anayasa Mahkemesi için öngörülen değişiklikler hayata geçerse seçilen üyelerin bunu suiistimal etmeyeceğinin garantisini kim verebilir? Veya bu iktidarın bunu kötüye kullanmayacağının garantisini kim verebilir? Bir Avrupa ülkesinde yaşıyor olsanız pakette değişikliklere evet demekten çekinmezsiniz. Ama burası Türkiye. Burada dinamikler farklı ve bunu söylemek de bizi ne CHP’li ne faşist ne de ordu yanlısı yapar.


Ferhan Şensoy: Amaç yargıyı kıskaca almak
Paket ile çok değiştirilen bir şey yok. Muğlak ifadelerle değişiklik yapılmış gibi göstermeye çalışıyorlar. Herkesin ifade ettiği gibi yargı alanında yapılan düzenlemelerin getirdiği değişiklikler yargıyı kıskaca almayı amaçlıyor. Paket için 12 Eylül’le hesaplaşılacağı söyleniyor. Ben bunun saçma bir slogan olduğunu düşünüyorum. İşi başka bir yere çekmek istiyorlar. 12 Eylül’le hesaplaşma sloganını da işin makyajı olarak kullanıyorlar. Bir başka deyişle yapmak istediklerini gizliyorlar. Amaçları yargıyı kıskaca almak.

Suavi: Mağdur değil muhatabız
BİZ 12 Eylül’ün mağduru değil; muhatabı, tarafıyız. Ben bu paketin 12 Eylül gibi darbelerin önüne geçeceğine inanmıyorum. Bu hesaplaşmanın AKP zihniyeti üzerinden yapılabileceğine de inanmıyorum. Öncelikle yapılması gereken darbelerin hangi zihniyetin ürünü olduğunu sorgulamaktır. O dönemde çocuk olanlar bu zihniyetle büyütüldüler. Sorunu yaratanlar sorunun giderilmesinde de başarılı olamazlar. Faşizmi yenebilecek tek yolun gerek örgütlenme şekli gerek felsefi donanımı nedeniyle sosyalizm olduğuna inanıyorum. Ben bu referandum sürecinin muhatabı bile olmayacak, evimde oturacağım.

Selda Bağcan: 12 Eylül’le hesaplaşamazlar
Benim oyum hayır olacak. Oyumun gerekçesi ise şudur: yüksek yargıyı iktidar tayin etmek istiyor. Tek amaç budur. Yapılan bütün diğer değişiklikler göstermelik. Bu paket ile 12 Eylül’le hesaplaşamazlar. O dönem bitti. Zamanaşımına uğradı. Bu değişikliklerin demokrasi getireceğini, demokratikleşmeye katkı sağlayacağını düşünmek de yanlış. Bu yönde söylenen her şey palavradır. Bu düzenlemeler bunu getirmez.

Sevinç Eratalay: Sosyalizme inananlar ‘Hayır’ demeli
12 Eylül’de yapılacak olan referandum oylamasında oyum iki kere “hayır”dır. Bunun tek bir nedeni vardır; bu yasaları, düşüncelerini ve faaliyetlerini değişen koşullara göre sürekli yenileyen, egemen sınıflar yapar. Emperyalizmin özü insanları hayvanlara dönüştürmek, özgürlük için savaşanları yok etmek, daha çok sömürmek, sömürmek ve bunun için ne gerekiyorsa yapmaktır. Ülkemizdeki mevcut AKP iktidarı da bu sınıfın isteğini, halkımız için daha demokratik, sivil bir anayasa gibi gösterip halk bunu kabul edecek tiyatrosunu oynatmakla görevlendirilmiştir. 12 Eylül’de orduya oynatılan bu oyun, şimdi AKP eliyle yapılmaktadır. Bu yüzden oyum “hayır”dır. Oyum zerre kadar güvenmediğim,halkların yararına iyiliğine hiçbir şey yapmayacak olan emperyalizme “hayır”dır. Sosyalizme inanan herkesin oyunun da “hayır” olması düşüncesindeyim.
Her gün televizyonlara çıkıp ne konuştuklarını bilmeyen tuhaflaşmış, kendine yabancılaşmış insanların AKP ile demokrasiye bir adım daha yaklaşıyoruz diyerek gericiliği, faşizmi, sömürüyü, 12 Eylül’ü, yapılan işkenceleri, her şeyi unuttuklarını düşünüyorum.
Ben artık sosyalistlerin şarkı dinlemekten ve alkışlamaktan çok, kendi şarkılarını kendilerinin yazıp söylemesi gerektiğini söylüyorum.


