GDO etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
GDO etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Ocak 2010

ECZACILAR ANNELERİ UYARDI: BEBEKLERİNİZİ GDO’LU MAMALARLA ZEHİRLEMEYİN

ECZACILAR ANNELERİ UYARDI: BEBEKLERİNİZİ GDO’LU MAMALARLA ZEHİRLEMEYİN
Click here to enlarge
-Tüm Eczacı İşverenler Sendikası Genel Başkanı Nurten Saydan, 1 Mart’a kadar yapılacak ithalatta GDO’lu (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) bebek mamaları, devam mamaları, bebek ve küçük çocuk ek besinleriyle ilgili herhangi bir yasaklama uygulanmamasıyla ilgili olarak, "Mamaların GDO’lu olarak satılmasının derhal engellenmesini, üretim izninin Sağlık Bakanlığı’na devredilmesini ve mamaların market reyonlarında değil, yalnızca eczacının gözetiminde, eczanelerde satılmasını istiyoruz" dedi.

Saydan, konuyla ilgili ANKA’ya yaptığı açıklamada, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın, 26 Ekim 2009 öncesinde kontrol belgesi alınan ürünlerle ilgili yaptığı düzenlemede AB kriterlerine uygunluğun yeterli olacağını belirterek, GDO’lu ürünlerin, bebek mamaları, devam mamaları ile bebek ve küçük çocuk ek besinlerinde kullanılmasını yasaklayan hükmün de uygulanmayacağını kaydetti.
Saydan, konuya anneler kadar endişe ile baktıklarını belirterek, "Zira bilindiği üzere mamalar firmaların tercihi yüzünden eczaneler yerine marketlerden satılmaya başlamış, böylece eczacılar anneleri tehlikelere karşı uyarmakta etkisiz bırakılmışlardır" dedi.

-MAMALARIN DENETİMİ NEDEN TARIM BAKANLIĞI’NDA?

Saydan, bebek bezlerinin ruhsatlarını Sağlık Bakanlığı’nın denetlediğine dikkat çekerek, "Mamaların denetiminin Tarım Bakanlığı’nda olmasına anlam veremiyoruz. Mamaların GDO’lu olarak satılmasının derhal engellenmesini, üretim izninin Sağlık Bakanlığı’na devredilmesini ve mamaların market reyonlarında değil, yalnızca eczacının gözetiminde, eczanelerde satılmasını istiyoruz" diye konuştu.
Saydan, çocukların Türkiye’nin geleceği olduğunu ifade ederek, şunları dile getirdi:

"Sağlıklı nesiller yetiştirmek istiyorsak beslenmelerine son derece dikkat etmemiz gerekir. Son dönemde endişe ile izliyoruz ki, ülkemiz GDO’lu ürünlerin çöplüğü haline gelmiştir.
Son olarak GDO’ya mamalarda rastlanması endişe vericidir. Bu endişenin vahim boyutu ise 1 Mart’a kadar bu konuda hiçbir şey yapılmayacak olmasıdır."


-BEBEK BEZLERİ SAĞLIK BAKANLIĞI’NDAN, MAMALARI TARIM BAKANLIĞI’NDAN ONAYLI

Saydan, Türkiye’de mamaların ruhsatının Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nca verilirken, bebeklerin oyuncaklarına ve bezlerine ise Sağlık Bakanlığı’nın onay verdiğine dikkat çekti.

Saydan, beslenmenin ilk temeli olan mamanın "yem" mantığı ile Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nca ruhsatlandırılmasının anlamsız olduğunu belirterek, "Üstelik artık mamalar sadece eczane raflarında değil, market reyonlarında da rahatlıkla satılmaktadır. Biz eczacılar olarak, anneleri GDO’lu ürünlerin bebekler üzerindeki etkileri konusunda uyaramadığımız için son derece endişelenmekteyiz. Gelecek nesillerimizin sağlığının tehdit altında olmasının önlenmesi için Mamaların GDO’lu olarak satılmasının derhal engellenmesini, üretim izninin Sağlık Bakanlığı’na devredilmesini ve mamaların market reyonlarında değil, yalnızca eczacının gözetiminde, eczanelerde satılmasını istiyoruz" diye konuştu. (ANKA)
(NR/BÜN)

http://www.haberx.com/Gundem-Haberleri/

21 Ocak 2010

Yerkürenin ısınmasından bana ne?

http://www.dipnot.tv/Files/Images/photo_11232008105151AM_4374.jpg

Yerkürenin ısınmasından bana ne?

