Türk Tabipleri Birliği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türk Tabipleri Birliği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ocak 2011

TTB Halk Sağlığı Kolu; SGK'ye "Diyabetli hataların tedavisini aksatan kurum" ödülü verilmeli

TTB Halk Sağlığı Kolu; SGK'ye "Diyabetli hataların tedavisini aksatan kurum" ödülü verilmeli

ttb
SGK’nin, diyabetli hastaların kullandığı şeker çubuğu bedellerinin hasta tarafından ödenmesi ve fatura tutarının SGK’den alınması yönündeki uygulaması, diyabet hastalarını sıkıntıya soktu.

Türk Tabipleri Birliği Halk Sağlığı Kolu, konuyla ilgili açıklama yaparak diyabette şeker kontrolünün “hayati” önem taşıdığına dikkat çekti.
Kan şekeri takibinin kesintisiz olması gerektiğine dikkat çeken TTB-HSK, bunun için gerekli malzemelerin tüm hastalara zamanında temin edilmesinin zorunlu olduğunu vurguladı. TTB-HSK’nin açıklamasında hal böyleyken hastaların hizmete ulaşımının kolaylaştırılması yerine tedaviyi aksatan bu uygulamanın gerekçesinin anlaşılamadığı belirtildi.

Açıklamada, “Dünya Bankası tarafından ‘Sağlıkta Dönüşüm ve Genel Sağlık Sigortası uygulamaları sebebiyle’ ödüllendirilen SGK’ye ‘diyabetli hastaların tedavilerini aksatan kurum ödülü’ de verilmelidir” denildi.

ŞEKER ÖLÇÜM ÇUBUKLARI VE SAĞLIK/SOSYAL GÜVENLİK REFORMU

Bilindiği gibi Sosyal Güvenlik Kurumu’nun 2011/5 sayılı bir genelgesi ile diyabet hastalarının şeker ölçüm çubuklarının teminine ilişkin yeni bir düzenleme getirilmiştir. İlgili genelgede 05.11.2010 tarihinde Danıştay tarafından alınan bir yargı kararına atıf yapılarak Mart 2010 tarihli “Sosyal Güvenlik Kurumu Sağlık Uygulama Tebliği”’nin her bir kan şekeri ölçüm çubuğu için 0,55 TL ödeme yapılacağına ilişkin sınırlamasının yürütmesinin durdurulduğu belirtilmektedir. Ayrıca yine genelgede ilgili yargı makamlarınca alınan kararların gereğinin idareler tarafından gecikmeksizin işleme konması ve uygulanmasına dair yasal zorunluluğa vurgu yapılmaktadır. Buradan hareketle Sosyal Güvenlik Kurumu, kendi kapsamındaki sigortalılara “ayaktan tedavilerde reçete karşılığı hasta tarafından temin edilen tıbbi malzeme bedellerinin ödenmesi” ile ilgili düzenlemesini uygulama kararı almıştır. Bu işlem şeker çubuğu bedelinin hasta tarafından ödenmesi ve fatura tutarının SGK’den geri alınması biçiminde işleyen bir geri ödeme mekanizmasıdır.

Diyabet hemen her yaşı etkileyen önemli bir halk sağlığı sorunudur. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre dünya genelinde 220 milyondan fazla insan diyabet hastasıdır. 2005-2030 yılları arasında bu sayının iki katına çıkması beklenmektedir. Uluslararası Diyabet Federasyonu verilerine göre 2010 itibarı ile ülkemizde erişkin (20-79 yaş) nüfusta her 100 kişiden yaklaşık 7-8’inin diyabet hastası olduğu görülmektedir. Ülke genelini yansıtan bir örnek üzerinde yapılan TURDEP 2 çalışmasının ön sonuçlarına göre ise yirmi yaş üzeri nüfusta 100 kişiden 14’ü diyabetiktir. Bu verilerle hesaplandığında, yaklaşık 6,5 milyon diyabetli erişkin hasta bulunmaktadır. Bu hastaların onda biri, yani 650 bin erişkin diyabetik hasta ve 15 bin çocuk hasta sürekli insülin kullanımına gereksinim duymaktadır.

Diyabet hastalığı, özellikle insüline bağımlı hastalar başta olmak üzere, sürekli olarak kan şekeri izlemini gerektiren, zorunlu kılan bir hastalıktır. Sadece 2004 yılında dünyada 3.4 milyon kişi yüksek kan şekeri nedeniyle yaşamını kaybetmiştir. Yüksek kan şekeri yanı sıra, özellikle insülin kullanan diyabetiklerde, düşük kan şekeri de ölümcül sonuçlara yol açmaktadır. Bu nedenle diyabette şeker kontrolü “hayati” önem taşımaktadır. Kan şekeri takibinin kesintisiz olması ve bunun için gerekli malzemelerin zamanında ve tüm hastalara temini zorunludur. Bu temin çeşitli nedenlerle gerçekleşmediğinde (sosyal güvencesizlik, yoksulluk, ekonomik zorluklar, işsizlik, malzeme ve cihazların temin edilememesi) hayatı tehdit edebilecek boyutta bir tabloyla karşılaşma, diyabetin kısa ve uzun dönem komplikasyonlarının oluşması tehlikesi ortaya çıkar. Bu nedenle özellikle çocukluk çağı diyabet olguları ve insülin kullanan erişkin diyabetikler olmak üzere hastalarda günlük yakın takip gerekmekte, günlük şeker ölçüm sayısının gereksinime göre 4-5’e kadar çıkarılması önerilmektedir. Üstelik, takibin sayıyla sınırlandırılması bile bazı durumlarda söz konusu olamamaktadır. Hem bireysel hem de toplumsal açıdan sağlık, sosyal ve ekonomik yükü oldukça yüksek olan bu hastalıkta, hastaların tüm hizmetlere ulaşımının kolaylaştırılması beklenirken söz konusu uygulamanın gerekçesi anlaşılamamaktadır.

