18 Kasım 2010
4 Kasım 2010
FATSA'DA 'EVREN' CADDESİ DEĞİŞTİRİLDİ.
6 Haziran 2010
Şiddet sadece dışarıdan bu ülkeyi seyredenlerin işine geliyor
18 Ocak 2010
İngilizler darbeyi Evren’den değil Vecihi Akın Paşa’dan bekliyordu
JAN DEVLETOĞLU / VATAN-17.01.2010 Pazar
Türkiye’yi 12 Eylül darbesine götüren olayların en önemlilerinden biri 7 TİP’li gencin Abdullah Çatlı tarafından 9 Ekim 1978’de katledilmesiydi.
Bu olayın ardından Türkiye’nin adım adım darbeye gittiğini düşünen İngilizler istihbarat faaliyetlerine hız verdi. İngiliz Dışişleri’nin İşçi Partili Bakanı David Owen, Türkiye hakkında uluslararası kamuoyunda artan darbe söylentileri üzerine 17 Ekim 1978 tarihinde İngiltere’nin Ankara Büyükelçiliği’ne Türkiye’deki “darbe olasılığının” araştırılarak bir rapor hazırlanması talimatını verdi. Beklenen raporun askeri ayağı Türkiye’de görev yapan bir İngiliz general tarafından hazırlandı.
Akın ‘gevşek’ darbe yapamaz
Türkiye’de görev yapan İngiliz General Bishop’tan (Mesaj gizli olduğu için sadece soyadı kullanılıyor) Kraliyet Hava Kuvvetleri Filo Komutanı Binbaşı Shepherd’a İngiliz Dışişleri Bakanlığı’na iletilmesi istemiyle yazılan mesajda İngiliz ordusunun Türkiye’de olası bir darbeyle ilgili şu izlenimler aktarıldı:
Türkiye’de Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Vecihi Akın liderliğinde bir darbe söylentisi dolaşıyor. Ben kendisiyle görüştüm ama bu tür bir izlenim alamadım. Orgeneral Vecihi Akın 62 yaşında ve darbe lideri olamayacak kadar gevşek biri. Ancak muhafazakâr görüşlerine sıkı sıkıya bağlı. Yemekte General Fraser’e Türkiye’nin Osmanlı prensiplerine geri dönmesi gerektiğini düşündüğünü ima eden muğlak bazı görüşler ima etti. Darbe olursa yönetim kadrosunda iyi bir figür olarak yer alabilir.
“Harbiyeliler rahatsız!”
Bu olaydan birkaç gün sonra Elçilikte verilen davette Deniz Harp Okulu’nda eğitim görevlisi olduğunu öğrendiğim biri yanıma gelip, “Harbiyeliler rahatsız” dedi. Genç Harp Okulu öğrencilerinin siyasetçilerin iç ve dış meseleleri çözmekte yetersiz kaldıklarını düşündüğünü söyledi. Evren’in Ecevit’in adamı olduğunu ve TSK’ya liderlik etmekte yetersiz kaldığını söyledi. Yine de ordunun Ecevit’in yerini almak isteyeceğini düşünmüyorum.
Amerikan ambargosu (Kıbrıs operasyonu nedeniyle Amerika’nın Türkiye’ye uyguladığı ambargo) mümkün olduğu kadar çabuk kalkar ve askeri teçhizatta gözle görülür bir düzelme olursa askerin morali düzelecek ve hükümet karşıtı görüşler azalacak. İhtiyaçları büyük ve çok pahalı. Ancak bol miktarda yedek parça sağlanırsa askerler en azından elindeki modası geçmiş silahların kullanılabileceğini hissedecek. Ambargo nedeniyle dondurulan parçalar ellerine ulaşmaya başladığı için kısa sürede olumlu rapor gönderebileceğimi umut etmekteyim.
Subay listesi gönderildi
Bu rapora ek olarak size Türk Silahlı Kuvvetleri’nin emir-komuta zinciri listesini, subayların görevleri ve bağlı oldukları bölgelerle ilgili detaylı bilgi gönderiyorum. Bazı son değişiklikler konusunda açık bir şekilde ulaşabileceğimiz bilgi mevcut olmadığı için raporumda yer almıyor. Bu konuda bilgi temin eder etmez size göndereceğim.