Gökhan Günaydın

Küresel ısınma ve iklim değişikliği, yerküreyi giderek yaşanmaz bir hale getiriyor. İklim kuşaklarının 150 ila 500 kilometre kuzeye kaydığı bir süreçte, dünya daha sıcak ve daha az yağışlı bir yakın geleceğe doğru hızla ilerliyor. Kutuplardaki buz kütlelerinden büyük parçalar kopup sulara karışırken; ısınma sürecinin deniz seviyesini yükselteceği, birçok bitki ve hayvan türünün yaşamlarının sona ereceği, açlık sorununun etki alanını genişleteceği biliniyor…

Bu tablodan Türkiye’nin payına düşen ise, 50 yıl içinde 3 – 5°C daha ısınmak ve özellikle güney bölgelerinde yüzde 30 daha az yağış olarak öngörülüyor.

Yerküreyi bu noktaya, kapitalist üretim süreçlerinin taşıdığı açık. Toprağı, suyu, havayı birer üretim faktöründen ibaret gören kapitalizmin doğayla ilişkilerinde iki yüzyıl boyunca geçirdiği “aşama”, sorunun altını çiziyor.
Kuralsız piyasa ilişkilerinde doğanın sömürülmesi gerçeğini gizlemek için bulunan kılıf, sömürü düzeyini “sürdürülebilir” bir çizgiye çekme çabasından ibaret.

Kendi sorununu bile pazarlayan kapitalist piyasa ekonomisi, post-fordist üretim ilişkileri temelinde maliyetlerin düşürülmesi için çocuk emeğinin kullanılmasını dahi “mubah” görüyor. Sermayenin artık değere el koyma mekanizması, dünyayı bir üretim faktörü niteliğine indirgerken, “talep” sorunu yaratılan tüketim toplumları ile aşılıyor.

Klasik iktisat teorisinde tarım sektörünün, “tüm bu ilişkilerden etkilenmeyen usandırıcı bir durağanlık yığını” olduğu ima edilse de, aslında kapitalizmin elini uzattığı her alanda aynı “gelişimin” yaşandığı kanıtlandı. Bu bağlamda, çevre ülkelerin tümünde, giderek artan oranda kırsal alan kapitalizme eklemleniyor.

Sözü edilen “gelişen piyasalarda”, köylülüğün hızla tasfiye edilmesi ve tarımın şirketleştirilmesi talep ediliyor. Gerekçe görece masum: Rekabet edebilirlik…

Benzer bir talep, oldukça açık bir şekilde, 24 Mart 2007 tarihinde İstanbul’da yapılan toplantıda dile getirildi. Toplantının başlığı, “Et ve Süt Sektörlerinde Küresel Vizyon”. Türkiye’nin Başbakan ve Tarım ve Köyişleri Bakanı ile temsil edildiği toplantıya Polonya, Çin, Romanya, Bulgaristan, İran ve Kuzey Kıbrıs Tarım Bakanları veya yardımcıları da katıldılar. Dünyanın hayvansal üretim ve ticaretini denetleyen yapıların hemen hepsi orada: Avrupa Süt Birliği, Uluslararası Süt Federasyonu, Pan Amerikan Süt Federasyonu, Avustralya Süt Üreticileri Şirketi, Avrupa Birliği Et Sanayi İrtibat Merkezi, Avrupa Canlı Hayvan ve Et Ticareti Derneği, ABD Et Üreticileri Birliği, Brezilya Et İhracatçıları Birliği…

Toplantıyı Türkiye Süt, Et ve Gıda Sanayicileri ve Üreticileri Birliği (SET BİR) organize ediyor. Mehmet Altan başta olmak üzere, liberal köşe yazarları, “2015 Sonrası Beklentiler” gibi açık hedefler konulmuş panellere başkanlık ediyor, tarım bakanlarına öğütler veriyorlar.

