Çin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Çin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Aralık 2010

Deri ayakkabı zehirli

Deri ayakkabı zehirli

Deri ayakkabıların insan sağlığına zararlı olduğu bildirildi.

EvcioğluHaber- İsveçli bilim adamlarınca yapılan bir araştırma sonucunda, 200 çift deri ayakkabı incelendi..
Deri ayakkabıların bazılarında, cilt ve vücuda zararlı
maddeler içerdiğini tesbit ettiler...
Beyaz Rusya, Malezya, Çin, çeşitli Avrupa gibi,
farklı ülkelerden gelen Ayakkabılar test edildi.

Bulunanlar ise; üç değerlikli krom bulundu. Bu madde, neredeyse insan sağlığına zararsız gibi görülse bile; deride yanma yaparken, akciğerler aracılığıyla vücut salgılarına karışarak kanserojen mikropa dönüşmektedir.. denilen yazıda;

Birkaç örnek vermek gerekirse, güçlü alerjenler yaratan ve kanserojen boyalar bulundu. Ayrıca, ayakkabılarda kurşun, arsenik ve cıva gibi toksik maddeler bulundu.

lady.pravda.ru

07.12.2010

23 Kasım 2010

Etkili protesto ve Eric Cantona

Etkili protesto ve Eric Cantona


EvcioğluHaber- Peki hükümetler halk tarafından yapılan protesto eylemlerini kaale almıyorlarsa ne yapılmalı? Manchester United’ın eski futbolcularından Eric Cantona ilginç bir çözüm önerisi sundu.

“Bunca yoksulluk varken mutlu olabileceğimizi sanmıyorum. Ama yapacak birşeyler var. Bugünlerde sokaklarda olmak ne anlama geliyor? Protesto etmek mi? Kendinizi kandırmayın. Bu işe yaramaz. Devrimi başlatmak için ellerimize silah almıyoruz, bugünlerde devrim yapmak gerçekten kolay. Sistem bankaların gücü üzerine kurulu, bankaların çökertilmesi gerekir.” diyor Eric Cantona

Ek sunulan yazı ise kibrispostasi.com/ internet sitesinde Sn; Ertanç HİDAYETTİN kaleminden yayınlanmış ve bu konuya ışık tutar niteliktedir..

22.11.2010-pazartesi


Ertanç HİDAYETTİN

Son zamanlarda İngiltere’de en çok tartışılan konuların başında koalisyon hükümetinin üniversite ücretlerine uyguladığı astronomik artış gelir.

İki yıl sonra uygulanmaya başlanacak olan bu ücret artışları yüksek öğrenimi artık varlıklı aile çocukları için mümkün kılacak.

Bunun ardından Eğitim Bakanı Gow, iki gün önce çocukları spor yapmaya teşvik etmek için okullara verilen milyonlarca sterlinin bir çırpıda kesileceğini duyurdu. Bu da Tabii ki dar gelirli aileleri olumsuz etkileyebilecek bir uygulama, ve aslında çok akılsızca, düşünülmeden verilmiş bir karar.

Birçok çocukların tek spor yapabilecekleri yer okullardır. Özel okullar bundan pek etkilenmeyecek, çünkü onların zaten hükümet fonlarına ihtiyacı yok.

Özellikle üniversite ücretlerine yapılacak zam öğrencileri sokaklara döken bir karar oldu. Zaten çalışma yaşamları başlamadan hala hazırda borç altına sokulan binlece öğrenci protesto mitingleri için sokaklara döküldü. Aralarından küçük bir grup Muhafazakar Parti merkez binasını basarak binlerce sterlinlik zarara sebeb oldu.

Şu an gerek İngiltere’de gerekse dünyanın her dört köşesinde sokaklara dökülüp isyan etmek için çok sebeb var.

İnsan hakları ve işçi hakları ihlalleri, anti demokratik uygulamalar, savaşlar ve daha birçok şeyler için belki de bu satırları yazdığım şu anda dünyanın bir yerinde binlerce kişi protesto gösterileri düzenliyor.

Sonuç?

Kocaman bir hiç.

Dünyanın en hızla gelişen ülkesi olan Çin’de yetkililere başkaldıranlara ne yapılıyor, biliyor musunuz? Bu insanlar deli diye akıl hastanelerine atılıyorlar.

Hem de uzun süreler için. Çin’in bu ekonomik kalkınmasından kendilerine rant sağlamaya çalışan özellikle batılı ülkeler bu vahşetin farkındalar, ama kıllarını kıpırdatıyorlar mı? Elbette hayır.

Üstelik habire devlet başkanlarını Çin’e gönderip bu ülkenin despot liderlerine yaltaklanma yarışındadırlar. Tianemen Meydanında cesur Çin’li öğrencilerin eylemi de sonuç verememişti.

Öğrenciler toplumun en dinamik kesimi olduğundan çoğu zaman protesto eylemlerinin başını çekerler. Ben de öğrenci iken zamanın Eğitim Bakanı Margaret Thatcher’in siyasetlerine karşı yapılan her protestoya katıldığımı anımsıyorum.

Demir Kadın Başbakan olduktan sonra 70li yıllarda madencilerin çoğu zaman şiddet dolu protesto gösterileri sanırım bugün hala konuşulan eylemlerdir. Ama tüm çabalarına rağmen madenciler yenilmişlerdi. Şimdi Britanyada çalışan hiç maden ocağı yok. Eskiden yüzbinlerce işçinin geçimini sağlayan maden bölgeleri bugün yoksulluk içinde kıvranıyor.

Güney Afrika’daki ırkçı Apartheim rejiminin sona ermesi için yapılan protesto eylemleri sanırım en başarılı eylemler olmuştur. Apartheid rejiminin sona ermeye zorlanması uzun bir zaman almışsa da.

Belki de dünyanın en büyük protesto mitingleri 15 Şubat 2003 tarihinde birçok ülkede yapıldı. Roma’daki eyleme 3 milyon civarında kişi katıldı ve bu eylem dünyanın en büyük savaş karşıtı eylemi olarak Guinnes Book of Records’da yerini aldı.

Londra’da birkaç koldan Hyde Parka 2 milyona yakın kişi yürüdük. Her ırktan, etnik kökenden, yaştan, renkten insanın bir bütün olarak gerçekleştirdiği bu gösteri neye yaradı? Blair’ın İşçi Partisi hükümeti kaale aldı mı haykırışlarımızı?

Bugün hala Irak halkı yoksulluk içerisinde yaşıyor. Çocuklar gıdasızlıktan ilaçsızlıktan dökülüyor. Üstelik Batının Afganistan serüveni de büyük bir başarısızlıkla devam ediyor.
İşin en trajikomik trafı Irak savaşının baş aktörlerinden olan Blair şu an Ortadoğu Barış Elçisi olarak görev yapıyor. Kendisine bu görevi için ne kadar maaş verildiğini bilmiyorum. Onun zaten paraya ne ihtiyacı var. Şimdiye kadar Birleşik Krallığın en çok para yapan siyasetçisi ünvanını çoktan aldı Tony.

Peki hükümetler halk tarafından yapılan protesto eylemlerini kaale almıyorlarsa ne yapılmalı?

