8 Ekim 2010
Zorunlu Din Dersi Kaldırılsın! Eylemimize Bekliyoruz.
17 Eylül 2010
Zorunlu Din Derslerine Karşı Oturma Eylemi
* Zorunlu din dersi uygulamasına derhal son verilmelidir. 12 Eylül askeri darbesinin ürünü olan ve ülkemizi bugün, şeriatçı zihniyetin bağnaz düşüncelerine ve uygulamalarına mahkum hale getiren zorunlu din dersi uygulamasına yönelik, yargının hemen hemen her alanından, red kararları verilmekte ama AKP iktidarı, tüm yargı kararlarına karşı direnç göstermeye devam etmektedir. 12 Eylül Anayasa’sının 24. Maddesindeki “Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve orta öğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır.” Hüküm nedeni ile, yıllardan beri Alevi inanç sahibi yurttaşlarımızın çocuklarına, “din kültürü ve ahlak bilgisi adı altında, zorunlu din dersi” olarak dini eğitim verilerek, bu yol ile Aleviler asimile edilmektedir. Sadece Alevilerin değil Türkiye’nin sorunu olan zorunlu din dersine karşı Alevi örgütlerinin yıllardır verdikleri hukuk ve demokrasi mücadelesi, örgütlülüğümüzün önderliğinde sürmektedir. Devletin dini ve inancı olmaz. Çağdaş, bilimsel, demokratik ve laik bir eğitim için “Zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi” kaldırılmalıdır. Devlet din eğitim ve öğretimi yapmamalıdır. Avrupa Birliğine girme konusunda istekli görünen siyasi iktidarın, bu çelişkiyi öncelik ve ivedilikle ortadan kaldırması, başta Alevi’ler olmak üzere laiklikten yana tüm yurttaşlarımızı “Zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi” cenderesinden kurtaracağına inanıyor, tüm demokratik, laik ve özgürlükçü kamuoyundan bu konuda destek ve girişim bekliyoruz. CUMARTESİ GÜNÜ TEMSİLİ OTURMA EYLEMİMİZ ÖNÜMÜZDEKİ GÜNLERDE DAHA YAYGIN VE SÜREKLİ HALE GELECEKTİR.
Tarih : 18 Eylül 2010 Cumartesi Saat :13.00
Yer : Güvenpark...-YKM Önü Kızılay Ankara
Pir Sultan Abdal Kültür Derneği
13 Şubat 2010
Alevi Çalıştayı raporu Erdoğan'a sunuldu
http://www.radikal.com.tr/Alevi Çalıştayı raporu Erdoğan'a sunuldu
07/02/2010 10:41
Alevi ve Bektaşilerin belli başlı taleplerini, demokrasi ve insan hakları temelinde ele alıp değerlendirme amacıyla düzenlenen Alevi Çalıştaylarının ardından hazırlanan rapor, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a sunuldu.
İlki 4 Haziran’da sonuncusu ise 30 Ocak 2010’da gerçekleştirilen çalıştaylara yaklaşık 400 kişi katılırken, katılımcıların büyük çoğunluğunu Aleviler oluşturdu.
Çalıştaylarla kamuoyunun Alevilik hakkındaki belli başlı değerlendirmelerinin, Alevilerin temel sorunlarının ve çözüm önerilerinin öğrenilmesi, açılım bağlamında kamuoyunda oluşabilecek reflekslerin tespit edilmesi, birlik, beraberlik ve kardeşliğin önündeki engellerin belirlenmesi, bir yol haritası için gerekli bilgi akışının sağlanması hedeflendi.
Çalıştayların sonunda hazırlanan ön raporda, çalıştay sürecinde, "Ulusal ve uluslararası alanlarda yer bulan ve yer yer sert sayılabilecek çıkışlarla da takviye edilen söylemlerin, soğukkanlı bir şekilde ele alınması için konunun belli başlı taraflarının kademeli olarak bir araya getirildiği belirtildi.