NEDİM SABAN: AKP’ye güvenmediğim için hayır
Öncelİkle “darbecilerin yargılanması” konusunda gönlüm ‘evet’ten yana. Ancak AKP’nin demokrasi hanesine güvenmediğim için hayır diyeceğim.
Ayrıca, anayasa paketinde bazı özgürlükler, örneğin yurttaşın fişlenmemesi zaten temel insan haklarının gerektirdiği özgürlükler.
Bir de, pakette çok olumlu önermeler var, ancak yeterli değil. Örneğin sanatçıyı koruyan hiçbir madde yok. Sansüre karşı, ifade özgürlüğünden yana hiçbir güvence yok. Yine de evet/ hayır’ın partilerarası bir çekişme olması tatsız. Partilerüstü kalsaydı, AKP’ye rağmen, ‘evet’ diyebilirdim.

ŞAİR ŞENNUR SEZEN: 1961 Anayasası’nı geri istiyorum
Her şeyden önce bu anayasa taslağı, toplum temsilcilerine sorularak hazırlanmadı. İkincisi, 12 Eylül Anayasası’nı daha da kötüleştiriyor. Üçüncüsü bir kadın ve yazar olarak, hem kadınların durumunu hem çalışanların durumunu hem de fikir özgürlüğü bakımından kötü koşullar getiriyor. Fikir özgürlüğü ve yasal başvuruların önüne engeller getiriyor, kadınların durumunu daha da kötüleştiriyor. En önemlisi, 1961 Anayasa’sının getirdiği –o dönemi yaşadım– hiçbir özgürlüğü getirmiyor.
Ben 1961 Anayasası’nı geri istiyorum. AKP Anayasası’nı çok fazla incelemeye gerek yok. Belli ifadeler, önümüze nasıl bir metnin konulduğunu açıklıyor. ‘Kadın ve erkek fiziksel olarak eşit değildir’ demek, eşitlikten ne anlandığını gösteriyor. Eşitlik, aynılık demek değil. Eğer bir yönetici aynılıkla eşitliği karıştırıyor ise önümüze nasıl bir yemek çıkacağı açık. Belli sayıda kadın çalışanın olduğu yerlerde, kreşlerin anlaşma metinlerinde yer aldığı bir dönemi yaşadım. Kreşin ve huzurevlerinin kaldırıldığı bir sistem geliyor ve bütün bunlar kadının sırtına yükleniyor. Bunların yanı sıra, örgütlenmeye getirilen sınırlanmalar. Aslında, anayasalar –ki 61 Anayasasında da bu belirtilmişti– sürekli teferruatlarla değiştirilmez, anayasalara göre yasalar çıkarılır ya da yasaların anayasaya uyup uymadığı tartışılır. Türkiye’de tersine bir durum var; herkesin ne kadar soluk alması gerektiği anayasa sınırlarıyla belirleniyor. Türkiye, altına imza attığı uluslararası anlaşmalara uymamak için anayasalar çıkartıyorsa, terimleri değiştiriyorsa söylenecek çok fazla bir şey yok. Türkiye’de kadınların yönetimde alamadıkları payların “pozitif ayrımcılık”ın adı değiştirilip başka bir hale getiriliyorsa söylenecek fazla bir şey yok.
Toplumun okuduklarını kavramaması için, duyduklarını anlamaması için her türlü çaptırmanın, her türlü kışkırtmanın yaşandığı bir toprak üstündeyiz. Yani ben artık bu toprak üstündeyiz için nitelendirme yapmak istemiyorum şair olarak. Çünkü bu nitelendirmeyi yaptığım zaman, gücümün yettiği, yetmediği çok daha büyük çılgınlığa sapmam lazım. Tahammül edilmez koşullar zorlanıyor. Türkiye’de arkasına kalabalıkları taktıklarına inananlar, Türkiye’de yaşayanlar adına çarpıtmalar oluşturuyorlar. Asıl meseleler tartışılmıyor. Geçen gün, bir öğrenci çalışırken iş cinayetine kurban gitti. Yani bir tek mesele yok. İş güvenliğinin de tartışılması lazım, bir üniversite öğrencisinin neden orada olduğu da sorgulanmalı…
Tüm bunlar dururken, bütün nüfusun dünyanın paralı askerleri haline getirmenin hazırlıklarını yapıyoruz. Dünyanın jandarması olmanın yatırımı yapıyoruz. Ve bunu da yalancı bir eşitlik adına yapıyoruz. O yüzden Türkiye’de anayasa metninin getireceği bütün açıklamalarda birtakım eksiklikler olacaktır. Ben bu değişikliğe “hayır” diyorum.