İşte bu soruya yanıt beklenmedik birisinden geldi. Manchester United’ın eski futbolcularından Eric Cantona ilginç bir çözüm önerisi sundu. Ve ünlü bir film yıldızı veya bir futbolcunun siyasetçilerden daha söz geçirebilir olduklarını kanıtlarcasına Cantona’nın öğütlerini gerçekleştirmek için kollar sıvandı.

Eric Cantona’nın geçmişteki direkt aksiyon yöntemleri genellikle şiddete dayalıydı. Geçmişte Auxerre, Montpellier, Nimes ve Leeds United takımlarında top koşturan Fransız futbolcunun ismi birçok olaya karışmıştı. Manchester United oyuncusu iken Crystal Palace maçında hakem tarafından oyundan atılmıştı. Soyunma odasına giderken Cantona’ya bir hergele ırkçı sözler söyleyince Cantona seyircilerin arasına iki ayağıyla dalarak hergeleye bir karate darbesi vurmuştu. Bu hareketi yüzünden 9 ay sahalardan uzaklaştırılmıştı.

Şimdi 44 yaşında olan futbolcu sokaklarda yapılan protesto eylemlerini passé, modası geçmiş olarak niteliyor.

Cantona öğrencilere ve diğer protestoculara “sosyal ve ekonomik ihtilal gerçekleştirmek istiyorsanız paranızı bankalardan çekin” diye öğüt veriyor. “Sistem bankaların gücü üzerine kurulmuştur. Sistemi çökertmek istiyorsanız bunu da bankaları kullanarak yapabilirsiniz” diyor.

Bu sözleri Cantona Fransa’da bir gazete ile yaptığı söyleşi esnasında söylemişti. Aynı zamanda filme alınıp You Tube sitesine konulan klibi Observer Gazetesine göre geçtiğimiz hafta sonuna kadar 40 bin kişi seyretmiş. Bugün baktığımda 82 974 kişinin klibi tıkladışını gördüm. Bu sayı yakında çığ gibi büyüyecek sanırım.

Cantona’nın bu sözleri Fransa’da “Stop Banque” isimli bir Facebook grubunun başlatılmaına yol açtı. Grup yöneticileri Avrupa çapında bir kampanya başlattılar.

7 Aralık tarihinde herkesi bankalardaki paralarını çekmeye çağrıyorlar. Kampanya şimdiye kadar İtalya, Romanya, Bulgaristan ve hatta Göney Kore’de destek gördü.

Fransız Bankacılar Federasyonundan Valerie Ohannesian Cantona’nın çağrısını “çok aptalca bir çağrı” olarak niteledi. Bunun, para aklamak isteyenler ve hırsızlar için bir şans yaratacağını da sözlerine ekledi.

Banka sektöründen bu tür bir reaksiyon gelmesi doğal. Ama milyonlarca kişi Cantona’yı dinleyip böyle bir şey yaparsa sanırım çok etkili bir “ihtilal” olur. Önemli olan çekilen paraların nerede muhafaza edileceği. Bunun için de bir nevi işçi koperatifi olan Credit Union (İniltere’de) düşünülebilir. Eminim başka ülkelere bankalara alternatif yerler bulunacaktır. Ekonomik krize büyük ölçüde sebeb olan banka sektörüne bir ders verilmesi gerekir. Cantona’nın önerileri her ne kadar hayal mahsulü olarak görülüyorsa da, bir başlangıç olarak uygulanabilir. 7 Aralık tarihine pek az kaldı. Sonucu sabırsızlıkla bekleyip göreceğiz.

http://www.kibrispostasi.com/i

18 Ekim 2010

İki Tünel kazma hikayesi ve haberdende ilginç yorum

İki Tünel kazma hikayesi ve
haberdende ilginç yorum


EvcioğluHaber-İsviçre, Almanya ve İtalya’yı birbirine bağlayan 57 km’lik Gotthard tüneline geçen cuma günü son çekiç vuruldu. Tünel 15 yılda delindi.


İşte aramızdaki fark!Ancak; bundan 34 yıl önce kazılmasına başlandığı bildirilen 10 km’lik Ankara Ayaş Tüneli ise bitmeden samanlık yapıldı..
Vatan gazetesinin haberinde bildirildiğine göre;
ise iki örnek iki farkı ortaya koyulmaktadır..


Ayaş Belediye Başkanı Ali Başkaraağaç,

"Yapımına 1976’da başlanıp, bugüne kadar 21 hükümet eskiten ve yaklaşık 1 milyar dolar harcandığı iddia edilen Ayaş Tüneli kaderiyle başbaşa bırakıldı.
Vatandaşların samanlığı olan Ayaş Tüneli’nin tamamlanıp, projenin hayata geçirilmesi halinde Ankara-İstanbul arası mesafenin 146 kilometre kısalıp, 2 saate indirilmesi planlanmıştı. Ayaş’ın CHP’li Belediye Başkanı Ali Başkaraağaç, Çinli teknik heyetlere incelettirilen ve akibetinin ne olacağı merakla beklenen Ayaş Tüneli projesinin imkansız olmadığını, uygulanabilir olduğu yönünde rapor verildiğini hatırlattı."

"Türkiye’mizin güçlenmesi için bu tür yarım bırakılan projelerin tamamlanarak devam etmesi gerekmektedir. Yıllardır 2 bin 500 metrelik bölümü tamamlanamadığı için proje bekletilmektedir. Son 10 yıldır buraya bir çivi dahi çakılmadı. Bu yatırım tamamlanmayacaksa, neden bu kadar servet harcandı? Burası Ayaş’ın değil, Türkiye’nin yoludur." dediği belirtildi..

Daha da ilginç olanı ise; bu haberin yayımlandığı gazetede, habere ilişkin yapılan yorumlardır..

1.Yorumcunun habere ilişkin görüşü:
BOŞ VER TÜNELİ MÜNELİ, BASKETTE DÜNYA 2. Sİ OLDUK ASIL ONEMLİ OLAN O. SİZİN GİBİ MÜNAFIKLAR HEP KOTU TARAFLARIMIZI GORUYORSUNUZ.SANKİ TUNEL AÇMAK ZOR BİR ŞEY. İSTESEK 3 GUNDE AÇARIZ. İSTESEK ŞİLİ'LİLERİN 69 GUNDE KURTARDIGI İŞÇİLERİ BİZ 3 GUNDE KURTARIRDIK. AMA İSTEMEDİK.
2. Yorumcunun habere ilişkin görüşü:
Tünelden Samanlık Yaparız,/ Mirasımıza Hamallık yaparız/ Başaranı hor görür burun kıvırırız/ Fırsata İmkana mallık yaparız./

3.Yorumcunun habere ilişkin görüşü:
Turban meselesi daha önemli galiba ! Çünki hep birinci derecede görüşülüyor.

Değerli okuyucular; iki ayrı haber ve iki ilginç sonuç.. Ayrıca yorumcuların habere dair görüşleri..
Hiciv dolu yorumlar ..
Kendi adıma haberi hazırlayanların emeğine ve yüreğine sağlık diyorum ve yorumcularında yüreğine sağlık diyerek bu durumu sizinle paylaşmak istedim..
Unutulmaya yüz tutmuş neredeyse bizlerle yaşıt projeleri ve aktarılan milyar dolarlar düzeyinde harcanan ülke bütçesini hatırlamak ve hatırlatmak adına..

