İtalya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İtalya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Ekim 2010

İki Tünel kazma hikayesi ve haberdende ilginç yorum

İki Tünel kazma hikayesi ve
haberdende ilginç yorum


EvcioğluHaber-İsviçre, Almanya ve İtalya’yı birbirine bağlayan 57 km’lik Gotthard tüneline geçen cuma günü son çekiç vuruldu. Tünel 15 yılda delindi.


İşte aramızdaki fark!Ancak; bundan 34 yıl önce kazılmasına başlandığı bildirilen 10 km’lik Ankara Ayaş Tüneli ise bitmeden samanlık yapıldı..
Vatan gazetesinin haberinde bildirildiğine göre;
ise iki örnek iki farkı ortaya koyulmaktadır..


Ayaş Belediye Başkanı Ali Başkaraağaç,

"Yapımına 1976’da başlanıp, bugüne kadar 21 hükümet eskiten ve yaklaşık 1 milyar dolar harcandığı iddia edilen Ayaş Tüneli kaderiyle başbaşa bırakıldı.
Vatandaşların samanlığı olan Ayaş Tüneli’nin tamamlanıp, projenin hayata geçirilmesi halinde Ankara-İstanbul arası mesafenin 146 kilometre kısalıp, 2 saate indirilmesi planlanmıştı. Ayaş’ın CHP’li Belediye Başkanı Ali Başkaraağaç, Çinli teknik heyetlere incelettirilen ve akibetinin ne olacağı merakla beklenen Ayaş Tüneli projesinin imkansız olmadığını, uygulanabilir olduğu yönünde rapor verildiğini hatırlattı."

"Türkiye’mizin güçlenmesi için bu tür yarım bırakılan projelerin tamamlanarak devam etmesi gerekmektedir. Yıllardır 2 bin 500 metrelik bölümü tamamlanamadığı için proje bekletilmektedir. Son 10 yıldır buraya bir çivi dahi çakılmadı. Bu yatırım tamamlanmayacaksa, neden bu kadar servet harcandı? Burası Ayaş’ın değil, Türkiye’nin yoludur." dediği belirtildi..

Daha da ilginç olanı ise; bu haberin yayımlandığı gazetede, habere ilişkin yapılan yorumlardır..

1.Yorumcunun habere ilişkin görüşü:
BOŞ VER TÜNELİ MÜNELİ, BASKETTE DÜNYA 2. Sİ OLDUK ASIL ONEMLİ OLAN O. SİZİN GİBİ MÜNAFIKLAR HEP KOTU TARAFLARIMIZI GORUYORSUNUZ.SANKİ TUNEL AÇMAK ZOR BİR ŞEY. İSTESEK 3 GUNDE AÇARIZ. İSTESEK ŞİLİ'LİLERİN 69 GUNDE KURTARDIGI İŞÇİLERİ BİZ 3 GUNDE KURTARIRDIK. AMA İSTEMEDİK.
2. Yorumcunun habere ilişkin görüşü:
Tünelden Samanlık Yaparız,/ Mirasımıza Hamallık yaparız/ Başaranı hor görür burun kıvırırız/ Fırsata İmkana mallık yaparız./

3.Yorumcunun habere ilişkin görüşü:
Turban meselesi daha önemli galiba ! Çünki hep birinci derecede görüşülüyor.

Değerli okuyucular; iki ayrı haber ve iki ilginç sonuç.. Ayrıca yorumcuların habere dair görüşleri..
Hiciv dolu yorumlar ..
Kendi adıma haberi hazırlayanların emeğine ve yüreğine sağlık diyorum ve yorumcularında yüreğine sağlık diyerek bu durumu sizinle paylaşmak istedim..
Unutulmaya yüz tutmuş neredeyse bizlerle yaşıt projeleri ve aktarılan milyar dolarlar düzeyinde harcanan ülke bütçesini hatırlamak ve hatırlatmak adına..