Akademisyenler, ilahiyatçılar, sivil toplum kuruluşları, medya ve siyaset alanlarından çoğunluğunu Alevilerin oluşturduğu 43 kişinin katıldığı değerlendirme oturumunda, "Alevilik: Çerçevelendirme Sorunları, Kimlik ve Beyan Sorunları, Anayasal ve Hukuksal Sınırlar, Diyanet İşleri Başkanlığı, Zorunlu Din Dersleri, Madımak Oteli’nin Düzenlenmesi, İnanç Rehberleri (Dedelik), Cemevlerinin Statüsü"nün tartışıldığı hatırlatılan raporda, birçok konuda Alevi-Bektaşi katılımcılar arasında da görüş ayrılıklarının bulunduğunun gözlemlendiği ifade edildi.
Aleviliğin içeriği ve tanımlanması konusundaki hassasiyetin, genellikle devletin Aleviliğe bir çerçeve çizeceğinden duyulan kaygılardan kaynaklandığının anlaşıldığı belirtilen raporda, ilk oturumlarda tepki gösterilen başlığın, ilerleyen süreçte soğukkanlı şekilde ele alındığı, Aleviliğin İslam üst başlığı altında "Hak-Muhammed-Ali" kavramları etrafında oluşan bir inanç ve erkan yolu olduğu konusunda tam bir uzlaşma sağlandığı vurgulandı.
"Diyanet sivil yapıya kavuşsun"
Yaygın Alevi söyleminin, Diyanet İşleri Başkanlığının meşruiyetine eleştirel baktığı ve uzun vadede tutarlı bir laikliğin icrası açısından Diyanet’in lağvedilmesini savunduğu belirtilen raporda, çalıştay sonucunda bu beklentinin, Başkanlığın mevcut koşullardaki pozisyonu da ele alınarak, rasyonel olmadığı konusunda taraflar arasında mutabakat sağlandığına dikkat çekildi.
Çalıştayda, Başkanlığın lağvedilmesini isteyenlerin bile, bugünden yarına bunun çok da mümkün olamayacağını, ancak Başkanlığın daha sivil bir yapıya kavuşturulması gerektiğini ifade ettikleri kaydedildi.
Katılımcılar, Diyanet’in İslam’ın tüm yorumlarını da içine alacak şekilde orta ve uzun vadede özerk bir yapıya kavuşması gerektiğini belirtirken, ileride dini vergi uygulamasının başlatılmasının da türlü inanç ve din örgütlenmeler arasındaki barışı arttıracağı vurgulandı.
"Zorunluluk ifadesi rahatsızlık yaratıyor"
Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinin zorunlu olmaktan çıkarılmasının derinlemesine müzakere edildiği bildirilen raporda, dinler, mezhepler ve inançlar üstü bir din öğretimine tüm vatandaşların ihtiyacı olduğunun teyit edildiği belirtildi.
Bununla birlikte "zorunluluk" ifadesinin Aleviler arasında siyasi ve kültürel nedenlerle açık bir rahatsızlık yarattığı yönündeki görüş de raporda yer aldı.
Katılımcılar, ders müfredatının tüm toplum kesimlerince kabul görecek bir üst dille ve tarafları rencide etmeyecek perspektifle hazırlanmasına duyulan ihtiyaç konusunda görüş birliğine varırken, isteğe bağlı din eğitiminin de ilgili grupların üzerinde mutabık kaldıkları bir müfredatla gerçekleştirebileceklerini müzakere etti.
Raporda, şöyle denildi:
"Bu durumda Alevi ve Sünni vatandaşlarımız kendi inanç ve ritüellerini eğitim esaslı olarak devletten alma olanağı bulabileceklerdir. Zorunlu din dersleri gerekli düzenlemelerini yeniden yapmış ilahiyat fakültesi ya da Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenliği mezunu öğretmenler tarafından verilecektir. Ancak Alevilerin isteğe bağlı derslerden yararlanabilmeleri için de mutlaka Alevi öğretmenlerin sürece dahil edilmeleri gerektiği vurgulanmıştır.
Bu öğretmenlerin, ilahiyat mezunları arasından istihdam edilmesinin mahzurlarına da vurgu yapılmıştır. Bu dersler teknik alt yapı tarafları tatmin edecek bir düzeye erişinceye kadar gereken mevzuat değişikleriyle Alevi uzmanlardan yararlanılarak verilebilecektir. Ancak bu dersi uzun vadede verebilecek yetkinlikte öğretmenlerin hangi süreçlerde eğitileceği gibi konularda Alevi katılımcıların henüz tatminkar ve yeterli sayılabilecek önerilere sahip oldukları söylenemez."