Türkiye Başbakanının iktidarları döneminde tarım sektörünün nasıl kalkındığına, yol ve su altyapısı yapımının hayvansal üretime ne denli katkı koyacağına ilişkin veciz sözleri ve saptamaları, fazla önemsenmiyor…

Toplantının ana fikri, sermaye tarafından açık biçimde ortaya konuluyor: Tarımsal desteklemeler kalkmalı, tarım ve köylü arasındaki bağ kopartılmalı. İş, Türkiye’de Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın adından Köyişleri’nin çıkartılmasına kadar vardırılıyor. Panel yöneticisi köşe yazarı, bu öneriyi oylamaya koymaktan son anda vazgeçiyor…

Sözü edilen öneri, kuşkusuz tarımı köylü üretici işi olmaktan tümüyle çıkarıp, şirket tarımını tahrik eden ve tarımı piyasalaştıran bir talebi gündeme getiriyor.

Bu noktada, dillendirilen talebin Türkiye için anlamını ortaya koymak gerekiyor: 73 milyon nüfusa sahip Türkiye’de kentleşme oranı yüzde 65.
Başka bir deyişle, 24 milyona yakın kırsal nüfus;
2 bin 265 belde,
36 bin 527 köy,
42 bin 098 köy altı yerleşme (köy bağlısı) olmak üzere toplam 80 bin 890 kırsal yerleşmede yaşıyor.
Tüm köyler ve nüfusu 25 binden az olan il ve ilçe merkezlerinde toplam hanehalkı sayısı 6 milyon 189 bin 351 iken, bunlardan 4 milyon 106 bin 983’ü tarımsal faaliyetle uğraşıyor.

Sermaye, şimdi, yığın olarak gördüğü bu kesimin tarımdan dışlanmasını, bu nicel büyüklüğün sosyal politika alanına itilmesi gerektiğini açık bir politika önerisi olarak dile getiriyor…

Önermenin meşruiyet temeli, yukarıda da belirtildiği gibi, “köylü tarımıyla rekabetçi olunmaz” savına dayanıyor. Kuşkusuz sermaye, desteklerden yoksun bırakılacak köylünün üretimle bağının kopartılması ve “sosyal politika” alanında yoksulluk yardımlarıyla ayakta tutulmasını önerirken, boşaltılan alana şirket tarımının egemenliğinin tesisini öngörüyor. Üreticiye tarım desteğinin sıfırlanması önerisi, taşıma – depolama – işleme – kalite unsuru – dışsatım sübvansiyonları gibi desteklerden doğrudan şirketlerin yararlandırılması talebiyle tamamlanacaktır elbette.

Köylülüğün tasfiyesi temelinde şekillenen öneriler, Türkiye’nin AB ile yürüttüğü tarım dosyaları tarama sürecinde hız kazandı. AB tarafı İlerleme raporları ve Etki Değerlendirme Raporu’nda Türkiye’de tarımsal istihdam oranının yüksekliğine özel vurgular yapıldı. Türkiye hemen sinyali aldı, 9. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda bu oranın yüzde 19’a çekileceği hedef olarak ortaya konuldu.

Yaşanan gerçeklik, vahşi kapitalist koşullarda bir tasfiye sürecine işaret ediyor. 1986 – 2004 döneminde tarım istihdamı 8.2 milyondan 7.2 milyona gerilemiş ve 18 yılda 1 milyon kişi tarım çalışanı olmaktan çıkmışken; 2004 sonrası dönemde her yıl 700 – 800 bin kişinin tarımdan kopuşuna tanıklık ediyoruz. Başka bir deyişle, tarım istihdamı şimdiden yüzde 35’ten yüzde 28.4’e geriletilmiş durumda.