İNGİLİZLERİ KORKUTAN OLAY
9 Ekim’de TİP’li gençlerin katledilmesi olayı İngiliz Dışişleri Bakanlığı’nı harekete geçirdi.
12 EYLÜL’ÜN AYAK SESLERİ...
İNGİLİZ Devlet Arşivleri 1838 yılında kuruldu. Arşivler Britanya’nın bilinen 1000 yıllık tarihiyle ilgili belgeleri içeriyor. Adalet Bakanlığı’na bağlı olan Arşiv devletin çeşitli kurumlarına ilişkin yaklaşık 11 milyon resmi belgeyi muhafaza ediyor. Her yıl 30 yılını doldurduktan sonra gizliliği kaldırılan belgelerle genişliyor. Magna Karta’dan, ilk haritalara, tarihe damgasını vuran savaşlara varıncaya kadar sonsuz bir tarihi zenginlik barındırıyor. Halen 270 milyon belgeye elektronik olarak dünyanın dört bir yanından ulaşmak mümkün. Bu yıl gizliliği kaldırılan Dışişleri 1979 yılı Türkiye Masası arşivlerinde Türkiye’nin “darbenin ayak sesi yılları” olarak bilinen dönemine ait yaklaşık 2 bine yakın belge var.
Araştırma sırasında sokak cinayetleriyle ilgili gözlem ve yorumu içeren 14 Mart raporu dikkatimi çekti. Yılın ilk yarısında öldürülenlerin sayısının 205 ulaştığını belirterek “Bu cinayetler ya kişisel husumetten ya da siyasi nedenlerle işleniyor. Rahatsızlık yaratan şey gazetelerde sansasyonel ve kanlı fotoğraflar yayınlanmadığı sürece halk artık olayları Türk siyasi hayatının kaçınılmaz bir parçası olarak görmesi....” diyor.
Bu yorumlar bana bir İngiliz gazeteci arkadaşımın Türkiye’den döndükten sonra söylediklerini hatırlattı. “Sizin dizileri izledim. Hepsinde siyah arabalı, siyah takım elbiseli, açık yaka beyaz gömlekli, tabancalı adamlar sürekli birilerini vuruyor. Çoluk çocuk herkes gece yarılarına kadar TV başında heyecanla bu cinayetleri izliyor. Sanal yaşantı sanki gerçek yaşamınızın bir parçası olmuş. İnsanlar dizi karakterlerini öylesine benimsemiş ki gerçek hayattaki normal insanlar çoğu kişiye sanal gelmeye başlamış.”
İngiliz arşivlerinde Türkiye’nin darbeye doğru koşar adımlarla nasıl gittiğini anlatan gizli belgeler 28 Şubat 1980’e gelmeden sona eriyor. Aynen TV dizileri gibi olayın en heyecanlı yerinde kesiliyor. Bizim dizilerden farklı olarak gelecek hafta değil 1 yıl sonra 30 yılı dolduran devlet arşivleri üzerindeki yayın yasağı kalktığı zaman devam edecek. Yani 2010 yılına kadar malesef bunlarla yetinmek zorundayız...
Önemli not: 2 bine yakın dokümanı tek başıma incelememe imkan yoktu. Bu süreçte bana Uğur Koçbaş yönetimindeki Vatan Dış Haberler Servisi yardımcı oldu.
Katkıda bulunanlar: Uğur Koçbaş, Eren Çelik, İsmail Şahin, Özer Özbayraktar, Damla Tanla ve Yiğit Kaytmaz.
Evren için“Ecevit’in adamı” diyorlardı
İNGİLİZ arşivlerindeki belgeleri incelerken dikkatimizi çeken en önemli detay hemen hemen kaleme alınan tüm raporda ve mesajda Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren’in, Bülent Ecevit’in “adamı” olarak nitelendirilmesi oldu. Kenan Evren için yazılan tüm yorumlarda Başbakan Ecevit’in politikalarına uygun bir strateji izlediği, iki liderin arasında su sızmadığı, hatta ordu içinde de bu durumun rahatsızlık yarattığı vurgusu yapılıyor. İngilizler’e yapılan “Harbiyeliler rahatsız” uyarısının arkasında da bunun yattığı belirtiliyor.