Kaynak:http://haber.gazetevatan.com/iste-aramizdaki-fark/335267/1/Gundem

22 Haziran 2010

KIRMIZI GİNSENG


KIRMIZI GİNSENG !



Kırmızı Ginseng; Uzakdoğu'nun harika hayat iksiri adıyla anılan ve 6 senede gelişen, yanlız Güney Kore Devleti tekelinde üretilen ve bütün dünyaya ihraç edilen üstün hücre yapıcı bir bitki özüdür.
Araliaceae familyasındandır, yabani olarak yüksek dağların eteklerinde yetişir ve koyu kırmızı meyva salkımları veren bitkinin insan figürüne benzetilen kökleri; esas şifa olan kısımlarıdır.
Kırmızı Ginseng yaklaşık 2000 yıldan bu yana Çin, Kore ve Japonya'da kullanılmakta ve olağanüstü etkileri sayesinde,
Uzakdoğu'nun en çok fayda veren bitkisi olmuş ve son yıllarda kullanım alanı bütün dünyaya yayılmıştır.

Kırmızı Ginseng'in yetiştirme, işleme, preperat haline getirme ve dünya pazarlarına satışı Kore Resmi Tekel İdaresi'nce yapılmaktadır. Böylesine değerli bir bitkiye Kore Devleti'nce sahip çıkılmasının nedeni; hatalı üretimlerin olmaması, bitkinin tam gelişmeden erken toplanması, taklit edilip kalitesinin bozulmaması içindir. Üretiminin her aşaması Devlet gözetiminde olan, Kore Ginseng Uzmanlarının sabır, bilgi ve ihtisas alanları içerisinde yetişen bu üstün ve eşsiz Bitkiye; Bu yüzden Kore Resmi Tekel İdaresi önce RED GİNSENG (Kırmızı Ginseng) adını vermiş, sonra da KOREAN RED GİNSENG (Kore Kırmızı Ginseng) patentini vererek hakiki Ginsengi diğer ginsenglerden ayırmıştır.

22.06.2010

...............................................................

SİNİR SİSTEMİ ÜZERİNDEKİ FAYDALARI


  • Merkezi sinir sistemini etkileyerek beyin aktivesini arttırır
  • Hafıza zayıflığını, dalgınlığı, düşünce ve konsantrasyon güçlüklerini önler
  • Bitkinlik, yorgunluk, uykusuzluk ve huzursuzluk hallerini düzenler
  • Vücudu canlandırıp zindelik verir
  • Zihni ve akli fonksiyonları geliştirir, sinir bozuklukları ve depresyonlara karşı korur
  • Organizmanın doğal savunma mekanizmasını ve dayanıklılığını arttırır
  • Genel fiziksel ve zihinsel iktidar ve kabiliyetleri arttırır
  • İstemlerimiz dışında çalışan sinir sisteminin salgılarını düzenleyip dengeli bir şekilde işlenmesini sağlar
  • Alkol ve diğer uyuşturucalara karşı merkezi sinir sistemini korur
  • Özellikle yaşlı kişilerde sık rastlanan ruhsal ve psikolojik çöküntüleri giderir
  • Modern şehir hayatının her yaştaki insana verdiği stres ve sinir gerilimlerinde dayanıklılığı arttırır
  • Yaşlanmayla ortaya çıkan halsizlik, kuvvetsizlik ve güçsüzlüğü önler
  • Gençlik ve zindeliği koruyarak, sağlıklı, uzun bir hayat sürmeyi sağlar
  • Yaşlanmayla birlikte gelen beyin hücrelerinin yitimini en aza indirir ve buna bağlı olarak hatırlama ve öğrenme yeteneğini arttırır
  • Sinirsel bulantı ve öğürmeleri önler

KARDIO VASKÜLER ( KALP-DAMAR ) SİSTEM ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

  • Kalp ve damar sistemi üzerinde regülatör ( düzenleyici ) görev yapar
  • Kalp kasının kasılabilme kuvvet ve yeteneğini arttırır
  • Kalp damarlarını kuvvetlendirir, kalp atım hızını ve volümünü ayarlar
  • Arterioscleros ( Damar sertliği ) ve kan basıncı düzensizliklerini önler ( Hiper ve hipo tansiyonu düzenler )
  • Kişisel özelliklere bağlı olarak yüksek kan basıncını (Hipertansiyon) düşürür
  • Düşük olan kan basıncı (Hipotansiyon) güçlendirici tonik ve kan yapıcı özellikleriyle regüle ederek yükseltir
  • Düzenli bir si dolaşım sağlayarak anevrizma (atardamar duvarlarında şişkinlik), varis (toplardamarlarda kan birikmesi), hemeroid (basur) ve diğer dolaşım sistemi hastalıklarını önlemede yardımcı olur

ENDOKRİN SİSTEM ÜZERİNDE ETKİLERİ ( İÇ SALGI BEZLERİ )

  • İç salgı bezlerinin fonksiyonlarını düzeltip bunlara bağlı hastalıkların tedavisinde yardımcı olur
  • Kendiside insülin gibi görev yaparak diabetli (kan şekeri yüksek) hastaların kanında glikoz düzeyini normal sınırlarda tutar
  • Diabete bağlı komplikasyonların oluşmamasına ve oluşanlarında giderilmesinde yardımcı olur
  • Karaciğer üzerine etki ederek karbonhidrat metabolizmasını düzenler
  • Dalak ve diğer kan yapıcı organlar üzerine etki ederek kırmızı kan hücrelerinin yapılmasına yardımcı olur
  • Anemi (kansızlık) ve buna bağlı şikayetlerine şifa verir
  • Organizmada protein sentezini uyarır
  • Karaciğer fonksiyonlarını düzelterek, karaciğer yetmezliklerine şifa verir
  • Ter, idrar, süt ve diğer salgıların atılımını arttırır
  • Böbrek yetmezliklerinde iyileştirici etkisi vardır
  • Diüretik (İdrar fazlalalaştırıcı) etkisi ile böbreklerde fazla su atılımını sağlar ve idrardaki asit miktarını normale düşürür
  • Adrenal kordeksine (böbrek üstü bezi) etki ederek kortizo ve epinefrin benzeri bir salgı ile organizmanın savunma mekanizmasını kuvvetlendirir
  • Kandaki kolesterol (iç yağ) oranını düşürür, dolaşım sistemini düzenler
  • Organizmada hormon salgılanımını düzenler
  • Erkek ve kadında cinsel soğukluğu önler, doğurganlığı arttırır, gençlik ve zindelik verir
  • Kan tablosundaki bozuklukları düzeltici etkisi vardır. İç ve dış kanamaların durdurulmasına yardımcı olur