"Müze fikrinin tehlike ürettiği düşünüldü"
Madımak Oteli’ndeki facianın katılımcıların tamamı tarafından lanetlendiği, olayın derin bir provokasyon olduğunun altının çizildiği ifade edilen raporda, şunlar kaydedildi:
"Özellikle Alevi katılımcılar, kendi aralarında yüksek bir sembolik değer olarak gördükleri Madımak Oteli’nin, bütün bu duyarlılığa rağmen ülkenin birlik ve düzeninin esastan korunmasını dikkate alan bir düzenlemeyle yeniden düşünülmesi gerektiğini vurgulamışlardır. Bu bağlamda müze fikrinin tehlike ürettiği düşünülmüş, bunun yerine binanın yıkılarak bir parka dönüştürülmesini katılımcıların büyük çoğunluğu desteklemiştir. Etraftaki birkaç binanın da kamulaştırılarak bu alana dahil edilmesini önerenler olmuştur.
Sivas’ta sivil toplum örgütleri, kanaat önderleri ve resmi katılımcıların da ortak olabileceği değişik platformlarda bu süreci rehabilite ederek dönüştürecek girişimlere başlanması gerektiği üzerinde ısrarla durulmuştur."
Dedelere hizmet içi eğitim
Rapora göre, dedelerin statüsünün Aleviler arasındaki yerinin tartışılmaz olduğu vurgulanan çalıştayda, ancak yeni koşulların özellikle de kent Aleviliğinin göz önüne alınarak statünün yeniden değerlendirilmesi gerektiği ifade edildi.
Dedelere maaş bağlanmasına olumsuz bakanlar kadar, olumlu yaklaşanların da bulunduğu ifade edilen çalıştayda, dedelerin eğitimine ihtiyaç duyulduğu vurgulandı. Bu ihtiyacın bir an önce giderilmesi için dedelere hizmet içi eğitimler verilmesi istendi.
Alevi bilgi ve külliyatının derlenmesi ve korunması amacıyla geniş ölçekli bir araştırma merkezinin kurulması önerilirken, ısrarla üzerinde durulan konulardan biri de Alevi-Sünni ortak tarih bilincine yönelik çalışmaların gerekliliği oldu.
Yasaların dedeliğin misyonunun sürdürülmesine izin vermediği işaret edilen raporda, "Dedeliğin misyonunu modern bilgi ve kültür kalıpları içinde rasyonalize etme konusunda da güçlükler vardır. İnanç önderi ya da rehberi olarak yeniden isimlendirilen dedeler, manevi bilgi kanallarına açık oldukları iddiasıyla tanımladıkları kişiliklerinin modern eğitimle hangi çerçevede buluşacağı önemli bir sorundur" denildi.
"Karşılıklı hoşgörü, diyalog, empati"
Çalıştaya katılan Alevilerin her alanda ayrımcılığa uğradıklarını ifade ettikleri kaydedilen raporda, şu değerlendirmelere yer verildi:
"Sorunun gerek Sünni gerekse Alevi kesimlerinin karşılıklı hoşgörü, diyalog ve empati eksenli girişimlerle aşılabileceği paylaşılmış, bu bağlamda kimlik ve beyan konusunda ortaya çıkan sorunların eğitim müfredatı, tarihsel ön yargılar, iç ve dış kışkırtmalar, cehalet ve iyi niyet eksikliğiyle pekiştirildiğine vurgu yapılmıştır.
Alevilik bağlamındaki tüm sorunların her şeyden önce ’taraflar’ın birbirlerine karşı yakınlaşmasını artırıcı, psikolojik süreçlere tabi olması gerektiği her vesileyle teyit edilmiş, bunun için de Sünni ve Alevi vatandaşların özenli çabalarına duyulan ihtiyacın altı çizilmiştir.