Diyabet hastalarının bir araya geldiği derneklerin yaptığı açıklamalara göre bazı hastaların aylık şeker ölçüm çubuğu maliyeti 300-400 TL’yi bulabilmektedir. Bu gerçeklere karşılık Sosyal Güvenlik Kurumu’nun alınan yargı kararı sonrası şeker hastaları için “hayati” öneme sahip olan bu çubukların kesintisiz ve sorunsuz temin edilmesini sağlayacak düzenlemeler yapmak yerine “sen cebinden şeker ölçüm çubuğunu al, ben sonra parasını öderim” mantığıyla yaklaşması konuyu ne denli ciddiye aldığının göstergesidir. Beş Kasım’da alınan yargı kararı sonrası Ocak ayına kadar mağduriyet yaratmayacak bir düzenlemenin Kurum tarafından neden yapılmadığı da anlaşılamamaktadır.

Yaşananlar, ülkemizde sağlık ve sosyal güvenlik alanında yaşanan “reform” sürecinin anlaşılması için bir “olgu” niteliğindedir. Tıpkı;

  • Afyon’daki Sağlık Bakanlığı’ndan onaylı “sağlık skandalı”
  • Sağlık Bakanlığı’na bağlı Göztepe Eğitim Hastanesi’nde hastaların battaniyeler altında soğuktan titreşmeleri
  • Babaları Genel Sağlık Sigortası primi öde(ye)mediği için tedavileri kesilen/borç senedi imzalatılan çocuklar
  • Vatandaşların özel hastanelerde ödedikleri milyarlık faturalar gibi.

Ülkemizde kökleri 1980 sonrasına uzanan neoliberal düzenlemelerle sağlık ve sosyal güvenlik alanı piyasaya açılmaktadır. Sağlık ve sosyal güvenlik alanında devletin rolü değişmekte, devlet bu alanlarda “piyasaya yol açan” düzenlemelerin baş aktörü haline getirilmektedir. Sosyal güvenlik alanında devlet toplumsal sorumluluklarından kurtulmaya çalışmakta, bireyin sosyal güvenceyi ailesinde ve piyasada kendi olanaklarıyla sağlaması öngörülmektedir. Yaşanan süreç, sağlık, eğitim, sosyal güvenlik alanlarının olabildiğince piyasaya açılarak ve/veya devredilerek bu hizmetlerin piyasa kuralları çerçevesinde sunulması sürecidir.

Dünya Bankası tarafından “Sağlıkta Dönüşüm ve Genel Sağlık Sigortası uygulamaları sebebiyle” ödüllendirilen Sosyal Güvenlik Kurumu’na “diyabetli hastaların tedavilerini aksatan kurum ödülü” de verilmelidir.

Unutulmamalıdır ki tüm bireylerin sağlığını korumak ve güvenceye almak bir kamu görevidir.

TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ
HALK SAĞLIĞI KOLU


EvcioğluHaber-25.01.2011- Salı

11 Ocak 2011

TIP FAKÜLTELERİNDE “PERFORMANS” UYGULAMASI KABUL EDİLEMEZ

TIP FAKÜLTELERİNDE “PERFORMANS” UYGULAMASI KABUL EDİLEMEZ

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi, 31 Ocak'tan itibaren tıp fakültelerinde de başlatılacak olan "performansa göre ücret" uygulamasıyla ilgili basın toplantısı düzenledi. TTB Merkez Konseyi Başkanı Dr. Eriş Bilaloğlu, TTB Genel Sekreteri Prof. Dr. Feride Aksu Tanık, TTB Merkez Konseyi üyeleri Prof. Dr. Gülriz Ersöz ve Doç. Dr. Özlem Azap'ın katılımıyla gerçekleştirilen basın toplantısında, yıllardır çeşitli ülkelerde ve son yedi yıldır Sağlık Bakanlığı hastanelerinde uygulanmakta olan performans sisteminin sağlığa zararlı olduğu vurgulandı. TTB Merkez Konseyi, Hükümet'i ve YÖK'ü tıp eğitimini, sağlık alanında bilim üretimini ve nitelikli sağlık hizmetini sona erdirecek bu uygulamayı durdurmaya çağırdı.
10.01.2011

BASIN AÇIKLAMASI

TIP FAKÜLTELERİNDE “PERFORMANS”A GEÇİLİYOR:
NOBEL ÖDÜLÜ’NE 4000 PUAN

Çeşitli ülkelerde farklı şekillerde uygulanan ve ülkemiz Sağlık Bakanlığı hastanelerinde uzun zamandır uygulanmakta olan “performansa göre ücret” politikası hükümetin çıkardığı “Tam Gün Yasası”nın bir sonucu olarak 31 Ocak 2011 tarihinden itibaren üniversite hastanelerinde uygulanmaya başlayacaktır.
Yasa’nın YÖK’e, üniversite hastanelerinde performans uygulamalarını düzenlemesi için verdiği süre bu ay sonunda dolacak olmasına rağmen YÖK halen bir metin hazırlayamamıştır. Ortada performansın nasıl uygulanacağına dair taslaklar dolaşmaktadır. Bu taslaklarda yer alan düzenlemelerin mantık dışılığı bir yana hem dünyadaki hem de ülkemizdeki deneyimler böylesi bir ücretlendirme yönteminin sağlık alanında büyük tahribatlar yarattığını açıkça göstermektedir. Türk Tabipleri Birliği, gerek halkın sağlığı gerekse sağlık çalışanlarının çalışma koşulları açısından son derece önemli olan “performans” meselesini birçok kez gündeme getirmiş ve yol açacağı sıkıntıları dile getirmiştir. TTB Merkez Konseyi, “Performansa göre ücret” konusunu sağlık alanındaki birçok diğer başlıkla birlikte dün (9 Ocak 2011) Ankara’da 47 Uzmanlık Derneği’nin başkanlarının bir araya geldiği toplantıda tekrar ayrıntılı bir şekilde ele almıştır. Toplantıda, “performansa göre ücret” uygulamasının sınırlandırılması gerekirken tam tersine üniversite hastanelerini de kapsayacak şekilde yaygınlaştırılmasının hem halkımızı hem de sağlık çalışanlarını ciddi sorunlarla karşı karşıya bırakacağı, bu nedenle kesinlikle yürürlüğe girmemesi gerektiği konusunda görüş birliği oluşmuştur. Türk Tabipleri Birliği olarak daha önce defalarca dile getirdiğimiz sakıncaların saygın bilimsel kuruluşlar olan uzmanlık dernekleri tarafından da paylaşıldığını görerek yetkilileri bir kez daha uyarmak istiyoruz.

Performansa göre ücretlendirme halkın sağlığını tehdit eden bir uygulamadır:

Çünkü, ağır hastalığı olanlar uygun ve yeterli tedaviye ulaşamamaktadır: Tanı ve tedavisi zor ve zahmetli olan hastalıklar “performans puanı” getirmediğinden öncelik daha kolay, puanı daha yüksek ve daha az risk taşıyan hastaların tedavisine verilmektedir.

Çünkü, başta hekimler olmak üzere tüm sağlık çalışanları insanca yaşayabilecek bir ücret için daha fazla hasta bakmak zorunda kalmakta, her bir hastaya ayrılan zaman azalmaktadır. Zaman azlığı nedeniyle tıbbi hataların artması kaçınılmaz olmaktadır.

Çünkü, “performans”ın uygulandığı yerlerde girişimsel işlemlerin ve ameliyatların sayısının arttığı bir gerçektir. Bunun sonucunda sağlık harcamaları artmakta, bunun faturası ise giderek artan tedavi katkı payları olarak halkımızın sırtına yüklenmektedir.

“Performansa göre ücret” tıbbi uygulamaları değersizleştirmektedir.

Çünkü, niteliğe değil niceliğe değer vermektedir. “Performansa göre ücret”, tıbbi uygulamaların bilimsel, doğru ve nitelikli olmalarına hiç bakılmaksızın sadece sayısına göre değerlendirilmesidir.

Çünkü, tıbbi tanı ve tedavi yaklaşımlarını “parasına” göre sınıflamaktadır: Performans uygulamasında bütün tıbbi işlemler hastaya sağladığı faydaya göre değil getirdiği paraya göre değerlendirilmektedir. Ortada dolaşan taslaktaki puanlara bakılacak olursa, örneğin bir hastasının kalbindeki tümörü ameliyat eden hekim 2000 puan alırken, kalbi duran bir hastayı yeniden canlandırıma işlemi için 200 puan veriliyor. Bu taslakta Nobel ödülünün bile puanı var: 4000 puan! Şimdi soruyoruz: Bu puanlar neye göre hesaplanmaktadır? Hangi işlemin hasta veya toplum sağlığı açısından daha değerli olduğunun hesabı yapılabilir mi? Aslında bu soruların cevabı da sistemin içinde var. Performans puanlamasında kişileri ve toplumu hastalıklardan korumanın bir karşılığı ne yazık ki yoktur. Bu yönüyle performansa göre ücret uygulaması toplum sağlığını da tehdit etmektedir.

Tüm bunların yanı sıra “Performansa göre ücret” sürdürülebilir değildir.

Çünkü, sağlığa ayrılan kısıtlı bütçe ile artan harcamalar karşılanamaz. Performans uygulamaları nedeniyle kağıt üzerinde verimlilik artmış gibi görünse de asıl artan maliyet ve sağlık harcamalarıdır. Bunun böyle olduğu rakamlarla ortadadır. Nitekim Sağlık Bakanlığı da yıllardır kendi hastanelerinde bu uygulamayı, ürettiği hizmetin gerçek karşılığını alarak değil “global bütçe antlaşması” yoluyla genel bütçeden aldığı fazladan kaynakla yürütebilmektedir. Bu fazla kaynağın üniversitelere verilmeyeceği aşikardır. Bu durumda zaten mali açıdan zor durumda olan üniversite hastaneleri ayakta kalabilmek için bütün enerjilerini “performans puanı getirecek” işlemlere harcayacaktır.

Böylesi bir ortamda tıp fakültelerinde hekim yetiştirmeye öncelik verilmesi ve özen gösterilmesi ne kadar mümkün olabilir?

Halkımızın gelecek yıllarda sağlığını emanet edeceği genç doktorlar ne kadar donanımlı olacaktır?

Ülkemizin sağlık düzeyini yükseltecek bilimsel çalışmalar ne zaman, nasıl yapılabilecektir?

Tanısı konulamamış hastalıklarla, tedavisi yapılamamış zor hastalarla kim ilgilenecektir?

Performansa göre ödeme yapılmasına ilişkin YÖK taslağında performans ödemelerinin ancak ve ancak performans üretilirse ve üretenlere ödeneceği belirtilmektedir.

Tıp fakültesi öğretim üyeleri, ücretlerin performansa göre belirlenmediği aksine birikimlerini, donanımlarını, aldıkları mesleki riskleri, yaptıkları işlerin niteliğini değerlendiren ve emekliliğe yansıyan bir ücret politikasını istemektedirler. Ancak böylelikle nitelikli bir tıp eğitimi verebilmeleri, bilimsel çalışmalarını yürütebilmeleri ve nitelikli sağlık hizmeti sunabilmeleri mümkün olacaktır.

Son bir-iki ay içinde İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Adana, Aydın, Denizli, Kocaeli, Trabzon, Isparta, Eskişehir illerinde Tıp Fakültelerinde öğretim üyeleri ile yapılan toplantılarda öğretim üyeleri performans sistemine karşı çıkmaktadır.

TTB tarafından yürütülen imza kampanyasına 3500 akademisyen, asistan, tıp öğrencisi katılmıştır. Taleplerimiz çok yalındır.

1. Üniversite Hastanelerinin Sağlık Bakanlığı ile ilişkilendirilmesi akademik özerkliğe aykırı bir gelişme olduğundan gündemden çıkarılmalıdır.

2. Tıp Fakültelerine gittikçe artan sayıda öğrenci alınması eğitim kalitesini düşürdüğünden engellenmelidir.

3. Alt yapısı ve eğitmen kadrosu olmayan tıp fakültelerinin açılmasına izin verilmemelidir.

4. Üniversitelerde eğitim ve araştırma faaliyetleri genel bütçe kaynaklı bir finansal güvence altında olmalıdır. Performans uygulaması ise ancak bu kaynağı tamamlayan ve çalışanları motive etmek üzere iyi tanımlanmış ve hizmetin niteliğini geliştirecek parametreler üzerinden yeniden düzenlenmelidir.

3500 öğretim üyesinin taleplerini iletmek üzere YÖK Başkanı’ndan 15.12.2010 tarihinde randevu istenmiş ancak henüz olumlu ya da olumsuz bir yanıt alınamamıştır.
Burada basın yayın organları aracılığıyla ve ayrıca yazılı olarak YÖK Başkanı Sayın Yusuf Ziya Özcan’dan randevu talebimizi yineliyoruz.

13 Ocak 2011 tarihinde toplanacak YÖK Genel Kurulu üyelerine buradan sesleniyoruz. Temel işlevi nitelikli hekim yetiştirmek, bilimsel araştırmalarla gelecek sağlık hizmetlerini yönlendirmek ve karmaşık ve tedavisi zor olguları tedavi etmek işlevleri olan tıp fakültelerini performans sistemi üzerinden piyasaya teslim etmeyin. Üniversitelere, Tıp Fakültelerine genel bütçeden kaynak ayrılması için çaba harcayın.
Tabelasından başka hiçbir altyapısı ve donanımı olmayan tıp fakültelerini kapatın, bu fakültelere öğrenci almayın. Tıp Fakültelerinde gelir ve gelecek güvenceli bir çalışma ortamı sağlayın. Çünkü tıp fakülteleri ülkemizin geleceğidir. Tıp Fakültelerimiz üzerinde oynanan tehlikeli oyunun parçası olmayın.

TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ


EvcioğluHaber-11.01.2011- Salı

1 Nisan 2010

İşyeri hekimliği eğitiminin özelleştirilmesini Danıştay durdurdu

İŞYERİ HEKİMLİĞİ EĞİTİMİNİN ÖZELLEŞTİRİLMESİNİ DANIŞTAY DURDURDU

alt

Türk Tabipleri Birliği, Çalışma Bakanlığı'nın özel hukuk tüzel kişilerine işyeri hekimliği eğitimi verme konusunda yetki vermesi üzerine bu işlem ve işlemin dayanağı olan Yönetmelik hükmünün iptali için Danıştay’da dava açtı.

Türk Tabipleri Birliği’nin üniversitelerle 20 yılı aşkın süredir verdiği eğitimler varken ve üstelik bu alanda karşılanamayan bir ihtiyaç da olmadığı halde Çalışma Bakanlığı tıp eğitiminin özelleştirilip, ticarileştirilmesi için özel bir ısrar göstermiştir. Kısa süre içinde yapılan uygulamalardan görüldüğü üzere, bu yaklaşım eğitimi amacından saptırmış ve bir kısım özel kuruluşların para kazanmasının aracına dönüştürülmüştür.

Danıştay 10. Daire tarafından 15.3.2010 tarihinde yapılan değerlendirme sonucunda, açıkça hukuka aykırı olduğu ve uygulanmasıyla telafisi mümkün olmayan zararlar doğurabileceği tespit edilen dava konusu işlemler ile dayanak Yönetmelik hükmünün yürütmesinin durdurulmasına karar verilmiştir.

Bu kararla, şirketler, vakıflar ve benzeri kuruluşların Çalışma Bakanlığı'ndan yetki alarak işyeri hekimliği eğitimi vermesi durdurulmuştur .

Karar için... Tıklatın

01.04.2010-perşembe

http://www.ttb.org.tr/index.php/hukuk/1932-hukuk

25 Ocak 2010

Tarihe pırıl pırıl bir not düştüler "TEKEL İŞÇİLERİ"

"

fotoğraf:http://images.google.com.tr/

Haber :Evrensel
Sultan Özer
23/01/2010

Ankara Tabip Odası üyesi Dr. Vahide Bilir, Türk-İş girişinde oluşturulan revirde ilk üç günde sağlık kontrolünden geçen hasta sayısının 2 bin 300, 38. günde ise hasta sayısının150 olduğunu söyledi.
Ankara Tabip Odası üyesi Dr. Vahide Bilir, Türk-İş girişinde oluşturulan revirde ilk üç günde sağlık kontrolünden geçen hasta sayısının 2 bin 300, 38. günde ise hasta sayısının150 olduğunu söyledi. Yaklaşık 10 kişiyi acile sevk ettiklerini belirten Bilir, TEKEL işçilerinin sağlık sorunlarına ilişkin izlenimlerini gazetemize anlattı.

İlk kontrollere ne zaman başladınız?
Türk-İş binasına gelişimiz, Abdi İpekçi Parkı’nda polisin işçilere gazlı saldırısıyla başladı. O gece geldik. Ankara Tabip Odası’na bağlı tabipler, SES’e bağlı sağlık emekçileri, Tıp Öğrencileri Konseyi’ne bağlı tıp öğrencileri ile birlikte geldik. Durum çok kötüydü. İkinci kattaki başkanlar odasını açtırabildik. Astım krizi geçirenler, gözleri tahriş olan çok sayıda insan vardı. Yumuşak doku travmaları, düşenler, darbe alanlar… Belinde kırık olan bir işçi vardı, ilk yardımdan sonra ambulansla hastaneye gönderdik.

İşçilerin ne tür rahatsızlıkları vardı?
Kendiliğinden gelişen gönüllü hizmete dönüştü bu revir olayı. Belli süre sonra giriş katına, daha küçük bir odayı kullandık. Zaman geçtikçe direnişteki işçilerin sağlık durumları bozulmaya başladı.
Bütün gün Türk-İş’in önünde bekliyorlardı. Çok sağlıksız yerlerde ve koşullarda sabahlıyorlardı. Özellikle enfeksiyon hastalıkları, sinüzit, bademcik iltihabı, zatürree çoğaldı. El kol yaraları, ayakkabılarını çıkaramadıkları için de ayak yaralarında artış oldu. Çok sayıda nezle- grip gibi bulaşıcı hastalıklar çıktı. Astım krizleri yoğunlaştı.
Üç gün oturma eylemi kararı aldıklarında zaten sokaktaydılar. Oturma eylemiyle birlikte bulduklarını yaktılar. Şimdi odun ateşiyle ısınıyorlar, duman çok oluyor, tabii bu da astım krizlerini arttırdı. Isınsalar böyle oluyor ısınmasalar da başka türlü.
Anjina dediğimiz kalp ağrısı ile acile gidenler oldu, ayak bilekleri kırıkları, yumuşak doku yaralanmaları, şiddetli kas- eklem ağrıları, böbrek ağrıları ile acile gönderdiklerimiz oldu.
Bursa’dan gelen ekipte ciddi ishal çıktı. Bu ekipteki yaşlı bir amcayı buradaki ilk tedavisinden sonra göndermek istedik. Ambulansı ayarladık ama gönderemedik, ısrarla gitmedi. “Gönderdiğiniz yerdeki hastaneden buraya geri dönemem” dedi. Bazı gönüllüler var. Alır geliriz diyen gönüllüler böyle ortaya çıktı. İşçiyi gönderdiğimiz yere beraber gidip, alıp getirenler oluyor.

Açlık grevini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sanıyorum tüm Türkiye’nin kalbi burada atıyor. İnanılmaz bir destek var. Ama biz gönüllü hekimler olarak biraz kırıldık tabii, açlık grevinden sonra. Biz işçiler açlık grevi kararını uygulamaya başlamadan önce, duyması gerekenler duyar ve işçilerin uygulamasına gerek kalmaz diye umut ediyorduk, olmadı. Biz hekimleri bağlayan Malta Bildirgesi var bu konuda. İnsanı koruyan, koruması gerekenler olarak bizim yüreğimizi sızlatıyor bu durum.
Açlık grevini ne yapmaları ne de yapmamaları konusunda etkileyici olamayız. Ancak açlık grevine başlayan bir insan bizim yüreğimizi sızlatıyor. Zaten insan olarak sızlamaması mümkün değil. Hedefi uğruna kendi vücuduna zarar verecek bir şeye kalkışıyor başka bir şey yapamadığı için, bilerek isteyerek kendine zarar veriyor sonuçta.
Bu ülke, açlık grevlerinde yüzlerce gencecik fidanını yitirdi. Biz başka yitikler, özürlüler olmasın diyoruz.
Hekim bir insanın sağlığını devam ettirmesi için yardım eden insandır. Malta Bildirgesi’nde “Açlık grevcisi de bütün mahremiyetiyle hekim denetimindeki kişidir” der. Nasıl ki ayağı kesilecek kişi onay vermezse, ayağını kesemezsiniz. Açlık grevcisi de onay vermezse hiçbir hekim ona bir şey yapamaz. Hekim kontrolünde açlık grevi kesinlikle doğru bir tanım değil. Biz, objektif olarak din, dil, ırk, cinsiyet, mezhep, görüş farkı gözetmeden sadece bütün açlık grevcilerine eşit mesafede durarak, izleriz. Açlık grevcisine, sonuçta başına neler geldiğini anlattığımız yüz yüze görüşmeler yapar, bilgilendiririz. Ne teşvik ederiz, ne de vazgeçirmeye çalışırız .Hiçbir hekimin görevi değildir bu. Bilgilendiririz, izleriz, sağlığıyla ilgili notlar tutarız. Gelişmeleri not ederiz.

Bundan sonra ne tür rahatsızlıklar oluşabilir?
Soğuklardan dolayı iltihaplı hastalıklar, nezle- grip gibi salgınlar korkutur bizi. Uyursa el ve ayaklarında donmalar olabilir, bu korkutur bizi.
Taburede otururken uyuduğu için düşüp başını yaranlar, ateş yakarken oluşan yanmalar var. Hiçbirisi genç değil TEKEL işçilerinin, hepsi belli bir yaşın üstünde. Şeker, kalp, böbrek, KOAH, astım hastaları var zaten.

Bu güne kadar kaç kişi muayene edildi?
Hidromefroz böbrek hastası 20 günlük ameliyatlı iken oturma eylemine geldi. Kıl dönmesi ameliyatından sonra kalçasında kocaman bir yarası ile geldi.
Emzikli bir anne bir buçuk yaşında çocuğunu bırakıp, ‘eşimi bırakmam, sendika eşleri de çağırdı’ diyerek geldi. Memelerinde ağrısı vardı, anlatırken bile utanmıştı. “Çocuğunu bırakıp gelir mi bir anne” diyenler oldu ama, bu insanlar ‘ölmek var dönmek yok’ diyorlar. Birazcık yürek gözüyle bakan insan anlar ki, bir anne bir buçuk yaşındaki çocuğunu bırakıp gelebiliyorsa mücadelenin haklı ve sonuç alıcı olduğuna, haklılığına inanıyor demektir.
Üç buçuk günlük oturma eyleminde sağlık kontrolünden geçen hasta sayısı 2 bin 300’dü. Bugünkü kontrol edilen hasta sayısı 150 kişi. 10’a yakın acile sevk yaptık.
Haklı olduklarına yürekten inanıyorum ve yüzleri gülerek evlerine dönsünler istiyorum. Öyle onurlu bir mücadele ki bu. Kastamonu Cide’de çalışırken Zonguldak direnişini yaşamıştım. Zonguldak direnişini de geçti bu. Bazı sendikacılar da böyle düşünüyor.
Ben umudumu yitirmedim.
Tarihe pırıl pırıl bir not düştüler.
(Ankara/EVRENSEL)

19 Ocak 2010

“TAM GÜN” DAYATMASINA KARŞI BUGÜN TÜM GÜN İŞİMİZİ GÜCÜMÜZÜ BIRAKTIK


“TAM GÜN” DAYATMASINA KARŞI
BUGÜN TÜM GÜN İŞİMİZİ GÜCÜMÜZÜ BIRAKTIK
19.01.2010-Salı

alt

Türk Tabipleri Birliği ve 11 sağlık meslek örgütü tarafından düzenlenen “Tam gün’e karşı tüm gün işimizi gücümüzü bırakıyoruz” eylemi, bugün (19 Ocak 2010) tüm Türkiye’de tabip odalarının öncülüğünde geniş katılım ve vatandaş desteği ile gerçekleşti.

TBMM’deki görüşmelerine bugün devam edilecek olan “tam gün” yasa tasarısına karşı yürütülen etkinlikler kapsamında, tüm Türkiye çapında hastanelerde iş bırakıldı, basın açıklamaları ve yürüyüşler yapıldı. Duyurusu basın yoluyla daha önceden yapılan eyleme vatandaşlar da sağlık kurumlarına gelmeyerek destek verdi. Pek çok hastane, bugün boş görüntülere sahne oldu.

Ankara’daki etkinlikler ilk olarak saat 09.30’da İbni Sina Hastanesi Hasan Ali Yücel Salonu’nda gerçekleştirilen toplantı ile başladı.
Ardından, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne geçen hekimler ve sağlık çalışanları, saat 11.30’dan itibaren de burada toplanmaya başladılar. Burada yapılan basın açıklamalarının ardından, Sağlık Bakanlığı önündeki Abdi İpekçi Parkı’na yürüyüşe geçildi.

Sağlık çalışanlarına, Ankara’da Türk-İş Genel Merkezi önünde 36 gündür eylemde olan TEKEL işçileri de destek verdiler.

19.01.2010

alt

BASIN AÇIKLAMASI
“TAM GÜN” DAYATMASINA KARŞI
BUGÜN TÜM GÜN İŞİMİZİ GÜCÜMÜZÜ BIRAKTIK

Değerli meslektaşlarımız, Değerli sağlık çalışanları, Değerli basın mensupları ve Değerli vatandaşlarımız,

Bugün mecliste görüşülmesine devam edilecek olan “Tam gün” yasa tasarısı;

  • Sağlık çalışanlarının ücretlerinde kalıcı ve emekliliğe yansıyan bir düzenleme içermemekte,
  • Sağlık çalışanlarını geçinebilmek için 7 gün 24 saat çalışmaya zorlayarak hasta güvenliğini tehlikeye atmakta,
  • Hekimleri “daha fazla muayene, daha fazla tetkik, daha fazla ameliyat” yapmaya yönlendirmekte,
  • Üniversitelerde ve eğitim hastanelerinde eğitimin kalitesini daha da düşürmekte,
  • Getirdiği mesleki sorumluluk sigortasıyla yerli-yabancı özel sigorta şirketlerine yeni bir kazanç kapısı açmakta,
  • Radyasyonla çalışan sağlık mensuplarının haftalık mesai sürelerini 25 saatten 35 saate çıkartmakta

Kısacası; ne sağlık çalışanları, ne de hastalar için hiçbir olumlu düzenleme içermemektedir.

Bizler biliyoruz ki;

  • “Tam Gün” Tasarısı’nı da içeren Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın temel hedefi sağlığın ticarileştirilmesidir.
  • Sosyal Güvenlik Kurumu’nun fonlarıyla büyüyen özel hastane zincirleri daha şimdiden yabancı tekellere satılmaya başlanmıştır,
  • Hızla artan sağlık harcamalarını karşılamanın yolu vatandaşın cebi olarak görülmeye başlanmıştır,
  • Vatandaşlar, sağlık hizmetlerine ulaşabilmek için her geçen gün daha fazla para ödemek zorunda bırakılmıştır,
  • Özel hastaneler yıldızlandırılmış; vatandaşlar bizzat devlet tarafından ödeme güçlerine göre sınıflara ayrılmıştır,
  • Sağlık Bakanlığı iş güvenceli istihdam yerine yüz binin üzerindeki taşeron çalışan istihdamıyla Taşeron Bakanlığı’na dönüşmüş durumdadır,
  • Devlet Hastaneleri’nin özelleştirilmesini hedefleyen bir diğer Yasa Tasarısı da Meclis’in gündemindedir.

Bizler mevcut “Tam Gün” Tasarısı’na başından itibaren karşı çıktık. Karşı çıkmakla yetinmedik; kendi alternatif talep ve önerilerimizi yetkililere defalarca ilettik.

Bu yasayı destekleyen sağlık çalışanlarını temsil eden herhangi bir örgüt olmamasına rağmen siyasi iktidar sağlık çalışanlarının sesine kulak vermek yerine kendi programını okumaya devam etti.
Sağlık Bakanı, halkı-hastaları hekimlere-sağlık çalışanlarına karşı kışkırtan bir tavır izledi, hekim ücretleriyle ilgili kamuoyuna hiç bir şekilde gerçeği yansıtmayan rakamlar verdi.

Bir kez daha tekrarlıyoruz, sağlık çalışanları olarak bizler:

Sağlıkta dönüşüm programının mağduru olmak istemiyoruz.

4/a, 4/b, 4/c, 4924, sözleşmeli, taşeron gibi statülerde adaletsiz ve güvencesiz ücret ile çalışmak istemiyoruz,

Emekliliğe dahi yansımayan, iş barışımızı tehdit eden döner sermaye uygulamasına mahkum edilmek istemiyoruz.

Bugün “Ücretimiz, İş Güvencemiz, Meslek Onurumuz, Sağlık Hakkı” için yaptığımız eylemle;

  • Mevcut Tasarı’nın acilen geri çekilmesini,
  • Bütün sağlık çalışanları için iş güvencesi, genel bütçeden güvenceli, iyileştirilmiş maaş, sağlıklı ve güvenlikli çalışma ortamı,
  • Sağlıkçının hakkını koruyan, meslek örgütüme, sendikama, derneğime dil ve el uzatmayan bir sağlık bakanı isteğimizi tekrar ifade ediyoruz.

Eylemimiz hiçbir şekilde halkımıza, hastalarımıza karşı değildir.
Sağlık ocaklarında 2 TL,
Devlet hastanelerinde 8 TL,
Özel hastanelerde hem 15 TL,
hem de üstüne “ilave ücret” ödemek zorunda kalanlar başta olmak üzere uygulanan sağlık politikalarından zarar gören, mağdur olan bütün vatandaşlarımızın desteğini bekliyoruz.

Kamuoyuna saygılarımızla duyururuz.


alt

alt

alt

alt

alt

alt

alt

Kaynak: http://www.ttb.org.tr/-sitesi

Hekimin sağlığını bozacak yasa

Hekimin sağlığını bozacak yasa
http://www.tusav.org.tr/2007/www/images/doktor77.jpg
Elif Görgü
19/01/2010

Sağlık alanında çalışma sistemini değiştiren Tam Gün Yasa Tasarısı bugün TBMM Genel Kurul’unda ikinci kez görüşülecek.
Sağlık alanında çalışma sistemini değiştiren Tam Gün Yasa Tasarısı bugün TBMM Genel Kurul’unda ikinci kez görüşülecek. Başbakan ve Sağlık Bakanı’nın “hekimler muayenehanelerini bırakmak istemiyor” şeklinde propaganda yaptığı tasarı başka bir çok hüküm içeriyor.
Peki yasa aslında ne getiriyor. Hükümetin Tam Gün Yasası, sağlık emekçilerini 7 gün 24 saat çalışmaya zorlayarak hasta güvenliğini tehlikeye atıyor.
Hekimleri kaliteli hizmet yerine “daha fazla muayene, daha fazla tetkik, daha fazla ameliyat” yapmaya yönlendiriyor. Üniversitelerde ve eğitim hastanelerinde eğitimin kalitesini düşürüyor. Getirdiği mesleki sorumluluk sigortasıyla yerli-yabancı özel sigorta şirketlerine yeni bir kazanç kapısı açıyor

7 GÜN 24 SAAT ÇALIŞMA
Hekimlerin yüzde 80’inin üye olduğu Türk Tabipleri Birliği, iki yıldır gündemde olan tasarı ile ilgili bir çok açıklama yaptı, raporlar hazırladı. TTB’nin dikkat çektiği noktalar kısaca şöyle:
Tam Gün Yasa Tasarısı’nda sağlık çalışanları açısından kalıcı, güvenceli bir özlük hakkı kazanımı bulunmuyor. Emekliliğe yansıyan, insanca yaşayacak bir temel ücrete yönelik düzenleme yapmak yerine “performans” adı altında elde edilecek gelire endeksli bir ücret modeli getiriliyor.
Nöbet dışında mesai dışı çalışma kavramı getirilerek; 45 saatten 40 saate inmiş gibi gözüken çalışma süresi böylece 7 gün 24 saate kadar çıkartılıyor. Fazla çalışmaya yönelik bir kısıtlama da bulunmuyor.
Taslak, hekimleri bölünmüş çalışmadan kurtarma gerekçesi ile uzun saatler fazla çalışmaya zorlayıcı hükümler içeriyor. Tasarı mevcut haliyle bırakın halkın sağlığına katkıda bulunmayı çalışanların sağlığını dahi bozmaya aday.
EĞİTİM YOK SADECE HİZMET
Tıp fakülteleri özelinde eğitim, hizmet, araştırma üçlüsünün oluşturulamayan dengesi bütünüyle hizmete kurban ediliyor. Öğretim üyelerinin özlük hakları “sağlık hizmet sunumuna” bağlanıyor. Bu durumda gözden çıkarılan nitelikli eğitim kadar halkın nitelikli sağlık hizmetine ulaşma hakkı. Oysaki bugün tıp fakültelerindeki temel sorun nitelikli tıp eğitimi, nitelikli hekim yetiştirilmesi olmalıydı. Tasarı bunu bütünüyle ortadan kaldırıyor.
ÇALIŞANIN SAĞLIĞI HİÇE SAYILIYOR
Radyoloji çalışanları için haftalık çalışma süresi 35 saate çıkarılmaktadır. Bu düzenleme bu alanda çalışan sağlık personelinin sağlığını korumak için gerekli düzenlemeleri içermemesi nedeniyle yaşam ve sağlık hakkını ihlal etmektedir.
5. Taslak, ülkemizde büyük bir bölümü kısmi zamanlı olarak çalışan ve sayıları 10 bine yaklaşan işyeri hekimlerini ve işyeri sağlık hizmetlerini doğrudan etkileyecektir.

ABD’NİN SİGORTA SİSTEMİ UYGULANACAK
Tam Gün Yasa tasarısının getirdiği mesleki sigorta sistemi ise uzun yıllardır ABD’de uygulanıyor. ABD’deki sistemin;
*Sağlık hizmeti sırasında zarar gören hastaların yüzde 99’unun zararlarını karşılamadığı
*Yanlış tedavi ile suçlanan hekimlerin yüzde 83’ünün aslında tıbbi ihmali olmadığı ortaya çıktı
*Mesleki sorumluluk sigortasına ödenen primlerin yüzde 50’sinin hastalara ödenen tazminatlar için yeterli olduğu, diğer yarısının avukatlara, mahkeme masraflarına ve sigorta şirketlerine gittiği belirlendi
*Yoksul hastaların zengin hastaları işilere kıyasla “yanlış tedavi”yi tazmin edilme ihtimalinin çok düşük olduğu tespit edildi
*Hekim ve hasta ilişkisini adeta hasım ilişkisine dönüştürdüğü ortaya çıktı.

TTB: GERÇEK DOKTOR TEHDİTE PABUÇ BIRAKMAZ

Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın “Gerçek doktor iş bırakmaz” sözlerine Türk Tabipleri Birliği’nden (TTB) tepki geldi. TTB Genel Sekreteri Eriş Bilaloğlu, hükümetin “Tam Gün Yasa Tasarısı”na hiçbir sağlık örgütünün destek vermediğine dikkat çekerek, “Gerçek doktor işini gücünü bırakır, gerçekleri anlatır, ama tehditlere pabuç bırakmaz” dedi.
Bilaloğlu, dün TTB Merkez Binası’nda yaptığı basın toplantısında Bakan Recep Akdağ’ın “Gerçek doktor iş bırakmaz” sözlerine yanıt verdi. Sağlık örgütlerinin 19 Ocak’ta (bugün) iş bırakarak sağlık alanındaki gerçekleri ve sağlık çalışanlarının özlük haklarını anlatacağını belirten Bilaloğlu, Bakanın “iş bırakmaya destek yok”, “Tasarıyla sağlıkçıların özlük hakları iyileştirilecek” sözlerini hatırlatarak, “Buna inanan var mı?” diye sordu.
Bakan Akdağ’ın “Muayenehaneye bir uğra devri kapanıyor” sözlerini değerlendiren Bilaloğlu, “Sayın Bakan hekimlik yaşamında muayenehane çalıştırmış mı? Çalıştırdıysa kamu kurumunda çalışırken mi çalıştırdı? Bizce en azından sayın Bakan hastalara ‘Bir muayenehaneye uğra’ dememiştir” diye konuştu.
‘BIÇAK PARASI BAHANE, FARK ÜCRETİ ŞAHANE’
Yasa çıkarsa suiistimallerin daha da artacağını vurgulayan Bilaloğlu, “Çünkü Bakan’ın sistemi aynı sistemdir: Hastaların sırtından gelir elde etmek. Bıçak parasını bahane ederek fark ücreti adı altında getirdiğiniz ve her sene giderek artan paraya ne ad veriyorsunuz? ‘Bıçak parası bahane, fark ücreti şahane’ adı altında kurduğunuz düzeni nasıl açıklıyorsunuz” dedi. Bilaloğlu, sağlık örgütlerinden hiçbirinin hükümetin yasa tasarısını desteklemediğine dikkat çekti.
Bilaloğlu, “O halde gerçek doktor yarın (bugün) işi gücü bırakır, gerçekleri anlatır, ama tehditlere pabuç bırakmaz” dedi. (Ankara/EVRENSEL)

TTB’DEN ALTERNATİF TAM GÜN YASASI

AKP Hükümeti’nin tasarısına karşı Türk Tabipleri Birliği de alternatif bir yasa tasarısı hazırladı. TTB’nin Tam Gün Yasa Tasarısı temel olarak;
*iş güvencesi ve insancıl bir ücretlendirme yöntemi
*insanca yaşamalarına yetecek, emekliliğe yansıyan bir ücret
*mesleki gelişimleri destekleyici bir izin ve karşılıklandırma sistemi
*makul çalışma saatlerini içeren bir çalışma düzeni
*toplu sözleşme ve grev hakkı
*hekimleri cezalandıran değil, tıbbi hataları önleyen
*hastaların zararlarını derhal karşılayacak bir yasa öneriyor.
19 maddelik tasarıda bütün hekimleri kapsayıcı ücret ve tazminat artışları öngörülüyor.
Yanı sıra, sağlık hizmetleri tazminatı ve sağlık personeli mahrumiyet ikrameyesi gibi yeni düzenlemeler de getiriyor.
ÜCRETLER ARTIRILIYOR
Tasarıda;
*Hekimlerin toplam ücretlerinin yüzde 20’si oranında ek ödeme yapılması
*Hekimlerin nöbet saat ücretlerinde, 5 lira gibi kabul edilemez rakamlar yerine emeklerini gerçekçi bir biçimde karşılayan artışlar öneriliyor.
*TTB’nin önerdiği tasarıda hekimlere dinlenme hakkı getiriliyor
*Hastalara verilen hizmetin niteliğini riske atan uzun çalışma saatlerine sınırlanma getiriliyor; 40 saatlik haftalık normal mesai süresinin yanında nöbet gibi fazla çalışma dahil haftada en fazla 56 saat çalıştırılabileceklerine ilişkin düzenleme talep ediliyor.
*Yıllık izin süresi mesleki kıdeme göre 25 ve 35 gün olarak belirleniyor. Ayrıca mesleki gelişim izni düzenenerek sağlık çalışanlarının meslekleriyle ilgili semirler ve benzeri çalışmalara katılabilmesi sağlanıyor
ANAYASA’DA DEĞİŞİKLİK ÖNERİSİ
*Yalnızca hekimlerin değil özellikle sağlık çalışanlarının ekonomik ve sosyal haklarının gerçekleştirilebilmesi için sendikal hakların tam olarak kullanılmasının olmazsa olmaz olduğu belirtilerek Anayasa’nın 18. maddesinin, toplu sözleşme, toplu pazarlık ve grev hakkını da içerecek bir biçimde yapılması isteniyor.
*Sağlık çalışanlarının her türlü taciz ve şiddetten arınmış, dengeli bir atmosfer ve çevrede çalışma hakkının güvence altına alınması ön görülüyor
*Hükümet tasarısında yer alan özel sigortacılık yerine pek çok dünya ülkesinde olduğu gibi sağlık hizmetinde ortaya çıkan zararlara yönelik olarak kamusal bir zarar karşılama sistemi ve bunun için bir amu kurumu kurulmalı kurulması isteniyor.

http://www.evrensel.net

12 Şubat 2009

BU SGK KARARI ÖLÜM GETİRİR

BU SGK KARARI ÖLÜM GETİRİR

TTB, Sosyal Güvenlik Kurumu’nun çıkardığı ve 1 Nisan 2009’da yürürlüğe girecek olan, hastaların;

10 gün içerisinde aynı branşa müracaat edemeyeceklerini öngören uygulamanın beraberinde ölümlü olayların yaşanmasına yol açacağını söyledi...


BAŞAK TURAN-MERVE DÖNMEZ ANKARA


Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi üyesi Altan Ayaz, Ankara’da düzenlediği basın toplantısında “10 gün içerisinde aynı branşta aynı sağlık merkezine zaten başvurulamıyordu. Yeni uygulama ile Türkiye’nin herhangi bir yerinde aynı branşa tekrar başvuru engelleniyor. Bu sağlık hakkının kullanılmasına engeldir” dedi.


ACİL AMELİYATLAR NE OLACAK

Uygulamanın etik bir ihlal olduğunu belirten Ayaz, “Kişinin ikinci bir görüş alma hakkı vardır. Uygulama bunun önüne geçiyor. Ayrıca tıpta zaman çok önemlidir. Örneğin 10 günlük süre zarfında ilk muayenede fark edilemeyen özel bir beyin tümörünün boyutu ikiye katlanabilir, bir akciğer kanseri türü tüm ciğere yayılabilir. 10 günün geçmesini beklerken ameliyat hakkınızı kaybedebilirsiniz” şeklinde konuştu.


‘SGK FİNANS KURUMU GİBİ’

Tedavisi tamamlanamayan hastaların kendi imkanları ile tedavilerini sürdürmeye mahkûm bırakılacağını belirten TTB Merkez Konseyi üyesi Ayaz, SGK’nın masrafların altından kalkamayacak durumda olan hastaları görmezden geldiğini, bu uygulama sonucunda mağdur olacakların sayısının da asla kesin olarak bilinemeyeceğini ifade etti.

TTB Merkez Konseyi üyesi Altan Ayaz, şunları da kaydetti:

“Sağlık hizmetlerinin sunumu aslında bir finans kurumu olan SGK’ya bırakılıyor. Bunun sonucu olarak da iyi hekimlik uygulamalarıyla örtüşmeyen, sağlık hakkını gasp eden durumlar ortaya çıkıyor.

Öncelik vatandaşın sağlığı olmalıyken, sistem gelir-gider kalemleri üzerine kuruluyor. SGK Başkanı suistimalleri önlemeye çalıştıklarını söylüyor, fakat suistimalin asıl nedeni sistemin para üzerine kurulmuş olmasıdır.”


Birgün Gazetesi