21 Eylül 2008

BES. MERKEZ TEMSİLCİLER KURULU'NA SUNUM.



BÜRO EMEKÇİLERİ SENDİKASI 4.DÖNEM 1. MERKEZ TEMSİLCİLER KURULU TOPLANTISINA


Merhaba,

Değerli MTK üyeleri, saygı değer mücadele arkadaşlarım.


Sendikamızın, örgütlü mücadele sürecine önemli katkıda bulunacağına ve örgütlenme sorunumuzun önündeki engelleri yeniden değerlendirilip; yöntem ve araçlarının gözden geçirileceği ve doğru çözümler üretileceğine inandığım bu kurlun başarılı geçmesini diliyor ve hepinizi saygı ile selamlıyorum.

Arkadaşlar!


İçinde yaşadığımız şu günler dünya ekonomisindeki yaşanan kriz, batan bankalar, dünya ölçekli sigorta şirketleri ve ülkemizde de uygulamaya konulan morgeç (konut kredisi) sistemi ABD.de bir bir çökmeye başladı.

Bu yaşanan kriz kapitalist sistemin artık böyle gitmeyeceğinin bir göstergesidir. Dünya Emekçi halkları açısından yaşamın daha da çekilmez hale geleceği ve bedelinide ağır bir şekilde emekçilere ödettirileceği açıktır.


Genelde dünya emekçilerinin ama özelde Türkiye emekçilerinin bu kaos ortamından en az zararla çıkabilmek için, örgütlü bir biçimde karşı tutum alabileceği ve kendine bir çıkış yolu yaratacağıdır. Aslında kapitalist sistemin bugünkü krizi sol ve sosyalistler için çok önemli fırsatlarıda beraberinde getirmektedir. Önemli olan bu fırsatları doğru okuyup, yerinde ve zamanında teşhis ve çözümünü geliştirmeyi becerebilecekmiyiz..

Kaynakların ele geçirilmesi için yaşanan bu emperyalist savaş ve şiddet ortamı Ortadoğu ve Kafkaslara yayılmakta, gittikçe özellikle ülkemizin etrafını sarmaktadır. Yaratılan bu kaos ortamı özelde ülkemiz, genelde ise dünyanın birçok bölgesinde emekçi halklar açısından çok zorlu koşulların dayatıldığı gelişmeler yaşanmaktadır. Bu gelişmeler, Emekçi halkların kazanımlarının ortadan kaldırılması noktasında ve üretimden alacağı paylarının daha da azalacağı, gıda fiyatlarındaki artışla birlikte temel biyolojik ihtiyaçlarımızı dahi karşılayamaz hale gelecek olup; savaş, Ortadoğu ve Kafkaslarda yeraltı ve yerüstü enerji kaynaklarının kimler tarafından kontrol edilmesine yönelik olmakla birlikte, emekçi halkların ürettiği artı değerlerin paylaşılım savaşıdır.

Dünya üzerinde yürütülmekte olan emperyalist paylaşımcı savaştan ve yaşanan ekonomik kaostan en çok zarar görecek olan yine emekçiler, bölge halkları, başta kadınlar, çocuklar olacaktır. Yaratılan kaos ortamından nemalanan ırkçılık/milliyetçilik, gericilik yükselen değer olmaya devam ediyor. Peki; başta emek örgütleri olmak üzere sol ve sosyalistlere tamda bu noktada büyük iş düşmektedir. Dünyanın bir çok ülkesinde, ırkçılık hortlatılmakta ve o milliyetçi anlayışlar karşısında kim varsa bütün muhalif kesimler yok sayılmakta, cezaevlerinde ve sokakta terörist ilan edilerek linç edilmektedir. Yani ya hakim sınıfların tarif ettiği şekilde, yaşamayı kabul edeceksin veya ölüm senin için bir elzemdir. Yaşamaksa senin isteğin gibi savaşsız ve sömürüsüz bir hayat yoktur, denilmektedir.

Yok öyle bir şey; elbette var diyorsanız, böyle bir dünya? Ki: var. Başka bir dünya mümkün... Öyle ise; Sorumluluk sahibi olmak hem de o sorumluluğun gereğini yerine getirmekle mümkündür.

Değerli arkadaşlar !

Örgütlü bir mücadeleden bahsedecek olursak, ilk önce o mücadelenin amacını doğru tesbit edeceğiz. Ayaklarının nerelere bastığını ve beslenme kanallarını doğru tarif etmekten geçmektedir.

