BOYKOT etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
BOYKOT etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Eylül 2010

Ezilen ve Emekçi Kadınların Boykot Cephesi


Ezilen ve Emekçi Kadınların Boykot Cephesi'nin 6 Eylül'de Taksim'de yaptığı basın açıklamasının metni:
20082010_kadin_boykot

Basına ve kamuoyuna

06.09.2010-

82 Anayasası'nın özüne dokunmadan 26 maddesinin değişikliğinin oylanacağı 12 Eylül referandum gününe sayılı günler kaldı.
Yııllardır bu ülkenin anayasalarında 'birey'olarak görülmeyen, ''ırz'', ''namus'', eş,anne olarak görülen biz kadınlar, bir anda 'özgür karar verme yetisine sahip bireyler' olarak görülmeye başlandık. Bugüne kadar olan anayasalarda birey olarak kadınların yasal hakları var ve fiiliyattta işliyormuş gibi neredeyse geçtiğimiz tüm yollarda 'Hayır, çünkü bu anayasada kadının adı olmayacak' pankartları asan CHP'ye, 'Kadın ve erkeğin tam hak eşitliğine, Evet' pankartları asan AKP'ye söyleyecek sözümüz var:
12 Eylül zihniyetinden beslenen ve 12 Eylül zihniyetini meşrulaştıran , emperyalizme hizmette sınır tanımayarak yıllardır emeğimizi sömüren, kimliğimizi yok sayan, yaşama hakkımızı elimizden alarak, katleden,'namus ve töre cinayetlerine kurban eden' şiddetin her türlüsünü reva görenler biz kadınları bu kirli oyununuzun bir parçası haline getiremeyeceksiniz.

Ezenlerin kadınlara yıllardır oynadığı üç maymun oyunu yeni değildir!

Osmanlıda ilk anayasal düzenleme niteliğinde olan ve 1839’da ilan edilen Tanzimat Fermanı’nda kadınlara ilişkin herhangi bir ibare yer almamaktadır.1856 yılında çıkarılan Islahat Fermanı’nda da mevcut durum değişmemiş, sadece şu madde eklenmiştir: “Mezhep, dil, cinsiyet gibi
hususlarda bir sınıfın diğer sınıf hakkında küçültücü söz, yazı, davranışlar ve namusa dokunacak her türlü tanım ve niteleme tamamen ve kesinlikle yasaktır.” Kadınlara yönelik cinsel taciz ve tecavüz suçlarının yine ‘namus’ kavramı adı altında toplanmıştır.

1921 anayasasında kadınlara dair en küçük bir ibareye dahi rastlamak mümkün değildir. Cumhuriyet Dönemi’nde 1924’te
Osmanlının 1921 anayasası devralınarak ezilen ulusları ve azınlıkları yok sayan bazı eklemeler yapılmıştır.1924 anayasasında 10. maddede “Milletvekili seçmek, yirmi iki yaşını bitiren kadın, erkek her Türk’ün hakkıdır.” ve madde 11’de “Otuz yaşını bitiren kadın, erkek her Türk, milletvekili seçilebilir. Bu maddelerde “Türkçe okuma yazma bilmeyenler, milletvekili seçilemezler.” ifadesi de yer almaktadır.

1924 yılında yapılan değişikliklerle, kadınlara ilk kez seçme ve seçilme hakkı verildiği, Avrupa’nın birçok ülkesinde hala kadınlara bu hakkın verilmediği söylenerek çağı aşan bir anlayışla kadınlara çok büyük bir hak verilmiş gibi gösterilmektedir. Oysa bir taraftan ezen ulusa tanınan haklar dışında geri kalan kesimlerin tümünü yok sayan bir anayasa olduğu gibi, aynı zamanda
Türkçe bilmeyenlerin milletvekili olamaması gibi bir ayrıntı ile ezilen ulus ve milliyetlerden tüm kadınlara da seçme ve seçilme hakkı yasaklanmış olmaktadır. Kadınlara ilk kez anayasada yer verilmesi çok önemli bir adım gibi görünürken, ilginçtir ki bu haklar, Kürt ulusunun, azınlıkların, emekçi halk kitlelerinin yok sayıldığı bir zeminde ülkenin hakim sınıflarınca kadınlara “verilmiştir.”