DİĞER SİSTEMLER ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

  • Gastro-İntestinal sistem (mide-barsak sistemi) üzerinde de regülatör görevleri (düzenleyici) vardır
  • Mide salgılarını düzenleyip, hazımsızlığı giderir, iştah açar
  • İshal, kabızlık, mide ve barsak iltihapları gibi sindirim sistemi hastalıklarına şifa verir
  • Zehirlenme ve iltihaplanmada toksinleri etkisiz kılar
  • Dermatozlarda (deri iltihaplanmaları) ve diğer deri hastalıklarında başarılı sonuçlar verir
  • Sivilce ve çıbanları geçme ve çıkmamasına yardımcı olur
  • Özellikle yaşlılarda geç iyileşen yara ve iltihapların çabuk iyileşmesini sağlar
  • Doğum sonrası kadınların bakımında ve hastalıkların iyileşme dönemlerindeki halsizliklerin çabuk geçmesini sağlar
  • Ağır fiziki çalışmalar (sporcular, ağır işçiler vb.) ve uzun süreli zihinsel çalışmalar sonucu görülen zayıflık, takaatsizlik ve isteksizliği giderir
  • Humma hastalığına karşı vücudun direncini arttırır
  • Bronşit, astım ve alerjide başarılı sonuçlar verir, organizmayı zararlı dış etkilerden korur
  • Tüberkülozun tedavisi sırasında ve sonrasında güçlendirici olarak yardımı dokunur
  • Geçmişte cüzzam ve çiçek hastalığının tedavisinde bile yaygın bir şekilde kullanıldığı bildirilmektedir
  • Uzay çalışmaları sırasında astronotlara, protein gereksinimlerini karşılamaları, dirençlerinin kırılmaması ve radyasyona karşı korunabilmeleri için bol miktarda Kırmızı Ginseng ürünleri verilmektedir
  • Sporcuların fiziksel etkinliklerini gerektiği yer ve zamanda kullanabilmeleri için müsabakalardan önce ve sonra Kırmızı Ginseng kürü yapmaları tavsiye edilmektedir
  • Gelişim bozukluğu gösteren çocuklara ve ameliyat sonrası hastalara, hücre ve doku yenileyici özelliği nedeniyle verilmesi yararlıdır
  • Gut ve Romatizma hastalıklarında şifa verir, dolaşım yetersizliğinin neden olduğu el ve ayak şişmelerinin, sinirsel bulantı, arthritis, çiçek hastalığı, ülser, doğum sonrası zayıflıklarında şifa verici etkisi vardır

KIRMIZI GİNSENG İLE GİNSENG ARASINDAKİ FARKLILIKLAR:

Klasman Kırmızı Ginseng Ginseng
Hammadde
Kore Hükümetinin Resmi Tekel İdaresinin seçtiği özel bölgelerde ekilip, yetiştirilmiş ve idarenin sıkı kontrolü sonucu seçilmiş, yanlızca 6 yıllık, süper yüksek kalite kırmızı ginseng kökleridir.
4-5 yıllık ginseng kökleridir
İşletme Sistemi (Proses)
Yıkama, Buğulama (istimleme), kurutma
Yıkama, kabuğunu soyma, kurutma
Renk
Kırmızı
Süt rengi Beyaz
Pazarlama
Resmi Tekel İdaresi
Özel firmalar
Ekim Bölgeleri
Resmi Tekel İdaresinin seçtiği bölgelerde
Kısıtlamasız her yerde
Programlanmış Ekim Alanları
Kırmızı Ginseng üreticilerinin tatbikatları bazında Hükümetçe seçilir
Üreticilerce
Ekim ve Yetiştirme metodu
Birim alana ekilecek kırmızı ginseng nebatı sayısı, Hükümetçe sabit kılınarak tesbit edilir
Birim alana ekilecek ginseng sayısı özel firmadan firmaya değişir
Hasat ve mahsul alımı
Kırmızı Ginseng hasatı ve mahsulü, yanlızca hükümet onayı ile kaldırılabilir
Hasatı özel firmalar kaldırır
Ham Ginseng
Ham kırmızı ginseng sadece Kore hükümetine teslim edilebilir. Özel firmalara satılamaz
Serbeste dağıtım ve satışı mümkündür, fakat satım yeri sınırlıdır.

KIRMIZI GİNSENG NASIL YETİŞİR...

Uygun koşullarda uzun süre dinlendirilen toprağa ekiminden sonra dikkatli ve sabırlı bir bakımla yavaş yavaş gelişen Ginseng en erken 6 yıl içinde toplanabilecek büyüklüğe erişir.

Aslında iyi bir ürün elde etmek için 5-6 yıllık bir büyüme sürecini tamamlaması gerekir ki bu takdirde tam gelişmiş bitkidir ve Kırmızı Ginseng adıyla adlandırılır.Ayrıca Kore'de 100 hatta 400 yıllık olduğu sanılan Kırmızı Ginseng kökleri bulunmuştur.

Kirli çevre koşulları ve suni gübrelemeye karşı hassas olan bu mucize bitki kimyasal maddelerle ( gübre veya ilaç ) temas ettiğinde bozulup çürümektedir.

Yılların geçmesiyle Kırmızı Ginseng büyüyüp olgunlaşırken bulunduğu toprağın bütün faydalı unsurlarını da emmektedir. Böylece tabiatta toprak içinde erimiş halde bulunan mineral, vitamin gibi tüm organik ve inorganik maddeleri bünyesine almaktadır. Bu nedenle Kırmızı Ginseng yetiştirilen topraklar uzun süre ekilmeyecek şekilde fakirleşmektedir.

Ginseng Kore, Çin, Japonya, Kuzey Amerika ve Sibirya'da yetişir. Bu türlerin herbirinin ayrı ayrı botanik isimleri vardır. Kore Ginsengine ise "Korean Red Ginseng" ve "Panax Ginseng" adları verilerek diğerlerinden ayrılmıştır. Kore'nin iklimi ve toprağı ginsengin yetişmesi için en uygun olanıdır. Kore Kırmızı Ginsengi iyi imalat standartları (G.M.P) ile üretilir ve devletin sıkı kontrolleri ile muhafaza edilir. Ayrıca Kore Ginsengi daha fazla saponin içerir. Tüm bu vasıflarından dolayı Hong Kong'taki ana pazarda diğer ginsenglerden 5-10 kat daha pahalıya satılır ve yaklaşık 50 ülkeye ihraç edilir.

Kore Hükümeti izniyle ekimi yapılan topraklarda zamanı gelince sökülen kökler işlenecek fabrikalara getirilirler. Sıkı bir kontrolden geçirilen köklerin en iyi kalitede olanları seçilir. Seçilen bu kökler yıkanır, özel bir yöntemle işlenip, kurutulurlar. Bu işlemler sonucu Kırmızı Ginseng köklerinin renkleri koyu kırmızı bir renk alır ve faydalı etkileri daha da fazlalaşarak yararlanılacak hale gelir. Naturel şartlar bozulmadan uygulanan bu süper imalat teknolojisi sayesinde Kore'nin Kırmızı Ginsengi, "Ginsenglerin Kralı" adıyla anılmaktadır. İmalatları boyunca sürekli kalite-kontrolları yapılan kökler steril şartlarda işlenip paketlendikten sonra, çay, tablet, toz, kapsül, extract, vital, tonik ve bunun gibi çok değişik preparatlar halinde dünya pazarında satışa sunulurlar. Böylece Uzakdoğu'nun gizemiyle birlikte gelen bu nadide bitkinin kökleri, şifa ve yepyeni bir yaşam gücü sunmak üzere hazır beklemektedir.


Haber araştırma: Evcioğlu


Kaynak: http://www.kirmiziginseng.info/icerik.php



26 Mart 2010

GOJİ- Üretim ve Çoğaltma

GOJİ-


Üretim ve Çoğaltma

Lycium barbarum veya chinense botanik ismi ile bilinen harika goji bitkisi, Himalaya bölgesine özgü olduğu ve doğal ortamda yetişen Goji, birçok diğer Asya topraklarındada bulunur, kırk değişik çeşit batı Çin, Moğolistan ve Tibete yayılmıştır.