Kaynak:http://haber.gazetevatan.com/iste-aramizdaki-fark/335267/1/Gundem

5 Temmuz 2010

Yakıldılar, Yandılar. Ama Kül Olmadılar. SİVAS ŞEHİTLERİ ve önemli not

Yakıldılar, Yandılar...
Ama Kül Olmadılar...
SİVAS ŞEHİTLERİ

resim


EvcioğluHaber- 01.07.2010 tarihli Alevi haber ajansı sitesinde yayımlanan ve Reyhan CÖMERT tarafından kaleme alınmış olan aşağıdaki yazıyı sizlerin vicdanına ve düşüncelerine ( şu küçük dünyamızın her köşesinde kan ve göz yaşından başka neredeyse güzel bir şeyler kalmadığını düşünürken) bir ışık tutacağı inancıyla sizlerle paylaşmak istedik... Ve tarihe bir diğer açıdan önemli bir not olacağı kesindir.. .!


Sivas vahşetinin üstünden 17 yıl geçti…

Yazık, Koray Kaya 12 yaşından 13’üne gelmiş olacaktı. Serpil Canik, İngiliz dilini kazanacaktı. Gülender Akça, Açık öğretimi bitirecekti. Muammer Çiçek ile İnci Türk nişanlanmış olacaktı…

Olmadı…

Asım Bezirci bir inceleme kitabını daha bitirmiş olacaktı. Behçet Safa Aysan, Hasret Gültekin gene notalara basacak ve bizi ağlatacaktı…

Olmadı…

Katil sürüsü buna izin vermedi…

Gene bir şiir kanatacaktı.

Tam 17 yıl geçti… Kimi unuttu, kimi sineye çekti… Ama benim gibi düşünen çoğu insan ne unuttu ne de sineye çekti…

Katliam olduktan sonra ki ilk beş yıl gerek davalarda gerekse suçluların cezalandırılması için çok koşuşturuldu. Tabi bu koşuşturanlar ölenlerin yakınları ve onlarla gönül ortaklığı yapmış insanlardı… Bu onlar için namus borcuydu. O zaman ki süreci kısaca anlatırsak, DGM’de ki en alt görevliden en üstüne kadar olaya ne kadar duyarsız olduklarını görmüş, Türkiye halkının büyük çoğunluğunun, katiller ellerinde benzin bidonlarıyla kapılarına dek dayanmadıkça, kıpırdamayacaklarını anlamıştık. Ya da o zamanın aydınlarının korkularından mıdır bilinmez kumdan kafalarını çıkarmadıklarını gördük.

Sivas vahşetini yaratanların, onu aynı zamanda örtme, unutturma, geçiştirme azminde ve kararlılığında olduklarını da kavradık.

Bütün bunlara rağmen mücadele etmek gerekiyordu, eksiğimizle, fazlamızla ettik, ediyoruz…

Bugün, olayın sıcaklığı geçtikten, duygusal ortamdan uzaklaştığımızda neyi ihmal ettik diye dönüp baktığımızda şu noktalar göze çarpıyor:

1- Şenlikten iki hafta önce, şenlik programı açıklandıktan sonra, 16 Haziran 1993 tarihli imzasız bir mektup geliyor Pir Sultan Abdal Derneği’ne. Bu mektubun kimi satırları şöyle; ‘Sizler, Hz. Ali’ye tabi olduğunuzu iddia ederek… Aleviyim diyerek Kemalist olmak, iki yüzlülük ve şirktir. Size tavsiyemiz kimliğinizi Kemali olarak değiştirmenizdir. Neden ki; Hz. Ali sizden davacı olmasın. Ancak ve ancak müminler kardeştir. İnancımıza saldıranlarla savaşmak cihadımızdır.