Yaşadığımız ülke Anayasa’sının, demokratik özgürlükçü bir anayasa olması gerektiği ve bu konuda, yaşadığımız gündelik hayatımızın demokratik, hak ve özgürlüklerimizin sınırsızca kullandırılmasını istiyor ve bu alanı da genişletmeye çalışıyorsak; ilk önce kendi örgütümüz içinde, demokrasiyi en geniş şekli ile içselleştirerek yaşama geçirilmesi yönünde, kendi demokrasimizi kendimiz, yaşamsal anlamda hayata geçirmeliyiz. Farklı seslere ve yeni önerilere açık, muhalif sözlere de tahammül göstermeliyiz.

Bütün doğruları biz biliriz .! Başka söze ne gerek var demeden...!

Neden?

Çünkü; Bu yapıların taze kana ihtiyacı vardır. Asıl olan, Alttan yeni kuşakların bu yapılara katılımının sağlanması bu nedenle zorunludur. Örgütümüzün buna ihtiyacı vardır. Yenilenmeyen yapı, yaşamın her alanında dayatılan zorlu sorunlara, her zaman doğru teshiş ve doğru çözümler üretemeyeceği açıktır. Ortaya koyduğu örgütlenmeye yönelik çalışma ve pratikler, bu günün sorunlarına cevap verebilecek nitelikli düzeyi yitirmek üzeredir..

Değerli arkadaşlar; sizlerinde bu konu üzerine tesbitleriniz olduğuna inanıyorum...

Kendi içimizde kastlar oluşmuş ve bu kastlar içinde de ayrıca kişilere bağlı gruplar oluşmaktadır. Bu hizipleşmeler sendikal ve siyasal mücadele içinde birbirlerine karşı bir çalışmaya dönüşmektedir. Bu gruplaşmalar, emek, demokrasi ve özgürlük mücadelemizin önünü açacağını düşündüğümüzde elbette çok önemli yararlar sağlayacaktır. Ortaya koydukları program ve projeleri ile her zaman ufuk açıcı ve sürece ayak uydurabilen toplumsal değişim ve dönüşümleri sağlayabilen çalışmalar olduğu şekli ile.

Ancak; Bu böyle olmamıştır. Değerli arkadaşlar. 25 yıllık sürece baktığımızda yapılan ittifaklarda, ilkeler üzerinden bir proje ve program ittifakı olmaktan çok kişiler ve sayılar üzerinden yönetimleri hangi grubun kaç kişi ile temsil edileceğine ilişkin olmaktadır. Bu durumda sendikal mücadelenin önünü açacağı düşünülürken, bunun yerine daha çok süreci tıkma yönünde bir işlevi yerine getirmektedir. Bu güne baktığımızda geldiğimiz noktada, bunun böyle olduğunu hep birlikte tespit edebiliriz. Değerli arkadaşlar.

Hepimizin de bildiği gibi, bu gruplar içinde yer almayan hiçbir arkadaşımızın neyi ne kadar doğru tespit ve doğru teshişde bulunursa bulunsun, mücadele sürecine ne kadar katkı sunarsa sunsun; sendikal sürecin işleyişinde yer alması en fazla iş yeri temsilciliği düzeyindedir. İşyeri temsilciliği hem zahmetli bir iş olduğu gibi, kimsenin de olmak istememesinden kaynaklı, sayı doldurulabilmek içindir…

Demokratik toplumlarda bir kişiye yapılan bir haksızlık bütün topluma yapılmış sayılır. Bu bilinç yerleştirilmedikçe haksızlıkların ve adaletsizlerin önüne geçebilme olanağı yoktur. Bencillik ve bireycilik felsefesi, toplumun bütün katmanlarını sarar. Herkes kendi küçük dünyasının kabukları içinde yaşamayı marifet sayar. Bu durumdan derhal kurtulmak zorundayız. Aksi durumda büyümemiz ve güçlenmemizin olanağı bulunmadığı gibi dışımızda gelişen farklı olaylara yönelik doğru, tespit ve farklı mücadele şekillerini örgütleyebilmek ve altını doldurabilmemizinde olanağı kalmayacaktır. Bizler enerjilerimizi içimizde birbirimize karşı tüketmeye devam ettiğimiz müddetçe...

Bu yaşananların böyle olduğu konusunda, sizlerle aynı fikri paylaştığıma inanıyorum arkadaşlar..!

Değerli arkadaşlar!

Sürece ilişkin birkaç tespitte daha bulunmak istiyorum.

Ülkemizde uygulanmakta olan neolibarel ekonomik programlar sonucu, sağlıktan eğitime, birden çok kalemi, sosyal devletin gereği, herkese eşit ve ücretsiz nitelikli ulaşılabilir bir kamu hizmeti olmaktan çıkartılıp; kar getir ve pahalı bir hizmet olup; bedelini ödeyebilenin yararlandığı bir özel hizmet sektörü haline getirildi. Halk açlık ve soksulluk sınırında yaşamaya mahkum edildi.

