balık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
balık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Mart 2010

"Hayat ve anlamı" üzerine


Radikal Gazetesi yazarı Kaan Sezyum'un genç yaşta kayıp ettiği eşi nden sonra, köşesinde Hayat ve Anlamı üzerine bir yazı yazdı.

Yazısı şöyle;

Hayat ve anlamı

Geçen haftadan beri hayatımın pek bir anlamı yok gibi geliyor. Ne yazılarımı okutacağım birisi, ne sabah güldüğümüz birisi, ne de balkonda kuşları yemlediğimiz birisi var yanımda.

Yok yani. İşin en fenası da bu yok oluşun, tam anlamıyla bi yok oluş halinde gerçekleşmesi oldu. Gayet güzel kahvaltı ederken, birlikte Türk kahvesi için tek bir sigarayı ortaklaşa tüttürürken birden akşam oluyor, evde kimseler yok. Çat! Şimdi evde iki kişi kaldık. Kedimiz Tortor da bu vesileyle üzerime kaldı. Yokluk kendisini zamanla hissettiren bir şey. Varken olanı hissetmiyorsunuz, yokken de olmayanı hissediyorsunuz, garip. Kısa sürede çok üzüldüm.

Üzülmemin sebeplerini düşündüm biraz. İnsan çok sevdiği birisini kaybedince (bence) birkaç şeyden dolayı üzülüyor. Ben artık onunla bi şeyler paylaşamayacak olmama üzüldüm. Kumda kendisini temizleyen bir serçe, suyun dibinden giden bi balık sürüsü gördüğümde artık gösterecek kimsem yok. Çok yalnızım. Ama arkadaşlar iyidir, beni yalnız bırakmıyorlar. Yalnız kaldığınız her an bi takım anılar çıt çıt ya da güm güm şeklinde kafanızın içinde patlayıveriyor. Geceleri uyumak çok zor. İçki de içmediğimden, uyumak için alternatif tıbbın tüm bileşenlerini devreye sokuyorum.

Gözlerimi bilinçli olarak kapatmak istemediğimden yapılabilecek en sıradan şeyi yapıp TV’ye bakarken ekran karşısında sızıyorum. Sabah kalkış kısmı daha fena. Uyandıktan sonra yatak keyfi diye bir şey yok. Zaten yatakta keyif yapacak bi şey de yok. Sabahın köründe kargalarla birlikte oturup bok yemeye başlıyorum ben de. Ne yapalım, hiçbir şeyi değiştiremiyoruz ne de olsa. ‘Hayat devam ediyor’ filan diyorlar ama benim için aslında hayat pek devam etmiyor şu sıralar. Neyi devam etsin? Benim için hayat yeniden başlıyor şu anda sanırım. Hem de sıfırdan.

Sevindiğim şeyler de var. Son bir yılı reklam ajansındaki işimden ayrılıp evde Nursel’le birlikte geçirmiş olmamız beni en çok rahatlatan şeylerden biri. Ortalama insanlardan çok daha fazla birlikte ve mutluyduk son bir yıl içinde. Evde sabahtan akşama oturup, ağaçlara bulutlara, Tortor’a bakıp gülüyorduk. Çok mutluyduk gerçekten. Çoğu insanın yaşayamayacağı kadar mutluluk yaşadım son bir senede. Ne yazık ki mutluluk da elektrik gibi bir yere istiflenmesi zor bi duygu. Şimdi o mutluluk anları anı olarak suratıma kapanıyor. Yalnızlığın bir başka karanlık tarafı da ortaya çıkıyor böylece; karşılaşmalar.

Sabahtan akşama çevremdeki birçok şeyde birlikte yaşadığım, eğlendiğim ve mutlu olduğum insanı görüyorum ister istemez. Neyse ki şimdi kendisini Heybeli’ye bıraktık. Bir süre sonra o da adanın bir parçası olacak, Heybeli’ye her gittiğimde belki de enseme konan bir sinek, topraktan çıkan bir çiçek, ağacın tekinde ekşi bi erik ya da peşimden gelen yavru bi kedi olacak. Şimdilik beklemekte yarar var. Hiçbir şey kaybolmuyor, bu da bir gerçek.

Hep çok şanslı olduğumu düşünürdüm. Hâlâ da düşünüyorum galiba. Hep istediğim işi yaptım, beni sıkan protokollere, ıvıra zıvıra bulaşmadım, zora gelmedim, her işim iyi gitti... Ama geçen haftaki bomba biraz fena patladı bende. Şu anda evrensel şans skalasında eksilere düştüm sanırım. Bundan sonrası yukarı çıkış olabilir sadece.