Bu sonucu doğuran nedenin kentlerde, sanayi ve hizmetler sektörlerinde yaratılan yeni istihdam olanaklarının köylüyü çekmesi olmadığını biliyoruz. Kadın çalışan oranının en yüksek (tarımın feminizasyonu) ve okuma yazma oranının en düşük seviyelerde olduğu tarım istihdamı, işsizliğin yükseldiği bir süreçte “yeni iş olanakları” için erimiyor. Tersine, tarımsal çıktı fiyatlarının reel olarak gerilediği, buna karşılık girdi fiyatlarının her yıl daha da yükseldiği ortamda, tarımsal üretim köylü için sürdürülebilir olmaktan çıkıyor. Toprakta tutunamayan köylü savruluyor…

Bu süreç ilerletici midir? Tarım ve Köyişleri Bakanı ve AB müzakerelerini yürüten Bakan, bu alt üst oluşu, uygulanan politikaların olumlu sonuçları olarak tanımlıyorlar.

Peki bizim yanıtlarımız neler?
İki farklı eğilimin altını çizelim;

1 – Köylü tipolojisi tüm dünyayı kendi tarlasından ibaret gören ve ona dokunulmadığı sürece devrimlere – savaşlara kayıtsız kalan bir yapıdadır. Bu bağlamda köylülüğün tasfiyesi sosyal doku ve ekonomik düzen açısından ilerletici bir sürece işaret eder…

2 – Köylü üretici yapısının kırda yaşadığı yoksulluk bir bilinç aydınlanması ve direniş yaratmaktadır. Köylü üreticiye dayanan, doğayla dost bir tarımsal üretim yapısı, tüketiciye sağlıklı ve ucuz gıdaya ulaşma olanağı sunar ve böylece kır – kent arasındaki emek dayanışmasını kurgular…

Bu soruların sol içinde tüm yönleriyle tartışılması, emek – sermaye uzlaşmaz çelişkisinin tanımlanması açısından yaşamsal önem taşıyor.

* ZMO Genel Başkanı – 28 Mart 2007, Çarşamba

kaynak:www.sol.org.tr

2 Kasım 2009

BİYOGÜVENLİĞİMİZ TEHLİKEDE! GDO‘LARIN TİCARETİ SERBEST BIRAKILDI !

BİYOGÜVENLİĞİMİZ TEHLİKEDE!
GDO‘LARIN TİCARETİ SERBEST BIRAKILDI !

02 Kasım 2009 Pazartesi

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan "Gıda ve Yem Amaçlı Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerinin İthalatı, İşlenmesi, İhracatı, Kontrol ve Denetimine Dair Yönetmelik" 26 Ekim 2009 günlü Resmi Gazete‘de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

GDO‘lar konusunda 10 yıla ulaşan bir zaman dilimi boyunca kamuoyunu aydınlatma çabası içinde olan meslek örgütleri, demokratik kitle örgütleri, tüketici kuruluşları, çevreci kuruluşlar ve bilim insanları olarak bizler, ortaya çıkan yeni ve vahim durum karşısında, bir kez daha görüşlerimizi kamuoyu ile paylaşmayı görev sayıyoruz.

Yeni Yönetmelik ile GDO‘ların ülkeye girişine meşruluk kazandırılmış iken, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı‘nın sanki bu ürünlerin ticareti yasaklanmış gibi bir yanlış kamuoyu algısı yaratma girişimleri, bizlerin yukarıda belirtilen görevini daha da acil bir niteliğe taşımıştır.

Bu çerçevede;

1 - Türkiye‘nin, yıllardır talep ettiğimiz doğru içerikli bir Ulusal Biyogüvenlik Yasa‘sı olmadan, GDO‘ların ticaretinin bir Yönetmelikle düzenlenmesi hukuk, egemenlik ve halk sağlığı açısından bir skandaldır. Çünkü;

•· Yönetmelikler Yasa ve Tüzüklerin uygulanmasını göstermek üzere çıkartılırlar. Ortada bir Biyogüvenlik Yasası yokken, sözü edilen Yönetmeliğin GDO‘larla ilgili hiçbir düzenleme içermeyen Tarım, Gıda ve Yem Yasaları, 4703 sayılı Yasa ve 441 sayılı KHK‘ye dayandırılmaya çalışılması, sürecin hukuksuzluğunu olanca açıklığı ile ortaya koymaktadır.

•· Türkiye‘de yaşayan tüm yurttaşların sağlığını ve haklarını ilgilendiren bir konunun, TBMM‘de, milletin vekilleri tarafından görüşülmesi ve bir Yasa niteliğinde düzenlemeye konu edilmesi gerekirken, Bakanlar Kurulu‘nda imzaya açılan tasarının TBMM‘ye indirilmeyerek konunun Yönetmelik ile düzenlenmesi, millet iradesi ve egemenliğinin ihlalidir. Böylelikle, konunun vahim içeriği, halkın ve parlamentonun dikkatinden kaçırılmaya çalışılmaktadır.

•· GDO‘ların ticaretinin birkaç küçük istisnayla serbest bırakılması, bu alandaki kararların devlet memuru ağırlıklı bir Komite‘ye bırakılması, yine Bakanlık tarafından seçilecek uzmanlar listesinden görüş alınması gibi hükümler, halk sağlığı alanındaki tehlikenin açık görünümleridir. Siyasilerin ve şirketlerin baskısına direnebilecek bağımsız bilim otoriteleri yerine güdümlü organizasyonlar yeğleyen Yönetmelik, bundan da öte, bir Bakan talimatı ile her an değiştirilebilecek konumdadır.

Yukarda sayılan temel yanlışlıklar yanında, bebekler için risk sayılan gıdaların yetişkinler için serbest tüketime konu edilmesi, GDO‘suz gıda maddesi üreten işletmelerin bu yönde etiket kullanmalarının yasaklanması gibi hükümler ve asıl olarak GDO‘lu ürünlerin her türlü ticaretinin meşru zemine çekilmesi, Yönetmeliği kabul edilemez konuma taşımaktadır.

2 - Konunun halkın bilgisine sunulması yolunda ortaya koyduğumuz özverili çabalar, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı‘nı telaşa sürüklemiş olup, Bakanlık web sayfasında yapılan açıklamayla kamuoyu yanlış yönlendirilmeye çalışılmaktadır. Bu alanda da gerçekleri kamuoyu ile paylaşmayı görev biliriz;

•· Bakanlık, bu Yönetmelik ile GDO‘lu tohumların Türkiye‘de kullanımının yasaklandığını ifade etmektedir. Oysa bu yasaklama, on yıla yakın bir süredir, bir Genelgeyle sağlanmaktadır. Bakanlığın hem bu durumdan hiç söz etmemesi hem de hazırlayıp Bakanlar Kurulu‘na sunduğu Ulusal Biyogüvenlik Yasa Tasarısı Taslağı‘nda, Hükümet sözcüsü Sn Cemil ÇİÇEK‘in de ifade ettiği üzere, GDO‘lu tohumların ekimini serbest bırakmaya çalışması, kamuoyunu yanıltma girişimlerinin açık göstergeleridir.

•· Bakanlık, işbu Yönetmeliğe aykırı davrananlara, dayanakta gösterilen yasalar çerçevesinde, izin iptali, para cezası vb. cezaların verilebileceğini belirtmektedir. Bu cezaların çoğu, ilgili yasaların GDO‘lara özel düzenleme içermemeleri nedeniyle, olayın ciddiyetiyle bağdaşır nitelikte değildir. Nitekim, hazırlanıp TBMM‘ye sevk edilmeyen Kanun Tasarısı taslağı, bu alanda açıkça hürriyeti bağlayıcı cezalara hükmetmekte idi.

•· Bakanlık, risk değerlendirmesinin, 11 kişilik bağımsız, bilimsel, teknik komite tarafından yapılacağını belirtmektedir. Oysa Yönetmelik, uzmanlar listesinden Bakanlık tarafından seçilecek Komite‘nin, TAGEM, TÜGEM, KKGM temsilcileri yanında üniversite, TÜBİTAK ve araştırma enstitüleri temsilcilerinden oluşacağını belirtmektedir. Gerek uzmanlar listesinin niteliği, gerekse hem uzmanlar listesinin hem de Komite‘nin Bakanlık tarafından seçilecek olması, bu organizasyonun bağımsız, bilimsel, teknik sıfatlarını daha baştan ortadan kaldırmaktadır.

Sonuç olarak, gen bankası niteliğindeki ülkemizin biyolojik çeşitliliği, tarım potansiyelimiz, halkımızın satın alma gücü ve tüketim alışkanlıkları değerlendirildiğinde, GDO‘lu ürünlere Türkiye‘nin ihtiyacının olmadığı, üstelik bu ürünlerin kullanımının halk sağlığı yanında halkımızın dinsel - kültürel inanç ve alışkanlıklarına da aykırı olduğu ortadadır.

Bizler, bu alanda yıllardır halk yararına çaba gösteren kurum ve kuruluşlar olarak, bir kez daha GDO‘ya Hayır diyoruz. Halkın ve ülkenin yarar ve çıkarları, şirketlerin kar hırsının üzerindedir. Ülkemiz yurttaşlarının büyük çoğunluğunun istemediği genetiği değiştirilmiş ürünlerin, ülkemizi bir genetik yıkıma sürüklememesi için, her türlü meşru mücadelenin sürdürüleceğini ve GDO‘ları yasallaştırmaya çalışanların deşifre edilmeye devam edileceğini belirtiriz.

Kamuoyuna saygı ile duyurulur.

GDO‘YA HAYIR PLATFORMU

GDO‘YA HAYIR PLATFORMU BİLEŞENLERİ

-TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası -TMMOB Çevre Mühendisleri Odası
-TMMOB Peyzaj Mimarları Odası -TMMOB Mimarlar Odası
-TMMOB Gıda Mühendisleri Odası Marmara Bölge Şubesi
-TMMOB Gıda Mühendisleri Odası Ege Bölge Şubesi
-Türk Tabibler Birliği
-Tüketici Dernekleri Federasyonu (TÜDEF)
-Tüketici Örgütleri Federasyonu (TÖF)
-Tüketiciyi Koruma Derneği (TÜKODER)
-Tüketici Hakları Derneği -Tüketici Bilincini Geliştirme Derneği
-Çiftçi-SEN
-Ekoloji Kollektifi
-DOĞADER
-EKODER
-KESK Tarım Orkam-Sen
-Nilüfer Yerel Gündem 21
-Gemlik Yaşam Atölyesi Derneği
-İçanadolu Çevre Platformu (İÇAÇEP)
-Marmara Çevre Platformu (MARÇEP)
-Ege Çevre Platformu (EGEÇEP)
-Sürdürülebilir Yaşam Kolektifi
-Gürsel Tonbul Çiftlik İşletmeleri
-İmece Evi İmece Ekoköyü Dogal Yasam ve Ekolojik Çözümler Derneği
-Imece Ekoköyü Kooperatif Girişimi
-Eskişehir Çevre Koruma ve Geliştirme Derneği
-Muratpaşa Dostları Derneği
-Konyaaltı Dostları Derneği
-Kibele Ekolojik Yaşam Kooperatifi
-PDA Pembe Domates Ağı
-Akçaeniş Köyü Çevre Kültür Kalkınma ve Dayanışma Derneği
-Kirazlı Ekolojik Yaşam Derneği
-Bornova Sivil Toplum Platformu (BORPLAT)
-Greenpeace Türkiye
-Sinop Çevre Dostları Derneği
-Doğu Akdeniz Çevre Bileşenleri
-Yeni İnsan Yayınevi
-Buğday Derneği
-Slowfood Yağmur Böreği Birliği
-Slowfood Fikir sahibi Damaklar Birliği
-Slow Food Gençlik Gida Hareketi
-Slow Food Ankara Birliği
-Slow Food Kars Birligi
-Boğatepe Çevre Yaşam Derneği
-Aromaterapi Derneği (AROMADER)


"