| ||||||||
| ||||||||
Türkiye 05/07/2010
Madımak
2 Temmuz 1993 günü, 35 kişinin Sivas’taki Pir Sultan Şenliği’ne 35 şair-yazar-müzisyen, kaldıkları Madımak oteli, önünde toplanan göstericiler tarafından tekbirler eşliğinde ateşe verilerek öldürülmüştü. Günün anılması, gösterilerle hatırlanıp hatırlatılması kimilerini rahatsız ediyor. Sivas’ın artık bu kara lekeden arındırılması, katliamıyla anılarak ekonomisinin baltalanmasına izin verilmemesi çağrıları yanı sıra “Kaşımayın, tesis edilmiş barış ortamını bulandırmayın” çizgisinde çok alışılmış uyarılarla da tembih ediliyoruz. Oysa Sivas katliamının üstünden geçen 17 yıl içinde böyle bir katliamın yeniden yaşanmaması için toplum olarak bir adım atabilmiş miyiz? Katliamcıların yüce Türk adaletiyle sınavına bir bakalım. Gazeteci Belma Akçura, çok güzel özetlemişti: “Olaylarla ilgili olarak 124 sanık hakkında dava açıldı. Sekiz yıl süren hukuk mücadelesinden sonra dava 2001’de sonuçlandı. Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin onadığı karar uyarınca, ‘Cumhuriyete karşı örgütlü kalkışma’ girişiminde bulunan sanıklardan 33’ü TCY’nin 146/1. maddesine göre idam cezası aldı. Bu müebbet ağırlaştırılmış hapse çevrildi, geri kalan sanıklar değişik cezalara çarptırıldı. 13 yılda içeride kalan sanık sayısı beraat ve tahliyelerle 33’e düştü. 8 sanık ise Yargıtay’ın 1997’deki bozma kararından bu yana firarda. Tutuklama kararı bulunan sanıklardan, başta Sivas Belediye Meclisi üyesi Cafer Erçakmak olmak üzere sekiz kişinin Almanya ve Suudi Arabistan’a sığındıkları öğrenildi. Davada kilit isim Cafer Erçakmak hiç yakalanamadı. Sivas katliamı sanığı Muhammed Nuh Kılıç’ın yıllardır Almanya’da Mannheim’da eşi adına açtığı dönerci dükkânını işlettiği ortaya çıktı”.
Vahşilerin cezalandırılmalarının ağrılı bir süreç olduğu, yargının da bu konuda biraz hevessiz davrandığını düşünmüyor musunuz? Bir sonraki hükümetin Adalet Bakanı, gelmiş geçmiş en ürkütücü Adalet bakanlarından Şevket Kazan, sanıkların avukatlığını üstlenmekle kalmamış, bakanlığı sırasında da onları hapisanede ziyaret etmişti. Ama o kadarla kalsa, Şevket beyin, öncesinde ve sonrasında hiçbir siyaside rastlamadığımız gözükaralığına verir, işin içinden çıkardık. Oysa, o vahşetin hemen ertesinde muktedirlerin ve kanaat liderlerinin hatırı sayılır bir bölümü, açıkça, imayla ya da sadece kaş kaldırarak suçluyu bulmuş işaret ediyordu: Aziz Nesin. Sözgelimi marifetleri yanına kâr kalmış emekli darbeci ressam Kenan Evren, elbette hiç çekinmeden Sivas katliamı ile ilgili fikirlerini dile getiriyordu: “Gereksiz bir konuşma sonunda çıkan olay, solcularla dinciler arasındaki çekişmeye dönüşüyor. Bunu önlemek lazım. İnsan dinsiz olabilir. Ama bunu ilan etmenin gereği yok.” hayatımızda en iyi bildiğimiz, Türk halkının tahrik-tahriş-tahrip üçgenine provokatör, yani tahrik eden, kışkırtan olarak yazılan isim, gerçekten de oydu. sistemin yine tıknefes olduğu, hoyratça vites değiştirmeye çalıştığı şu dönemde laik Türk evlatları olarak yeniden gündeme gelen siyasetçi eskilerinin tepkilerini hatırlıyoruz kaçınılmaz olarak.