‘Küçük şeylerle mutlu olmayı bilmek lazım’ gibi zırvalar vardır ya, işte biz aynen o laflardaki gibiydik. Küçük ama mutlu bi hayatımız vardı. Dolaptan kestiğim bi parça kaşar peynirine sevinirdi. Susadığı zaman götürdüğüm bi bardak suyun yüzünde yarattığı mutluluğu görmeniz gerekirdi, beni anlamanız için. Sabahları sağlıklı olalım diye tek bi aspirini içip “Şimdi mükemmel olduk” diye salak salak sevinirdik.

Bahar geldiğinde balkonu çevreleyen ağaçların yaprakları yeşerip her yer yemyeşil olduğunda dünyanın en mutlu ikilisi olurduk. İnsan burnuna Çin yağı sürüp uyuyacak diye sevinir mi? Bazısı seviniyormuş, o da bana denk gelmiş. Şans işi işte.

Bir yandan da birbirimize hiç benzemezdik. Zevklerimiz çok farklıydı ama bana her zaman yeni bir şeyler gösterirdi. İnsan olmayı, çevremi sevmeyi Nursel’den öğreniyordum, daha da alacak çok dersim vardı. Krediler tamamlanmadan kaçtı gitti, bizim krediler de yandı badem oldu. Daha öğrenecek çok şeyim vardı.

Beni hayata bağlayan şeydi kendisi. O gidince iyice saçma sapan bir insan olacağım gibi hissediyorum. Bana kızacak, yaptıklarıma laf edecek ya da beni çekip çevirecek birisi yok şimdi. Dımdızlak kaldım evde, bir de kucağımda Tortor var, mal gibi salonda kanepede oturuyoruz, ağaçların gölgelerine bakıyoruz işte.

Durum böyle olunca hayatın da anlamını görmeye başlıyorum ağırdan. Hayatımızın anlamı anılarımızmış, onu fark ediyorum bi kez daha. Güneş doğuyor, güneş batıyor, haberlerde saçma sapan şeyler, iş yerindeki sıkıntılar, kişisel çekişmeler filan acayip fasa fisoymuş,

Bi kere daha ayılıyorsunuz. Ama narkozdan hızlı çıkmak da bi kafa yapıyor. Anlamsızlık içinde buluyorum kendimi sık sık. Evinde oturan ve yaşadığı hayatın bomboş olduğunu gören bir emekli gibiyim. Tek farkım çok güzel yaşadım, geçen haftaya kadar da kazasız belasız geldiydik. Naapalım, piyango bu sefer bana çıktı, yarın başkasına çıkacak, sonraki gün de bir başkasına. Çekiliş hep devam edecek.

Bi fotoğraf filan koymak istiyordum ama hiçbir şeye bakamıyorum. Zaten tüm fotoğraflar benim aklımda. Zamanla çıt çıt açılıyorlar. Şimdi onlara bakmak için çok erken.

Karşılaşmalar, eşyalar ve yerler en fenası. Ama her şey ilk seferinde çok acıtıyor insanın içini. Aynı yerden ikinci geçişinizde sadece içinizde bi sıcaklık kalıyor. Bakalım ne olacak? Hayatımın en büyük darbesinden sonra ne kadar sıcak beni kurtaracak bilemiyorum. Yalnızlık sıcak bi şey değil, onu çok iyi biliyorum.

Geçen hafta tam da şu satırları yazdığım sırada yanımdan gitti, artık yok. Yani var ama, yok. Üzücü ama gerçek, ne yapalım?

Şimdi arkadaşlarla daha fazla zaman geçirilecek, onlarla da güzel anlar paylaşılacak, mutlu yaşamaya devam edilecek. Mutlu olmaktan başka yapacak bir şey yok. Yani var ama, yok.


26 Şubat 2010

"Suyun Akışı" "Kızılderili Atasözü"

" Sular yükselince, balıklar karıncaları yer.
Sular çekilincede karıncalar balıkları yer.
Kimse; bugünkü, üstünlüğüne ve gücüne güvenmemelidir.
Çünkü; kimin kimi yiyeceğine 'Suyun Akışı' karar verir. "

"Kızılderili Atasözü"

7 Nisan 2009

Dünyamıza Sahip Çıkalım

Ankara, 01.04.2009 Foto: H.ATA

Dünyamıza Sahip Çıkalım



Doğal Hayatı Koruma Vakfı(WWF) dünya genelinde hazırladığı etkileyici afişlerle çevre kirliliği ve küresel ısınmaya karşı uyarıyor...

Çevre bilincini geliştirmeye ve duyarlı olmaya çağıran, insanlara yaşadığı bu dünyaya sahip çıkmasının nedenli bir zorunluluk arz ettiğini aykırı fotoğraflarla anlatmaya çalışan; Doğal Hayatı Koruma Vakfı , umuyorum ve istiyorumki; İnsanların dikkatini çeker ve deve kuşu gibi kuma soktuğu kafalarını kaldırtmayı başarır.

Dünyamız Çöl olmaktan kurtulur..