1935 yılında kadınların girişimi ile kurulan kadın partisi kapatılmış,
kadınların örgütlenmesi engellenmeye çalışılmıştır. Madde 87’de “ Kadın erkek bütün Türkler İlköğretimden geçmek zorundadırlar. İlk öğretim, devlet okullarında parasızdır.” ibaresi ile resmiyet kazanan şovenist zihniyeti benimsemiş ‘modern Türk kadını’, bu temel vazifeyi yerine getirmek için çaba göstermelidir.
Anadolu’da gönüllü öğretmenlik vazifesi için hiç tanımadıkları, bilmedikleri yerlere gitmeyi göze alan, özellikle ‘şark vilayetlerinde’ Türk olmayanları Türkleştirmek için
üstlerine düşen ‘misyonerlik’ görevini layıkıyla yerine getiren kadınlara sıklıkla rastlanmaktadır. Aynı zihniyet günümüzde de devam etmekte, milyonlarca yoksul emekçinin eşit, parasız, anadilde eğitim hakkının gasp edilmesini onaylayanlar, Doğu’da ve Güneydoğu’da Kürt olan kız çocuklarına eğitim olanakları taşıma görüntüsü altında asimile etme girişimlerine aralıksız devam etmektedir. 1924 yılında yapılan değişikliklerden sonra mevcut anayasa 1961 yılına kadar geçen uzun dönem boyunca mevcut haliyle korunmuştur.

1961 Anayasası ise kendinden önceki anayasalardan daha ‘eşitlikçi’ ve ‘sosyal’ bir anayasa gibi görünmektedir. Ancak bu anayasanın, ülkede gerçekleştirilen ilk askeri darbe olan 27 mayıs 1960 askeri-faşist darbesinin ürünü bu anayasanın en başında yapılan darbenin meşruluğuna ve Türk milliyetçiliğinin korunmasına yönelik vurgular çarpıcıdır ve bu anayasa, mevcut Türk milliyetçiliğini tırmandırmıştır.
Anayasanın 12. maddesinde: “Herkes dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep farkı gözetilmeksizin, kanun önünde eşittir. Bu anayasada ailenin korunmasına büyük önem verilmiş, madde 35’te “Aile, Türk toplumunun temelidir” denmiştir.

12 Eylül 1980’de yaşanan askeri darbe ise, toplumun tüm kesimlerinde olduğu gibi biz ezilen ve emekçi kadınlar için de baskının, işkencenin, dizginsiz saldırıların gerçekleştiği bir dönem oldu.


Bu dönemde onlarca kadın öldürüldü, binlerce kadın fişlenerek işinden atıldı, binlerce kadın gözaltına alındı, hapishaneye girdi, işkence gördü, tacize, tecavüze maruz kaldı.
O korkunç, karanlık dönemin insanlığın onurunu zedeleyecek ne kadar olayı varsa biz ezilen ve emekçi kadınlar bunu bizzat yaşadık. İşkencede tecavüze uğrarken, hapishanede saçlarımız kazıtılırken, her an darbe katilleri tarafından öldürülme korkusuyla yaşarken “muhatap”, yani yaşanan olaylarda biz de “özneydik”!

Bu koşullarda hazırlanan 82 anayasasının ‘kanun önünde eşitlik’ adı altında düzenlenen eşitlik maddesinde “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.” ibaresine kadınların yürüttükleri mücadeleler sonucu 2004 yılında şu ek madde eklendi: “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.” (Ek fıkra: 07/05/2004 - 5170 S.K./1.mad) Yine bu hakların hangi yasal düzenlemelerle sağlanacağına dair hiçbir ibare yoktur.

Yeni anayasanın propagandası için kullanılan en önemli argümanların başında da “kadına pozitif ayrımcılık” konusu geliyor. Yeni Anayasa taslağının 9. maddesinde “eşitlik” konusuna, “herkesin ... ayrım gözetmeden kanun önünde eşit”liği olarak yer verilmiş. Ardından da, “kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve engelliler gibi özel surette korunmayı gerektiren kesimler için alınan tedbirler, eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamazlar” denmektedir. Bu haliyle kadın-erkek eşitliğine dair ibare çıkarılarak onun yerine kadınlar, yaşlılar, çocuklar, engelliler ile birlikte ‘korunmaya muhtaç kesim’ olarak tanımlanıyor. Bu haliyle kadını birey olarak görmeyen gerici ataerkil anlayış eskisinden de fazla yerli yerine oturmuş oluyor. Ayrıca bu eşitliğin hangi yasal düzenlemelerle ele alınacağına dair hiçbir ibare yoktur.

Bugün bizi yok sayanlara, sesimizi duymak istemeyenlere mesajımız şudur:
12 Eylül bizim emeğimizden, bedenimizden, kimliğimizden çaldıysa, bugün 12 Eylül’den hesap soracak olanlar da biziz. Darbeden beslenenlere, egemenliklerini pekiştirmeye çalışanların 12 Eylül Anayasasından hesap sorması mümkün değildir.

-Kadını korunmaya muhtaç gören zihniyetin sözde eşitliğine EVET demeyeceğiz.
-Kadını yok sayan erkek egemen yasanın devamı anlamına gelen HAYIR diyenlerin de oyununa gelmeyeceğiz!


Önümüze konulan bu iki seçeneği ezilen ve emekçi kadınlar olarak reddediyoruz. Ülkemizde kadın çoğunluğunun siyasi tercihlerinin, ailedeki erkek tarafından belirlendiği gerçekliğine karşı tüm kadınları kendi siyasi tercihlerini belirlemeye ve kendi seçeneğimizi yaratmaya çağırıyoruz.
Bunun da tek yolu BOYKOT’tur.


-Yok sayılmaya karşı sesimizi duyurmak için;
-Korunmaya muhtaç olmadığımızı göstermek için;
-12 Eylül düzeniyle hesaplaşmak için;
Referandum boyunca erkek egemen sistemin BOYKOT korkusunu büyütelim.

Ezilen ve Emekçi Kadınların Boykot Cephesi

EvcioğluHaber

30 Ağustos 2010

‘Hayır’ çıkarsa Ergenekon cephesinin zaferi kesinleşir

‘Hayır’ çıkarsa Ergenekon cephesinin zaferi kesinleşir

‘Hayır’ çıkarsa Ergenekon cephesinin zaferi kesinleşir

BDP’li Uras, referandumdan ‘hayır’ çıkmasının Ergenekon’un zaferi anlamına geleceğini belirterek, “Hayır demek, solu sol yapan değerleri inkar etmektir” dedi

• BDP İstanbul Milletvekili Ufuk Uras, 12 Eylül’de yapılacak referandumda “hayır” sonucunun çıkmasının Ergenekon cephesinin zaferini kesinleştireceğini savundu. Uras, “Hayır demek solu sol yapan bütün değerleri inkar etmek anlamına geliyor” diye konuştu. Anayasa değişiklik paketinin TBMM’deki oylamalarına parti kararına rağmen katılan ve paketin 330’un altında oy alması halinde bunun Ergenekon’un zaferi olacağını savunan Uras, referandumla ilgili star’a çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.

BDP’NİN TAVRI YUMUŞAYABİLİR

Mensubu olduğu BDP’nin referandumu boykot kararı nedeniyle evetçilerle boykotçuları buluşturmaya çalıştığını belirten Uras, “Kürtlerin boykotunu anlamak lazım. ‘Sen beni tanımıyorsan ben de seni tanımıyorum’ diyorlar. AK Parti’nin referanduma kadar bazı adımlar atması halinde BDP’nin boykotçu tavrının yumuşayabileceğini düşünüyorum. Örneğin taş atan çocuklarla ilgili düzenleme gibi, KCK tutuklamalarıyla ilgili bir adım gibi veya seçim yasasında yapılacak bir jestin yumuşamaya neden olacağını düşünüyorum. ‘Evet’ oyları ‘hayır’ın önünde gibi gözüküyor ama bunu garantilemek lazım” dedi.

‘HAYIR’ DEMEK SOLU İNKAR ETMEK

Ufuk Uras, “Hayır demek solu sol yapan bütün değerleri inkar etmek anlamına geliyor. Bu yaştan sonra Ergenekoncu cepheye su taşımanın anlamı yok” dedi. Referanduma 12 Eylül vesayetinden kurtulmanın bir adımı olarak bakmak gerektiğini savunan Uras, “Evet çıkarsa Evren ve arkadaşlarının yargılanması için adım atacağız. Ama ‘hayır’ çıkarsa yargılanamayacağı kesin” dedi. CHP’nin çok ciddi mantık hatası yaptığını da savunan Uras, “Pakete 12 Eylül rötuşu deyip bir sonraki cümlede ‘AKP kendi anayasasını yaptı’ diyorsunuz. Lisede mantık dersini kaldırdılar ya, siyasette onun faturasını ödüyoruz” yorumunu yaptı.

NEŞE SARIDOĞAN ANKARA/ star

12 Ağustos 2010 Perşembe, 00:30

23 Temmuz 2010

"REFERANDUM" NEDEN BOYKOT EDİLMELİ


"REFERANDUM" NEDEN BOYKOT EDİLMELİ..!


EvcioğluHaber-
Anayasa değişikliği ilie ilgili; aşağıda okuyacağınız, sadece bir Evet yada Hayır seçeneği değildir.. Aynı zamanda, evrensel hukukta yer alan ve bizim anayasamaızda da yer alarak bu ülkede yaşayan her yurtdaş için vazgeçilmez bir hak olan Yurttaşlık hakkını içine alan bir Anayasa için olması gerekli İnsan hakları anlatımıdır. Ya gerçekten bir hak vardır, veya varmış gibi olmaz..! Yoktur...
Sn; Av. Ali Ersin Gür ve Özgür Martin tarafından kaleme alınan ve neden evet yada hayır diyeceğiz; yada katılmayarak boykot edeceğiz..

İşte bu yazıda ...

23.07.2010


NEDEN BOYKOT?

Halen yürürlükte olan 82 Anayasası, gerek hazırlanışı ve halk oyuna sunuluşu, gerekse de içerik ve üslubuyla daha ilk günden itibaren devrimci, demokrat ve yurtseverlerin eleştirilerine maruz kalmıştır. 82 Anayasasını eleştiren güçlerin, zayıf, cılız ve dağınıklığı nedeniyle ne yazık ki ülkemiz 28 yıldır bu darbe anayasası ile yönetilmekte ve hukuk sistemimiz de doğal olarak buna göre biçimlendirilmektedir.

Darbe anayasası 28 yılda 16 kez değişikliğe uğramış olsa de darbeci ruhunu muhafaza etmeye devam etmektedir. Son zamanlarda toplumun büyük çoğunluğunca; mevcut anayasa yerine yeni bir sivil ve demokratik anayasa hazırlanması talebi dillendirilmekte ve bunun için toplumsal baskı yükselme eğilimindeyken, AKP hükümeti bir manevra ile mevcut anayasada kısmi değişiklikler yapma yoluna gitmiştir.

Değişikliğin hazırlanışındaki antidemokratik yöntemi bir kenara bırakırsak; AKP bu manevrasıyla bir taşla iki kuş birden vurmayı planlamaktadır.

Birincisi, toplumun yeni bir sivil ve demokratik anayasa talebini zayıflatarak ertelemek ve darbe anayasasının ömrünü biraz daha uzatarak halk karşıtı saltanatlarına devam etmek.

İkincisi ise AKP Hükümeti bu değişiklikleri yaparken öylesine kurnazca ve sinsi davranmıştır ki yarattığı illüzyonik atmosferle kendi iktidarını pekiştirme amaçlı düzenlemeleri bile halk yararınaymış gibi göstermeyi becermiş ve bir çok “aydın ve solcu” insanımız tuzağa düşerek bu oyuna gelmişlerdir.

A-USULE İLİŞKİN İTİRAZLARIMIZ:

1-Öncelikle şunu belirtelim ki AKP Hükümeti, bu anayasa değişikliği paketini hazırlarken; Meclisteki çoğunluğuna güvenerek kendi dışındaki siyasi partiler, üniversiteler, yerel yönetimler, sendika ve dernekler vs. gibi kurumların düşüncelerine başvurmayı aklından bile geçirmemiştir. Böylece AKP Hükümeti kendi anayasa paketini hazırlamış ve parmak çoğunluğuyla da meclisten geçirmiştir.

2-Anayasada yer almasına gerek olmadan da devletin görevleri arasında olan birtakım hususların (çocukların, yaşlıların, özörlülerin vs. korunması gibi) göz boyamak amaçlı olarak pakette yer almasının hiçbir pratik yararı yoktur.

3-Daha önce uluslar arası sözleşmeler ve AİHM kararları gereğince zaten hukukumuza girmiş ve epey zamandır fiilen uygulanmakta olan kimi hususların Anayasa Paketinde yer alması da yeni bir kazanımmış gibi gösterilerek halk aldatılmaya çalışılmaktadır. Uyarı ve kınama cezalarına karşı yargı yoluna gidilmesi gibi vs.

4-Toplumun asıl ihtiyaç duyduğu şey, darbe anayasasını yamalayarak ömrünü uzatmak değil; tamamen yeni, insan haklarına saygılı, eşitlikçi, özgürlükçü, sivil ve demokratik bir anayasa hazırlamaktır. AKP Hükümeti halkın bu haklı talebini “külleme” yoluna gitmiştir.

B-ESASE İLİŞKİN İTİRAZLARIMIZ

1-Bize göre doğru olanı, darbe anayasası yerine yukarıda da belirttiğimiz gibi tamamen yeni bir sivil ve demokratik anayasa hazırlama olmalıdır. Şayet kısmi değişiklikler yapılacaksa öncelikle ilk günden beri toplumun büyük bir kesiminin itirazlarına maruz kalan maddelerin kaldırılması veya değiştirilmesi gerekir. Örneğin 1982 Anayasası ile oluşturulan bazı kurumların YÖK, (m.131) MGK (m.118), Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (m.159), Din eğitiminin zorunlu olması (m.24), Diyanet işleri Başkanlığı m.(136) vs. gibi maddelerin kaldırılması ve bu kurumların feshi gerekirken bunlara dokunulmamıştır. Bu durumun demokratik bir hukuk devleti anlayışına ters düştüğü inancındayız.