Akın 1983’te vekil seçilip parlamentoya girmişti
VECİHİ Akın, Aydın 1916 doğumlu. Kara Harp Okulu’ndan sonra Kara Harp Akademisini bitiren Vecihi Akın, 15 Ağustos 1975 - 16 Ağustos 1976 tarihleri arasında Kara Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanlığı görevinde bulundu. Akın, Genelkurmay İkinci Başkanlığı, İkinci Ordu Komutanlığı ve NATO Güneydoğu Avrupa Kara Kuvvetleri Komutanlığı da yaptı. Akın’ın ismi İzmir’de bir kışlaya verildi. Akın, emekli olduktan sonra, 1983’te Turgut Özal’ın karşısında seçimlere giren ve büyük hayal kırıklığı yaşayan Milliyetçi Demokrasi Partisi’nin kurucu üyeleri arasında yer aldı. 6 Kasım seçimlerinde yine aynı partinin Konya milletvekili seçilerek parlamentoya girdi. MDP, 12 Eylül darbesinden sonra emekli orgeneral Turgut Sunalp ve 40 arkadaşı tarafından kurulmuştu. Akın, Sunalp’le hareket eden isimlerden birisiydi.
3 İHTİMALLİ DARBE
İngiliz Dışişleri Bakanlığı’na sunulmak üzere 1978 sonunda hazırlanan Türkiye’de darbe olasılıkları raporunda Türk ordusunun emir-komuta zincirine bağlı olduğu belirtilerek “Darbe olursa tepeden olur” sonucuna varıldı. Ancak Ecevit’in güçlü olduğu vurgulandı
“Demirel güç kazanırsa Türk ordusu emir komuta zincirinde darbe yapabilir”
6 AralIk 1978 tarihinde Ankara’daki İngiliz Büyükelçiliği, Dışişleri Bakanlığı’nın talimatı üzerine Türkiye’de darbe olasılıklarını konu alan ve 3 farklı senaryoyu değerlendiren bir rapor hazırladı.
Ordudaki düşük rütbeli subaylar tarafından gelecek bir askeri darbe: Tahminimizce Türkeş ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) yanlısı sağcı bir grup tarafından gerçekleştirilebilir. Türk ordusunda emir komuta zinciri sağlam olduğu için düşük ihtimalli. Düşük rütbeli subaylar üslerinin haberi olmadan darbe yapma planlarını gerçekleştiremezler. Türkiye’nin şu anki koşullarında bu tür bir darbe oldukça düşük bir ihtimal olarak görülüyor.
Tepeden gerçekleşecek, emir-komuta zinciri dahilinde bir darbe: Darbe olursa bu şekilde olabilir. Ancak bunun hayata geçmesi Ecevit ya da sonraki Başbakan’ın bütün gücünü kaybetmesiyle mümkün olabilir. Başbakanın ülke güvenliğini ve ekonomik dengeyi kaybetmesi, Ecevit’in güç kaybedip Adalet Partisi lideri Süleyman Demirel’in tekrar güç kazanması durumunda gerçekleşmesi olası darbeyi Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tepedeki generalleri tarafından ve emir komuta zincirinde gerçekleşecektirecek. Başbakan Bülent Ecevit yönetimi şu an sağlam ve güçlü görünüyor, ordu da yönetimi şu an ele almaya hevesli değil, o yüzden böyle bir ihtimal düşük.
Amerikan elçisi de ülkede şu aralar askeri darbe girişimi olacağını tahmin etmiyor
Ordudaki sol tandanslı subaylar tarafından gerçekleştirilecek bir darbe: Elbette bu darbelere alternatif sol kanatın başlatabileceği bir darbe ihtimaller dahilinde. Fakat böyle bir darbenin Türkiye’de gerçekleşme olasılığı çok düşük.
TSK 1960’larda ve 70’lerin başlarında edindiği tecrübelerde askeri kesimin ülkeyi yönetip idare etmenin ne kadar zor olduğunu anladı. Şöyle söylemek gerekirse Türk halkı, kendi liderine geleneksel olarak bağlı ve modern toplumların politik ve teknokratik destekler olmadan yaşayamayacağının farkında olan bir silahlı orduya sahip olduğu için çok şanslı.
Özetlemek gerekirse darbe olasılığı düşük gözüküyor. Fakat sonuç itibarıyla iç güvenlikte bir sorun yaşanma olasılığı yok ve Ecevit Bey dış ilişkilerde elde ettiği başarının bir benzerini ekonomi alanında da sağlayabilirse askerle mücadeleye girmez.
Beklenmeyen şeyler olabilir
Bu mektubu gören büyükelçi “küreye bakmak asla kolay değildir ve beklenmeyenler gerçekleşebilir” dedi. Büyükelçi ve onun Avrupa Ekonomi Topluluğu’ndaki iş arkadaşları Bülent Ecevit’in yakın gelecekte gücünü koruyacağını düşünüyor. Amerikalılar da bu görüşü paylaşıyor. Kendisiyle temasta olduğumuz Ankara’daki Amerikan Büyükelçisi de ülkede şu aralar askeri bir darbe girişimi olacağını düşünmüyor.