Konunun belli başlı unsurlarının ele alınmasında kaçınılmaz bir şekilde dikkate alınması gereken birkaç temel Anayasa maddesi hakkında çekingen davranıldığı anlaşılmıştır. Örneğin ’Tekke ve Zaviyeler Kanunu’, ’Tevhid-i Tedrisat Kanunu’ ve yine Anayasa’nın 24. Maddesi gibi konularda tartışmanın derinleştirilmesine ihtiyaç duyulmadan, sorunların bu kanunların sınırlarına dahil olmaksızın aşılması istenmiştir. Bu vesileyle söz konusu kanunları ele almanın zorunlu olduğunu vurgulayan kimi itirazlar da toplumsal birlik ve karşılıklı güven havasını zedeleyeceği kaygısıyla rağbet görmemiştir."
-Cemevleri’nin bir statüye kavuşturulmasında görüş birliği-
Rapora göre, çalıştayların cemevlerinin bir statüye kavuşturulması konusunda herhangi bir görüş ayrılığı yaşanmazken, bu mekanların birer ibadethane olarak tanımlanması konusunda Alevi olmayan katılımcılar da kaygılarını ifade ettiler.
Katılımcıların bir kısmı cemevlerine ibadethane statüsü tanınmasının İslam içinde bir bölünmeye yol açabileceğini, çünkü her dinin ancak bir mabedi olabileceğini, Alevilerin ibadethane vurgusu yapmaktan kaçınarak, devlet tarafından bilinen statüsü teyid edilen cemevleri ifadesiyle yetinmeleri gerektiğini ifade etti. Bir kısmı da bu mekanlarda icra edilen erkan ve uygulamaların ne olup olmadığına, ne sayılıp ne sayılmayacağına Alevilerin karar vereceğini dile getirdi.
Cemevlerine "ibadethane" demeksizin, dernek ve vakıflarına imkan tanımak ve kamu düzenini bozmadıkça bu kurumlara yerel yönetimlerin yardımcı olması da önerilirken, bütün bu önerilerin sonuçta teknik bir çalışma gerektirdiği görüşüne ulaşıldı.
Çalıştayda, mevzuatta doğacak sıkıntıları aşmak üzere ilgili kanuna, "Birer inanç ve erkan merkezi olarak değerlendirilen cemevleri de kanunlarda ibadethanelere tanınan bütün imkanlardan yararlanır" veya "Cemevlerine de aynı imkanlar sağlanır" şeklinde bir ekleme yapılması önerildi.
"Hiçbir pazarlığa meydan vermeksizin..."
Çalıştayların olumlu bir havanın doğmasını hızlandırdığı ifade edilen raporda, tartışılan tüm konularda ülkenin birlik ve beraberliğine ortaklaşa yapılan atıfların heyecan verici olduğu belirtildi.
Raporda, "İlkesel düzeyde barışın ve bir arada yaşamanın hiçbir pazarlığa meydan vermeksizin kabul edilmiş olması sorunun çözümü noktasında taraflara emsalsiz fırsat alanları sunmuştur" görüşüne yer verildi.CHP, alevilerin sorunlarına yönelik meclis araştırması istedi
CHP, Alevilerin yaşadığı sorunların ve buna yönelik çözüm önerilerinin belirlenmesi amacıyla Meclis Araştırması açılmasını istedi.
CHP Adıyaman Milletvekili Şevket Köse ve arkadaşlarının imzasıyla TBMM Başkanlığına sunulan araştırma önergesinin gerekçesinde, "inançları nedeniyle insan hakları konusunda mağduriyet yaşayan kesimlerden birinin de Aleviler olduğu" savunuldu.
"Alevilerin inançlarına ve ibadet yerlerine karşı, yok sayma ve
görmezden gelme politikasının yoğun olarak tartışıldığı günlerden geçmekteyiz" denilen gerekçede, Alevilerin verdiği vergilerle Diyanet İşleri Başkanlığının giderlerinin bir kısmının ödendiği ancak Alevilerin burada yer bulamadığı ifade edildi.
Aleviler ve sorunlarının, bir çok kez gündeme taşınmaya çalışıldığı ancak kesin çözümler getirilemediğinin öne sürüldüğü gerekçede, şu görüşlere yer verildi:
"Alevilerin yaşadıkları sorunlara dönük olarak sunulan iyi niyetli çözüm önerilerinin de reddedildiğini yakın zamanlarda yaşanılan olaylardan görme şansı olmaktadır. Alevi yurttaşlarımızın yaşadığı sorunların çözümüne dönük net sonuçların alınmaması, getirilen önerilerin reddedilmesi, bununla birlikte iftar yemekleri ve çalıştay gibi çalışmaların yapılması, kamuoyunda kafa karışıklığına neden olmaktadır. Alevilerin sorunlarının çözümü amaçlı yapıldığı iddia edilen çalışmaların, oy kazanmak amacıyla yapıldığına dair kamuoyunda ciddi tartışmalar bulunmaktadır. Oysa Aleviler, sorunları konusunda iyi niyetli olarak atılacak adımlara destek olacaklarını basın-yayın yoluyla, mitingler aracılığıyla iletmişlerdir." (aa)
6 Aralık 2009
"Yeni bir program, yeni bir manifesto istiyoruz!"
5 Aralık 2009 11:24
Ali Balkız'ın bu röportajı çok konuşulacak
Balkız, SHP, 10 Aralık Hareketi, Özgürlükçü Sol ve bazı akademsiyenlerin de içinde yer alacağı yeni bir hareketin ocak ayında partileşebileceğini açıkladı. Ekmek ve Özgürlük'ten Mustafa Bayram Mısır'a verdiği röportajda Balkız, hükümetin tavrını, taleplerini, Kürt hareketine olan yaklaşımlarını da açıklıyor. Derginin Aralık 2009 sayısında yer alacak söyleşiyi aktarıyoruz.
İki yıldır Alevi Bektaşi Federasyonu öncülüğünde "eşit yurttaşlık hakkı" talebiyle mitingler yapılıyor. Temel talepleriniz nedir; neden düzenliyorsunuz bu mitingleri?
Biz varız, ayaktayız. Bu ülkenin bir bileşeniyiz, Alevi ve Bektaşileriyiz, ülkenin ayrılmaz bir parçasıyız. Ancak sorunlar yaşıyoruz. Ülkemizde laiklik ve demokrasinin Batılı anlamda yeterince kavranamadığı, içselleştirilemediği, yerleştirilemediği, hukuku oluşturulamadığı ve pratiği yaşanamadığı için de Sünnilerle eşit olmadığımızı düşünüyoruz.
Bu nedenle eşit yurttaşlık hakkı talepleriyle, geçen yıl 9 Kasım 2008'de Ankara Sıhhiye'de, bu yıl 8 Kasım 2009'da İstanbul Kadıköy'de 550.000 kişinin katılımıyla bahsettiğiniz mitingleri düzenledik ve istemlerimizi sıraladık.
Temel istemimiz eşit yurttaşlık hakkıdır. Sorunlarımızın kaynağının Türkiye hukuk, Türkiye sistemi olduğu bilinciyle hareket ederek, kendi açımızdan şu taleplerde bulunduk:
* Diyanet İşleri Başkanlığı kaldırılmalıdır, laik bir devlette böyle bir kurum olmaz.
* Zorunlu din dersleri seçmeli hale getirilmelidir, içeriği değiştirilmelidir, çağdaşlaştırılmalı, çeşitlendirilmeli ve çoğullaştırılmalıdır. Çünkü laik bir ülkede zorla Sünni din eğitimi ve herhangi bir din eğitimi öğretimi zorunlu olarak verilemez, verilmemelidir.
* Cem ve Kültür Evleri yasal statüye kavuşturulmalıdır. Alevilerin kendilerine özgü bir Tanrı ve ibadet anlayışları vardır. İbadethanelerinin adı da cemevidir. Cemevinde ibadet ederler. Orada yola girer, ikrar verir, on iki hizmetlerini görürler. Cemevleri caminin alternatifi değildir. Başka bir şeydir. Bu yasal güvenceye kavuşturulmalıdır.
* Alevi köylerine 12 Eylül'den bu yana giderek yoğunlaşan bir biçimde camiler yapılıyor. Cemaat olmamasına karşın Sünni imamlar atanıyor.
Ve onlar günde beş vakit ezan okuyorlar. Her seferinde bahsettiğimiz gibi Alevilerin ibadethanesinin adı cemevidir.
