açlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
açlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Ocak 2011

KARA GÜN "OCAK" TA NE OLMUŞTU ?

KARA GÜN "OCAK"TA NE OLMUŞTU ?

EvcioğluHaber- "Adalet için Hrant için" Arkadan vuranların hala arkasındamısınız..
Ocak ayı her daim karagün Zemheri diye anılır.. Açlığın, yoksulluğun simgesidir, Anadoluda.. Perişandır Anadolu insanı.. Ahırda hayvanının yemi bitmiştir..
Evde açlıktan, kemikleri derisinin altında görünen çocukların ekmeğinin bittiği aydır..
O yıllar bizim çocukluğumuzun yıllarıdır..
Yönetilenler böyle idi..
Ne kadar geliştik, ilerledik densede şimdide aşağı yukarı böyle..
Ama; yönetenlerin boynu kalın, göbek yağlıydı.. !
Bu durum hep böyle geldi, böyle gidiyor....! Değişmedi halkın kaderi hiç bir zaman..
Böylemi yazılmış dersiniz.? Tarihler iki madolyonun yüzünden yazar.. Bir tarafında, zevkü-sefa yaşayanların olduğu.. Bir taraf da açlık, yoksulluk ve üstüne üstelik, katledilen öldürülen zindanlarda çürütülen.. Yetmedi. faili belirsiz, bir yere gömülen...!

Peki daha başka ne oldu, Zemheri de.?

24 ocak kararları diye bilinen, ama halkı ekonomik olarak yoksullaştırılmasının ve soyulmasının kararları alınmıştı.. Türk halkı açısından geri dönülmesi zor bir süreç başlamıştı.. Bu kararla birlikte baskı da artmıştı.. Her yer kangölü...!
24 Ocak kararlarının uygulanması o kadar kolay olamayacağı için; 12 Eylül darbesine ihtiyaç vardı...!

Darbe gerçekleşti..
Acıyla, zulümle...
Ne canlar yitirildi, hayattan koparıldı, gencecik çocuklardı...


Yine bir 24 Ocak'dı. Uğur MUMCU katledildi.. Katiller bulundu, yanlış bulundu, derken bir kişi içeri atıldı.. Ama; kamuoyu vicdanı hala bu sorunun yanıtını bekliyor.. Katiller nerede..?

Bu gün 19 Ocak 2011..
Tam bundan 4 yıl önceydi..
Agos gazetesinin önünde bir silah sesi duyulur..
Daha sonra, ajanslardan Hrant DİNK arkadan ensesinden vurularak öldürüldüğü haberi verilir.. Katil..! Katil ise güvenlik kamerasından tesbit edilir.. Yaşının küçük olduğu ileri sürülen bir "ÇOCUK KATİL" yapılmış.. !
Tarih hep böyle yazılmıştır.. Çocuk Katillerle dolu..
Töre cinayetlerinde olduğu gibi 'Çocuktan Katil' yaratmak hüneri ile doludur..

'Ogün Samat' yakalanır..
Yakalındığı karakolda Türk bayrağı önünde kamaraya ve videoya çekilir..
Aslanlar gibi ağırlanır..
Katil olduğu ve yakalandığı bildirilir..
Ama, ağabeyleri; onu Samsu'ndan istanbul'a yollayan ve eline silahı tutuşturarak Hrant'ı öldürmesini isteyenler olmamıştır.. !
Kendisi planlamıştır mutlaka..!

Cebinde parası dahi olmayan bu çocuk..!
Sizcede kendisi her şeyden sorumlumu?
Hatta; ülkede faili meçhul 20.000 civarında cinayet var.. Bunları da bilinmeyen çocuklar işlemişlerdir..!
Peki ne olacak.?
Kim bulacak bu çocukları, iyi çocukları...!
Hala sorumlular ve yetkililer bu konuda hiç gerçeği konuşmadılar.. Çağırılıp konuşturulmalarını istemek bu ülkede herkesin, barış içinde yaşamak isteyenlerin hakkıdır..

Yine, 4.yılında da Hrant'ın ve ülkenin , barıştan yana kardeşçe yaşamak isteyenlerin gelip karanfiller koyduğu yer Agos gazetesi önüydü.. Gerçek katiller yakalanıp, bundan sonra çocukların katil yapılmadığı bir gün gelinceye dek bu yürüyüş devam edecek..
İstanbul, Ankara ve diğer illerde yürüyüşler yapıldı.. "Adalet İstiyoruz" çağrısı başta Adalet Bakanlığı olmak üzere İktidara duyurmaya çalıştılar..