Öte yandan yasa ile düzenlenmesi gereken kimi hususların anayasa ile düzenlenmesi de doğru bir yöntem değildir. Ör. Yakalama ve tutuklama sebepleri, gözaltı süreleri (m.19), süreli ve süresiz yayının toplatılması (m.28), sporun geliştirilmesi (m.59), mal bildirimi (m.71) gibi. Bu maddelerin de tamamen kaldırılması gerekirken bunlara da dokunulmamıştır.

2-Bir hukuk devletinde idarenin her türlü işleminin yargı denetimine tabi olması gerekirken, ufak makyajlarla konu geçiştirilmiştir. Örneğin HSYK ve YAŞ kararlarının tamamına karşı yargı yoluna gitme yolu açılmamıştır.

3-Askeri yargı –genel yargı ikilemi varlığını sürdürmektedir. Oysaki tüm vatandaşların yasa önünde eşit olduğunu savunuyorsak askeri yargı-sivil yargı ikilemine son vererek herkesin aynı koşullarda normal mahkemelerde yargılanmalarının önü açılması gerekirken bu da yapılmamıştır.

4-Her ikisi de darbe ürünü olan HSYK ile Anayasa Mahkemesi’ni kaldırmak yerine üye sayısında artışa gitme yolu ile bu kurumları “demokratikleştirdikleri” aldatmacasını halka yutturmaya çalışmaktadırlar.

5-AKP Hükümeti, YÖK’te sağladığı hakimiyetinin benzerini yargı üzerinde de kurmaya çalışarak kendi iktidarını pekiştirmeye çalışmaktadır. YÖK vasıtasıyla, 31 oy alan kişi yerine, kendisinden başka sadece 1 kişinin oyunu alan bir zatı muhteremi üniversiteye rektör olarak atadıklarını hepimiz biliyoruz. Bu zihniyetin benzer uygulamaları hukuk alanında da yaşama geçirdiğini düşünebiliyor musunuz?

6-Darbe sonrası koşullarda hazırlanmış olan 12 Eylül Anayasasının en önemli özelliklerinden biri de güçler ayrılığının yürütme lehine bozulacak şekilde düzenlemesidir. AKP Hükümeti bu son anayasa değişikliği paketi ile bu olumsuz durumu daha da ağırlaştırmaktadır.

7-Türkiye koşullarına daha uygun olan “Anayasal vatandaşlık” yerine ulus temelli vatandaşlık muhafaza edilerek somut verili durum ve bazı gerçekler yok sa

C-NEDEN BOYKOT?

Bugün egemen bloğun kendi içinde ikiye bölünerek aralarında bir iktidar kavgasına giriştiklerini politik öngörü ve sezişe sahip herkes tarafından görülmektedir.
Bu bloğun bir kanadını “ılımlı İslam” diğer kanadını ise “Ergenekon” oluşturmaktadır. Mevcut anayasa paketi, bu iki güç arasında devam etmekte olan rekabettin ürünüdür. Bu rekabette hangi taraf baskın gelirse gelsin her iki durumda da sosyalistler ve emekçiler ile yoksul halk yığınları her halükarda kaybeden olacaktır.

Böylesi bir durumda sosyalistler, emekçiler ve yoksul halk kesimleri bu taraflardan birisinin peşine takılmak yerine, kendi seçeneğini oluşturmalı ve kendisine “yeni bir yol” açmalıdır. Bu yüzden de ılımlı islama da ergenekona da hayır deyip kendi talebini dillendirmelidir.

Darbe ürünü 82 Anayasasına karşı AKP değişikliğine “evet” diyerek ılımlı islamla birlikte yürümek ne kadar yanlışsa, bu değişikliği reddederek “hayır” deyip 82 anayasasını savunup Ergenekoncuların safında yer almak da bir o kadar yanlıştır.
Doğru tavır, egemen bloğun her iki kanadını reddederek “boykot” seçeneği ile birlikte bu süreci YENİ VE SİVİL BİR ANAYASA TALEBİ için kampanyaya dönüştürmek olmalıdır.

Özgür MARTİN-İZMİR........................... Av.Ali Ersin GÜR-ANKARA