Yine, karakış biter, bahar erişir..
Leylaklar ilkbaharı müjdeler bir gün.
Yine depreşir
umutlar,
Ve yine
, dolu dizgin aşklar yaşanır, ...
Ve meyvesini verir fidanlar...
Mutlu ve şen,çocuklar büyür ...
Meşeler göverir, varsın göversin..
İğde çiçek açar, kuş cıvıltısıyla patlanguç ağaçları..
Kanaryalar, şarkı söyler her gece, uykudan uyandırır..
Kaysı çağlaya durur..
Selvi boy verir sıra, sıra..
Gelincik tarlaları renga renk..
Örter doğayı mor sümbül, renk cümbüşü dağlar ovalar....
Gök kuşağı doğar üstüne, üstüne..
Davullar vurulur; lorke oynar, gelinler kızlar boy, boy..

*********

Oysa; gidişat ve vurdum duymazlık devam ediyor..!
Bir düşünsenize? Aşağıdaki fotograflarda yansıtılan görüntüler bugün gerçek olsa; yaşam diye birşey kalırmı..?
Yarın çokmu uzak.? Cehenneme dönmesini bekleyecekmiyiz dünyanın.. Bu rahatlık niye.? Dünyamızı delik deşik eden altın kazıcıları, yaşadığımız çevreyi yaşanamaz hale getiren bu zevatlar, bir ağaç dikmemiş ama binlerce ağaç ormanı yok ediyor.
Müreffeh bir dünya için; bombalar yağdırılan ve dağlar ormanlar alev, alev yanarak çölleşmektedir..!
Kazdağları yok olduğunda, Bergama ovası çöl olduğunda, Anadolunun bir karış ekilebilir temiz toprağı, içilebilir bir avuç suyu ve gölgesinde oturacağımız bir ağaç kalmadığında.!
Doğa tahrip edilirken; nemalandığı için ses çıkarmayanlar; "yaşayacakları başka bir dünya bulabilirlermi? kaçacak.!"

Biriktirdikleri altınları ekmek yapar ve altının suyunuda içerler herhalde...
Bu kirlettikleri dünyada,
her yer çöp yığını, çöpten leylek.. Hatta; altından ağaçlar bile yaparlar.!..

Bir kızılderili sözü:
" En son ağaç kesildiğinde.
En son ırmak kuruduğunda.
En son balık tutulduğunda.
O zaman, beyaz adam para yer."
Kızılderili bu sözü söylediğinde; henüz nükleer santral, atom bombası, fabrika atıkları ve siyanürle altın çıkarılmadığı zamandı.. Ama; o zaman da bile beyez adamın yüzündeki sömürge ifadesi, benciliğin ve acımasızlığının kızılderili tarafından okunduğunun anlamıdır..
Evet.! Umarım; beyaz adamlar, çok geç olmadan, birbir yok ettikleri yaşam alanlarının bir daha geri dönüşü olmayacağının ve kendi bindiği dalı kestiklerinin farkına varırlar.!
Daha da önemlisi; İnsanların kendi dünyalarına sahip çıkmalarıdır elbet. Herkes, kendi çepesinden karşı çıkmalı, bu yıkıma bu yok oluşa dur demeli..

Derneklerinden, sendikalarından, partilerinden, köyünden kentinden karşı çıkmalı. Bergamaya, Fırtına deresine, Kazdağlarına ve Anadolusuna sahip çıkmalı.
Çünkü; oralar bizim yaşamımız için çok önemli..

Oralar bakir kalmalı ki ; bizler buralarda yaşama olanağı bulalım..
Çember daralıyor ve nefes almamız zorlaşmaktadır.. Irmaklar, çağlayan dereler bir bir kurutulmakta ve ormanlarımız can çekişmektedir...
Yarına, çocuklarımız için; yaşayacak bir dünya bırakalım..
Bizler, bugünü insanca ve güzel yaşayabilirsek, yarına öyle bir dünya kurarak bırakabiliriz...

Eğer; "güzel günler göreceğiz çocuklar" diyorsa şair.
"yarını güzel görmek istiyorsak, bugünü güzel yapmalıyız"
Yarını anlayabilmek için bugüne bakmalıyız.
.Bu gün ne haldeyiz..

Çok geç olmadan; Geri dönüşü olmayan bu gidişe, yaşam alanlarımızın elimizden alınmasına seyirci kalmayalım..
Çocuklarımızın aşkına..
Lütfen biraz duyarlılık....


Rıfat ILGAZ 'ın bir şiiriyle bitirmek istiyorum yazımı..

"Kendimizle Yarışmaktayız Gülüm;
Ya Uzak Yıldızlara Götüreceğiz Hayatı.
Yada Dünyamıza İnecek Ölüm."

Sevgiyle kalın.
Haydar ATA

Fotograflar Milliyet Gazetesinden alınmıştır