Önemli bir not ilave etmekte yarar var ...
Fransa Meclisinde "Ermeni Yasa Tasarısı" kabul edilmişti.. Bu tasarıya ilk tepki, Ermeni diye katledilen Hrant Dink'ten gelmişti..
Hatırlayanlar bilir... "Fransa değil, herhangi bir ülke Ermenilerle ilgili böyle bir karar almaya hakkı yoktur.. Böyle bir kararın Türkiye de yaşayan Ermenilere bir yararı yoktur.. Olsa, olsa bu karar; Kararı alan ülkenin kendi çıkarlarına hizmet edecektir.. Kendi çıkarlarını korumak için Ermenileri; helede Türkiye Ermenilerini alet edemezler.. Buna asla izin veremeyiz.. Türkler bin yıldır birlikte yaşadığımız kardeşlerimizdir.. Daha bin yıllar birlikte yaşayacağız.. Bu nedenle kınıyorum" demişti..

Hrant'ın katil yada katilleri yakalanıp, gerçekler ortaya çıkmadıkça ülkemiz üstüne güneş doğmaz.. Karanlıklar aydınlanmaz..
Bunun için "Adalet İstemek" gerek..
"Güvercin tedirginliğinde yaşamak" demişti. Sevgili Hrant,,
Hrantı anlamak içinde Ermeni olmak gerekmez..

"Barış, adalet, eşitlik, özgürlük ve hoşgörü içinde bir arada yaşamak için. Bu yüzden hangi coğrafyada olursa olsun, halkların kardeşliğine inananlar olarak Hrant için, Adalet için…"

Işıklar içinde yat .. Güzel insan..

Ülkemizin makus tarihi bir gün bu kara günleri yenecektir....


EvcioğluHaber-19.01.2011- Çarşamba

14 Ocak 2011

"İÇKİ İÇME YASAĞI.!" 1920 YILINDA DA YASAKLANMIŞ

"İÇKİ İÇME YASAĞI.! " 1920 YILINDA DA YASAKLANMIŞ

EvcioğluHaber-
Son günler de, yaşanan tüm toplumsal olumsuzluklar unutuldu, hatta; güncel bir şekilde her yerde her türden olumsuzluk yaşanıyorken, hararetli bir şekilde içki yasağı tartışılmakta..!
İşsizlik, açlık, yoksulluk, üniversiteler...
Cumhurbaşkanı'na giderken, Öğrencilerin hepsinin cebinden toplanan para bir gidiş taksi parası ancak ettiği.. Şiddete uğrayan ögrencinin bebeğini düşürdüğü unutuldu..! Unutturuldu..!
Şimdi gündem yeniden belirlendi..
İçki içmek yasak.! değil..!
Şura da yasak, bura da değil..! Sürüp gidiyor.. Tutturulmuş bir kayıkçı dövüşü..!
"Kanguru dans ediyor, tosbağaların başı dönüyor.. Dansın füğürlerini anlayabilinceye kadar, kanguru başka bir füğüre geçiyor.. Bu gidişle kış gelecek, tosbağa soğuktan ve açlıktan ölecek..! "
Toplumsal bellek zayıflığı almış başını gidiyor.. Kendi sorunlarını unutmuş, güçlülerce belirlenen gündemin peşine takılıp, gidiyoruz..!
Oysa; kiminin evinde doğal gaz yok, kiminin evinde yiyeceği.. Kiminin üniversiteyi bitirmiş oğlu evden dışarı çıkamıyor işsiz... Acaba, bunların bir önemi yokmu dersiniz.. ?


***
Bu konuya benzer bir anektodu sizlerle paylaşmak isteriz..
Bu gün akşam NTV de Emre Kongar ile Mehmet Barlas tartışıyorlardı: Emre Kongar "Henüz Cumhuriyet kurulmadan önce, Ankara da kurulu Mecliste, Trabzon Vekili Ali Şükrü bey tarafından bir önerge verilir.. Yıl 1920 dir.. Önerge de Kurtuluş Savaşını Kutsal bir din savaşı olarak kabul edildiğinden, hiç bir yerde içki içilmesinin yasak olduğu konusuna değindi..
Bu konuyu araştırdım bakın nasıl bir şey çıktı karşımıza:


**alıntı****
Birinci Meclis döneminde içki yasağı kanunu nasıl kabul edildi?
Birinci Meclis’in muhafazakâr kanadının, içki yasağı konusunda bir kanun teklifini nasıl gündeme getirdiğini ve 14 Eylül 1920’de, bir oy farkla bu teklifin nasıl yasalaştığını anlatıyor...
Anadolu’nun, özgürlük için ölüm-kalım savaşı vermeye hazırlandığı günlerdi. Ankara’da Mustafa Kemal’in önderliğinde çalışmalarını sürdüren Birinci Meclis Hükümeti, çeşitli güçlükler içindeydi.
Millîci güçlere karşı, Anadolu’nun farklı bölgelerindeki iç ayaklanmalar birbirini izliyordu.
İşte bu kritik günlerde, 1920'nin Mayıs ayında başlayıp aralıklı olarak süren görüşmelerle 14 Eylül'de yasalaşan bir kanun teklifi, Birinci Meclis’in gündeminde önemli bir yer teşkil etmişti...