YARIN:
* İngiltere Adalet Partisi’nin başına Demirel yerine kimin geçmesini istiyordu?
* İngiliz elçiliği kim için “Yeniden iktidara gelirse Türkiye faşizme gider” dedi?
* Maraş olayları sonrası İran elçiliğinden gelen mesajda neler yazıyordu?
http://haber.gazetevatan.com/
24 Ağustos 2008
Peyami Sefa/ Nazım Hikmet Kavgası
Geçen hafta Nâzım Hikmet ile ilgili yayınlanan bir haber sevenlerini heyecanlandırdı: “Nâzım Hikmet’in yayınlanmamış defterleri bulundu.” Memet Fuat’ın arşivi düzenlenirken Piraye’ye yazılmış mektupların bulunduğu sandıktan çıkan Nâzım Hikmet’in yayınlanmamış, yarım kalmış roman ve hikâyelerinden oluşan defterler Eylül ayında Yapı Kredi Yayınları’ndan “Öteki Defterler” adıyla yayınlanacak. Nazım Hikmet’in 1938’de İstanbul Tevkifhanesi’ndeyken kullandığı defterler edebiyatımızın usta isimlerinden Memet Fuat tarafından yarım kalmış eserler olduğu için yayınlanmamış olmalı. Nâzım’ın yeni kitabını merakla beklemekteyiz. Söz Nâzım’dan açılmışken, Nâzım Hikmet ile yapılmış ve Yedigün dergisinin sararmış sayfalarında unutulmuş bir röportajı birlikte okuyalım istedik. Gazeteci Naci Sadullah Nâzım Hikmet’in o sırada yazar Peyami Safa ile süregelen “kavga”sını konu edinmiş. Naci Sadullah’ın 1935’de Nâzım Hikmet ile yaptığı “Nâzım’la Konuştum” isimli röportajından sonra Peyami Safa ile aralarında süregelen polemik, “Peyami Safa-Nâzım Hikmet Kavgası”na dönüşmüş. Yedigün dergisinde iki sayı boyunca yayınlanan ve dönemin en büyük “fikir kavgalarından” biri sayılan “Peyami Safa-Nâzım Hikmet Kavgası”nı alevlendiren röportajdan bir bölümü noktasına virgülüne dokunmadan aktarıyoruz. Nâzım’ın sözleri, bugünlerde Birgün ile “fikir tartışması” yaptığını sanan bazı “küçük burjuva münevverleri”ne bizden bir cevap olsun… * * * Nâzım’la konuştum Naci Sadullah Şaİr Nâzım Hikmetin bilinen başlıca hususiyetlerinden birisi de fikir kavgalarındaki hudutsuz cesaretidir. Fakat buna rağmen Peyami’nin kendisine son yaptığı savletten sonra, kavgacı şairin gür sesini hâlâ duymadık. Fikir sahnesinin meraklı seyircileri onun sükûtuna ya makul, ya saçma manalar verdiler yahut mana vermekte izharı aczettiler. Bu tezadın uyandırdığı yenilmez merakdır ki; bende şairi dinlemek isteğini uyandırdı. Onunla karşılaşınca, aklıma gelen tek ihtimali tahminde ne dereceye kadar isabet gösterebildiğimi anlamak istedim ve Peyami’nin kendisine hücum eden satırlarını okuyup okumadığını sordum. Onun verdiği cevap zannımı tekzip etti. Zira Nâzım: - Şu, dedi, küçük sermayedarlarından bulunduğu mecmuada çıkan yazısından bahsediyorsan gördüm ve okudum. Ve kendisine çok yaraşan o şeytanî istihza ile ilâve etti: - O yazı çok dikkate değer bir vesikadır. Fakat şahsımın da mevzubahsedildiği bu vesikaya şahsen cevap vermeyi aklımdan bile geçirmedim. Çünkü bu bir müdafaa olurdu. Hâlbuki bir insanın Peyami’den korunmıya lüzum görmesi fazla tuhaf kaçar. Eğer mutlaka birşeyler söylememi istiyorsan, bu vesika ve onun muharriri etrafında konuşabiliriz. Fakat bir şartla: kendimden ancak bir üçüncü şahıs gibi söz açacağım ve bu bahsi, objektif bir tetkik mevzuu diye ele alacağım! Haklı şartını kabulüm üzerine söze başlıyan muhatabım: - Peyami, dedi, sosyal bakımdan, şayanı dikkat ve arsıulusal bir tiptir. Çünkü onun