Goji bitkisini büyütmek kolaydır: Bitkiler, toprağın neredeyse herhangi bir tipinde büyütülebilir. Hafif-kumlu, orta-kuvvetli toprak, ve ağır-kil, v.b toprak tiplerinde, çiçek açmaya yönelir,

Goji küçük yumuşak meyve bitkisi, kısmi gölge veya bol güneşi tercih eder; Bol güneşte daha çok Goji meyve üretimiyle sonuçlanacak. Goji bitkisi, seçim yapmaz, yine de sırılsıklam, ıslak koşullarda iyi büyür, bir defa büyümeye başladı mı, göreli olarak kurak yaz günlerini de tölere edebilir. . Uç noktadaki sıcaklıkta bazı gölgeleme, soldurmayı engellemek için arzu edilirdir.

Goji bitkileri, güneş ışığını sever, -27 ; + 39 C soğuk ve sıcaklığı hoş görebilir. Goji bitkisinin tohumları, çok küçüktür, domates tohumlarının boyutu kadar. Goji 3 metre uzunluğunda kalın bir çalı görünümü vardır.. Goji bitkisi, çok dayanıklı bitkidir, ve genellikle, büyümek için gerekli besinleri çok iyi emzinleyen yetenekli geniş bir kök sistemi vardır. Bu geniş kök sistemi, kuraklığa çok hoşgörülüdür.

2 yaşında olduğu zaman meyveye başlar. Tam verim 4-5 yaşında olan Goji bitkilerinden beklenebilir, 6 aylık genç bitkilerde çiçek ve meyve görülebilir.

Goji bitkisi, kapalı yerde büyütülebilir, eğer yeteri kadar ışık sağlanırsa, her gün en azından 8 saat boyunca direkt güneş ışığını alabilen bir pencere önüne yerleştirilebilir. En iyi sonucu bahçe dış mekanlarda verir yinede başarılı bir şekilde kapalı yerde büyüyebilir.

Goji bitkisini kapalı alanda büyütmeyi seçersen, çiçekleri el ile tozlaştırman gerekecek, Tozlaştırma için basitçe, tek tek çiçeklere dokunarak, polenlerin bir çiçekten , diğer çiçeğe geçmesini sağlaman gerekecek.

En iyi çoğaltma şekli tohumladır , tohumla ebeveyinlerinin birebir aynısı bitki elde etmek mümkündür. Sera gibi kapalı alanda , çimlenme, genellikle iyi ve çabuktur, normal olarak, tohumlar serada ocak şubat gibi ekilip erkenden gelişmeleri sağlanır .Olgun meyvelerden alınarak hiçbir işleme tabi tutmadan ekilen tohumlar ,kurutularak depolanan tohumlardan daha erken ve kolay çimlenirler Tohumlar, eyer depolanacaksa serin bir yerde güneş ışığından uzak tutulmalıdır.
Fideler yeteri kadar büyüdüğü zaman, bireysel kaplara alınarak dış ortama alışmaları periyodik olarak sağlanmalıdır . Eğer büyüme, yeterliyse, sonbaharda sürekli konumlarına eklebilir. genellikle genç bitkilerin dış ortama dikimleri 1 kış geçtikten sonraki yıl olması daha doğrudur . Çalı gibi büyümeyi cesaretlendirmek için genç bitkilerin uç sürgünleri dışarı bükülmelidir

Çelikle çoğaltma ; Temmuz-Ağustos gibi alınan , yarı odunsu çelikler kapalı bir ortamda kolayca köklendirilir. Yarı odunsu çelikler 5 göz ve 10 cm hazırlanır ve torf perlit veya torf kum karışımı harç doldurulmuş 1- 1,5 litrelik üretim kaplarına dikilerek köklenmeye alınır. Temmuz Ağustos. Köklenme yüzdesi [78]..

Küçük yumuşak meyveleri biçmek, meyvenin, olgun olduğu zaman erken sonbahara geç yazda toplanır. Göreneksel olarak bambu hasırlarında ince yayılır, ve %50 gölgeli güneş ışığında kurutulur. Çiftçiler, kurutma süreci esnasında elleriyle meyveye dokunmamak için çok dikkatli olmalıdır çünkü bu, neredeyse siyah, arzu edilmeyen bir görünüme sebep olacak.

ÇİMLENDİRME ÖNERİSİ: Tohumları 3-4 cm derinliğinde steril toprağa gömün. Don tehlikesi geçtikten sonra dikin. Toprak sıcaklığı 21-27 C de birkaç haftada çimlenir.

http://www.allotment.org.uk/greenhouse/fruit/assets/goji-berry.jpg

Kaynak: www.goji -nutrition.com sitesinden çeviri

14 Şubat 2010

İşçi Sınıfı Neden Devrim Yapamaz?.





İşçi Sınıfı, Neden Devrim Yapamaz?.
Demir Küçükaydın kullanıcısının resmi
Demir KÜÇÜKAYDIN
Tam da Tekel işçilerinin direnişiyle kendine sosyalist diyenlerin moral buldukları şu anda İşçi sınıfının neden devrim yapamayacağından söz etmek pişmiş aşa su katmak gibidir.

