savunma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
savunma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Mayıs 2010

DEVREK'TE; Lise öğrencisine 'Ergenekon' dayağı

DEVREK'TE; Lise öğrencisine 'Ergenekon' dayağı
09.05.2010 Pazar

Bir lise öğretmeni, Ergenekon sanıklarını savunan öğrencisini sınıfın ortasında dövdü. Dövülen öğrencinin babası Savcılığa suç duyurusunda bulundu. CHP, dayağı TBMM’ye getirdi

Bir lise öğretmeni, Ergenekon sanıklarını savunan öğrencisini sınıfın ortasında dövdü. Dövülen öğrencinin babası Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulundu ve öğretmenden şikayetçi oldu.

CHP Zonguldak milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün verdiği bilgiye göre olay, Zonguldak Devrek Anadolu Teknik Lisesinde yaşandı. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni Metin Özer, derste Ergenekon sanıkları için “Devlet düşmanları’’ dedi. Lise birinci sınıf öğrencisi 15 yaşındaki U.O.Ç ise, ‘’Dava devam ediyor. Sonucu alınmayan bir davada yargılananlar hakkında böyle konuşmanız doğru değil’’ dedi. Bunun üzerine sinirlenen öğretmen Özer’in, öğrencisine tokat atıp, sınıf içerisinde dövdüğü belirtildi.

KÖKTÜRK, MECLİS’E GETİRDİ

CHP Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk yaptığı açıklamada ‘’Olay, okulda şiddet denilerek geçiştirilemez. İktidar, ulusal ve Atatürkçü eğitim çizgisinden uzaklaştı. Bizzat Başbakan ve Hükümetin ilgili bakanlarınca yürütülen Erzincan ve Silivri gibi devam eden yargılamalara dönük yargısız infaz kampanyalarının bir sonucudur” dedi. Köktürk, Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun yanıtlaması istemiyle verdiği soru önergesiyle de konuyu TBMM gündemine de taşıdı.

Gazeteport'un haberine göre Köktürk, ‘’Devrek’te yaşanan bu olayla ilgili soruşturma açılmış mıdır ? İktidar tarafından iç siyasete dönük olarak yapılan açıklamaların, Milli Eğitim sistemimize kadar girmesini nasıl engelleyeceksiniz ? Okullarda yaşanan bu şiddet olaylarının çözümüne yönelik herhangi bir çalışmanız var mıdır? ‘’ sorularına cevap istedi.

AİLEDEN SUÇ DUYURUSU

Bu arada Devrek İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nce öğretmen Metin Özer hakkında disiplin soruşturması açıldı. Baba Abdülvahap Çiftçiler de, oğlunun sonuçlanmamış bir dava ile ilgili düşüncesini açıkladığı için dayak yediğini söyledi. Baba Çiftçiler, “Oğlum sadece düşüncesini söyledi. Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunduk. Oğlumun hakkını sonuna kadar arayacağım” diye konuştu
.

http://haber.gazetevatan.com/

14 Kasım 2009

Yargı savunma konumunda

Yargı savunma konumunda


13.11.2009-ANKARA Milliyet

Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkan Vekili Özbek, HSYK’da dinleme belgelerinin tartışıldığını söyleyerek, “Yargı savunma durumundadır” dedi

Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Başkan Vekili Kadir Özbek, hâkim ve savcıların telefonlarının dinlenmesine, “Yargı savunma durumundadır. HSYK’nın dünkü toplantısında, meslekten ihraçları istenen YARSAVÖmer Faruk Eminağaoğlu ile Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Osman Kaçmaz’ın soruşturma dosyalarından çıkan telefon dinlemelere ilişkin bilgi ve belgeler tartışıldı. HSYK Başkan Vekili Kadir Özbek toplantıdan sonra yaptığı açıklamada özetle şöyle dedi:

‘PARANOYA’
Telefon dinleme olayları giderek artan bir şiddetle süregeliyor ve toplumda, sade vatandaşın dahi dinlenildiği paranoyasını yarattı. Bu korku insan hakkı ihlalidir. HSYK telefon dinlemelerinin, özellikle de adalet müfettişlerinin başvurusu üzerine mahkemelerce verilen dinleme kararlarının hukuka uygunluğunun yargı süzgecinden geçirilmesi konusunda karar aldı. HSYK’nın aldığı karara rağmen, Adalet Bakanı’nın, hiçbir dosyayı bugüne kadar Yargıtay denetimine sunmadığını öğrenmiş bulunuyoruz. Dinlemelerin sürdürüldüğünü görüyoruz. Bu işin de takipçisi olacağız.

KANUN YARARINA BOZMA NEDİR?: Ceza Muhakemesi’nde yer alan olağanüstü kanun yollarından biridir. Hâkim veya mahkeme tarafından verilen ve temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşen kararlarda hukuka aykırılık varsa, Adalet Bakanı’nın söz konusu kararın Yargıtay tarafından bozulmasını istemesi demektir.
'ÖZENLİ OLUN’
Müfettişlerin telefon dinleme başvurularını karara bağlayan hâkimlerin birtakım endişelerinin olduğu, bu nedenle talepleri geri çevirmede birtakım sıkıntılar yaşadıkları izlenimini sürekli duyduk. Bize teşkilattan gelen yansımalar bu şekilde. Fakat tüm teşkilatımızdan beklediğimiz istediğimiz şudur; hiçbir kaygı, endişe içinde kalmadan kendilerine intikal eden bu ve benzeri başvurularda adil yargılanma hakkı, insan hakları, özellikle yasaya uygun kararların üretilmesi bakımından çok hassas davranmalarını bekliyoruz.

KENDİ TELEFONUNU DİNLETEN HÂKİMLER:İzmir’de geçen yıl adliyedeki rüşvet çarkını ortaya döken soruşturma sonunda tutuklanan 2 ağır ceza hâkiminin, savcılıktan kendilerine gelen dinleme taleplerini, içinde kendi telefon numaralarının da bulunduğunu fark etmeden onayladığı ortaya çıkmıştı.

‘CEZA VERMEYİZ’
(Yargının zirvesinde telefonların dinleniliyor olması sizce nasıl bir durum, neyle karşı karşıyayız? Sorusu üzerine) Normal bir durum olsaydı bu soruyu bana sormazdınız. Sadece şüpheye dayanarak dinleme kararı verilemez. Yüksek kurulumuzun son zamanlardaki birkaç uygulamasında ilke olarak kabul ettiğimiz bir konu var. Bunu açıklamakta yarar görüyorum. Salt dinleme, tape kayıtlarına dayanarak herhangi bir riskli işlem yapılmasını uygun görmüyoruz. Öncelik maddi delillerdir. Kurul olarak, bu uygulamayı sürdüreceğimizi sizlere bildiriyorum. (Sizin dinlenildiğinize ilişkin endişeniz var mı? Sorusu üzerine) Türkiye’de herkesin dinlenildiğinden bahsediliyor.

SON KARAR HSYK’NIN:Adalet Bakanlığı müfettişleri tarafından hazırlanan raporlar, bakanlığın oluruyla HSYK’ya gönderiliyor. HSYK, hâkimler ve savcılar için kınamadan meslekten ihraca varan cezalar belirleyebiliyor ya da ceza vermeyebiliyor. HSYK kararları kesin olduğu için yargısal denetime tabi tutulamıyor.
Savcıların durumu tartışma konusu oluyor
Yargıtay Kanunu ile Hâkimler ve Savcılar Kanunu hükümleri, Yargıtay savcıları ve tetkik hâkimlerinin durumlarını tartışmalı kılıyor. Adalet Bakanlığı, kanuna göre, Yargıtay savcıları hakkında soruşturma başlatılmasının Adalet Bakanı’nın iznine tabi olduğunu belirterek, soruşturmaları buna göre yürütüyor. Yargıtay Savcısı Ömer Faruk Eminağaoğlu ise Yargıtay Kanunu’nun 64. maddesine göre, Yargıtay savcılarının özlük işleri ve disiplin yönünden HSYK’nın iznine tabi olduğunu, HSYK’dan izin alınmadan yürütülen soruşturmaların geçersiz sayılması gerektiğini savunuyor.

*http://www.milliyet.com.tr/Siyaset *

1 Kasım 2009

Mitinglerden grevlere doğru: 25 Kasım Grevinin anlamı

Mitinglerden grevlere doğru:

25 Kasım Grevinin anlamı

Yunus ÖZTÜRK

Kamu emekçileri grevi işçilerden öğrendiler. İşçilerin grevlerinin tarihsel başarılarından hareketle grev kararı aldılar. Grev hakkı olmayan kamu emekçilerinin 25 Kasım’da bir günlük uyarı grevi kararı almış olmaları, adını koyarak gerçekleştirecekleri ilk grev olacak. Temennimiz grevin başarılı geçmesidir.

İşçilerin grev deneyimleri

İşçi hareketinin tarihinde birçok başarılı grev deneyimi var. 1963 Kavel Grevi, 15-16 Haziran 1970 grevi, 1989 Bahar Eylemleri, 1991 Maden işçilerinin grevleri ve 3 Ocak Genel Grevi…

Ancak, grevler her zaman başarıyla da sonuçlanmamıştır. Özellikle son 10 yıldır işçi ve kamu emekçilerini temsil eden konfederasyonlar emekçilerin çıkarlarını savunma konusunda geriliyorlar. Sermayenin baskısı karşısında savunma hattındalar. Henüz sermayenin ve hükümetin ciddiye alması gereken kararlı bir tutum içinde değiller. Bu kararsızlık grev konusunda iki kat daha fazla. Alışılmış durum şu: Sendikalar toplusözleşme yasasından doğan yasal grev hakkını bile son dakikaya kadar kullanmıyor; grev kararı almak zorunda kaldıklarında bile son gün gece yarısı greve çıkmak yerine toplusözleşmeyi imzalamayı tercih ediyorlar.

İşçi sendikaları kuşkusuz toplusözleşme hukuku gereği bazı işyerlerinde grev kararı alıp uyguluyorlar. Bu grevlerin içinde Telekom işçilerinin grevini, THY emekçilerinin greve “evet” oyu kullanmalarını sayabiliriz. Ancak bu durumda bile gerçek bir grev yaşanmamıştır. Örneğin Haber-İş Sendikası işçilerin bir aylık ücretlerini kendi kasasından ödemek suretiyle ancak bir ay grev yapabilmiştir. Hava-İş Sendikası ise, işçilerin greve evet demesine rağmen greve çıkmamıştır.

Daha küçük işyerlerinde yaşanan prosedür gereği grevler ise, gerçek bir başarıyı temsil etmiyor. ATV grevinde olduğu gibi işçilerin katılımı olmayabiliyor ve mahkeme grevi erteliyor. Asil Çelik grevinde olduğu gibi işyeri iflas ettiği için aylar süren grev yapmak zorunda kalabiliyorsunuz.

Novamed, YÖRSAN ya da Sinter Metal gibi işyerlerinde ise, sendikalaşma sebebiyle mücadeleler yaşandı. Bu mücadelelerde işçiler öylesine haklıydı ki, mahkemeler mevcut hukuk sınırları içinde haklarını teslim edilmek zorunda kaldı; ancak işe geri döndüklerinde daha iyi bir çalışma koşulu bulmadılar ya da tazminat haklarını elde etmekle sınırlı kaldılar. Uzun süre ücret almadan, çalışmadan yaşamak işçiler için mümkün olmadığı için, Sinter Makinede olduğu gibi işçiler arasında bölünme olabiliyor.

Yine de en militan ve kararlı mücadeleler işçilerin tabandan katıldığı ve sendikaların (Tek Gıda-İş, Petrol-İş ve Birleşik Metal) maddi desteğiyle gerçekleşebildi. Her halükarda tek tek işyerlerinde maliyeti ve bedeli ağır olan mücadeleler ortalama 3 yıl gibi bir süreyi kapsayan ısrarlı bir örgütlenmenin sonucunda gerçekleşebiliyor.

Genel olarak sendikaların grevden ve mücadeleden kaçan tutumlarını işçilere mal etmeleri olağan bir “kaçış” gerekçesi olsa da, gerçek durum bu değil. Toplusözleşme gündemi dışında Genel Sağlık Sigortası Yasasına karşı 14 Mart 2008’de iki saatlik iş bırakma eylemini sayabiliriz; Telekom grevini ve Hava-İş grev oylamasını da hatırlatalım. 14 mart’taki iki saatlik grev tabanda karşılık bulmuş ve son yılların en etkili ve kitlesel işyeri eylemi olmuştur.

İlk sonuç, tabandaki işçi greve çıkma yönünde hareket ederken, sendika yönetimleri greve çıkma kararlılığında değiller.

Miting sendikacılığı değil grev

AKP hükümetinin 7 yıllık iktidarına çoğunlukla destek verip sessiz kalan ve grev kavramını neredeyse hiç telaffuz etmeyen sendikal hareket Ankara merkezli mitingler dönemi artık geride bırakmalı. 1999’da sosyal güvenlik mitinginden bugüne kadar Ankara merkezli “doldur-boşalt” diye tabir edebileceğimiz mitingler yoluyla hükümetlere ve sermayeye geri adım attırabilmiş değiliz. Mitingler sendikalara maliyeti trilyon liraları bulan son derece pahalı etkinlikler. Üstelik üyeler için de yorucu: Ortalama 10-12 saat yol gelip mitingi bir iki saat içinde bitirip tekrar o yolu geri dönen bir üyenin sendikal görev ve sorumluluklarını yerine getirmiş sayılamaz.

Kriz karşısında ve genel olarak emekçilerin sorunlarının çözümüne dair konfederasyonların toplu sözleşme süreçleri dışında grev kararı almadıkları, grev kararı aldıklarında bile uygulamadıkları; toplu sözleşme dışında yasal olarak grev haklarının olmadığı da bir gerçek.

25 Kasım grev kararı hem sendikaların terminolojisini değiştirecek, hem Ankara merkezli mitingleri aşacak hem de 29 Kasım’la başlayıp 15 Şubat ve 1 Mayıs’la devam eden krize karşı mücadelenin yeniden birleşik bir mücadeleye dönüşmesine olanak verecektir.

Sendikalar işçi sınıfının ve işsizlerin; emeklilerin, gençlerin ve kadınların ekonomik kriz karşısında uğradığı kayıpların geri alınması mücadelesinde ısrarcı ve militan bir mücadeleyi örgütlemesi gereklidir. Sendikal hareketin zayıfladığı, yerel eylemlerin dağınık şekilde sürdüğü koşullarda, işçi ve emekçileri mücadelesini merkezileştirecek her girişim, sınıf hareketine bir katkı yapar.

KESK’in 25 Kasım’da “bir günlük uyarı grevi” kararı sendikaların ve işçilerin birleşmesi için yeni bir fırsattır.

İşçi sınıfına dayatılan çalışma ve ücret koşuları, iş yasası, emeklilik ve sosyal sigorta yasaları, işsizlik fonundan işverenlerin yararlanması önemli kayıpların belgeleri olarak karşımızda duruyor. AKP bu yasalara yenilerini eklemek gayretinde. Hükümet, patronlarla elbirliği içinde kıdem tazminatlarını kaldırmak istiyor, yeni sendikalar yasasıyla sendikalar üzerinde denetimini artırmaya çalışıyor, kamu personel rejimi yasasıyla kamusal hizmetlerde çalışan kamu emekçilerini iş güvencesiz sözleşmeli statüde çalıştırmayı planlıyor.

25 Kasım grevi işte bu nedenle sadece kamuda çalışan emekçilerin ve sendikaların değil, işçi sendikalarının da sahip çıkıp etkili olması için çalışmak zorunda oldukları bir uyarı grevi olmak zorundadır.

İkinci sonuç, 25 Kasım uyarı grevi mitingler dönemine son verebilir, birleşik mücadele olanağını sunabilir.

25 Kasım’da grevdeyiz

İşçi sendikalarının bile ne kadar grev yapabildiği ortadayken, KESK’in 25 kasım grev kararını “grevdir/grev değildir” diye masaya yatırıp tartışmanın ne yararı olabilir? Grev için referandum gerekli, çadır kurmak lazım vb. diyerek gerçek grev tamını arayışını ilk kez grev yapacak kamu emekçilerinin grevi üzerinden tanımlamaya çalışmak faydasız bir uğraş olacaktır. İdeal bir grev tanımı yapıldığı zaman, son 30 yıldaki grevlerin tamamının aslında grev olmadığını söylemek gerekecektir. Böyle bir hovardalığa hakkımız yok. Grevin Fransızca kökeni, Seine (Sen) Nehri kumsalında yatıp uzanmaktan, çalışmamaktan geliyor. Fransız işçileri patronlar haklarını vermediğinde nehrin kenarına gidip kumsalda yatarlarmış. Grev, en genel tanımıyla işçilerin, emekçilerin çalışmama hakkını kullanarak işverene baskı yapması demektir.

Tabii ki bir grevi birçok yönüyle zenginleştirip kitle hareketini ateşleyecek biçime dönüştürmek mümkündür. Ancak; grev idealizmiyle hareket ederek 25 Kasım’ın grev olmadığını ispata çalışmanın eyleme ne katkısı olabilir? Bu yolla olsa olsa grevi küçümseyerek yan yollara sapmaya, sol gösterip iş yapmamaya hizmet etmiş olurlar. 25 Kasım verili koşullarda yapılabilecek bir grevdir, en ileri sınıf eylemidir. 15 Şubat İstanbul Mitingini tamamlayacak bir adımdır.

Yeter mi? Yetmez, Krizin bedelini ödemeyeceğimizi ilan etmişsek, bedeli ödemeyeceğimizi pratik olarak orta koyacak bir mücadeleyi de örgütlemek zorundayız.

Üçüncü sonuç, grevi yaparak, yaşayarak öğreneceğiz.

Birleşik mücadele kolay değil

25 Kasım grevine emekçi sınıflar farklı taleplerle katılacaktır. Kimisi iş için, kimisi emekli aylığını artırmak için, kimisi toplu sözleşme hakkı için. Ancak KESK ücret sendikacılığı yapmadığı için, bu grevi demokratik hak ve özgürlükler mücadelesiyle bütünleştirecektir; yani başta Kürt sorununda taraf olacaktır. Özellikle Kamu Senle birlikte greve gidileceği koşullarda siyasi duruşumuz iki kat daha önemli olacaktır.

Bu grevin demokratik zeminde en sıkıntılı yanı Kamu Sen yönetiminin politik gericiliği olacak gibi görünse de, Kamu Sen açısından KESK ile birlikte grev yapmak siyasi olarak daha kolay izah edilemez. Arzu edilen Emek Platformu bileşenlerin mümkün olan en geniş kesimini mücadeleye katmak olsa da (DİSK, TMMOB, TTB destek veriyor), somut durumu veri almak zorundayız. Bize düşen bu somut durumdan hareketle grevin başarılı olabilmesi için her zamankinden daha çok çalışmaktır.

Son bir sonuç: Mücadele siyasi risk almak demektir.

31 Ekim 2009 Cumartesi

"http://www.turnusol.biz/public/makale.aspx?id=5809&pid=19&makale=25