Kardeşimiz de değil. Çağdaşlık, inancını her çağda muhafaza etmektir. Çağa göre fikir ve şekil değiştirmek değildir. Yaşamın sorumlulukları nefse olan sorumluluklar değil, Allaha olan sorumluluklardır. Güzel toplumumuzun bünyesine vurulmuş birer paslı çivi olan Laiklik ve Demokrasi hiçbir zaman insanlara huzur sağlayamaz. HUZUR İSLAMDADIR.’

Sivas Gemerek’ten postaya verilen bu mektup hiç tartışılmadı…

1994 Ağustos tarihli Teori dergisinde Dr. Şükrü Günbulut’un yazısından alıntılarla anlatalım:

KATLİAM HAZIRLIKLARI:

Sivas’a vardığımız 1 Temmuz sabahı, Madımak Oteli önünde ki, sokağın Cumhuriyet Caddesi’ni kestiği köşede bir taş yığını gördük. Bu yığının, biz gelmeden biraz önce getirilip konulduğunu öğrendik. Taban çapı iki; yüksekliği bir buçuk metrelik bir küme oluşturan bu taşlar, otelin taşlanmasında ilk elde kullanılmıştır.

Bahanesi ne olursa olsun (kaldırım onarımı vb.) bu yığıntının, bizi taşlamak amacıyla önceden bilinçli olarak yerleştirildiği kanısındayız…

…Taşlamanın en ateşli, kalabalığın en çok olduğu akşam saatlerinde, otelden ceketsiz, beyaz gömlekli bir adam fırladı. Kapının önünde ki arabanın tepesine çıkarak, arabaya saldıranlara tekmeler savurmaya ve bağırıp çağırmaya başladı.

Taşlayanlar bir anda çil yavrusu gibi dağıldı. Bu gösteriyordu ki, eğer orda yönetim, katliamı önlemek için azıcık çaba sarf etselerdi, bu caniler kalabalığını dağıtabilir ve katliamı önleyebilirlerdi. Bunu adım gibi biliyorum…

…Otel yakıldı. İçinde 37 can yakılarak öldürüldü. Yaralılar daha da fazla. Kara adamlar doymuş uykuya döndüler. O gece ve ertesi sabah, bu cinayetin asıl başları, ellerini kollarını sallayarak Sivas’tan kaçtılar. Ne bir barikat, ne bir işlem, ne bir arama… Yollar kesilip, hiçbir şekilde arama yapılmadı. Nerden mi biliyoruz? Otelden kurtulan bir kişiyle katliam gecesinin sabahında elimizi kolumuzu sallayarak, Sivas caddelerinden geçtik. Hani o saatte Sivas’ta sokağa çıkma yasağı vardı? Kenti serbestçe geçtik, garajlara gittik, biletimizi aldık. Sorup soruşturan yok! Kimsiniz, nereye gidiyorsunuz diyen yok!

…Peki, 78 yaşında ki Aziz Nesin’i itfaiye merdivenlerinden aşağı savuran, yumruklayıp tekmeleyen kişi… O zamanın Refah partisi üyesi…

O ölüm kalım anında, en büyük birkaç yazar ve düşünürümüzden biri olan Nesin için ‘Asıl ölecek kişi o,gebertin! O insan değil hayvandır!’ diyen ve demir kancalarla öldürmeye çalışan kişi… Bu kişi o merdivenin orda ki bir sürü polisin önünde nasıl kaçabilir?

Bunlar gibi aslında cevapsız o kadar çok soru var ki… Otelden yaralı olarak çıkanların kurşunlanmış olması, hastaneye götürülenlerin kayıt listesinden daha da fazla olması ve tanımadık, yani otelde kaydı olmayan, garip kıyafetli insanların olması daha da şaşırtıcı değil mi?

Ne yazık ki bütün bunlar zamanın tozlu yapraklarına gömülerek unutturuldu ve bizde unuttuk…

Aslında Sivas bu yakılma olayına ilk kez şahit olmuyordu.1590’larda zamanın aydını ve bilgesi Pir Sultan Abdal’da yine burada yakılarak öldürülmüştü. Pir Sultan Abdal’da o zaman Osmanlı’nın isteklerine karşı gelmiş, onlarla aynı düşünmediği için bu şekilde cezalandırılmıştı.