‘Men-i Müskirat Kanunu’, ülke genelinde içki yapımını, satışını ve tüketimini yasaklıyor; aksi davrananlar için, “Dayak, hapis ve para cezası” olmak üzere, çeşitli yaptırımlar öngörüyordu.
İçki yasağı konusunda Meclis’e ilk yasa teklifini Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey yapmıştı. Meclis’teki muhalif grupta yer alan ve daha sonraları, Mustafa Kemal Paşa’nın muhafızı Topal Osman tarafından öldürülecek olan Ali Şükrü Bey, teklifinde şu görüşlere yer veriyordu:
“Dinimizce tahrim edilmiş (haram kılınmış) olan sarhoş edici içkilerin halkımız arasında kullanılıp gidişinden dolayı doğan fenalıkların haddi hesabı yoktur. Halbuki, kendi dinleri men etmediği halde, Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti, hususî bir kanun ile, milletini bu beladan kurtarmıştır.”
“Biz de Amerika’dan ibret alıp, onu örnek edinmeliyiz. Bunun için de, Osmanlı memleketlerinde her türlü içkilerin yapılmasını, ithalini, satılmasını ve kullanılmasını kat’î surette men etmeliyiz.”
“Bu memnuiyeti (yasağı) dinlemeyip müskirat (içki) yapanlar, satanlar veya içenler görülürse, bunları derhal yakalayıp haddi şer’î ile (şeriata göre, verilen ceza, 80 değnek vurulması idi) veyahut ağır para cezası ile cezalandırmalıyız.”