Bizim derdimiz ise pişmiş aşa su katmak değil, piştiği sanılan aşın pişmediğini ve böyle pişemeyeceğini göstermektir.
Başlıktaki önermeyi daha da genelleştirelim. Sınıflar devrim yapamazlar.
Ya da bu önermeyi şöyle bir ifade daha doğru ve dakik olacaktır: devrimleri sınıflar yapmazlar ve de yapamazlar.
Devrimler için sınıflar gerekli değildir. Sınıfsız toplumlarda da devrimler olur.
Devrimler üretici güçlerin ve üretim ilişkilerinin o günkü biçimine uygun yeni bir üstyapının kuruluşlarıdırlar.
Marks’ın ifadesiyle: “İktisadi temeldeki değişme, kocaman üstyapıyı, büyük ya da az bir hızla altüst eder.” Ama böyle değişiklikler sınıfsız toplumlarda da olur.
Diyelim ki avcılık ve toplayıcılığa dayanan komünden, bitki ve hayvanların ehlileştirilmesine dayanan köy komününe geçiş de bir devrimdir (ki bu devrimin bayramıdır Kurban bayramı ve gerçeğe yakın bir tasviridir bu devrimin Kurban Bayramı söylencesi)
Ama bu devrim hiç de sınıf mücadeleleri biçiminde gerçekleşmemiştir. Çünkü sınıflar yoktur.
Diğer bir ifadeyle Tarih Öncesi’nde de devrimler olmuştur. Bir bakıma mitolojiuler e kimi peygamberler bu devrimlerin hikayelerini anlatırlar.
Zaten tanımı gereği, sınıflara dayanan bir devrim teorisi olamaz, çünkü sınıfsız toplumlarda da devrimler olur ve onlarda sınıflar yoktur.
Öte yandan sınıflı toplumlar tarihi göstermektedir ki, sınıflar ve onların mücadeleleri devrimlere yol açmaz, genellikle çöküşlere yol açar, toplumsal çatışmalara yok açar ama sınıflar sınıf olarak devrim yapmazlar.
Klasik tarihte, yani beş bin yıl boyunca sınıfların hiçbir yerde devrim yaptığı görülmemiştir. Ezilen sınıfların zaman zaman iktidara geldikleri görülmüşse de (Karamıtalar, Taipingler) bunlar, yıktıklarının bir benzerini kurmaktan öteye gidememişler; yeni bir toplum düzeni, yani bir topluluk tanımı yapmayı başaramamışlardır.
Modern tarihte isi, burjuvazinin ve İşçilerin devrim yaptığını söyleyecektir. Klasik Marksist burada.
Ama işçilerin yaptığı Ekim devrimi ayrı bir topluluk tanımı yapmamış, sadece burjuvazinin aydınlanma ile yaptığı tanıma dayanan bir devrim yapmaya, ama bunu işçiler eliyle yapmaya kalkmıştır.
Burjuva devrimlerini ise burjuvazinin yaptığı ayrıca tartışılmaya ve yeniden araştırılmaya değer.
Aydınlanma devrimini Paris’in donsuzları yapmıştır,ama donsuzlar olarak değil, yurttaşlar olarak,ya da insanlar olarak. Burjuvazi bu devrime daha başından her adımda ihanet etmiş ve tıpkı Mekke eşrafının İslam’ı ele geçirmesi gibi ele geçirmeye çalışmış ve ele geçirerek Muaviye benzeri bir Ulusçuluk gericiliği kurmuştur. Aydınlanma devriminin Muaviye’si Napoleon’dur. İşçilerin yaptığı Aydınlanma devriminin Muaviye’si de Stalin’dir.
Aydınlanma dini, tıpkı Emeviler döneminin İslam’ı gibi, yayılmasını, gerici biçimi içinde (Uluslar ve ulusçuluk biçiminde) gerçekleştirmiştir.
Ama konuyu dağıtmamak için burada keselim ve sınıflı toplumlarda sınıflar ve devrimler ilişkisine yeniden bakalım.
Elbette devrimleri sınıflı toplumlarda var olan düzenden çıkarlı olmayan ezilenler yaparlar. Gayrı memnunluk devrimci olmanın ilk şartıdır. Bu anlamda bütün devrimleri alt sınıfların yaptığından söz edebiliriz.
Ancak alt sınıflar sınıf olarak devrim yapamazlar. Devrim yapabilmeleri için yeni bir topluluk (din, üstyapı) tanımlaması yapmaları, yeni bir din kurmaları, o günkü üretim ve ekonomi ilişkilerine uygun yeni bir dini savunmaları gerekir.
Bunu şöyle ifade edebiliriz. Köleler köle olarak isyanlar etmişlerdir fakat devrim yapamamışlardır, ama köleler, Hıristiyan olduklarında, Hıristiyanlar olarak bir devrim yapabilmişlerdir. Hıristiyan olmak için ise Köle olmak gerekmez.
Mekke’nin plepleri particilere, yani Kureyşli asillere karşı bir mücadele içindeydiler ve İslam bir anlamda ve başlangıçta onların partisiydi. Ama onlar birer plep olmaktan çıkıp bu partiyi yeni bir dine dönüştürdüklerinde, yani plepler Müslüman olduklarında bir devrim yapabilmişlerdir. Ama Müslüman olmak için plep olmak gerekmez.
Modern devrimi ne Donsuzlar ne de işçiler yapabilmiştir. Donsuzlar ve İşçiler, aydınlanmacı veya demokrat olduklarında devrim yapabilmişlerdi.
Sınıflı bir toplumda, verili bir topluluk veya din veya toplum biçimi içinde, ezilen ve egemen sınıfların mücadelesi elbette veridir. Bu mücadelenin aracı partiler ve tarikatlardır. Partiler ve tarikatlar devrim yapamazlar.
Devrim o parti veya tarikatlar, onları bir parti veya tarikat olmaktan çıkaracak, bir din yapacak bir mutasyon geçirdiklerinde, yani yeni bir dine, yeni bir topluluk tanımına, yeni bir üstyapı tasavvruna dönüştüklerinde devrim yapabilirler.
Örneğin Hıristiyanlık, Yahudilik içinde bir tarikat olarak kalabilirdi diğer yüzlercesi gibi, ama Yahudi olmayanları da kapsayıp, yeni bir topluluk tanımına geçtikten sonra yeni bir din olup bir devrim başarabilmiştir. Tarikat,yani bir Parti, yani bir sınıf mücadelesi aracı olarak kalsaydı, diğer yüzlerce benzeri gibi yok olup giderdi.
O halde bundan günümüze ilişkin çıkarılacak sonuç şudur:
İşçi sınıfı sınıf olarak devrim yapamaz!
Tıpkı köleler veya plepler, köle ve plep olarak nasıl devrim yapamadılarsa; köle ve plep partilerinde örgütlendikleri sürece yapamadılarsa, İşçiler de işçiler olarak, işçi partilerinde, sosyalist partilerde örgütlenerek devrim yapamazlar. Evet çıkarlarını savunabilirler, bir sınıf mücadelesi verebilirler ama devrim yapamazlar. Çünkü Partiler, var olan dini ya da topluluğun nasıl belirlendiğini tartışmaz, o topluluk içinde bölüşümü tartışırlar.
Ancak yeni bir dinin paradigması bu ufku aşabilir,
İşçi sınıfı ancak, yeni bir dinin kuruluşuna giriştiğinde devrim yapabilir.
Bu günkü dünyanın ilişkileri, tıpkı Muhammet’in İbrahim’e dönmesi ve geleneği yozlaşmalardan arındırması gibi, Aydınlanma’nın programına ve ideallerine bir geri dönüş gerektirmektedir.
Aydınlanma, komün ve uygarlık dinlerinin, yani soyların ve “inançların” topluluğu tanımladığı bir dünyada doğmuş ve onları bir özel ve politik ayrımı aracılığıyla topluluğun tanımlanmasından dışlayarak topluluğu tanımlamıştı. Yani kendisinin din olmadığı söyleyen bir din olarak ortaya çıkmıştı.
Bu din daha doğarken kendi içinde bir karşı devrim geçirdi ve ulusçuluk biçimindeki gerici biçim bu dine egemen oldu.
Bu nedenle bugün, ulusların ve ulusal devletlerin tüm dünyayı kapladığı buna karşılık, dünya ticaretinin ve üretimin kıyaslanamayacak ölçüde globalleştiği bir çağdayız. O halde, Aydınlanma’nın tanımını bugünkü dünyaya göre yeniden yapmak gerekmektedir. Bu tanm aydınlanmanın ilk tanımını (Yani “inançların” ve soyların hiçbir politik anlamının olmaması) da içermeli ama onu aşmalıdır.
Bunun tek biçimi, tıpkı eski dönemin soyları veya dinleri gibi bu günün uluslarının da politik olandan dışlanması, ulusal aidiyetin özel bir sorun olarak tanımlanması olabilir.
Yani İnsan Hakları Bildirgesini bir de ulusları da kapsayacak şekilde genişletmek gerekmektedir.
Yani ulusları ve ulusal devletleri yıkma, ulustan olmayı bütünüyle kişilerin özel bir sorununa indirgeme çağrısı; bir insanlık topluluğu tanımı yapılmalıdır.
Diğer bir deyişle, işçiler İnsan oldukları takdirde, tıpkı Roma’nın kölelerinin Hıristiyan oldukları, Mekke’nin Pleplerinin Müslüman oldukları takdirde devrim yapabilmeleri gibi, devrim yapabilirler.
Elbet her işçi biyolojik bir varlık olarak insandır. Burada kastedilen bu değildir.
Her hangi bir ulustan olmanın hiçbir politik anlamı olmamasını savunanlar, uluslara ve ulusal devletlere karşı savaşanlar ancak insan olabilirler.
Diğer bir ifadeyle, işçiler her hangi bir ulustan olmanın politik bir anlamı olmamasını savunduklarında; ulussuz olma hakkını savunduklarında; daha somut olarak uluslara ve ulusal devletlere karşı bir “Kutsal savaş” başlattıklarında, İnsan olduklarında; işçi olarak değil İnsan olarak mücadele ettiklerinde devim yapabilirler ve var olan toplumun en iyi kalp ve beyinlerini kendi saflarına kazanabilirler.
İşçiler, sadece kendi ekonomik ve sınıfsal çıkarları için değil; tüm yeryüzünde yeni bir düzen için mücadele ettiklerinde devrimci olabilirler ve devrim yapabilirler.
Bu önermeler, bugün dünyada İşçi Sınıfı’nın nasıl devrim yapabileceğini gösterir.
Ama bugünkü Türkiye’ye gelirsek var olan somut mücadeleler içinde bu görev şöyle tanımlanabilir.
Türkiye de işçiler, tutarlı demokratlar olduklarında, yani ulusun tanımından her türlü dil, din, soy, tarih belirlenimini dışladıklarında; ulusu böyle tanımlamaya karşı tanımladıklarında Türkiye’de bir demokratik devrim yapabilirler.
Türkiye’de sosyalistler eğer bir demokratik devrime öncülük etmek istiyorlarsa, öncelikle kendilerinin demokrat olmaları ve işçilere demokrasiyi “tebliğ” etmeleri gerekmektedir.
İşçilerin sınıf mücadelesinin kıçına hayranlıkla bakıp, en gericisinden ırkçı bir ulus anlayışıyla tanımlanmış bir devlette sosyalizm kurmaktan söz etmek, egemen sınıflar arasındaki mücadelede basit bir piyon olmaktan başka bir sonuç vermez.
*
Türkiye’nin sosyalistleri eğer dünya çapında bir sosyalist düzen içir mücadele etmek istiyorlarsa önce, dünyadaki işçilere insan olma uluslara ve ulusal devletlere karşı savaş çağrısı yapmalıdırlar. Bu çağrıyı yapmayan her çaba var olan ulusal devletlerin savunusu ve onlar arasındaki çatışmaların bir piyonu olma sonucunu verir.
Şimdiye kadar olan anlayış ve strateji ters yüz edilmelidir. Şimdiye kadar olan şöyledir: Her biri ulus ilkesin göre belirlenmiş devletlerin sosyalistleşmesi ve sonra bir sosyalist cumhuriyetler birliği kurularak giderek bir dünya cumhuriyetine ulaşmak.
Yani önce Sosyalist sonra İnsan olmak.
Ne teorik kavramlar ne de yaşanan deneyler bunun olmadığını ve olamayacağını göstermiştir.
Yapılması gereken ve izlenmesi gereken strateji tam da bunun tersidir. Önce uluslara karşı savaş ve bir dünya cumhuriyeti, sonra Sosyalizm.
Yani işçiler önce İnsan olmalıdırlar Sosyalist bir toplumda yaşayabilmek ve işçi olmaktan kurtulabilmek için.
Yani önce İnsan sonra Sosyalist olmak.
Bu gün Türkiye’deki (ve Dünyadaki) sosyalistler ne Demokrattır ne de İnsan.
İnsanların ve Demokratların görevi öncelikli görevi İnsan ve Demokrat olmayan bu sosyalistlere karşı mücadele etmektir.
Sosyalistler çözümün değil problemin bir parçasıdır bugün.
Çünkü onlar İnsan veya Demokrat değil, Türk’türler (Kürt, Alman, Amerikalı, Çinli).
Tıpkı işçiler gibi. İşçiler Türk işçileri ve Türk olmaktan çıkmadan ne Demokrat ne de İnsan olabilirler.
***********