sürülerle benzerine, sade Türkiye’de değil, birçok büyük Avrupa şehirlerinde de rastlanır. Ve onlar, yani Peyami ve benzerleri sosyal temelleri çürümüş bir cins küçük burjuva münevverliğinin marka malı olmuş öyle nümuneleridir ki ideoloji bakımından karanlık bir çıkmaz içinde çırpınıp dururlar. Tabiî bunları Peyami’yi şahsen tahkir etmek için söylemediğimi anlarsın. Bir doktorun bir hasta için veremdir, demesi, nasıl onu tahkir sayılmazsa Peyami’nin bu sosyal hüviyetini anlatmak da öylece hakaret ve küfür değildir. Hem Peyami’nin teşhisinde ileri sürdüğüm bu iddiayı isbat için şu son vesikayı bir kere gözden geçirmek kâfidir. Çünkü o yazıda marka malı olmuş küçük burjuva münevverliğinin, karakteri ve düşünüş hususiyetleri gün gibi meydana çıkmaktadır. (…) Meselâ tetkik ettiğimiz bu tip diyor ki: “- Ben herhangi bir fikre taasubla bağlanarak şahsiyetlerini kaybeden bütün sürü adamlarını kastettim.” O, bu satırlar ile de, nazarî septikliğini bir defa daha ortaya atmış oluyor: Álâ, güzel... Ancak, diğer taraftan biz biliyoruz ki herhangi bir fikre taasupla bağlanmanın insanı bir sürü adamı haline soktuğunu söyleyen bu tip, meselâ masonluk fikrine ve idealine kör bir taassup ve müthiş bir imanla bağlanmıştı ve bu bağlanışta o kadar ileri varmıştı ki, bir mason locasına girebilmek için üç defa eşik aşındırıp, üç defa reddedilmeyi bile göze almıştı. Ana akideleri malûm, hudutları çizilmiş, nizamnamesi mazbut ve matbu olan Maşrıkı Azam ideolojisine bu kadar taasupla bağlanmak, onun âzası olmak idealini bu derece benimsemek, sürüye istida verip sürü adamı olmak istemek değildir de nedir? Ve şimdi, sorarım sana bu tipin nazarısile pratiği, yani düşüncesile, hareketi arasındaki tezat; masonluktan maddi bir çıkar ummasından başka neye atfedilebilir ki? Sonra aynı satırlarında, dikkate değer bir başka nokta da var. Tetkik ettiğimiz bu tip: “Herhangi bir fikre bağlanmak” demiyor, ortaya taasup kelimesini de sokuyor ve “herhangi bir fikre taasupla bağlanmak” diyor. Böylelikle de pratik dehasını göstermiş oluyor. Nâzım, sözüne biraz fasıla verdikten sonra devam etti: - Şu, dedi, mütereddi küçük burjuva münevverlerinin karakter hususiyetleri saymakla tükenir soydan değildir. Meselâ aklıma geliveren bir ikinci ve birinciden mühimmini söyliyeyim: Onlar, şöhret ihtiraslarını ve maddî refahlarını doyurmak uğrunda en aşağılık vasıtalara başvurmaktan çekinmezler. Netekim tetkik ettiğimiz bu tip, aynı vesikada, bize bunun misalini de veriyorlar. 1968 ÇEKOSLOVAKYA İŞGALİ ÜSTÜNE BORAN’IN BİR YAZISI Sosyalist Demokrasi ve Ulusal Bağımsızlık Geçen hafta “Derkenar”da 1968’de Sovyetler’in Çekoslovakya’yı işgalini konu edinmiş ve Türkiye’de ki tepkileri anlatırken “Aybar Sovyetler’i kınarken, Mihri Belli ile TİP içinde Aybar’a muhalefet eden Behice Boran ve Sadun Aren, Aybar’ın “güler yüzlü sosyalizm” tanımına karşı dururlar.” demiştik. Bu cümleden Boran’ın tutumunun işgalden yana gibi anlaşılabileceğini düşündüğümüzden bu hafta tarihe bir derkenar daha düşelim istedik… Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar - Behice Boran ile Sadun Aren arasında başlayan gerilimin nedeni “Çekoslovakya işgali” değildi. Behice Boran işgalin hemen ertesinde Milliyet gazetesine olayı kınayan bir