Ali Şükrü Bey’in teklifi Meclis’in özellikle muhafazakâr kesimi arasında büyük taraftar topladı. Daha sonra Çorum Milletvekili Haşim Bey ve Bolu Milletvekili Nuri Bey de aynı konuda birer yasa teklifi verdiler. Teklifler, birleştirilerek görüşülmek üzere, kurulan komisyonlara havale edildi.
Üç milletvekilinin Meclis’e sundukları yasa teklifleri, ufak bazı farklara rağmen, genelde aynı yapıdaydılar. Ali Şükrü Bey ve Nuri Bey, içkinin toptan yasaklanmasını isterken, Çorum Milletvekili Haşim Bey gayrimüslimlerin yasa kapsamına girmemesini, yoksa yasanın Devletler Hukuku’na aykırı olacağını belirtiyordu.
Bunun yanı sıra, o yıllarda alkollü içkiler inhisarını (tekelini) elinde bulunduran Düyûnu Umumîye yetkilileriyle de bu konuda bir görüşme yapılmasını istemekteydi.
Teklifi inceleyen Adalet Komisyonu, olağanüstü şartlardan doğan Meclis’in görevinin, olağanüstü şartlarla sınırlı olduğunu vurgulayarak, konunun daha sonra ele alınması gerektiğini öne sürdü.
Sağlık Komisyonu ise, yasanın kabul edilmesini isterken, bir de ek öneri getirdi: Suçu ikinci kez işleyenlerin, Belediye Temizlik İşleri’nde 2-10 gün süreyle çalıştırılması da karara bağlanmalıydı.
Ayrıca Sağlık Komisyonu, bu suçu işleyenlerin devlet memuru olmaları halinde, memuriyetten atılmalarını da savunuyordu.
Şer’iye Komisyonu ise, yasanın içeriğini tümüyle değiştiren 9 maddelik yeni bir yasa taslağı öneriyordu.
Maliye Komisyonu’nun raporunda ise, Düyûnu Umumî’ye gelirleri arasında bulunan içki vergisinin dış borçlara karşılık, devletçe taahhüt edildiğini, bu nedenle ithal ve imalinin yasaklanamayacağı vurgulanıyor, bu yüzden içkiye ağır vergiler konulmak suretiyle mücadele etmek gerektiği ileri sürülüyordu…
Yasa teklifi komisyonlardan geçtikten sonra, 17 Mayıs günü Meclis gündemine alındı. Konuşmacılar yasa teklifini savunurken, bazı genç milletvekillerinin kullandıkları deyimler, sert tartışmalara yol açtı.
Bir milletvekili, yasadaki ‘meydan dayağı’ önerisine itiraz ederken, “Serseri Kanunu’ndaki darp cezası gibi…” sözler ağzından dökülünce, muhafazakâr milletvekilleri birden ayaklandılar.
Ortamın gerginleşince de, başkan, görüşmeleri erteledi. Bu tarihten sonra, tam 6 toplantı ve 7 celse yapılmasına rağmen, görüşmeler tamamlanamadı. Böylece görüşmelerin hızlandırıldığı 13 Eylül gününe gelindi.
13 Eylül 1920 günü, Vehbi Bey’in başkanlığında toplanan Meclis’te söz alan Maliye Vekili Ahmet Ferit (Tek) Bey, ‘İçkinin kendisini değil, vergisini savunacağım diyerek başladığı konuşmasında, bu yasa kabul edildiği takdirde, devletin yılda 1 milyon lira gelir kaybına uğrayacağını, zaten bütçenin de 20 milyon lira açığı olduğunu belirtti.
Daha sonra yasanın uygulanma sorununa değinen Ferit Bey, şunları dile getirdi: “Sınırlama gerçekle bağdaşmıyor; yasak uygulanamayacak, sonuçta iktisadî ve malî zararlarla karşılaşılacaktır.”
“Hükümetin istemesine rağmen, ülkede idarî ve ahlakî inzibat iyi değildir,” diyen Ferit Bey, ülkede sadece 2.200 polis bulunduğunu, 321 kilometrekareye bir polis düştüğünü ve bunlarla içki yasağını uygulama imkanı olmadığını vurguladı.
Ferit Bey’in karşı önerisi de, bu tekliften vazgeçmek; ama içki tüketimini azaltmak için de, vergileri artırmak yolundaydı…
Söz alan Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey ise, Amerika’nın yanı sıra, dinlerinin yasaklamamasına rağmen, Rusların da içki yasağı uygulandığını belirterek, bir hükümet memuru için, ‘Uygulama imkânı yoktur’ demenin zül olduğunu söyleyerek, “Tatbik edemeyen çekilir” dedi.
Bu sözler üzerine ortalık karıştı. Ahmet Ferit Bey, “Bendeniz şimdi çekilirim” derken, hazır bulunanlar arasından, Ali Şükrü Bey’e destek verici sözler yükseldi.
Ali Şükrü Bey, bundan da aldığı cesaretle, “Ben kanun tatbik edemem diyen bir hükümet, bence hükümet mevkiinde durmaya layık değildir” deyince, Meclis sıralarında gürültü arttı.
Antalya Milletvekili Hamdullah Suphi (Tanrıöver) Bey'in, herkesi sükûta çağıran konuşmalarından sonra, oturuma devam edildi. Ali Şükrü Bey de, konuşmasına devamla, “Yasak konulmazsa, hazine-i maliyeye bir milyon lira girecek. Gerçi istatistik yapmadım. Fakat bir arkadaşımın söylediği tabii doğrudur. Memlekette 120 milyon kilo meşrubat sarf olunuyormuş. 120 milyon kilonun Rum ve Ermenilerin cebine verdiği para, uu 1 milyon ile kabil-i kıyas mıdır?” dedi.

Yeterlilik önergesinin kabulünden sonra, 14 Eylül 1920 günü devam edilmek üzere, görüşmelere ara verildi.
14 Eylül günü Meclis, İkinci Başkan Vekili, Konya Milletvekili Vehbi Efendi’nin başkanlığında toplandı. Kâtipliği ise, Yozgat Milletvekili Feyyaz Ali Bey yapmaktaydı.
Söz alan Bursa Milletvekili operatör Emin Bey, yasak kapsamı içine bira ve şarabın da girip girmediğini sordu. Teklif sahibi Ali Şükrü Bey “Bizim teklif ettiğimiz madde (…) her şeye, hatta esrara da şamildir. Bunun içine afyon da dahildir” dedi.
Bunun üzerine, Burdur milletvekili İsmail Suphi Bey, “… her şey dahildir diye, haşhaş tarlalarını sökecek miyiz?.. Düzeltin rica ederim…” diye itirazını bildirdi.
Konu tartışıldı; söz alan operatör Emin Bey anlaşmazlığa tıbbî açıdan açıklık getirdi. Emin Bey, tıpta afyonun kullanıldığı birçok alan bulunduğunu, yasaklanması halinde, eczanelerin kapatılması gerektiğini söyledi.
Sonuçta, afyonun yasak kapsamından çıkarılmasına karar verildi. Daha sonra teklifin 3. maddesinin görüşülmesine geçildi. Madde, içki içtiği görülenlerin, ya 80 sopa ile cezalandırılacağını veyahut 50 liradan 250 liraya kadar nakit para cezasına mahkûm edileceğini öngörüyordu.
İçki yasağına uymayanlara verilmesi öngörülen bu cezaların türü ve ölçüsü de, milletvekilleri arasında tartışmalara yol açtı. Dayak cezasının, suçluların sağlık durumları açısından uygulanmaması ya da ölçüsünün azaltılması gerektiğini savunanlar olduğu gibi, bu tür bir cezanın insanların izzet-i nefis ve haysiyetleriyle oynamak olacağını savunanlar da çıktı.