Not: Konuya farklı bir bakış açısıyla yaklaşılan yukarıdaki yazı ile, "Bu yazı bence aynı zamanda Aleviler Neden Özgürleşemez? Kürtler Neden Kendi Kaderini Tayin Edemez? Femistler Neden Kadın Meselesinde Başarılı Olmaz sorularınında cevabını içermektedir. Veya Şöyle söyleyelim 'Yeni Bir Sol Harkete Neden Yeni Olamaz' " diyen Uğur TÜRE arkadaşıma, bu yazıyı iletmesinden ötürü teşekür ediyorum.
H.ATA

Kaynak: http://www.koxuz.org/

21 Ocak 2010

Yerkürenin ısınmasından bana ne?

http://www.dipnot.tv/Files/Images/photo_11232008105151AM_4374.jpg

Yerkürenin ısınmasından bana ne?

Gökhan Günaydın

Küresel ısınma ve iklim değişikliği, yerküreyi giderek yaşanmaz bir hale getiriyor. İklim kuşaklarının 150 ila 500 kilometre kuzeye kaydığı bir süreçte, dünya daha sıcak ve daha az yağışlı bir yakın geleceğe doğru hızla ilerliyor. Kutuplardaki buz kütlelerinden büyük parçalar kopup sulara karışırken; ısınma sürecinin deniz seviyesini yükselteceği, birçok bitki ve hayvan türünün yaşamlarının sona ereceği, açlık sorununun etki alanını genişleteceği biliniyor…

Bu tablodan Türkiye’nin payına düşen ise, 50 yıl içinde 3 – 5°C daha ısınmak ve özellikle güney bölgelerinde yüzde 30 daha az yağış olarak öngörülüyor.

Yerküreyi bu noktaya, kapitalist üretim süreçlerinin taşıdığı açık. Toprağı, suyu, havayı birer üretim faktöründen ibaret gören kapitalizmin doğayla ilişkilerinde iki yüzyıl boyunca geçirdiği “aşama”, sorunun altını çiziyor.
Kuralsız piyasa ilişkilerinde doğanın sömürülmesi gerçeğini gizlemek için bulunan kılıf, sömürü düzeyini “sürdürülebilir” bir çizgiye çekme çabasından ibaret.

Kendi sorununu bile pazarlayan kapitalist piyasa ekonomisi, post-fordist üretim ilişkileri temelinde maliyetlerin düşürülmesi için çocuk emeğinin kullanılmasını dahi “mubah” görüyor. Sermayenin artık değere el koyma mekanizması, dünyayı bir üretim faktörü niteliğine indirgerken, “talep” sorunu yaratılan tüketim toplumları ile aşılıyor.

Klasik iktisat teorisinde tarım sektörünün, “tüm bu ilişkilerden etkilenmeyen usandırıcı bir durağanlık yığını” olduğu ima edilse de, aslında kapitalizmin elini uzattığı her alanda aynı “gelişimin” yaşandığı kanıtlandı. Bu bağlamda, çevre ülkelerin tümünde, giderek artan oranda kırsal alan kapitalizme eklemleniyor.