Sabahat Akkiraz: Burada haksızlık var ve ben hayır diyorum
AKP hükümeti işbaşına geldiği günden beri her konuda bir akıl karışıklığı yaratıp sistemi kendi istediği konuma getirmeye çalışıyor. Kadın ve çocuk haklarının ve memurların toplusözleşme talebinin içerisine yargı ve bağımsızlığını riskli bir konuma düşüren maddeleri harmanlayıp oylatmaya çalışıyor. 26 soru sorup hepsine aynı cevabı almaya çalışmak gibi bir çıkmaza sürükleniyoruz. Memurlar için toplu sözleşme hakkına grev hakkı tanımamak, kadınlara pozitif ayrımcılık yapmak yerine erkeklerle eşit konuma getirmemek, çocukların istismarını sadece sosyolojik olarak algılayıp çocuk işçilik gibi konularda sömürülmelerinin önüne geçmemek, darbelerden bu ülkeyi kurtaracağız deyip kendi diktatoryalarını sağlamlaştırmaya çalışmak ne yazık ki oylayacağımız konular. Hem eksik hem de aldatıcı.
12 Eylül ile hesaplaşmak böyle olmaz ve 12 Eylül’ü bilmeyenlerle olmaz. 12 Eylül Anayasası’na ne oy verdiğini bile açıklayamayan Başbakan’ın elinde her türlü imkânı varken ve Meclis’te bu konuda geniş bir mutabakat sağlayıp darbecileri referanduma gerek kalmaksızın yargılayabileceği apaçıkken, alanlarda sanki bunu yapacağım havasına girmek halkı da bu hava ile oya tahvil etmek büyük bir kandırmacanın parçası. 12 Eylül ile hesaplaşacağım nutukları atan Başbakan’a sormak gerek; daha Sivas katliamıyla yüzleşemeyen, Maraş katliamını ve diğer Alevi katliamlarını Ergenekon bilinmezine yüklemeye çalışan, konser yasaklarımızı ortadan kaldırmayan, albümlerimizde hâlâ denetim kıskacını hafifletmeyip TRT’de yayın yasağı ile karşı karşıya bırakan bir hükümet mi 12 Eylül ile hesaplaşacak? Hesaplaşacakları tek şey sandıktan evet çıkana kadardır. Sonra aynı tas aynı hamam devam…
Demokratik bir ülke hepimizin en büyük dileği. Bugün türbanlı üniversite öğrencileri için özgürlük isteyen bizlerin Amasya’da ya da Sivas’ta Alevi oldukları için okul değiştirmek ya da darp edilerek okuma hakları ellerinden alınan kızlar için aynı oranda üzülmesi doğalken, hükümetin bu konularda sessiz ve daha önemlisi tepkisiz kalmaları onların demokrasi anlayışlarının sadece kendilerine demokrasi, kendileri gibi olmayan ve inanmayanlara ise sırt dönmenin ötesinde bir şey değildir. Referandumu bile demokratikleştiremeyen; taraf/bertaraf, sizden/bizden soy/boy tartışmasına endeksli bir referandum hem düzey hem de içerik olarak baştan sakat değil midir?
Son sözüm ise şu: Bir yargı sembolü vardır: Gözü bağlı bir kadın, bir elinde kılıç ve bir elinde terazi olan. Ben bu kadının gözlerinin açılmasını istemiyorum. Yani senin ya da benim yargım değil herkese aynı bakan ve gözleriyle ve taraftarlığıyla değil, vicdanı ile hak ile hukuk ile karar veren bir yargı istiyorum.
Bu referandum evet olarak sonuçlanırsa dün YÖK’te yaşananlar yargıda da olacak ve yargı göbekten bağlı bir kuruma, yandaş organa dönüşecektir.
Hz. Ali diyor ki, “haksızlığa boyun eğer ya da tarafsız kalırsanız haksızlığı yapanlar kadar suçlusunuz”. Burada haksızlık var ve ben “hayır” diyorum.