Ancak bir şeyi engelleyemediler, Pir Sultan’ın düşünceleri ve öğretileri günümüze kadar gelmiş ve birçok aydına ışık tutmuştur…

Aslında bu yakılma olayları tarih boyunca dünyanın her yerinde gerçekleşmiş ve hepsi da din başlıklı olaylar ekseninde olmuştur. Avrupa’dan örnek vermek istersek, Giordano Bruno ilk aklıma gelen…

1548 yılında İtalya’da Napoli yakınlarında doğmuştur. Bruno, ünlü bir filozof, matematikçi ve astronomdur. Çağdaş bilime öncülük eden kuramlarının en önemlileri, evrenin sonsuzluğuna ve birden çok dünyanın varlığına ilişkin olanlardır. Bruno, geleneksel yer merkezli astronomiyi reddeder. O, Katolik ve Protestan Kiliselerinin Avrupa’yı Hıristiyanlaştırma mücadelelerinin olduğu bir dönemde yaşamıştır. Böylesi bir dönemde, aykırı görüşlerini inatla korumuş ve görüşleri nedeniyle yakılarak öldürülmüştür.

Bruno, çorbada tuzu bulunan herkesin yaptığını yapmış, kendisi için değil, gelecekteki insanlık için yaşamıştır. Yaşamını yakılarak yitirmiş olması onu yok edememiştir. Çünkü gerçeklere ulaşmada engel tanımamış, fikirlerinden ödün vermemiş, eserleriyle düşüncelerini insanlara ulaştırmıştır…

Şunu söyleyebiliriz ki, bugün gerek Sivas’ta ki aydınları, gerek Pir Sultan Abdalı, gerekse Bruno’yu yakanlar değil, yakılanlar galip gelmiştir… Düşünceleri ve yaptıkları yıllarca anlatılmış, şiirleri, şarkıları ve sözleri dilden dile dolaşmıştır…

Yazımı 2 Temmuz 1993 Sivas’ta Madımak Otelinde yanarak hayatını kaybedenlerden Metin Altıok’un birkaç dizesiyle bitirmek istiyorum:

-Bilmemem gereken, şeyler öğrendim.
Sorular sordum, sormamam gereken,
Gördüm apaçık görmemem gerekeni,
Söylenmezi söyledim.
Suçum büyük ve taammüden.

-Rüzgarlarla aşındı, yıllar yılı bedenim,
Çağıdır şimdi kurgusal bütün kötülüklerin,
Kıyamet çoktan koptu,
Haberiniz yok…
Siz hala güneşin, her sabah doğuşuna güvenin…


KAYNAKLAR:

- Teori Dergisi (1994-Ağustos) Dr. Şükrü Günbulut’un ; Sivas’ta İlk Sabahımız adlı makalesi.
- Teori Dergisi (1994-Temmuz) Ali Balkız’ın; Geriye Baktığımızda Sivas adlı makalesi.
- Ana Britannica, 5.cilt
- Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi. İletişim Yayınları,1.ve 8.cilt

KAYNAK : Alevihaberajansi.com - 1 Temmuz 2010

28 Ocak 2010

Tekel’de yanlışlar, yanlışın sahipleri


Tekel’de yanlışlar, yanlışın sahipleri

Abdullah Aysu-Çiftçi-Sen Genel Başkanı


Sigara devlerinin, 1974 yılına kadar resmi olarak giremediği dört ülke kalmıştır. Bunlardan biri Türkiye, diğerleri; İtalya, Fransa ve Avusturya’dır…

1974 yılına gelindiğinde Türkiye hariç diğer ülkelerin hepsine sigara devleri girer, sıra Türkiye’ye gelmiştir.

Sigara devleri Türkiye’ye girmek için de, 1970’li yıllarda “saldırıya” geçerler. Bu yıllarda ülkemiz kaçak sigara akınına uğrar/uğratılır. Sigara devlerinden birinin Bulgaristan’da sigara fabrikası kurmasıyla birlikte Batı Karadeniz sahilinden ülkemize sigara kaçak olarak girmeye başlar.

1979’da Demirel Hükümeti ülkeyi yönetmektedir. Demirel, sigara kaçakçılığının engellenememesini ve döviz kaybının önlenmesi gerekçesiyle hükümet programında özel teşebbüse sigara üretim ve dağıtımı için imkan verilmesine yer verir.

Önce şark tütünü ve üreticilerinin bitirilmesi için düğmeye basılır

Tütünümüzü ve tütüncümüzü bitiren politikalara karşı dosyalar hazırlayan, kamuoyuna bilgilendirmek için sayısız basın açıklaması yapan, tütün üreticileriyle birlikte Manisa/Kırkağaç’ta düzenlediği miting ile tepkisini ortaya koyan Tütün Üreticileri Sendikası’na (Tütün-SEN) rağmen süreç sigara devleri lehine işletildi. Tütün-SEN’in halkı bilgilendirmek için bastırıp dağıttığı “TEKEL’in Özelleştirilmesi Kimin Yararına” broşürünün yayınlandığı 2007 yılından bugünlere nasıl geldiğimize bir bakalım.

17 Şubat 1983’te sigara sektöründe ilk defa TEKEL haricinde “Bitlis Entegre Sanayi A.Ş- (BEST) ” adıyla ürettiklerini yurtdışına pazarlamak amacıyla bir sigara fabrikası kurulur. 1988 yılında % 25 ile bu fabrikaya TEKEL ortak edilir.

• 1984 yılında, Türkiye’ye yabancı sigara ithaline izin verilir.
• 1985 yılında, TEKEL’e Düzce, gönen ve Trakya’da yabancı tütün ürettirilmesine izin çıkar.
• 1986 yılında 1177 sayılı Tütün ve Tütün Tekeli Yasası değiştirilerek; tütünde devlet tekeli kaldırılır. Yerli ve Yabancı sermayenin TEKEL ile ortaklık kurarak tütün mamulleri üretmelerine imkân tanınır.
• 1988 yılında çıkarılan bir kararnameyle yabancı menşei tütünde ithal yasağı kaldırılır.
• 1988 yılı Aralık ayında TEKEL, sigara tiryakilerinin talebinin Amerikan harmanı (blended) sigaralara kaydığı gerekçesiyle Amerikan harmanı TEKEL 2000 sigarası piyasaya çıkarılır. Harmanın %85’i Virginia ve Burley, %15’i oriental tütünlerden oluşturulan bu sigaraların çıkışı, başarıymış gibi sunulur.
• Ağustos 1990 tarihinde, DPT’den izin alarak; Philip Morris- Sabancı Holding birlikte İzmir Torbalı’da sigara fabrikası kurmaya girişirler.
• 3 Mayıs 1991 tarihinde ise Resmi Gazete’de TEKEL’in katılımı olmaksızın tütün mamulleri üretimine izin verildiği kararı yayınlanır. Philsa sigara fabrikası, 1992 yılında Torbalı’da üretime başlıyordu artık….

Böylece, Amerikan harmanlı sigaraların Pazar payı hızla artarken; oriental tütün, Anadolu topraklarından kovuluyordu.

1993-1994 v3 1996 tarihlerinde Çiller Hükümeti tarafından alınan kararlar Türk tütününe kota (sınırlama), yabancı tütüne teşvik getirilmesine ilişkin olur. Çiller Hükümeti’nden sonra gelen REFAHYOL 1996’da 8939 sayılı kararı da aynı amaçla alır.

Tütün üreticilerinin defteri dürülmüştür: Hedef TEKEL’dir artık!