yazı kaleme aldı. 1968’de yayınlanan “Sosyalizm ve Türkiye’de Sosyalizmin Sorunları” kitabında da konuya Stalinizm eleştirisi temelinde genişçe yer verdi. Ancak ölümüne yakın Çekoslovakya konusundaki tutumunu Sovyetler lehine yeni bilgiler edindiğini açıklayarak yumuşattı. Sadun Aren’e gelince… Aren ölümüne dek Sovyetler lehine tutum almayı sürdürdü. Eğer yanlış anlaşılmışsak af ola!.. * * * Sosyalist Demokrasi ve Ulusal Bağımsızlık Behice Boran TİP Merkez Yürütme Kurulu Üyesi, Milletvekili Çekoslovakya olaylarının siyasi askeri yönden incelemeleri, değerlendirmeleri bir hayli yapıldı basınımızda. Ben konuyu, bir makalenin dar çerçevesi içinde sosyolojik açıdan incelemeye çalışacağım. İlkin hemen belirteyim ki Sovyetler Birliğinin, Varşova Paktının diğer dört üyesiyle birlikte Çekoslovakya’ya yaptığı askeri müdahalenin hiç bir yönden haklı, hattâ gerçekçi politika bakımından geçerli görülebilecek tarafı yoktur. Bu müdahale milli bağımsızlık ve eşitlik haklarına olduğu kadar sosyalizm ve sosyalist enternasyonalizm ilkelerine de aykırıdır. Sovyetler Birliği’nin güvenliği bakımından Doğu Almanya’nın ve Çekoslovakya’nın önemi, bu ülkelerden Sovyetlerin emin bulanmak isteği, gerçekçi bir politikanın tadsız, dikenli bir zorunluğu olarak da ileri sürülemez. Zira bu müdahalenin Çekoslovakya’yı uzun zaman Sovyetlerin istediği doğrultuda kontrol altında tutabileceği çok şüphelidir. Beri yandan bu müdahalenin Sovyetler Birliğinin güvenliği bakımından sağlayacağı hesaplanan faydalar doğurduğu ve doğuracağı zararlardan daha ağır basacak ölçüde değildir. * * * Stalin'ci Kafalar Sovyet yöneticilerinin sözünü ettiğimiz mahzurları akıl etmediklerine inanmak güçtür. Çekoslovakya’daki “liberalleşme” hareketi Sovyetler Birliğinin güvenliği veya sistemin geleceği bakımından bütün bu mahzurları göze alacak kadar büyük bir tehlike miydi? Veya Sovyet liderleri yanlış bir değerlendirme ile böyle bir tehlike mi görüyorlardı? Eğer “Sosyalist Sistem”den Sovyet ve diğer ülkeler yöneticileri Stalin devrinde şekillenmiş ve kemikleşmiş, onun ölümünden sonra da ancak değişmekle beraber sürüp gelen politik sistemi kastediyorlarsa, Çekoslovakya ve diğer ülkelerde baş gösteren “liberalleşme” hareketleri sözü geçen sistem için tehlikelidir. Ne var ki, sözü geçen sistem sosyalist düzenin örnek alınacak bir prototipi değildir ve şimdiki yöneticiler isteseler de istemeseler de köklü değişikliklere uğramaya mahkûmdur. Unutulmamalı ki, bugünkü Sovyet ve diğer ülkeler komünist liderleri Stalin döneminde yetişmiş, kişilikleri ve kafaları o dönemin şartları altında şekillenmiş kimselerdir. Bunun için de son 10-15 yıldır Stalinci dönemi ve sistemi ne kadar reddetseler onup şartlanmalarından tam kurtulamamaktadırlar. Yeni genç kuşakların, liderleri işbaşına gelmesiyle ancak gerekli değişiklikler gereği ölçüde ve derinlikte yapılabilir. İkincisi, bu yöneticiler, genellikle iktidarda olanların büyük değişiklikler karşısında duydukları ürküntüden, işler kontrolden çıkacak, sarpa saracak korkusundan kendilerini kurtaramamışlardır; böyle bir korkuya kapılan her iktidar gibi onlar da zora başvurmak, baskı usulleriyle durumu kontrol altına atmak yoluna gitmişlerdir. (…) Milliyet gazetesi, 27 Ağustos 1968. Birgün