Baba hayaleti olarak ufkumuza gerilmiş Süleyman Demirel, dönemin Cumhurbaşkanı’ydı. Tahrik olmuş katliamcı halkına sahip çıkıyor, “Halkla polisi karşı karşıya getirmeyin” uyarısında bulunuyordu. Daha sonra da “Olayda ağır tahrik var. Çatışma yok. Otel yangınında can kaybı var” diyordu. şimdilerde neredeyse şefkatle anılan Susurluk baronesi Tansu Çiller, dönemin Başbakanı idi. Onun açıklaması da tarihe geçecek nitelikteydi. Halkın kaygılarına su serpiyordu: “Otelin etrafını saran vatandaşlarımıza bir şey olmamıştır. Ölenler de çıkan yangın sonucu boğularak ölmüştür.”
Muhalefet lideri Mesut Yılmaz’ın katliam sonrası demeci de gerek insan gerek siyasetçi olarak tıynetini yansıtıyordu. Olayın büyütülmesini doğru bulmayan Yılmaz, “Bir futbol maçında da bu kadar insan ölebilirdi” deyivermişti. kim karşı? Katliamını hatırlanmasını, bu vahşetin anılmasını toplumsal barışa darbe vuracak bir eylem olarak görenler karşısında kimsenin şaşırmamasının sırrı, işte yukarıda andığım demeçlerde açıkça kendini aşikâr ediyordu. Orada halk olarak, vatandaş olarak görülen, kışkırtılmış, ‘talihsiz’ açıklamalarla tahrik edilmiş katliamcı güruhtur. Onlara verilecek destek hiçbir zaman yadırganmayacak, onlara anlayışla yaklaşıp başlarını okşayıp sırtlarını sıvazlamak siyasetin tartışılmaz gerekliliği olarak algılanacaktır.
Sivas katliamını anmanın, unutulmasın diye emek vermenin büyük önemi vardır.
Çünkü bu memleket bir türlü linç ikliminden çıkamamakta, asla korunmayacakların listesi her daim el altında hazır tutulmaktadır. 2 Temmuz 1993 günü askerin ve polisin gözleri önünde binlerce kişi bir olup bir oteli kundaklamış, şeytan taşlamış gibi ruh huzuru içinde evlerine dönmüşlerdir. Polis ve askeri güçlerin bu vahşeti engelleme konusundaki isteksizliği, yine polis ve itfaiyecilerin kurtarmaları gereken insanlara yönelik nefreti unutulmamalıdır. İkide bir TAYAD üyesi gençleri linçe yeltenen ve oranın tarafından sırtları okşanan Türk-İslâm sentezi de günün birinde amacına nail olduğunda dizimizi dövmedik mi? Üniversitelerde polisin gözleri önünde dışarıdan gelen yine aynı marka yiğitler tarafından öldüresiyle dövülen solcu gençlerin hayatını yeterince umursadık mı?
Hayatın her alanında lince giden bir ayrımcılık damarını besleyen karşı uyanık olmak zorundayız. Maraş’ta, Malatya’da, Çorum’da aynı tezgâhı kurup aynı yoldan kan döken güçlerin desteklendiğini, birçok muktedirin gözünde halk gibi durduğunu biliyoruz. Referans alarak politika yapan hükümet partisi ve yandaşlarının ‘demokrasi mücadelesi’nin bir anlam kazanabilmesi için Aleviler konusundaki ayrımcı yaklaşımlarına bir son vermeleri şarttır.
Birkaç yıl önce Ahmet İnsel, bir zamanlar hayatımızın ve insanlığımızın sığınaklarından gördüğümüz Mazlum-Der’in o zamanki başkanı Ayhan Bilgen’in Düzel söyleşisinden yola çıkarak durumu mükemmel özetlemişti.
Tekrar okumakta yarar var: “Ayhan Bilgen cemevleri konusunda Sünnilerin, Alevilerin cemevi talebini kıskandığını açıkça belirtiyor... Sünniler cemevlerine de para verilecek, Diyanet İşleri Bakanlığı’ndaki tekelci konumlarını kaybedecekler diye korkuyorlar. Size Türkiye’de Müslüman çoğunluğun demokrat bilinci. Sünni çevrelerin, Osmanlı İmparatorluğu’ndan beri hiçbir zaman kendilerini gayrimüslimlerle, Alevilerle, ‘ötekilerle’ eşit olarak görmemiş olmaları üzerine de düşünmeleri gerekiyor. Bununla yüzleşmeden, bu zihniyetle, bu zihniyetten türeyen pratikleri teşhir etmeden, bunları karşınıza almadan Türkiye’de ucuz bir mağduriyet söylemi üzerinden demokrat gömleği giyemezsiniz.”
Ama giydiler işte.