9 Aralık 1999 yılında IMF ile yapılan Stand-BY düzenlemesi kapsamı içinde, 22 Haziran 2000 tarihli ikinci ek niyet mektubunda;

• TEKEL’in reforma tabii tutulacağı,
• TEKEL’in destekleme alımından vazgeçeceği,
• TEKEL’in ticari varlıklarının satışına 2001 yılında başlanarak; 2002 yılında bitirileceği,
• 18 Aralık 2000 tarihli üçüncü ek niyet mektubuyla TEKEL’in tüm işletme birimlerinin Özelleştirme İdaresi Başkanı (ÖİB) devrine Özelleştirme Yüksek Kurulu (ÖYK) kararının 2001 yılı sonuna kadar, Tütün Kanunu’nun ise 2001 yılının Ocak ayına kadar çıkarılacağının sözü verilir.

30 Ocak 2001 tarihli dördüncü ek niyet mektubuyla önceki niyet mektuplarındaki sözler daha da güçlendiriliyor; yalnızca TEKEL’in işletme birimlerinin değil, kendisinsin ÖİB’ye devredileceği belirtiliyordu.

TEKEL’in özelleştirilmesini öngören ÖYK kararı 2 Şubat 2001 tarihinde imzalanır.

Bu karara göre TEKEL’in;
• Mülkiyetinin devri hariç olmak üzere özelleştirilmesi,
• Özelleştirme işleminin 3 yılda tamamlanması hedeflenmiştir.

Evet, IMF’nin isteği olan Tütün Yasası, 20 Haziran 2001’de mecliste kabul edildi. Cumhurbaşkanı Sezer yasayı veto etti. Hükümet IMF’nin 2002-2004 dönemi için düzenlenecek satand-by anlaşmasıyla vereceği 10 milyar dolarlık kredi için şart koştuğu 4733 sayılı “Tütün Yasası”nı 3 Ocak 2002 yılında meclisten eski haliyle geçirdi.

Tütün Yasası’nın çıkarılmadan öce tütünden geçimini sağlayan aile sayısı 583 bin 474’dir. Günümüzde bu sayı 90’a inecektir.

18 Ocak 2002 ‘de IMF’ye verdiği niyet mektubunda hükümet “Tütün Yasası’nı çıkararak ön koşulu yerine getirdiğini ilan ederken, bir yandan da TEKEL için de özelleştirme planı hazırlayarak; Eylül ayı sonunda Bakanlar Kurulu’ndan geçireceğini taahhüt ediyordu.

3 Haziran 2003 itibarıyla TEKEL İçki Sanayi A.Ş ve ona bağlı TEKEL İçki Pazarlama A.Ş ile TEKEL Sanayi Sigara A.Ş ve ona bağlı TEKEL Sigara Pazarlama A.Ş. nin ticaret sicillere tescilleri yapıldı.

Bu şekilde bağımsız şirket kimliği kazanan TEKEL’in sigara ve içki bölümü ayrı, ayrı özelleştirmenin yolu açılmıştır.

TEKEL’in içki bölümü “Nurol, Limak, TUTSAB” Konsorsiyumuna 2004 yılında 292 milyon dolara satılmıştır. Bu birleşme MEY İçki Sanayi ve Ticaret A.Ş adını almıştır. Konsorsiyum bunun için 2 yılı ödemesiz 7 yıl vadeli 230 milyon dolarlık kredi kullanmıştır. 2006 yılında MEY içki, önde gelen özel yatırım fonlarından (Private Eguity) Texsas Pacific Group’a (TPG) yüzde 90 payını 810 milyon dolara satmıştır.

TEKEL özelleştirme sürecine girdiği dönemde çalışan sayısı 45 bin idi. Yani TEKEL fabrikaları 45 bin aileye iş ve aş kapısıydı. Şimdi bir avuç olarak kalmış TEKEL işçisini başından savmak için AKP Hükümeti insan vicdanıyla bağdaşmayan bir tutumla serbest piyasa politikasına kurban ediyor.