Oysa; bizler ne sağlıksız, ne çocuklarımızın eğitimsiz ve işsiz kalmasına razı olabiliriz. Kamu iktisadi kurumların bir yıllık karı karşılığına peşkeş çekildiği ve ülkemizde, adı konmamış yaşanan (terör) savaş gerekçe gösterilerek her türlü ekonomik ve demokratik taleplerimiz şiddetle en ağır bir şekilde bastırılarak İnsan hakları İhlalleri doruğa çıkmıştır.



En son 2008 1 Mayısında yaşananlar, hepimizin hafızasında henüz tazedir.

Demokratikleşmemizinde önünde en büyük engel teşkil eden, kürt sorunu üzerinden yürütülen bir savaş vardır. Bu savaş, başta ülke ekonomisini batırmakta olup; Milli Gelirin büyük bir bölümü savaş ekonomisine ayrılmaktadır. Ülkemiz adeta yangın yerine dönüşmüştür. Ölen asker-sivil, ülkemiz emekçi halklarının çocuklarıdır. Ayrıca yakılan ormanlar güvenlik gerekçesi ile söndürülmemekte ve söndürülememektedir.

Ülkemiz; insanı ve doğası ile çölleşmektedir.

Bu sürece bir şekilde müdahil olmak ve kesinlikle ilk başta barışı tesis edebilmenin bütün yollarını zorlamak durumundayız.

Gerçi, özelde sendikamız genelde kardeş demokratik kitle örgütlerinin bu konu üzerine çalışmalar yürüttüğünü biliyoruz ve kendi adıma taktirle karşılıyorum.

Ancak; ülkemizde yaşanan haksızlıklar bununla da sınırlı değildir. Hakim ideoloji, insanlara ekonomik sosyal ve siyasal alanda nasıl yaşayacağını neye inanacağını önceden belirlemiş durumdadır. Bu belirleme sağlıkta dönüşüm projesi ile sağlık hakkımızın elimizden alınmasıyla, zorunlu din dersi ile bilimsel eğitim hakkımızın engellenmesi ile, hiçbir ekonomik getirisi olmayan Diyanet işleri başkanılığına, bütçeden, 3 milyar dolar gibi çok büyük bir meblağ'anın ayrılması Milli Gelirin kimlere nasıl aktarıldığının, bir başka örneğidir.

Barış olacaksa eğer, bu ve benzeri birçok sorunun ortadan kaldırılması ile mümkündür. Ülkemizde yaşanan sorunların hiçbiri diğerinden bağımsızda değildir..

Sadece, Kürt sorunu çözümlenmiş olsa bile bu ülkeye barış gelir mi dersiniz.? Gelmez değerli arkadaşlar.

Çünkü; bu ülkede Kürt sorunun varlığı kadar, Alevi, devrimci ve demokrat insanların çocuklarına zorla din dersi okutulmaktadır. Zorla orta çağ karanlığına sürüklenmeye çalışılmaktadır. Asimilasyon 1400 yıldır devam etmektedir.

Bu sorunların varlığı diğer sorunlardan ayrı değildir.

Başta Sendikamız olmak üzere, tüm sosyalist partiler, devrimci- demokratlar ve sosyalist aydınlar, günümüz koşullarında sürdürülmekte olunan, Alevi çocuklarının sünnileştirilme politikasına ve ortaçağ karanlığına doğru sürüklenen geleceğimiz hemde devletin desteği ile yürütülen bu proğrama hiçbir şekilde bir yerinden engelleyici tutum ve davranış içinde değildirler. Sanki bunlar yaşanmıyormuş gibi görmezlikten gelinmektedir..

Alevilerle ilgili herhangi bir konuşma olduğu taktirde hemen cevap hazır; şoven yaklaşımlar bunlar..

Oysa; Sendikalarımız ve sosyalist partilerin ve solun tabanının büyük çoğunluğu bu insanlardan oluşmaktadır.. ( yoksa; kuran kurslarında yetişenler katılırmı dersiniz.)

Tarih boyunca katliamlara ve zulme uğramış, her dönem ezilenlerden yana olmuş bir toplum olmasına rağmen kendi yoldaşlarınca bile yeteri derecede kabul görmemiştir.