Bu yıl orayı ziyaret edip karanfil bırakan Bakan Çelik ‘ayrımcılığa karşı’ çıkıyor aklısıra. Orası 5 katlıymış. Müze olur muymuş? Yoksa her yeri müze yaptırmak gerekirmiş.
Bir Alevi şenliği için Sivas’ta toplanmış barışçı insanlardan bir kitle tarafından katledilmiş olmasının artık unutulmasını isteyenleri iyi tanıyoruz.
Onlar, örtbas edilmiş, unutturulmuş, hesabı sorulması imkânsız kılınmış katliamlar üstüne inşa etmeye çalışırlar toplumsal barış dediklerini. Linç tehdidiyle sürdürdükleri sıkıyönetimin adıdır, barış.
Haydi tekrarlayalım: Biz katliamcıyla, işkenceciyle, darbeciyle barışmak istemiyoruz.
http://www.radikal.com.tr/
|
'Öykü'nün balonu hukukla bağdaşmaz'22/05/2010 10:11 5 yaşındaki kızın mahkûmlara gönderdiği balonlar Adalet Bakanlığı'nı karıştırdı. Balonlara izin veren cezaevi yetkilileri uyarılırken Adalet Bakanı 'Hukuk devletiyle bağdaşmaz' dedi RİFAT BAŞARAN ANKARA - Öykü isimli küçük kız, anne ve babasının başlattığı cezaevindeki siyasi mahkûmlarla mektuplaşma kampanyasına katılarak, sevdiği balonları onlara hediye olarak gönderince, Adalet Bakanlığı’nı karıştırdı. İki yıl önce Adil ve Tülin O. adlı kişilerin siyasi tutuklu ve hükümlülerle başlattığı mektuplaşma kampanyasına 5 yaşındaki küçük kızları Öykü de katıldı. Balonları çok seven minik Öykü mektuplarının arasında hediye olarak balon koydu. Bazı cezaevi yönetimleri balonları tutuklu ve hükümlülere verirken, bazıları ‘tehlikeli ve sakıncalı’, bazıları da ‘mevzuata aykırı’ olduğu gerekçesiyle teslim etmedi. Balon mevzuata aykırı BDP Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal, Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in yanıtlaması istemiyle yazılı soru önergesi vererek, cezaevine balon alınmasının ne gibi sakıncasının olduğunu Meclis gündemine taşıdı. Bakan Sadullah Ergin, hükümlü ve tutukluların yılbaşı, sadece doğum günü ve dini bayramlarda dışarıdan gönderilen ve kurum güvenliği için tehlikeli olmayan hediyeyi kabul etme hakkına sahip olduğunu, hediye olarak da ancak ‘kitap ve giyim eşyasının’ kabul edebileceğini belirtti. Balonların cezaevine alınması halinde arkasından bir sürü eşyanın girmesinin önüne geçemeyeceklerini belirten Ergin, şu açıklamayı yaptı: “Cezaevleri, haklarında kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü ve tutuklama kararı bulunan kişilerin barındırıldığı kurumlar olup, etkin ve verimli idare edilebilmeleri güvenlik ve disipline bağlıdır. Bu unsurlar ceza infaz kurumları kadar, hükümlü ve tutuklular için de vazgeçilmez öneme sahiptir. Aktif güvenlik bağlamında güvenlik ve disiplin ise önceden yetkili irade tarafından konulmuş kural ve kaidelerle sağlanır. Bu usul ve kurallara uymak hukuk devleti ilkesinin zorunlu bir sonucudur. Söz konusu balonların hükümlülere verilmemesi, balonların sakıncalı veya tehlikeli olduğundan değil, kurum işleyişini düzenleyen kurallara uymak gerekliliğinden kaynaklanmaktadır. Aksi bir düşünce, kullanılması ve bulundurulması yasak olmayan balon gibi daha bir çok eşya ve maddenin ceza infaz kurumlarına serbestçe ve sınırsızca sokulmasına olanarak tanır ki, bu durum yukarıda anılan tüm hukuksal düzenlemeleri anlamsız kılar ve hukuk devleti ilkesiyle asla bağdaşmaz.” Cezaevlerine balon uyarısı Ergin, bazı cezaevi yönetimlerinin gönderilen balonları tutuklu ve hükümlülere teslim ettikleri için uyarıldığını mevzuata aykırı olduğu gerekçesiyle cezaevlerine balonun girmeyeceğini kaydetti. Cezaevi yönetimlerinden mevzuata aykırı davranış beklenilmemesi gerektiğini kaydeden Ergin, bugüne kadar keyfi uygulamanın sözkonusu olmadığını savundu. Balonlar tahliye bekliyor Ergin, bugüne kadar cezaevlerine gönderilen balonların akıbeti konusunda ise, “Mektuplarla gönderilen balonlar hükümlülerden tutanak karşılığında, hükümlünün ceza infaz kurumundan tahliyesi sırasında ya da istedikleri taktirde ziyaretçilerine verilmek üzere kurum emanet eşya deposuna alınmıştır” açıklamasını yaptı. http://www.radikal.com.tr | |||
Kanada'dan 64 yıl sonra gelen 'ırkçılık' özrü
16.04.2010T24 - Kanada, 1946 yılında bir tiyatroda beyazlara ayrılan yere oturduğu için 20 Kanada Doları para ve 30 gün hapis cezası verilen Viola Desmond isimli zenci kadından resmen özür ve bağışlanma diledi.