Tütün Yasası’nı çıkaran 57. DSP-MHP-ANAP Hükümeti idi. Bu yasanın çımasında misafir başrol sanatçısı Kemal Derviş idi. DSP Hükümeti dağıldıktan sonra Kemal Derviş’i bünyesine alarak TEKEL “suçuna” CHP’de iştirak etmiştir.

Meydanlarda tütün ve şeker yasalarını düzelteceğim diye meydanlarda oy isteyerek gelen AKP ise 2008 yılında TEKEL’in sigara bölümünü de, 1 milyar 720 milyon dolara BAT ‘a satarak özelleştirmiş. Bugün BAT İzmir’deki işçilerine yaşamı kabusa dönüştürmüş. TEKEL’i özelleştiren AKP’ de TEKEL’in yerine kurduğu tta işçilerinin geleceğini karartmaya yönelik adımlar atmaktadır. tta işçileri de Ankara’da kar kış demeden ekmekleri ve işleri için direnmektedir.

Burada üç durum tespiti, daha doğrusu biri temel 3 yanlışı düzeltmekte yarar var.

Birincisi; TEKEL’in ve işçilerinin bu hale gelmesinde 1980’den bu yana hükümet veya hükümet ortağı olmuş tüm siyasi partilerin payı vardır. Bugün bu partilerin önemli bir bölümü halen meclistedir. Bu nedenle de TEKEL işçilerine bugün muhalefette olan partilerin ve milletvekillerinin de sahip çıkmalarını “timsahın gözyaşları” olarak görmek ve değerlendirmekte yarar var.

İkincisi; şu anda TEKEL işçileri olarak kamuoyunda söylenegelinen sıfatlama doğru değildir. Çünkü TEKEL’i 1979’dan bu yana meclise yolu düşmüş tüm partiler aşamalı bir biçimde ortadan kaldırmaya hizmet etmiştir. Sonunda TEKEL’i ortadan kaldırmayı başarmışlardır. TEKEL yoktur, Ankara’da direnen işçiler, tta işçileridir.

Düzeltilmesi ve doğru anlaşılması gereken bir üçüncü durum ve bir yanlış daha var. Bu yanlış da bana aittir.
O da şudur:

6 Ocak 2010 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi’nde “Kamuoyuna Açık Çağrı” adıyla yayınlanan ilan metninin altına adımı koymuştum. Metnin içeriği, siyasal görme biçimindeki görüş ve düşüncelerime asla aykırı değildir. Bunun altına imzamın olmasını yanlış olarak görmüyor ve değerlendirmiyorum. Ancak ilanın altında imza koyanların bir bölümünün kamuoyunda TEKEL’in yok olma sürecinde etkisi ve onayı olan sınıf ve emek karşıtı siyasi parti yandaşları olarak bilinen kişilerdir. İsimleri incelemeden imzamın yer almasına onay vermem dolayısıyla bu kişilerle birlikte adımın çıkması benim kişisel yanlış olmuştur. Bu durum beni fena halde etik ve politik açılardan üzmüş ve öfkelendirmiştir. Bu hatamın yukarıdaki birinci yanlış olan temel yanlışın yanında esamesinin okunmaması gerekmekle beraber politik tarihime böyle bir not düşülmesine de itiraz etmek istedim.

Aksi halde bu görme biçiminden yoksun görme biçimlerinin kendisi etik ve politik sorgulamaya ihtiyaç duyar.

28,01,2010
http://www.karasaban.net/


EvcioğluHaber-28.01.2010

2 Kasım 2009

AL COPANE

"..., Ben her gece dua ederdim; Tanrım bana bisiklet ver diye..!
Sonra anladımki; Tanrının çalışma biçimi farklı..!
Gittim kendime yeni bir bisiklet çaldım. Sonra her gece dua ettim, Tanrım günahlarımı affet diye...! "

** Al Copane**İtalya**