Sözü edilen “gelişen piyasalarda”, köylülüğün hızla tasfiye edilmesi ve tarımın şirketleştirilmesi talep ediliyor. Gerekçe görece masum: Rekabet edebilirlik…

Benzer bir talep, oldukça açık bir şekilde, 24 Mart 2007 tarihinde İstanbul’da yapılan toplantıda dile getirildi. Toplantının başlığı, “Et ve Süt Sektörlerinde Küresel Vizyon”. Türkiye’nin Başbakan ve Tarım ve Köyişleri Bakanı ile temsil edildiği toplantıya Polonya, Çin, Romanya, Bulgaristan, İran ve Kuzey Kıbrıs Tarım Bakanları veya yardımcıları da katıldılar. Dünyanın hayvansal üretim ve ticaretini denetleyen yapıların hemen hepsi orada: Avrupa Süt Birliği, Uluslararası Süt Federasyonu, Pan Amerikan Süt Federasyonu, Avustralya Süt Üreticileri Şirketi, Avrupa Birliği Et Sanayi İrtibat Merkezi, Avrupa Canlı Hayvan ve Et Ticareti Derneği, ABD Et Üreticileri Birliği, Brezilya Et İhracatçıları Birliği…

Toplantıyı Türkiye Süt, Et ve Gıda Sanayicileri ve Üreticileri Birliği (SET BİR) organize ediyor. Mehmet Altan başta olmak üzere, liberal köşe yazarları, “2015 Sonrası Beklentiler” gibi açık hedefler konulmuş panellere başkanlık ediyor, tarım bakanlarına öğütler veriyorlar.

Türkiye Başbakanının iktidarları döneminde tarım sektörünün nasıl kalkındığına, yol ve su altyapısı yapımının hayvansal üretime ne denli katkı koyacağına ilişkin veciz sözleri ve saptamaları, fazla önemsenmiyor…

Toplantının ana fikri, sermaye tarafından açık biçimde ortaya konuluyor: Tarımsal desteklemeler kalkmalı, tarım ve köylü arasındaki bağ kopartılmalı. İş, Türkiye’de Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın adından Köyişleri’nin çıkartılmasına kadar vardırılıyor. Panel yöneticisi köşe yazarı, bu öneriyi oylamaya koymaktan son anda vazgeçiyor…

Sözü edilen öneri, kuşkusuz tarımı köylü üretici işi olmaktan tümüyle çıkarıp, şirket tarımını tahrik eden ve tarımı piyasalaştıran bir talebi gündeme getiriyor.

Bu noktada, dillendirilen talebin Türkiye için anlamını ortaya koymak gerekiyor: 73 milyon nüfusa sahip Türkiye’de kentleşme oranı yüzde 65.
Başka bir deyişle, 24 milyona yakın kırsal nüfus;
2 bin 265 belde,
36 bin 527 köy,
42 bin 098 köy altı yerleşme (köy bağlısı) olmak üzere toplam 80 bin 890 kırsal yerleşmede yaşıyor.
Tüm köyler ve nüfusu 25 binden az olan il ve ilçe merkezlerinde toplam hanehalkı sayısı 6 milyon 189 bin 351 iken, bunlardan 4 milyon 106 bin 983’ü tarımsal faaliyetle uğraşıyor.

Sermaye, şimdi, yığın olarak gördüğü bu kesimin tarımdan dışlanmasını, bu nicel büyüklüğün sosyal politika alanına itilmesi gerektiğini açık bir politika önerisi olarak dile getiriyor…

Önermenin meşruiyet temeli, yukarıda da belirtildiği gibi, “köylü tarımıyla rekabetçi olunmaz” savına dayanıyor. Kuşkusuz sermaye, desteklerden yoksun bırakılacak köylünün üretimle bağının kopartılması ve “sosyal politika” alanında yoksulluk yardımlarıyla ayakta tutulmasını önerirken, boşaltılan alana şirket tarımının egemenliğinin tesisini öngörüyor. Üreticiye tarım desteğinin sıfırlanması önerisi, taşıma – depolama – işleme – kalite unsuru – dışsatım sübvansiyonları gibi desteklerden doğrudan şirketlerin yararlandırılması talebiyle tamamlanacaktır elbette.

Köylülüğün tasfiyesi temelinde şekillenen öneriler, Türkiye’nin AB ile yürüttüğü tarım dosyaları tarama sürecinde hız kazandı. AB tarafı İlerleme raporları ve Etki Değerlendirme Raporu’nda Türkiye’de tarımsal istihdam oranının yüksekliğine özel vurgular yapıldı. Türkiye hemen sinyali aldı, 9. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda bu oranın yüzde 19’a çekileceği hedef olarak ortaya konuldu.

Yaşanan gerçeklik, vahşi kapitalist koşullarda bir tasfiye sürecine işaret ediyor. 1986 – 2004 döneminde tarım istihdamı 8.2 milyondan 7.2 milyona gerilemiş ve 18 yılda 1 milyon kişi tarım çalışanı olmaktan çıkmışken; 2004 sonrası dönemde her yıl 700 – 800 bin kişinin tarımdan kopuşuna tanıklık ediyoruz. Başka bir deyişle, tarım istihdamı şimdiden yüzde 35’ten yüzde 28.4’e geriletilmiş durumda.

Bu sonucu doğuran nedenin kentlerde, sanayi ve hizmetler sektörlerinde yaratılan yeni istihdam olanaklarının köylüyü çekmesi olmadığını biliyoruz. Kadın çalışan oranının en yüksek (tarımın feminizasyonu) ve okuma yazma oranının en düşük seviyelerde olduğu tarım istihdamı, işsizliğin yükseldiği bir süreçte “yeni iş olanakları” için erimiyor. Tersine, tarımsal çıktı fiyatlarının reel olarak gerilediği, buna karşılık girdi fiyatlarının her yıl daha da yükseldiği ortamda, tarımsal üretim köylü için sürdürülebilir olmaktan çıkıyor. Toprakta tutunamayan köylü savruluyor…

Bu süreç ilerletici midir? Tarım ve Köyişleri Bakanı ve AB müzakerelerini yürüten Bakan, bu alt üst oluşu, uygulanan politikaların olumlu sonuçları olarak tanımlıyorlar.

Peki bizim yanıtlarımız neler?
İki farklı eğilimin altını çizelim;

1 – Köylü tipolojisi tüm dünyayı kendi tarlasından ibaret gören ve ona dokunulmadığı sürece devrimlere – savaşlara kayıtsız kalan bir yapıdadır. Bu bağlamda köylülüğün tasfiyesi sosyal doku ve ekonomik düzen açısından ilerletici bir sürece işaret eder…

2 – Köylü üretici yapısının kırda yaşadığı yoksulluk bir bilinç aydınlanması ve direniş yaratmaktadır. Köylü üreticiye dayanan, doğayla dost bir tarımsal üretim yapısı, tüketiciye sağlıklı ve ucuz gıdaya ulaşma olanağı sunar ve böylece kır – kent arasındaki emek dayanışmasını kurgular…

Bu soruların sol içinde tüm yönleriyle tartışılması, emek – sermaye uzlaşmaz çelişkisinin tanımlanması açısından yaşamsal önem taşıyor.

* ZMO Genel Başkanı – 28 Mart 2007, Çarşamba

kaynak:www.sol.org.tr