Kanada'nın Nova Scotia eyaletinin başkenti Halifax'ta eyalet parlamentosunda düzenlenen törende konuşan Eyalet Başbakanı Darrell Dexter, ''Viola Desmond'dan, ailesi ve yakınları ile eyaletimizdeki tüm zencilerden, kendilerine geçmişte uygulanan ayrımcılık için özür ve bağışlanma diliyorum. Aslında olanlar, sadece Desmond ve ailesini değil eyaletteki tüm zencileri etkilemiştir. Tüm bunlar, eyalet tarihimizde, acı ve kabul edilemez anılar olarak yerini koruyacaktır'' dedi.
1965 yılında ölen Viola Desmond'ın hayattaki kız kardeşi 83 yaşındaki Wanda Robson ve yakınlarının katıldığı töreni çok sayıda zenci de izledi.
Nova Scotia Eyaleti Adalet Bakanı Ross Landry de, ''Bugün 65 yıllık bir yanlışı düzelttik'' diye konuştu.
http://www.t24.com.tr/content/newsdetail.aspx?cat=27&newscode=75353
İstanbul- Adli Tıp Kurumu Başkanı Keramettin Kurt döneminde Adli Tıp, çok sayıda tartışmalı karara imza attı. Kurum, 'sürekli hasta' raporuyla Susurluk Davası hükümlüsü eski Özel Harekât Dairesi Başkan Vekili İbrahim Şahin'e 'af yolu'nu açtı.
İşkence gören gençlere 'sağlam' raporu düzenledi. Cinsel istismarla yargılanan gazeteci Hüseyin Üzmez, davasındaki 'mağdurun fizikî ve ruhî zarar görmediği' şeklindeki raporuyla tartışmalara sebep oldu. Adli Tıp, 3. İhtisas Dairesi Başkanı Nur Birgen'in Susurluk Davası hükümlüsü eski Özel Harekat Dairesi Başkan Vekili İbrahim Şahin'e verdiği 'sürekli hasta' raporuyla da tartışıldı. İşkence gören gençlere 'sağlam' raporu verdiği için meslekten men cezası alan Birgen, 2003'teki raporuyla İbrahim Şahin'e af yolunu açmıştı.
Aynı kurulun üyelerinden Prof. Dr. Erbil Gözükırmızı'nın ise İşçi Partisi'nin üyesi olduğu ortaya çıkmıştı. Gözükırmızı, İP tarafından 22 Temmuz genel seçimlerinden önce 'müstakbel gençlik ve spor bakanı' olarak ilan edilmişti.
Adalet Bakanı, Hüseyin Üzmez'in tahliyesine sebep olan raporu veren 6. İhtisas Kurulu'nun başkan ve 2 üyesini değiştirerek Adli Tıp'ta ilk operasyonu yapmıştı. En son Fahri Kasırga'nın genel seçimler nedeniyle adalet bakanı olduğu 2007 yılı Haziran ayında 4 yıllığına başkanlığa yeniden atanmıştı. Kurt, ilk olarak Cemil Çiçek'in adalet bakanı olduğu 2003 yılı Ocak ayında başkanlığa getirildi. Bakan Şahin, Üzmez kararında imzası bulunan 6. İhtisas Kurulu'nun başkan ve 2 üyesini değiştirerek Adli Tıp'a ilk neşteri vurdu. Son operasyonda görevden alınan Keramettin Kurt, 2003 yılından bu yana kurumun başındaydı.