Görüşmelerin tamamlanmasından sonra oylamaya geçildi.
Oylama, ortaya ilginç bir sonuç çıkarttı: Yasayı kabul edenlerin sayısı 71 idi; ama red oyu verenlerde aynı sayıdaydı. Ancak celseyi yöneten başkanın oyu iki oy sayıldığından ve Vehbi Efendi de bu yasaya olumlu baktığından, ‘Men-i Müskirat Kanunu’ 14 Eylül 1920 gün ve 22 sayı ile yasalaştı. Kanun özetle şu hükümleri içeriyordu:
“Memaliki Osmaniye’de her nevi müskirat imali, ithali, füruhtu (satışı) ve istimali (kullanılması) yasaktır. Aykırı hareket edenlerden, müskiratın beher kıyyesi (okkası) için, 50 lira para cezası alınır ve elde edilen müskirat imha olunur.”
“Alenen içki içenler veya gizli olarak içip sarhoşluğu görülenler ya haddi şer’î (80 değnek) veya 50 liradan 250 liraya kadar para cezası veyahut 3 aydan 1 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.”
“Resmi sıfatı olanlar da memuriyetten çıkarılır ve bu husustaki hükümler kabilî itiraza istinaf (bir üst mahkemeye başvurma) ve temyiz değildir.”
“Mevcut içkiler için iki ay süre verilmiştir. Yoksa alet edevat gibi, bunlar da müsadere edilecektir. Tıpta kullanılacak ispirto için, düzenleme getirilecektir.”

İçki yasağı kanun teklifi üzerindeki son görüşmeler yapılırken ve oylama sırasında, Mustafa Kemal, Meclis’te hazır bulunmamıştı. Ama yasanın çıkmasından hiç de memnun değildi.
Nitekim yakın çevresinden Ali Fuat (Cebesoy) Paşa, Mustafa Kemal'in, ülkenin içinde bulunduğu kritik ortamda içki yasağı gibi meselelerle uğraştığı için Ali Şükrü Bey’e kızdığını, hatta kendisine, “Memleketin zararına işlerle uğraşıyorsunuz” diye bağırdığını aktarır anılarında…
Meclis’in muhafazakâr kanadı, yasanın çıkmasını sevinçle karşılar. Kütahya Milletvekili olarak ilk Meclis’te görev yapan Besim Atalay’ın daha sonraları anılarında belirttiğine göre, bu kişiler, “Bu kanunu millet öylesine benimseyecektir ki, hasbi olarak (karşılıksız, Allah için) halk buna riayet etmeyenleri kendisi takip edecektir”


http://www.baktabul.net/

EvcioğluHaber-14.01.2011- Cuma

3 Ekim 2010

Beyninin % 100'ünü kullanan bir İnsan.!



"Siz hiç, beyninin % 100'ünü kullanan bir İnsanın; suç, savaş, açlık, salgın hastalık, ön yargı ve çevre katliamı ortamlarında olabileceğini düşünebiliyor musunuz ?
"


% 100 BEYiN GÜCÜ

% 100 BEYiN GÜCÜ












Beyinin görsel yapısı



Bir düşünsenize, insanoğlu tüm işlerini tek parmakla yapiyor olsa idi? O zaman 10 parmakla donatılmış olarak doğmazdık. Eğer; beyin hücrelerimizin sadece %10'u mutlu, seviyeli bir yaşantı sürdürmeye yetse idi, kafamiz tam 10 katı daha fazla hücre ile dolu olmazdı.
-Aslında, insanoğlu dünyada beyin kapasitesinin % 100'ünü kullanmayan tek varlıktır.
-İnsanoğlu aynı zamanda, beraber yaşadığı diğer canlilar ile sürekli uyumsuzluk halindeki tek varliktir.

Yunuslar da benzer bir beyin ile donatımışlardır..Ancak; onlar beyin kapasitelerinin tümünü kullanarak yasamlarını akıllı, eğlence sever, çevreleri ile uyumlu varlıklar olarak devam ettirmektedirler. Insanlarin da daha fazla beyin kapasitesinin kullanımı ile daha mutlu, daha uyumlu bir yaşam sürebileceğini söylemek yanlış olmaz.

"Siz hiç, beyninin % 100'ünü kullanan birisinin suç, savaş, açlık, salgın hastalık, ön yargı ve çevre katliamı ortamlarında olabileceğini düşünebiliyor musunuz ?
"

Başka bir deyisle, bizler de aynı diğer canlılar gibi mükemmel yaratılmışız; ancak; onlar gibi tüm potansiyelimizi kullanamıyoruz. Neden? Belki, bizler diger canlılar gibi enerji kaynagına nasıl bağlanacağımızı artik bilemiyoruz, ya da kendi özgür irademizi kullanma konusu umurumuzda degil.
"Belki de özgür irade, sadece bedeninin tepkilerine cevap veren % 10 kullanımlı insanlar için çok karmaşık bir ifade."

Bu potansiyelin kullanılmamasının nedeni ne olursa olsun, 'burada da kullanmazsan kaybedersin' gerçeği ortaya çıkmakta ve normal bir insan yanlış kullaniı veya kullanıl-mama yüzünden günde 100.000 beyin hücresini kaybetmektedir. Bu potansiyel değerlendirilmedikçe de, kişinin durumu zamanla daha kötüye gitmektedir.
"Sizce neden alzheimer, parkinson gibi hastalıkların oranı dünyanın doğum oranı ile aynı oranda büyümektedir."
Peki, çözüm ne?

Gerçekten de beynimizin tam kapasitesini kullanabilir, bu sayede yasam kalitemizi yükseltebilir miyiz? Tabiî ki yapabiliriz. Hafiza kaybına uğramak yerine hafıza sihirbazı, en basit problemlerden bunalan kişi yerine yaratıcı bir dahi, mutluluktan uzak, tekdüze yaşam tarzı yerine diğer canlılar ile tam ve değişken bir uyum içerisinde olmayı öğrene- biliriz.

Aslında yaşam düşündüğümüzden daha zor. Parasızlık, kötü geçen çocukluk ya da çevremizdeki diğer insanlar, dış etken olarak insanın kişiliğini etkiler. Ama, tüm olumsuz-luklara ragmen, kötü baslangıç yapıp sonra da istikrarlı, mutlu bir yaşam kuran insanlar da vardir. Bu kişiler, kendini yetiştirmenin ve sürekli geliştirmenin faydalarını fark etmiş, öğrenmiş insanlardir. Kişi, kendini tanıma sürecini geliştirdikçe, aslında içinde bulunduğu konumu veya durumu ile ilgili gerçeğin, tamamen kendi bilinçli, içgüdüsel veya tepkisel seçimlerinden kaynaklandığı fark eder.

Aklın ve vücudun tam ve doğru kullanımı ile kişinin kendini daha iyi hissetmesi, dolayisi ile ruhsal gelişimi, daha bilinçli bir yaşam tarzi seçmesini sağlar..

Bir çok insan tekdüze günlük hayata takilmakta, sadece tepkisel davranışlar sergilemekte böylelikle çevresindeki birçok olasılıkları ve seçenekleri görememektedir.

********************************
%100 beyninizi harekete geçirmek için aşağıdaki beyin jimnastiği testini yedi gün boyunca deneyin ve bu kısa süre içerisinde ne kadar yol aldığınızı görün.

Testteki her bölüm beyninizin başka bir bölgesini çalıştırmaktadır.

1.Vücudunuzu değişik yeni yöntemler ile sınayın. Normalde hanği elinizi kullaniyorsanız..?
-Bir günlüğüne saçınızı taramak, dişlerinizi firçalamak, çayınızı karıştırmak gibi basit işlemlerde elinizi değiştirin. -Gözünüzü kapatın ve esyaları hissederek odanızın içinde dolaşın.
-Sesleri dinleyin, çevredeki kokuları duymaya çalışın. -Yere düşen eşyaları ayağınız ile almaya çalışın,..
-Kapıyı, buzdolabını ayağınız ile kapatın.
-Okuduğunuz kitaptan bir sayfayı yan tutarak, bir sayfayı da ters tutarak okumaya çalışın.


2. Normalde sorgulayıp, eleştireceğiniz bir kişi hakkında onu onurlandıracak bir iltifat bulmaya çalışın.
-Kişi hakkındakı yargınızı sorgulayıp, kendinizi onun yerine koyup durumu tekrar gözden geçirin.


3. Buzdolabınızı açıp, birkaç saniye içindekileri gözden geçirin.
-Kapatıp içinizden tekrarlayın.
-Ayni şeyi bir oda içindeki eşyalarda, bir magaza vitrinindeki kostümlerde, duvarda asılı detaylı bir resimde deneyin.
-Adetleri, büyüklükleri, renkleri haıirlamaya çalışın.


4. Her gün beş dakika kendinizi başka bir insan yerine koyun.
-Sizin şu anda olduğunuz durumda o kişinin neler hissedebileceğini, neler düşünebileceğini hayal edin.


5. Kendinizi moralsiz veya keyifsiz hissettiğinizde, hayatta en çok istediğiniz şeyin ne olduğunu hatirlayip, başaılı olmanız için ne yapmaniz gerektigini tekrarlayın..
-Ne zaman negatif bir düşünceye kapılırsanız, kafanızda yarattığımız bu küçük pozitif filmi tekrarlayın.


6. Gün içerisinde her saat başı, birkaç saniye için önceki saat içerisinde ne olduğunu düşünün.
-Günün sonunda, tüm günün bir değerlendirmesini yapin. -Hatırlayamadığınız küçük parçalar sizin gün içerisindeki çok fazla bilinçli olmadiğiniz dakikalari gösterir.


7. Günlük hayatınıza adaptasyon ve esneklik kazandırmak için, her gün farklı bir şey yapın. -Alışverışinizi değişik dükkândan yapın.
-Eve geliş yolunuzu değiştirin.
-Evde ekmek veya kek pişirin.
-Farklı bir spor yapın.
-Kendinizi yeni bir komsuya tanitin.


Her gün ayni seylerin yapilmasi beynin hep ayni bölümlerinin kullanilmasina, diger bölümlerin körelmesine yol açar.

Unutmayın çesitli, farkli uyarımlar, beyin kapasitesinin kullanımı için en önemli anahtardir. Ayni zamanda sizi yoran, sizi zorlayan, rahatsiz eden alişkanliklarinizi birakmanizi da kolaylaştirir.

İstediginiz rüyayi görmeyi veya uyandiginizda gördügünüz rüyayi hatirlamayi istemez misiniz ?


__________________
Scandinevska.

11 Nisan 2010

BENİM YAŞ'LARIMDA


BENİM YAŞ'LARIMDA


Fotoğraf: Evcioğlu- yer: Aktaş, adı: Alev Çiçeği,

İNSAN

5 yaşına gelmeden anlıyor; açlığın öldürdüğünü, soğuğun dondurduğunu, ateşin yaktığını...
Sevgisizliğin insanın canını acıttığını...
Duyguları, nesneleri, kişileri, çevresini tanıyor.
Her şey ona çok büyük görünüyor:
Ev, masa, anne, baba...

10'una gelmeden; oyunla, sayılarla, harflerle tanışıyor.
Azgın bir iştahla öğreniyor. Kız ya da erkek olduğunu fark ediyor. Dünyanın evde, okulda kendisine anlatılandan da büyük olduğunun ayırdına varıyor.


15'inde, tam da en çok kendini sevdireceği çağda, sivilcelenen yüzünden, değişen bedeninden utanırken aşkı keşfediyor.
Dış dünya kadar iç dünyanın da büyük salonları ve kendisinin bile bilmediği odaları olduğunu, açıldıkça o odalardan devasa bahçelere çıkıldığını hissediyor, büyüleniyor. Şarkıların içinde sevdalar gezdirdiğini, şiirin her türden hasreti dindirdiğini anlıyor. Aşk acısını öğreniyor. Yine de seviyor; ille seviyor, inadına seviyor.

20'sinde, putlarını yıkıyor, başkaldırıyor, kanatlanıyor.
Her şey ona küçük görünüyor:
Ev, masa, anne, baba...
"Dünya küçükmüş; büyük olan benim" efelenmeleri başlıyor.
Lakin dünya bunu bilmiyor.
O yüzden 20'ler çoğu zaman hayal kırıklıklarıyla geliyor.

25'inde, ayaklar biraz yere değiyor.
Okul bitiyor, iş telaşı başlıyor.
Sınıfta öğrenilenlerin akı, sokaktaki gerçeklerin karasına çarpıp grileşiyor.
Yolu hızlı gelenler çabuk yorularak, sevdiğini bulanlarsa kalbinden vurularak evleniyor genelde...
5 yıl önce uzak bir ülke olan "istikbal", daha yakına geliyor.
"Bir denizde yangın çıkarma" hayali erteleniyor.
"Dünya zor"laşıyor.

30'unda, muhasebeye başlıyor insan:
"Dünya hâlâ beni tanımadı, üstelik galiba ben de dünyayı tam tanımıyorum" dönemi...
Mevcut bilgilerin sorgu yeri...
Kuşkunun beyliği...
Tehlikeli yaşlar: "Bunun nesine hayran oldum ki ben" pişmanlıkları, "Hakkımı yediler" sızlanmaları, sırta saplanan hançerler, çelmeler, dost kazıkları, ağır ağır olgunlaştırıyor insanı...

35, yolun yarısı...
Hiç okul asmadan, evden kaçmadan, bir terasta sevdiğiyle öpüşüp bir çadırda uyanmadan 20'sine gelenler için gecikmiş telafi çağları...
Daha önce hiç yüz verilmemiş ana-babaların sözüne yeniden kulak kabartılan yaşlar... Olgunluğun karasuları...

40'ında, Eski kotlar dar gelmeye, saçlara ak düşmeye, aile büyükleri yaşlanıp ölmeye başladığında bocalıyor insan...
Panik, kadınları kuaföre sürüklüyor, erkekleri araba galerilerine; ve ikisini birden yeni sevda hayallerine...
Yiten gençliğe, boyalı saçlarla, içe çekilen karınlarla, kırmızı arabalarla çare aranıyor.

45'inde, "istikbal" denilen o uzak ülkenin toprağına ayak basıyor insan...
Hem ölüm yarınmış gibi, hem hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamasını öğreniyor.
Eski dostlar, hatıralar kıymete biniyor.
Didişmenin yerini sükûnet, böbürlenmenin yerini nedamet, kinin yerini merhamet alıyor. "Keşke"ler "iyi ki"lerle, hırslar hazlarla yer değiştiriyor.
Bu dünyayı silkelemekten, daha iyi bir dünya için kavga vermekten vazgeçmeseniz de, öbür dünya umuduna da kulak kabartıyorsunuz, ara sıra...

Genellenemez tabii; bunlar benim yaş'larım.
Sonrasını bilmiyorum henüz; öğrendikçe yazarım.

Can Dündar...

14 Kasım 2009

Emekliler açlık grevine başladı

Emekliler açlık grevine başladı

Emekliler açlık grevine başladı
"Ömrümüzün en güzel yıllarında çalıştık, şimdi"


14 Kasım 2009 20:13

'Ömrümüzün en güzel yıllarında çalıştık, emekli olduk, bugün insanca bir yaşamı sürdürme olanağından yoksunuz!"

DİSK'e bağlı Tüm Emekliler Sendikası (Emekli-Sen) üyesi bir grup emekli, Kartal'da açlık grevine başladı.

Kartal Meydanı'nda toplanarak, 'Haklarımız için açlık grevindeyiz' yazılı pankart açan ve ellerinde dövizler taşıyan Emekli-Sen üyeleri, çeşitli sloganlar attı.

Emekli-Sen Kartal Şube Başkanı Emir Babakuş, yaptığı açıklamada bugün Türkiye'de milyonlarca işsizden sonra en zor koşullarda yaşam mücadelesi vermeye çalışanların emekliler olduğunu söyledi.

Babakuş, Türkiye'de yaşayan birçok emeklinin açlık sınırı altında sefalet çektiğini belirterek, 'Ömrünün en güzel yıllarında çalışarak emekli olan bizler, bugün ülkemizde insanca bir yaşamı sürdürme olanaklarından yoksun, toplumun en mağdur kesimlerinin başında geliyoruz. Bunun nedeni, yıllardır Türkiye'de uygulanan ekonomik ve sosyal politikalardır' dedi.

Emekli-Sen üyeleri olarak böyle bir anlayışa teslim olmayacaklarını ifade eden Babakuş, taleplerini kamuoyuna duyurmak ve emekliler adına kazanıma dönüştürmek için 4 günlük dönüşümlü açlık grevine başladıklarını kaydetti.

Maaşlarının insanca yaşayacak bir seviyeye çıkarılmasını, TÜFE farkı alacaklarının ve eksik ödenen KEY'lerin ödenmesini, Türkiye'nin de taraf olduğu uluslararası sözleşmelere dayanarak kurulan Emekli-Sen'in emekliler adına taraf alındığı statü yasasının derhal çıkarılmasını istediklerini ifade eden Emir Babakuş, 17 Kasım Salı akşamı Ankara'ya hareket ederek bu taleplerini Parlamentoda grubu bulunan siyasi partilere ileteceklerini belirtti.

Basın açıklamasının ardından Emekli-Sen üyeleri, Kartal'daki sendika binalarına giderek 4 günlük dönüşümlü açlık grevine başladı


14.11.2009 20:13:25

* http://www.renkhaber.com*