Yakın tarihimizde Çorumda, K. Maraş’ta, Malatya’da, Sivas’ta ve G. Mahallesi olayları planlı ve hedefi belli bir program dahilinde ,Solcu ve Alevilerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde yapılmıştır. Yani; hakim ideolojinin yok saydığı ve asimle politikalarının devam ettiğini, kendilerine devrimci ve demokratım diyen herkesin bu yaşanan haksızlıkları bilmiyor olması mümkün değildir. Bunun bir haksızlık olmadığını normal bir olay olduğunu hele, hiç kimse söyleyemez. Biliyorsa neden bu olumsuzluklara karşı bir çalışma ve mücadele içine girilmemektedir? Yoksa, bu yaşanan haksızlıkları haksızlık olarak görmüyorlarda ondanmı?

AİHM” ve Danıştay'ın iptal kararlarına rağmen çocuklarımızın,Zorunlu din dersi uygulamasıyla bilimsel ve çağdaş eğitim hakkından mahrum bırakılarak, gerici ve dinci olarak eğitilen çocuklarımız bizi ilgilendirmiyor mu?

Alevileri inkar ve imha politikalarını, Alevi köylerine zorla yapılan ve hiçbir şekilde Alevilerin ihtiyacı olmayan camilere birde misyoner imamların atanması ile hangi maksat ve amaca hizmet ettiğini, hangi asimilasyon politikasının ürünü olduğunu bilemiyor olamayız.

Bu ve benzeri konuları çoğaltabiliriz.

Ancak; Alevilerin taleplerini doğru anlamalıyız.. Felsefesinde insanı merkezine alan, hümanist bir dünya görüşü ve yaşam biçim olan bu inancı, gerici ve dinci inançlardan ayrı tutmayı bilmemiz gerekmektedir. Laik ve demokratik bir toplumun garantisi ve ülkemiz nüfusunun 3/1'i olan bu insanların çığlıklarına da kulak tıkamadan, Alevi örgütleriyle dayanışma içine girerek, ülkemizin gericileştirilmesine onlarla birlikte karşı çıkmak zorundayız.

Bu sorun sadece Alevilerin sorunu olmadığını bilmemiz gerekmektedir.

Özelde Sendikamız olmak üzere Kesk'in bu konu üzerine komisyonlar kurup çalışmalar yapmasını istiyor ve MTK. kurula da öneriyorum.

12 Eylül darbesinin sola karşı yapılmış bir darbe olduğunu hep söyledik ama bu darbenin kimden yana olduğunu pekte irdeleyip adını koymadık/koyamadık. Uygulamalara baktığımızda; Zorunlu din derslerinin Anayasaya konması, kuran kursları ve her Alevi köyüne bir cami dikilmesi ve darbeden sonra diyanet işleri Başkanlığına bütçeden ayrılan paranın artarak 8-10 bakanlığın bütçesini aşmasını ve resmi kurum binalarının her birinin altına mescit yapılmasını bir düşünün kimden yanadır.

Milli Güvenlik Belgelerinin her birinde sol, sosyalist, Kürtler ve Aleviler her zaman millet adına tehlikeli guruplar olarak görülmüşlerdir. Gereğinide ona göre yapmışlardır.

Dolayısı ile sizler Alevileri, dinsel/inançsal bir hareket olarak görerek onlarla bir dayanışma içine girmiyor olsanız bile, eğemenler sizin gibi düşünmüyor . Aleviler her zaman özgürlükten ve demokrasiden yana tutum almışlardır. Tarihsel süreç içinde baktığımızda Anadolu ayaklamaları vardır. Pir sultan direnci zulme başkaldırı, Hacı Bektaş Veli, 13. yüzyılda kadın erkek eşitliğini savunur ve mücadele dinsel karanlığa karşıdır. Baba İshak, Şah Kulu ve Karaca Ahmet gibi Osmanlının halk üzerindeki baskı ve zulmüne karşı bütün Anadolu'yu ayaklandırmışlardır. Yani henüz solcular devrimciler ve Marks ve Lelin yok iken bu coğrafyada, tam da bizim taleplerimizi içeren talepler dile getirilip mücadele ve bu yönde savaş verilmekte idi.

Bunları sizler bilmiyor olsanız bile.

Yukarıdaki gerekçelerle de; Soldan, emekten, demokrasiden ve özgürlükten yana olan herkesin, Alevilerin taleplerine sahip çıkalım, onlara destek verelim, mücadeleyi ortaklaştıralım.

Emekten, özgürlükten ve barıştan yana olanların, savaşmaktan başka seçeneklerinin olmadığına inanıyor...............



hepinizi saygıyla selamlıyorum.

19.09.2008



Haydar ATA



TOPLANTIYA İLİŞKİN FOTOĞRAFLAR















Hiç yorum yok: