politika etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
politika etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Ekim 2010

KESK-AR'DA EMEKÇİLER VE GERÇEKLER


KESK-AR'DA EMEKÇİLER VE GERÇEKLER


EvcioğluHaber- (KESK-AR) Kamu Emekçileri Konfedarasyonu Araştırma Merkezince Doç.DR. Mustafa DURMUŞ'a yaptırılan bir çalışmada, Emekçiler açısından ülkemizin karşı karşıya olduğu onlarca olumsuz gerçeklerin su yüzüne çıktığı gerçeği ile karşı karşıya olduğumuzu görmekteyiz..
KESK tarafından yaptırılan araştırmanın sonucu bir kitapcık halinde yayımlanmıştır.. Bu araştırmaya göre, bazı başlıkları aşağıda aktarılmaya çalışılan veriler bulacaksınız...

EvcioğluHaber
03.10.2010


Daha fazla kar için daha fazla üretim ve daha fazla büyüme sadece emeği değil, doğayı tahrip ediyor.
İktisadi büyüme kavramı, toplumdaki eşitsizlikleri açıklayamadığı gibi sıklıkla bu tür eşitsizlikleri gizlemek, perdelemek için kullanılmaktadır.
Birkaç banka ya da tekel kar ettiğinde ortalama, kişi başına düşen gelir de büyür, iktisadi büyüme sağlanır.
Bu halkın da gelirinin ve refahının arttığı anlamına gelmez.


*********
Goulet:
"Kalkınmanın üç olmazsa olmazı: Zorunlu ihtiyaçların karşılanması, özgüven-bağımsızlık ve özgürlük. " diyor

-Yurttaşlarının konut-barınma, gıda, eğitim, sağlık gibi zorunlu ihtiyaçlarını bedelsiz olarak karşılayamayan;
-Emperyalistlerce kaynakları sömürülen ve diğer ülkelerle ilişkilerini eşit bir zeminde sürdüremeyen;
-Halklarının, insanlarının kendi geleceklerini özgürce belirleyebilme hak ve özgürlüklerine sahip olmadığı bir ülke, toplum, ekonomi gerçek anlamda kalkınmış sayılamaz"

***********
-TÜİK gelir dağılımı araştırmaları sosyal sınıfların milli gelirden aldığı payları göstermiyor.
-Gelirin yanı sıra asıl olarak Türkiye’de servet eşitsiz dağılmakta, bu da refahın adaletsiz dağılmasına neden olmaktadır.
-Kriz hem dünyada hem de Türkiye’de servet zenginlerinin sayısını artırdı.
-Buna karşılık halk daha da yoksullaştı.

**********

-İktisadi büyüme tek başına ne toplumsal refahın, ne yaşam standardının ölçüsü olabilir, ne de emekçilerin refah düzeylerinin yükselmesini sağlayabilir.
-Azgelişmiş ülkeler için iktisadi büyümeden ziyade kalkınma –sanayileşme olgusu önemlidir.
-Çünkü bu ülkeler kalkınamamakta ya da sanayileşememektedir.

***********
-Daha fazla kar için daha fazla üretim ve daha fazla büyüme sadece emeği değil, doğayı tahrip ediyor.
-İktisadi büyüme kavramı, toplumdaki eşitsizlikleri açıklayamadığı gibi sıklıkla bu tür eşitsizlikleri gizlemek, perdelemek için kullanılmaktadır.
-Birkaç banka ya da tekel kar ettiğinde ortalama, kişi başına düşen gelir de büyür, iktisadi büyüme sağlanır.
-Bu halkın da gelirinin ve refahının arttığı anlamına gelmez.

***********
-TÜİK gelir dağılımı araştırmaları sosyal sınıfların milli gelirden aldığı payları göstermiyor.
-Gelirin yanı sıra asıl olarak Türkiye’de servet eşitsiz dağılmakta, bu da refahın adaletsiz dağılmasına neden olmaktadır.
-Kriz hem dünyada hem de Türkiye’de servet zenginlerinin sayısını artırdı.
-Buna karşılık halk daha da yoksullaştı.

*******

-Kamuya yeni borç vermenin karşılığında finans kapital ağır kemer sıkma politikaları dayatıyor.
-Krizdeki AB’nin geleceği tartışılıyor.
-Kriz uzun süreli olacak; bazen büyüme, istihdam artışları görülürken, bazen de daralmalar, hatta yeni dipler ortaya çıkabilir.
-Kapitalist krizin yeni aşamasında, özel sektöre ait risk ve borçlar kamu borcuna dönüştürülerek toplumsallaştırıldı.

********
-Avrupa’da uygulanan kemer sıkma politikaları seçim sonrasında Türkiye’de görülecek (mali kural).
-Krizin bu yeni aşamasını Türkiye’nin emek örgütleri çok iyi analiz etmeli.
-Kamu emekçileri, işçi sınıfı örgütleri ile birlikte, küçük üreticileri, küçük esnafı, güvencesiz çalışanlar ve işsizleri de yanlarına alabilecek bir birlik ve mücadele stratejisi geliştirmek zorunda.
-Bu durum aynı zamanda emek örgütlerinin örgütlü güçlerini artırabilmeleri için bir fırsattır.
************

KESK-AR tarafından yapılan araştırmanın tamamına ulaşmak için;
http://www.kesk.org.tr/ sitesinden ulaşabilirsiniz..

13 Temmuz 2010

Uluslararası Emek Haberleri

Uluslararası Emek Haberleri


Cum, 09 Temmuz 2010


Yunanistan'da Kemer Sıkma Politikalarına Karşı Grev Dalgası Yükseliyor

AB ve IMF ile imzalanan anlaşma çerçevesinde “kaçınılmaz” olarak tanımlanan ve krizin yükünü emekçilere yıkmaya yönelik politikalara karşı Yunanistan’da emekçilerin direnişi yükselmeye devam ediyor.

Kamu ve özel sektör çalışanları, hükümetin sosyal güvenlik yasa tasarısını ve çalışma ‘reformlarını’ protesto etmek amacıyla 8 Temmuz’da 24 saatlik greve gitti. Hava Trafik Kontrolörleri Sendikası (EEEKE),10:00-14:00 arası olmak üzere 4 saat greve gideceklerini açıkladı. Bazı kaynaklara göre, EEEKE 14 Temmuz 2010 tarihinde ayrıca bir 24 saatlik greve gitmeyi planlıyor. Yunan adalarına feribot seferleri yapılmadı. Okullar, mahkemeler ve devlet hastaneleri çalışmadı. Gazeteler çıkmadı.

Yunanistan Kamu Çalışanları Konfederasyonu (ADEDY) ve İşçi Sendikaları Federasyonu (GSEE) çağrısıyla yapılan grevde emekçiler 9 Temmuz’da Parlamentodan geçirilmesi planlanan sosyal güvenlik yasa tasarısına karşı çıktılar. Tasarıya göre, 2018 yılından itibaren emekli maaşlarında yüzde 7 oranında kesinti yapılacak, emeklilik yaşı ve süresi artırılacak. Reform paketine 7 Temmuz gecesi yapılan meclis oturumunda 137’ye karşı 159 oyla destek gelmişti.

2. ABD Sosyal Forumu
Daha önce Haziran 2007 tarihinde Atlanta’da gerçekleşen ABD Sosyal Forumunun ikincisi 22–26 Haziran 2010 tarihinde Detroit’te gerçekleşti. 2. ABD Sosyal Forumu 2008 mali krizinin başlangıcından bu yana ilerici toplumsal hareketlerin ilk büyük çaplı buluşması niteliğini taşıyor.

Sadece “başka bir dünya mümkün” değil, aynı zamanda “Başka bir Amerika gerekli” sloganıyla düzenlenen forumda, ABD’deki toplumsal mücadelelerin dünyadaki diğer toplumsal mücadeleler açısından önemli olduğu vurgulandı. ABD’nin uluslar arası sistemdeki merkezi rolüne dikkat çekilerek, sermayeye karşı daha güçlü bir direnişin ABD’de gerçekleşmesinin diğer bölgeler açısından önemli sonuçlar doğuracağına dikkat çekildi.

Forumun düzenleyicileri, Chrysler, GM ve FORD gibi üç büyük otomotive şirketinin kurulduğu yer olan Detroit’in önemine dikkat çekti. Son 20 yıl içerisinde, 80’lerden itibaren bu şirketlerin üretimlerini denizaşırı bölgelere kaydırmasıyla, işsizliğin sorun oluşturduğu ve büyük göçler veren Detroit'te, 20 yıl öncesine kıyasla evlerin yüzde 40’nın boş olduğu, işsizliğin ise yüzde 30’ların üzerine çıktığı kaydedildi.

USW ile ALCOA arasındaki İş Sözleşmesi
ABD’deki Birleşik Çelik İşçileri’nde (USW) örgütlü 5400 işçi dünyanın 2. büyük alüminyum üreticisi ALCOA şirketi ile 24 Haziran 2010 tarihinde 4 yıllık sözleşme imzaladı. Geriye dönük olarak 1 Haziran’da başlayacak sözleşme 15 Mayıs 2014 tarihine kadar sürecek.

USW ve ALCOA’nın Nisan ve Mayıs ayları boyunca 6 hafta süren görüşmeleri sonucunda USW’nin eyaletlerdeki şubeleri 31 Mayıs’ta grev kararı alırken, USW ve ALCOA grevi önleyecek şekilde karşılıklı görüşmeleri 11 saat daha uzattı. Uzatılan görüşmeler sonrasında gizli oyla yapılan oylama sonucunda ABD’deki 8 eyaletteki 11 işletmesindeki işçilerin yüzde 68’i varılan anlaşmayı onayladı.

Varılan yeni anlaşma sonucunda işçilerin sağlık sigortaları konusunda bütünsel toparlamadan kaçınılırken, yeni işe başlayanlara yönelik emeklilik sağlık sigortası kapsam dışı bırakıldı. İşçilerin sağlık harcamaları konusunda ALCOA’nın yaptığı açıklamada yıldan yıla artan sağlık harcamalarının rekabet gücünü düşürdüğü öne sürüldü. İşçilerin ödediği sağlık sigortası primleri arttırıldı. Sözleşmede ücretlere ilişkin olarak da, ilk iki yıl boyunca ücretlerde artış olmaması; 2010 yılı için aktif çalışanlara yönelik 1000 dolar ve 2011 yılı için de 1750 dolar toptan ödeme yapılmasına; sonraki iki yıl için ise ücretlerde yüzde 2.5 zam yapılmasına karar verildi.

11 üye sendika liderlerinin yanı sıra 4 küçük sendikadan oluşan USW’nin Alcoa Aliminyum Pazarlık Konseyi, ALCOA’nın sigorta kapsamını düşüren ve işçileri mağdur eden sağlık planı konusunda geliştirdiği “Seçimler” planını reddetti. Diğer taraftan, yeni sözleşmenin işçiler tarafından ödenen primleri arttırmasına rağmen, sendikalı olmayan ALCOA çalışanlarından daha az ödediklerini ifade etti.

COBAS Grevi Sonrası
İtalya Taban Komiteleri Sendikaları’nın(COBAS) çağrısıyla 7-15 Haziran 2010 tarihleri arasında Berlusconi hükümetinin eğitim 'reform'larına karşı haklarını savunmak üzere öğretmenler greve gitti.

İtalya Taban Komiteleri Sendikaları (COBAS) temsilcisi grevlerinin başarılı geçtiğini kaydederken, liselerdeki 27000 sınıfın 19000’nin yani yaklaşık yüzde 70’nin ders yapmadığı bildirildi. Aslında greve katılımın daha çok olabileceği, ancak 20 yıl önce başta İtalya Genel Emek Konfederasyonu (CGIL) olmak üzere “tekelci” sendikalar olarak tanımladıkları sendikaların düzenleyip onayladıkları düzenlemelerle 1990 yılında grev hakkının anayasa düzeyinde engellendiği kaydedildi.

Kamu eğitimine yönelik bir saldırı niteliği taşıyan lise “reformu”na karşı 12 Mart’ta da greve giden çalışanlar, lise “reform”unun geri çekilmesi, binlerce iş olanağının yok edilmemesi, okulların ve ders konularının azaltılmaması, Brunetta ve Aprea tasarıları, emeğin hiyerarşilendirilmemesi ve temel eğitimi terketme yaşının 15'e çekilmemesi, geçici işçi istihdamına karşı, okullara daha geniş bütçe ayrılması, eğitim sektöründe birlik demokrasisi ve örgütlenme haklarının geri verilmesi için eylem ve etkinliklerine hız vermeden devam edeceklerini bildirildi. 25 Haziran’dan itibaren “reform” tartışmaları boyunca Parlamento önünde sürekli oturma eylemine gideceklerini ve gösteriler düzenleyeceklerini tekrarladılar.

25 Haziran Genel Grevi Sonrası
Avrupa’nın birçok ülkesinde olduğu gibi, İtalya’da da kamu harcamalarını 25 milyar Euro daraltarak borç yükünü emekçilere yükleyen paket tepkiyle karşılandı. 25 milyar Euro’yu bulan paket, 1 milyondan fazla emekçiyi sokaklara döktü. İtalya Sendikalar Birliği’nin (CGIL) çağırıcısı olduğu greve, ülke genelinde katılım sağlandı. Grevde aynı zamanda hükümetin tasarruf tedbirleri kapsamında, ücretleri 2013 yılına kadar dondurması ve kamu sektöründe 400 bin işyerinin tasfiye edilmesi protesto edildi. Kamu sektöründe memurlar 24 saatliğine iş bırakırken, özel sektör çalışanları dört saat greve gitti. Grevin ana sloganı “Tüm yük bizim omzumuzda” oldu.

Kültürel faaliyet gösteren kurumlar da hükümetin kemer sıkma politikalarını protesto etmek için 29 Haziran Salı günü opera binaları ve tiyatrolarını kapattı.

İtalyan sol partileri ve küçük sendikalar genel grevi desteklerken, CISL ve UIL sendikaları üyelerini greve çağırmadılar.

İtalya İşverenler Örgütü (Confindustria) ise, raporunda ülkenin resesyondan çıktığını ancak işsizliğin büyüdüğünü kaydetti. 2010 yılının ilk üç ayında işsizlik oranı ortalama yüzde 9,1 artış gösterdi. Bu da son üç yılın en yüksek değeri olarak dikkat çekiyor. Buna rağmen 400.000 işyerinin kapatılması planlanıyor. Böylece sağlık sektöründe 156.000 işyeri, hizmet sektöründe 59.000, eğitim sektöründe ise 80.000 işyeri yok edilecek. Ayrıca emekli olan her 5 kişiden sadece birinin yerine yeni biri alınacak.

Foxconn’daki İntiharlara İlişkin Son Gelişmeler
Apple, Dell, HP, Nintendo, Nokia ve Sony için üretim yapan Çin merkezli şirket Foxconn’da yılbaşından bu yanan 11 kişinin ölümü ve 13 kişinin ağır yaralanması ile sonuçlanan intihar olaylarına ilişkin olarak ITUC, hükümet ve şirketleri sorumluluklarıyla yüzleşmeye davet ediyor.

Diğer taraftan, hepsinin göçmen işçilerden oluştuğu 12. intihar teşebbüsünden sonra, şirket neden yaptığına ilişkin bir açıklama yapmasa da, yüksek katlı binaların altına ağ gerdirmiş.
(Gerilen ağların resmi için: http://gizmodo.com/5574993/foxconn-is-installing-safety-nets-on-buildings)

Çin’de toplam 800.000 işçi istihdam eden firmadaki bu olayların başlıca nedeni olarak, çalışma koşullarının ağırlığı, sert yönetim tarzı ve Çin’in rekabetçi ihracat modeli arasında sıkışan genç göçmen işçilerin tekin olmayan durumları gösteriliyor.

İntiharlara ilişkin, ITUC gerek Çin hükümetini, gerek Çin Sendikalar Konfederasyonu’nu (ACFTU), gerekse Foxconn’u üretim zincirlerinden biri olarak kullanan şirketleri sorumlu davranmaya ve mağdur olan ailelere gerekli desteği sağlamaya davet ederken, hükümete de geç kalınmadan araştırmaları başlatması yönünde baskıda bulunuyor.

Diğer taraftan şirket 7 Haziran günü 1 Ekim itibariyle yüzde 70’e varan zam sözü verdi. İlk etapta yüzde 30 ve şimdi yüzde 70 zam kararı alan şirket, 1 Ekim 2010 tarihine kadar hiçbir çalışan intihar etmemesi durumunda bu zammı uygulayacağını duyurdu. Şirket o tarihe kadar işyerindeki herkese psikolojik destek verileceğini de bildirdi. Şirketin kurucusu Terry Gou, alınan zam kararının işçilerin saygınlığı ve güvenliğini artırmak amacıyla alındığını söyledi.

Macaristan'da Barınma Hakkı Mücadelesi
Macaristan Sosyal Forumu Barınma Hakkı’nın Anayasa’ya girmesi gerektiği konusunda karara varırken, yeni merkez-sağ hükümeti bu karara karşı çıktı. Eski Macaristan Anayasa Mahkemesi yargıcı da dahil olmak üzere çok sayıda kişi ve örgütün katıldığı Forum’daki Toplumsal Yuvarlak Masa toplantısında, bu hak çerçevesinde toplumsal bir ev inşa programının başlamasını talep etme konusunda uzlaşırken, bunun başlangıcı olarak son 2 yıl içerisinde borç ve iflas nedeniyle evlerini kaybeden binlerce kişinin evleri üzerindeki haklarını kaybetmiş olsalar da, evlerinde kalmalarını sağlayacak yönde devlete baskı yapmak. Özellikle işsiz olanların da bu risk altında olduğunu vurgulayan Forum, yeni koalisyonun ortaklarından Hıristiyan Demokrat parti ile yakın ilişki içerisindeki Hıristiyan Sosyal Çalıştayı’nın Forumun uzlaştığı bu karara karşı çıktığı belirtildi.

Metro Çalışanları Grevi
Hükümetin 15 milyar Euro’luk tasarruf tedbir paketi nedeniyle Metrolardan Sorumlu Madrid Bölgesel Hükümetinin çalışanların maaşlarının yüzde 5 oranında düşürme kararına karşı, 7500 metro işçisinin 29 Haziran’da greve gitti. Hükümet ile sendikalar arasında her hangi bir görüşme yapılmazken, sendikalar 30 Haziran’da eylemi süresiz eyleme dönüştürmeye yönelik oylamaya gitti. Bölgesel hükumet sözcüsü Ignacio Gonzalez, sendikalar "radikal pozisyonda" kalmaya devam ettikçe, çözümün mümkün olmadığını söyledi. Oylama sonucunda greve devam kararı alındı. Metro çalışanları, bir grev durumunda asgari ulaşım imkânının sağlanacağı yolundaki anlaşma hükümlerine uymayı reddettiler.

5 Temmuz Pazartesi günü yapılan yeni oylamada ise greve son verilerek, yönetimle görüşme yapılmasına karar verildi. Eğer görüşmeler sonucunda olumlu bir sonuç çıkmazsa, 12 Temmuz’da yeniden eylemlere devam edileceği kaydedildi.

Günde 2 milyon kişinin kullandığı metro ulaşımında yaşanan 4 günlük grev hayatı felç etti. Diğer taraftan, 29 Eylül günü ücretlerdeki kesintilere ve çalışma yasasındaki değişikliklere karşı 1 günlük grev kararı alındı.

http://www.kesk.org.tr/node/287

13 Mayıs 2010

'Kaset gerçek mi' diye soran riyakardır!

'Kaset gerçek mi' diye soran riyakardır!
https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiAr7X_4oU7IUcYzktuJrbwRm45gW37UHdahm69-7rCxjJmfnuPhIRSGQXyRB9WEPlDKrBjt0wFbnE7EfkuD5FnQRM2X1L2wM3EZfgIk3s1LEVFbYPfA8aR9TT-29AgdCzsc6RGWOqzhY8/s320/gil-joker.png

12.05.2010 Çarşamba

Baykal'ın istifasıyla sonuçlanan 'gizli kamera skandalının' siyasi etkileri kadar 'ahlaki' yanı da tartışma konusu..
En temel insani haklarının çiğnendiği, özel hayatın, mahremin didiklenerek komplo üretildiği bir rezalet sözkonusuyken 'Eşini aldattıysa siyasi sonuçlarına katlanır" demek ne kadar ahlaki?

İşte kadın köşe yazarlarının görüşleri


Elif Şafak:

Farkında mısınız? İki kadın mağdur edildi, ediliyor. Biri Deniz Baykal'ın hayat arkadaşı Olcay Hanım, diğeri Nesrin Hanım. Eminim ki her ikisi de özel hayatlarının üzerine titreyen insanlardır. Eminim ki her ikisi de her şeyden evvel yuvalarını, çocuklarını, ailelerini korumak istiyorlar.
Politikaya atılmak dünyanın en zor kararlarından biri. Özellikle bir kadın için. Bilhassa siyasetin "erkek işi" olduğu Türkiye'de. Ben Nesrin Hanım'ı tanımıyorum. Siyasi çizgisini yakın bulurum bulmam, apayrı mesele. Ama onun gibi çalışkan, azimli, kararlı kadınlara Türk siyasetinin çok ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.


Gülay Göktürk: Topluca riyakarlık içindeyiz
Siyasetçilere kurulan seks komplolarını boşa çıkarmanın
tek yolu var: Etkisiz kılmak... Etkisiz kılmanın yolu ise -duruma göre- "sana ne" ya da "bana ne" deyip yürüyüp gitmek. Komplocuyu elinde tuzağıyla öylece orta yerde bırakıp yoluna devam etmek...
"İyi ama siyasetçinin böyle bir olaydan sonra istifa etmemesi mümkün mü; partisi ve seçmeni nezdinde güvenilirliğini kaybeden bir siyasetçi nasıl olur da görevine devam edebilir" denilecektir.
Doğrusu bu konuda topluca bir riyakârlık içinde olduğumuzu; üstelik çifte standart uyguladığımızı düşünüyorum.
Çifte standart dediğim şudur: Hangimiz, doktorumuzun eşine ihanet ettiğini öğrenince ona karşı olan güvenimizi kaybediyor ve doktor değiştiriyor; aynı şeyi yapan bakkalımızla alışverişi kesiyor ya da apartman yöneticimizi değiştiriyoruz?
Hiçbirimiz...Böyle durumlarda suçun bize karşı değil, eşe karşı işlendiğini; ihanet eden kişinin bizimle olan ilişkisini etkileyecek bir durum olmadığını düşünüyorsak, aynı şeyi neden politikacı için düşünemiyoruz? İhanet doktorumuzun işini iyi yapmasına engel olmuyorsa politikacının işini iyi yapmasına neden engel olsun?
Kamuoyuna mal olmuş kişilerin durumunun farklı olduğu, onların özel hayatlarını düzgün tutmak zorunda oldukları söyleniyor ki işte bu noktada yukarıda sözünü ettiğim "toplu riyakârlık" meselesine geliyoruz.
Zira yukarıdaki bu "masum" cümlenin dobraca ifadesi şudur: Toplum olarak ihanete batmış olsak da, her iki erkekten biri karısını aldatsa da, toplumun vitrinini temiz tutmalıyız! Toplumun erdemli imajını koruma yükünü vitrindekilerin sırtına yıktık mı, geri kalanların yalan ve riya ile iç içe yaşamasında bir sakınca görmüyoruz.

Fatma K. Barbarosoğlu: Ahlaktan yana mıyız?

Kaset'in tek muhatabı Deniz Baykal ve Nesrin Baytok'un aileleridir. Onların dışındaki hiç kimsenin kaset hakkında söz söyleme hakkı olmadığını düşünüyorum. Kamuoyu olarak özel hayatın sınırlarına riayet etmek zorundayız.
Yıllar önce Menderes Yassı adada yargılanırken bebek davası köpek davası diye süren davaların Menderes'e inanları ne kadar üzdüğünü hatırlayalım....

"Özel hayat takibi" bu defa CHP üzerinden yürütülüyor. Bir rövanş algısı hâkim. Oysa siyasi hesaplaşmalara ahlaki ilkeler peşkeş çekildiğinde yaralanan taşıyla toprağıyla içindeki her fikirden insanıyla ülkemiz oluyor.
Deniz Baykal üzerinden fikir yürütenler "kaset gerçek ise" diye bir cümleye başlıyor.

Kaset gerçek ise...
Lütfen bu cümlenin anlamına kilitlenelim.
Kaset gerçek ise diyoruz.
Oysa İslami olarak da seküler ahlak kodlarıyla da kasetin gerçek olup olmadığı ile bile ilgilenmemek zorundayız.

Kasetin gerçek olup olmadığı tarafların yakınlarını doğrudan ilgilendirir. Kamuoyunu ne zaman ilgilendir? Mekânın kamuya ait olduğu durumlarda. Tıpkı Beyaz Saray oval ofis skandalında gibi. Ya da haksız kazanç dolayısıyla izi sürülen gayri meşru ilişkilerde kamuoyu doğrudan taraftır. Olay kişileri ve aileleri değil bütün kamuoyunu ilgilendirir. İSKİ skandalında olduğu gibi.
Deniz Baykal'ın olayında ise kamuoyunu ilgilendirmesi gereken husus ama gerçek ama kurgu bir kasetin "zorlayıcı" etkisi olmalı. Nitekim Deniz Baykal pazartesi günü sıcağı sıcağına istifasını vererek "zorlayıcı" duruma boyun eğmeyeceğini ortaya koymuş oldu. Baykal'ın bu tavrını hem siyasi hem de insanı açıdan son derece önemli buluyorum.
Bu tavır "sizi ısıran köpeğe ısırarak cevap veremeyeceğinize göre sonuna kadar insan kalmaktan vazgeçmeyin tavrıdır.
Baykal istifa ederek kendi sınavını verdi. Şimdi kamuoyu olarak bizler ahlaktan yana mıyız yoksa ahlakçı mıyız onu ortaya koymuş olacağız.

Ayşe Arman: Kadını parçaladılar

GELDİĞİMİZ nokta çok feci...Acı bile değil. Feci.
Bu kasetin detaylarını didikleyenler, ayrıntılarına girenler de iki yüzlü.
Çünkü onu destekliyormuş gibi duruyorlar ama detay anlatıyorlar.
Görüntüler gerçek mi, değil mi?
Aralarında ilişki var mı, yok mu?
Kaset eski mi, yeni mi?
Montaj mı, değil mi?
Bizim bunları tartışmaya hakkımız bile yok.
O yüzden Baykal çok klastı.
"Ben bu konuda konuşmam" dedi.
"Bu konuyu kimsenin diline düşürmem" dedi.
Ve dediğini yaptı.
Çok öğretici bir hayat dersiydi.
BU arada Nesrin Baytok da en az Baykal kadar bu olayın mağduru. Baykal'ı harcamak için onu da parçaladılar. Kadınların kaderi bu. O da korkunç bir saldırıyla karşı karşıya kaldı. Doğru, yalan, yanlış, her ne ise bizi ilgilendirmeyen bir şey yüzünden hayatı sarsıldı. Onun için hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
Geçmiş olsun diyorum. İnşallah üstesinden gelir.


Balçiçek Pamir: Nasıl erkeksi, nasıl duygudan, nasıl sağduyudan uzak...

MÜTHİŞ bir maço tavırdır gidiyor... Deniz Baykal-Nesrin Baytok hadisesinden bahsediyorum. Nasıl erkeksi, nasıl duygudan, nasıl sağduyudan uzak...

“O kadın” diye bahsediliyor Nesrin Baytok’tan... CHP’liler, AKP’liler bütün erkekler toplanmış Baykal’ın onurunu kurtarmaya çalışıyorlar. Muhafazakâr medyanın erkek mensupları daha da komik... Ağızlarında bir “beyefendi” lafıdır gidiyor. Kim bu beyefendi? Nesrin Baytok’un muhterem eşi. Baykal bitti, şimdi eşin namusu üzerinden konuşmalar son hızla devam ediyor. Onun da mağdur olduğunu kabul ediyorum. Kuşkusuz en ağır bedeli ödeyen isimlerdendir ama nedir bu erkek bakış açısı Allah aşkına?

Gazetemiz yazarı Mutlu Tönbekici: Kadın değil mi parçalayın gitsin

Nedir çizilen portre? Çıkarı için her şeyi yapabilecek alçak adi üstelik vekil olmak için yetersiz bir kadın!

Bir parti bu kadar mı hızla sırt çevirir bir vekiline? Bu kadar mı hızlı harcar? Ne kadar da sevmezlermiş kadını.. Ne kadar da kötü gözle bakarlarmış...

http://www9.gazetevatan.com/

3 Mart 2010

ENGELLİ DEDENİN HAPSİ SOSYAL DEVLETİN İFLASIDIR

ENGELLİ DEDENİN HAPSİ; SOSYAL DEVLETİN İFLASIDIR


02 Mart 2010
Ankara’da, felçli ve kör olan 61 yaşındaki Dursun Erselligil ödemediği 45 liralık su faturası nedeniyle hapse atıldı. Okur-yazarlığıda olmayan Ersellligil, dava açıldığını da duruşma günü öğrenmişti. Felçli, adam polis aracına bindirilip cezaevine götürüldü.

http://i.milliyet.com.tr/MansetOrtaBolge180_80/fft11_mf337746.Jpeg

Tüketici Dernekleri Federasyonu’ndan (TÜDEF) tepki

Ankara’da görme engelli, vücudu felçli ve kalp hastası 61 yaşındaki Dursun Erselligil’in su faturasını ödemediği gerekçesiyle tutuklanmasına Tüketici Dernekleri Federasyonu’ndan (TÜDEF) tepki geldi .

Sosyal Hukuk Devleti’nin iflası ortaya çıktı.


Dursun Erselligil’in önce 275 TL’lik faturayı ödeyemediği için suyu kesildi. Sonrasında ise yaşlı adam, Ankara Büyük Şehir Belediyesi yetkililerince kaçak su kullandıkları gerekçesiyle mahkemeye verildi ve kaçak su kullandığı gerekçesiyle suçlu bulunarak Sincan L Tipi hapishanesine konuldu.TÜDEF Başkanı Ali Çetin, konuya ilişkin bir açıklama yaparak ASKİ’yi İnceleme Müfettişlerinin her inceleme döneminde yüzlerce usulsüzlük bulduğu fakat adalet kılıcının Ankara Büyük Şehir Belediyesi’ne işlemediğini ifade etti. Çetin, “Hukuk söz konusu Dursun yurttaş ve polise taş atan 5-12 yaş arası çocuklar olunca işlemektedir. Sistemin adaleti, yoksula karşı kaplan iktidara ve yandaşlarına karşı ise kedi. Erselligil meselesinde ‘Sosyal Hukuk Devleti’ iflası ortaya çıkmıştır” ifadelerini kullandı. Yaşananların kabul edilemez olduğunu vurgulayan Çetin şöyle konuştu:
“AKP ‘muhtaç et, sadaka ver, oyunu kap’ politikasıyla sahte sosyal devletçilik yaparak halkı kandırıyor, ihtiyaç sahibi ailelere yardımda bulunan Melih Gökçek milyonlarca liralık yıllık fonları sadece yandaşlarına kullanıyorken, ihtiyacı olan yurttaş Dursun’u 275 TL’lik borcu dolayısıyla felçli ve kör olmasına rağmen hapishanelere yolluyor. Asgari ücret ve altında ücrete tabi olan herkese günlük 25 litre su bedava verilmelidir”
Serhat Boztaş Ankara

Birgün

18 Şubat 2010

Katiller ortaklığı / Can Dündar

18 Şubat Perşembe 2010

Biri öğretmen Yavuz Bingöl’ün babası, diğeri sendikacılığın efsane ismi... Yılmaz Bingöl 1976’da sürüldüğü Arifiye’de saldırıya uğradı. 4 yıl sonra da Kemal Türkler öldürüldü.

1983’te Yılmaz Bingöl, kendisini vuran kişiyle Türkler’i öldüren kişinin aynı olduğunu söyledi oğluna. Babaları vurulduğunda Yavuz 12, Nilgün 19 yaşındaydı

Yılmaz Bingöl ile Kemal Türkler tanışırlarmış. Biri TÖB-DER’li bir devrimci öğretmen, diğeri sendikacılığın efsane ismi...

Yılmaz Bingöl “Çok sevgili ağabeyimdi” diye bahsediyor ondan...
Ama 1970’ler, devrimci öğretmenler, akademisyenler, sendikacılar, politikacılar, yazarlar için cehennemdi.
Bu iki isim, o cehenneme aynı cellatlarca itildiler.
* * *
İlkin Yılmaz Bingöl saldırıya uğradı.
Tarih 17 Mart 1976 idi.
Milli Eğitim Müdürü iken MC hükümeti gelince görevden alınıp Arifiye’ye sürülmüştü.
Arifiye’de bir arkadaşıyla birlikte saldırıya uğradı. 4’lü iki grup tabancalar, bıçaklar, zincirlerle saldırdı. İki öğretmen de yaralı olarak hastaneye kaldırıldılar. Orada da kaldıkları odaya silahlı saldırı düzenlendi. 3 gün kendilerini bir odaya kilitleyerek hayatta kalmayı başardılar.
Saldırganların isimleri o günkü gazetelerde vardı. Yılmaz Bingöl bu isimleri gidip Uğur Mumcu’ya anlattı. Mumcu “Sana söz, ben araştıracağım” dedi.
Ancak kendisi de benzer bir saldırıda öldürülecekti.
* * *
4 yıl 4 ay sonra da Kemal Türkler saldırıya uğradı:
Tarih 22 Temmuz 1980’di.
Türkler evinden çıkıp arabasına bindi; 19 yaşındaki kızının gözleri önünde 4 saldırganın kurşunlarına hedef oldu.
Üzerinden 38 kurşun çıktı.
Katillerden üçü yakalandı ve 1987’de mahkûm edildiler. Dördüncü tetikçi olan Ünal Osmanağaoğlu ise yurtdışına kaçtı. Osmanağaoğlu, Bahçelievler katliamında 7 TİP’li gencin öldürülmesinden de aranıyordu. 9 yıl kaçak kaldıktan sonra 1999’da yakalandı.
Kuşadası’nda devlete ait Milli Park’ta işletmeci olarak çalışıyordu.
2003’te yargılandı. Delil yetersizliğinden beraat etti. Yargıtay
2007’de yeniden yargılandı. Delil yetersizliğinden beraat etti. Yargıtay bozdu.
2009’da yeniden yargılandı ve beraat etti. Dava halen Yargıtay’da 30. yılını kutluyor(!).
Bütün bu yargılamalarda Türkler’in olaya tanık olan kızı dinlenmemişti bile...
Bu arada Türkler öldürüldüğünde 1,5 yaşında olan torunu Burç Akpınar büyüdü, avukat oldu ve dedesinin davasına avukat olarak girdi.
* * *
Geçenlerde Yavuz Bingöl aradı:
“Biliyor musun, babamı vuranlarla Kemal Türkler’i öldürenler aynı kişiler” dedi. Bu gerçeği 1983’te öğrenmişti. Çünkü babası o günlerde kendisine silah sıkan kişiyi otobüste görmüştü. Gelip oğluna anlatmış, “Zamanında onları yakalasalar belki de Türkler öldürülmeyecekti” demişti.
Önceki gece Yavuz Bingöl ile Nilgün Türkler NTV’de Canlı Gaste’de bir araya geldi.
Babaları vurulduğunda Yavuz 12 yaşındaydı; Nilgün 19...
Bu saldırıların anılarını yaşayarak, saldırganların nasıl devlet korumasına alındığını ibretle izleyerek büyümüşlerdi.
Biri çocukluğunda yaşadığı acıyı türkülere dökmüş, diğeri babasının vasiyeti doğrultusunda acısını içine gömüp hiç unutmadan, ağlamadan, dimdik durup hukuk mücadelesini sürdürmüştü.
Şimdi acılarını, deneyimlerini, bilgilerini buluşturup birlikte adalet arıyorlar.
Bu katiller ortaklığından, bir müşterek aydınlık doğurabilmek için...
bozdu.

Önceki gece Yavuz Bingöl ile Nilgün Türkler NTV’de Canlı Gaste’de bir araya geldi. Babaları vurulduğunda Yavuz 12 yaşındaydı; Nilgün 19... Yavuz Bingöl gerçeği 1983’te öğrenmişti.

http://www.milliyet.com.tr/

"

3 Şubat 2010

İŞİMİZ, İŞYERİMİZ, EKMEĞİMİZ İÇİN 4 ŞUBAT'ta GREVDEYİZ! (GREV BİLDİRİSİ)


http://www.aktuelbakis.com/files.php?file=kesk_447612506.jpg

İŞİMİZ, İŞYERİMİZ, EKMEĞİMİZ İÇİN 4 ŞUBAT'ta GREVDEYİZ!

(GREV BİLDİRİSİ)


http://www.ntvturk.com/images/stories/tekel-direnisi-isci-mucadelesi-icin-milattir.jpg

Salı, 02 Şubat 2010

Günümüz Türkiye’si sermaye için dikensiz bir gül bahçesine çevrilmiştir.
Neo-liberal politikalara sıkı sıkıya sarılmış Hükümetler tarafından 30 yılı aşan bir süredir bu ülkede sermayenin her istediği anında ve fazlasıyla yapılırken, emekçilerin en temel ve insani talepleri sistemli bir şekilde bastırılmış, hakları gasp edilmiştir.
AKP iktidarı emekçilere yönelik bu çok yönlü kuşatmanın son, fakat en kararlı temsilcisi olarak bu politikalarda ısrar ediyor. Bu politikaların özü üç temel ayak üzerinde yükseliyor. Birincisi kamu alanının, bütün yurttaşlara ait olan değerlerin piyasa güçlerine terk edilmesi, en temel insan ihtiyaçlarının dahi bir kâr alanı haline getirilmesi:
AKP özelleştirmede şampiyondur.

İkincisi, 12 Eylül artığı bir Anayasa’nın gölgesinde yurttaşlarını en temel haklardan mahrum bırakan, öteleyen, dinsel, inanca dayalı ya da etnik kimliklerini tanımayarak onları dışlayan otoriter devlet anlayışı:
AKP baskıda, gözaltılarda, kitle gösterilerine yönelik şiddette şampiyondur.
Üçüncüsü örgütlenerek, birleşerek kendi çıkarları için bu gidişata dur diyebilecek, hak gaspları karşısında sesini yükseltecek, sermayenin karşısında emeğin onurunu savunacak emekçilerin istihdam politikaları yoluyla bölünmesi, emekçilerin farklı statülerle farklılaştırılması, böylelikle işçi-memur, kadrolu işçi-taşeron işçisi, sözleşmeli, 4/C’li, 4/B’li adı altında parçalanmış emekçilerin örgütsüzleşmesi, etkisizleştirilmesi, eşit işe eşit ücret ilkesinin ayaklar altına alınması.
AKP kuralsız istihdam alanında da şampiyondur.

4/C statüsü tamamen özelleştirme mantığının ürünüdür. AKP kârlı kamu işletmelerini yok pahasına sermayeye aktarırken bu işletmeleri kârlı hale getiren, etiyle, kanıyla, dişiyle tırnağıyla bu işletmelerin her bir tuğlasında, makinasında hakkı bulunan emekçileri de sokağa bırakmak, açlığa ve sefalete mahkûm etmeye kararlıdır.
Bunun en son somut örneği Tekel işçilerinin durumudur. Bugün Ankara’da sürmekte olan Tekel işçileri direnişi bu noktada Türkiye’nin bütün emekçileri için önemli bir sınav niteliği kazanmıştır.
Hamasi sloganların ötesinde bir gerçek olarak ifade edilecek olursa bugün tüm emekçilerin yüreği Tekel işçileri için atmakta, umutları, talepleri Tekel direnişinde somutlanmaktadır. Tekel direnişi emekçiler için bir nirengi noktasıdır. Direnişin kaybedilmesinin sonuçları bütün emekçiler için ağır olacaktır. Direnişin kazanılması durumunda ise aynı 25 Kasım Grevinde yaşandığı gibi, emekçiler için daha aydınlık, daha demokratik bir Türkiye umudu güçlenecektir. Bu nedenle emek güçlerinin her hangi birinin bu direnişi hafifsemeye hakkı yoktur.
DİSK ve KESK’in çağrısıyla bir araya gelen 6 Konfederasyonun toplantısı sonucunda Hükümete sorunu çözmesi için 26 Ocak’a kadar mühlet verildi.
Bu süre içerisinde sorunun çözülmemesi durumunda dayanışma grevi yapılacağı vurgulandı. Siyasi iktidar bu çağrıyı savsakladı. Yeni bir randevu vererek soğukta ekmek ve demokrasi mücadelesi veren Tekel emekçilerini 1 hafta oyaladı. Bu bir haftanın sonunda işçilere yine 4/C’yi dayatabileceğini sandı.

Siyasi iktidar Tekel işçilerini pervasızca kapının önüne koyabileceğini, kimsenin onlara sahip çıkmayacağını düşünerek bu adımı attı.
Tekel işçileri yıllardır süren bu karanlığa karşı bir meşale yaktılar.
Bu meşalenin sönmesine izin vermeyeceğiz.
Emekçilerin kararlılığını 4 Şubat Perşembe günü, 1 günlük dayanışma greviyle bir kez daha göstereceğiz.
Emek, Barış ve Demokrasi Mücadelesini Yükselteceğiz!

http://www.kesk.org.tr/

4 Nisan 2009

PKK'yı kullandık "ABD, iki Ünlü Stratejist"


PKK'yı kullandık

03 NİSAN 2009, CUMA

Arka Plan: Bugünkü konuklar dünyaya yön veren ABD politikalarının kilit isimlerinden iki ünlü stratejist:

1) Gerald Ford ve George H. W. Bush'un (Baba Bush) Milli Güvenlik Danışmanlığı'nı, oğul Bush'un ise Dış İstihbarat Kurulu Başkanlığı'nı yürüten, halen Türk-Amerikan Konseyi Başkanı görevini sürdüren General Brent Scowcroft.
2) Jimmy Carter'ın Ulusal Güvenlik Danışmanlığı'nı yürüten, dünyanın en ünlü stratejistlerinden Dr. Zbigniew Brzezinski.
Scowcroft; oğul Bush'un ilk döneminin 'ılımlı kanat' Cumhuriyetçiler'inden; Türkiye'yi yakından tanıyor ve bize yakın duruşuyla biliniyor.
Brzezinski ise ; Afganistan'da Sovyetler'e karşı İslam'ın yükseltilmesine ve İran'daki İslam devrimine yön veren kilit bir isim. Kısacası bugün İslam'ın imajından kaynaklanan sorunların altında onun da imzası var, diyebiliriz. Artık yönetimde bulunmasalar da iki isim de halen Amerikan politikalarına yön veren düşünce kuruluşlarında görev almaya devam ediyor.

'ABD'nin artık PKK'ya ihtiyacı yok'


Baba ve oğul Bush'un politikalarında kilit rol oynayan General Brent Scowcroft ABD'nin PKK'ya yaklaşımıyla ilgili tarihi bir itirafta bulundu. 'Geçmişte PKK'yı İran'a karşı kullandığımız doğru' diyen Scowcroft'a göre Washington'ın artık örgüte ihtiyacı kalmadı. İran'la diyalog istiyor. Bu nedenle PKK'nın tasfiyesini destekliyor

Erbil'de nisan sonunda bir Kürt Kurultayı toplanacağı ve orada PKK için tasfiye kararı çıkarılacağı iddia ediliyor. Sizce bu mümkün mü?
Umut ediyorum mümkündür. Bence en ideal durum ateşkes. Sonuçta en azından Kürt Bölgesel Yönetimi ikna edilip, bir anlaşma imzalanacak ve sınır geçişlerinin önüne geçilecek. Bu meseleyi bitirmek için birçok yol var ama şu anda önemli olan PKK'dan kaynaklanan korkunç duruma son vermek.

PKK'nın ateşkes ilanı, ABD'nin lehine mi demek istiyorsunuz?
Evet, kesinlikle öyle.

Neden? Ne değişti?
PKK ve kolu PEJAK, aynı zamanda İran'ın aleyhinde de faaliyet gösteriyordu. Biz bunun için onlara destek veriyor, hatta onları cesaretlendiriyorduk. Ancak şimdi işler değişti. Kazanmak istediğimiz insanlara artık zarar vermek istemiyoruz. İran'ı yanımızda istiyoruz.

PKK'ya desteğe gerek kalmadı mı diyorsunuz?
Evet, İran'a karşı yeni bir yaklaşım var gündemde. Bir de Irak Savaşı zamanında güneydeki cephelerde savaşıyorduk. Kürt bölgesi, geri kalanlara göre oldukça sakindi. Biz de gücümüzü PKK'nın peşinden giderek harcamak istemedik. Zaten öyle bir şey mümkün de değildi.

'İran'a karşı yeni bir yaklaşım'ın içinde neler var?
Onlarla diyaloğa girip, 'Siz bölgede büyük bir devletsiniz. Güvenlik başta olmak üzere birçok sorununuz var. Bunlar üzerine konuşalım' demek istiyoruz. Irak ve Afganistan'da operasyonlarımız var, bölgedeki problemleri çözmek istiyoruz ki herkes kendini güvende hissetsin.

Bu konuda Türkiye daha aktif bir rol almak istiyor.
Arabuluculuk konusundaki gayretini nasıl buluyorsunuz?
Türkiye'nin bu çabaları, bizim için çok anlamlı ve önemli. ABD bölgeyi ve dinamiklerini anlamıyor. Bizim için çok zor bir coğrafyadan bahsediyoruz. O coğrafya Türkiye'nin arka bahçesi. Sizin Ortadoğu'da bir tarihiniz var. Bunu önemsiyoruz.

Bu bağlamda yeni ABD yönetiminin, Türkiye'yi İslam dünyasında nerede gördüğü kritik bir nokta. Başkan Obama Müslümanlara yönelik hazırladığı konuşmayı Türkiye'den mi yapacak?
Böyle bir olasılık var. Obama bu konuşma için Türkiye'yi düşünmüş olabilir. Ancak Başbakan Erdoğan'ın, bundan hoşlanıp hoşlanmayacağından emin değilim.

ASKERİ ANLAMDA LAİKLİĞİNİZ ÖNEMLİ DEĞİL
Neden hoşlanmasın?
Türkler, Müslüman kimliklerine vurgu yapılmalarından ne kadar hoşnutlar bilmiyorum da ondan. Erdoğan da bunu istemeyebilir. Ancak konuşma için Türkiye çok uygun, çünkü çok tarafsız bir yer.

Richard Holbrooke Türkiye için 'ılımlı İslam' tabirini kullanmıştı. Bu tabir çok konuşuldu. Obama yönetimi aynı vurguya devam edecek mi?
Sözcüklere takılmayın, gerçek bu. Bizim için Türkiye din ve devleti doğru bir şekilde barındırabilen bir ülke. Bu yüzden biz size 'örnek ülke' diyoruz. Ama bazen sizin bu tanımdan hoşlanmadığınızı düşünüyoruz.

'Ilımlı İslam' derken sizin vurgunuz 'ılımlı'ya mı?
Evet, işte bu önemli bir ayrıntı. Biz 'ılımlı'ya vurgu yaptık, siz 'İslam'a vurgu yaptığımızı düşündünüz galiba.

Türkiye'nin laik kalması ABD için ne kadar önemli?
Değişir. 'Eğer laik olmazsa dini rolü ne olacak?' sorusu önemli. Biz şeriatla yönetilen, İslamcı bir Türkiye görmekten nefret ederiz. Bu bir adım geri gitmek demektir. Ancak Türkiye Atatürk'ün istediği anlamda bir 'askeri laiklik'e devam eder mi, etmez mi o sizin bileceğiniz iş. Atatürk sistemi değiştirmek zorundaydı. İslam'ın merkezi İstanbul'du. Onu silmeye çalıştı. Bu yüzden laiklik konusunda hassasiyeti çok fazlaydı. Artık dengeler değişti.

Bu ne demek?
Katı anlamda askeri laikliği devam ettirip, ettirmemeniz sizin meseleniz demek. Bizim için önemli değil. Türkiye'nin muhafazakarlaşması vesaire, ABD için mühim değil. Burada mesele, esas resmin değişmemesi.

Başkan Obama, Türkiye'ye Avrupa'nın ardından geliyor. Bu, ABD yönetimini Türkiye'yi Avrupa'nın bir parçası olarak görme eğiliminde olduğu anlamına gelir mi?
Bu cevaplaması zor bir soru. Ancak ziyaretin zamanlaması çok isabetli. Bölgede olan çok fazla şey var. Obama'nın ziyaret için çok seçeneği vardı, Türiye'ye gelmesi ona verdiği önemi gösteriyor.

Neden önem veriyor Türkiye'ye?
Hem Türkiye'nin bölgesel önemini gördüğü için hem de ilişkilerin bir revizyon gerektirdiğini düşündüğü için. Artık askeri müttefikliğin ötesine geçmeliyiz.

Ziyaretin ajandasının üst sıralarında ne var?
Afganistan ve Irak'tan çekilme kritik konular. Önemli başlıklar bunlar olur. İran, PKK ve Kafkaslar da konuşulacaktır.

Carter'in danışmanı Zbigniew Brzezinski: Türkiye tarafını belli etmeli
Türkiye'nin Ortadoğu'da başrole soyunmayı hedeflediği bir dönemde, Başkan Obama'nın ziyaretini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bence zamanlama mükemmel. Ancak şunu belirteyim ki bir Amerikan Başkanı'nın bir müttefikini ziyareti her zaman iyi zamanlama demektir.

Sizce İslam dünyasına yapacağı konuşma bu ziyarette mi gerçekleşecek?
Bu sorunun cevabını bilsem bile söylemem. Bu spekülasyonlara yol açar. Burada önemli olan o konuşmanı içeriğidir, yeri değil.

Ziyaretin ana maddelerinden biri Afganistan'a ek asker talebi olacak gibi görünüyor. ABD, Afganistan için yeterli sayıda asker bulabilecek mi?
Türk askeri gücünün, Afganistan'da çok faydalı olacağından şüphe yok. İyi savaşçılar ve Müslümanlar. Yerel farklılıkları biliyorlar ve duyarlılık gösteriyorlar. Ancak Obama'nın ziyareti salt, Afganistan'a asker talebine indirgenmemeli. Ajandada başka önemli meseleler var.

Örneğin?
Karışık bir bölgede önemli bir güç Türkiye. Kısmen de olsa İran, Suriye ve İsrail üzerinde etkisi var. Kürt meselesi dolayısıyla Irak'tan beklentisi var. Kafkaslar'daki denge de önemli. Orta Asya'daki Türki cumhuriyetlerdeki etkisi artıyor. Başka çok önemli bir neden de AB'ye aday ülke olması.

AB demişken... ABD, Türkiye'nin NATO'ya üye olmasına yardımcı olmuştu. Aynı şeyi AB sürecinde de yapacak mı?
Avrupa uzun vadede din ile tanımlanamaz. Onun yerine ekonomik gerçekler, jeopolitik vizyon ve hukuk devleti kavramları ortak bir Avrupa tanımı için önemli. Türkiye bu tanımlara uyarsa ABD onun yanında olur. Uymazsa ve AB'den uzaklaşırsa başka. O zaman 'Hangi yöne gidecek?' diye sormak gerekir.

Hangi yöne gider?
Bilmiyorum ama Türkiye zaman zaman 'tarafsızım' diyerek taraf tutmuş oluyor. Örneğin Gürcistan krizinde böyle yaptı. Bakü-Ceyhan hattı kesilse, Azerbaycan yön değiştirse Türkiye yine 'tarafsızım' diyebilir mi? Gerekli zamanlarda tarafı belli etmek gerekir.

Sanırım burada Rusya politikasına gönderme yapıyorsunuz. ABD'nin yeni yönetiminin, Rusya'ya yönelik de bir diyalog stratejisi var...
Doğru, Rusya ile iyi ilişkiler kurmak istiyoruz. Sonuçta Rusya bir yerde, Ukrayna'yı takip ederek Avrupa'ya dahil olacak. Bu yüzden onunla iyi ilişkiler bizim çıkarımıza. Ama ilişki dediğiniz karşılıklıdır. Bu yüzden Rusya'dan insan haklarına saygılı olmasını, iyi komşuluk ilişkileri kurmasını ve kendine özel ayrıcalık alanları tanımamasını istiyoruz.

Hamaney'in sorunu
Obama yönetimi, İran'la diyalog konusunda kararlı ancak İran'ın dini lideri Hamaney'den henüz olumlu bir tepki gelmedi. Diyaloğun başlama olasılığı var mı?
Olumlu tepki vermediyse bu Hamaney'in sorunu, Obama'nın değil. Bush'un aksine, Obama yapıcı bir temas için hevesli olduğu mesajını veriyor. İranlı liderler ne derse desin, ülkesini seven İranlılar, Obama'nın talebine olumlu bakacaklardır.

Bu konuda Türkiye arabulucu olma gayretinde. Faydası olur mu?
Yardım edebilirse tabii ki olur. Ama acaba yardım edebilir mi? İranlıların böyle bir talebe olumlu yaklaşacaklarını sanmıyorum. Sonuçta ABD, Türkiye'nin yardımını ister.

Akşam Gazetesi

Yarın: Dr. Necmeldin Kerim ve Kubat Talabani röportajları