Bu politikalardan vazgeçilmelidir.
Madımak Oteli müze olmalıdır.
Çünkü orada devlet devletliğini yapmadı, 2 Temmuz 1993 tarihinde.
Bir devletin varlık nedeni yurttaşlarının can güvenliğini korumaktır öncelikle. Ama o gün o tarihte Sivas'ta devlet bu görevini yapmadı, yapmak istemedi. Sonuçta 35 insanımız hayatını kaybetti. Devletin bu anlamda bir özür borcu vardır, sadece Alevilerden değil, sadece Sünnilerden değil, sadece Sivas'ta yaşayan Sivaslılardan değil, bütün insanlık aleminden bir özür borcu vardır.
Bunun yerine getirilmesi gerekir ki, bunun ifadesi, oranın bir insanlık müzesi, bir ayıp müzesi haline getirilmesi ile olasıdır.
Bir başka talebimiz de başta Hacı Bektaş Dergahı olmak üzere, Tekke ve Zaviyeler Kanunu ile daha öncesinde 2. Mahmut'un 1826'lardaki, şiddetle kapattıkları nedeniyle, atalarımızdan bize kalan son mekanlarımız -başta Hacı Bektaş Dergahı olmak üzere, Şahkulu, Karacaahmet, Erikli Baba, Abdal Musa gibi- çokça dergahımız elimizden alınmıştır. Kimi onların kimi bizim müze statüsündedir; kimi de kira yoluyla, kira alınarak, kontrat yoluyla Alevilerin yönetimine bırakılmıştır. Buraların bize verilmesini istiyoruz. Taleplerimiz bunlar.
* Ama bunlarla yetinmiyoruz. Aynı dönemde, bu sorunlarımızın, ülkemizin temel düzeninden, sisteminden kaynaklandığı bilinciyle örneğin Kürt Sorunu barışçıl ve demokratik yollardan çözülsün istiyoruz.
"Nasıl bir Türkiye istiyoruz?" başlıklı bildirgeyi yayınlamaktaki temel hedefiniz, amacınız nedir? Mevcut siyasi güçler içerisinde alternatif bir Alevi siyasi gücü mü, partisi mi inşa etmeye çalışıyorsunuz? Yoksa bir sol birlik arzusu içinde misiniz? Bu bildirgenin, bu bildirgenin hazırlanmasında Alevi Bektaşi Federasyonunun rolü ve yeri nedir?
Bu bildirgenin ana teması Türkiye'yi tartışmaya davet etmektir. Niye tartışmaya davet etmek? Çünkü ülkemizde biz solda, sol - sosyal demokrat bir yapıya ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz. Mevcut partiler ya sınıf partisi ya adı sol sosyal demokrat ama kendisi sağ statükocu, burada bir boşluk olduğunu düşünüyoruz.
Bu boşluk böyle doldurulabilir. 2009 Mart Yerel Seçimleri sonrası, biz Federasyon olarak bir durum değerlendirmesi yaptık, Parlamentonun durumuna baktık, seçim sonuçlarına baktık: Bu partilerle ülkemizin sorunlarının çözülemeyeceğini, bizim de kendi temel taleplerimiz yanında, Kürtlerin, işçilerin, emekçilerin, işsizlerin, öğrencilerin, sanatçıların taleplerinin karşılanamayacağı varsayımıyla böyle bir tartışma süreci başlattık. Bu tartışmanın sonu henüz alınmış değil. Buradan bir siyasi parti çıkar mı? Çıksın arzu ediyoruz. Ama bu asla ve asla Alevi siyasi partisi olmayacaktır, olmamalıdır.
Geçmişte, yakın tarihimizde yaşadığımız Türkiye Birlik Partisi, Demokratik Barış Hareketi ve Barış Partisi gibi bir oluşumu asla öngörmüyoruz. Bu bizim siyaset anlayışımıza da, laiklik anlayışımıza da, demokrasi anlayışımıza da ters. Ama buradan Alevilerin de içinde yer alacakları, yeni bir söz, yeni bir söylem yeni bir program, yeni kadrolar, yeni bir manifesto ile ülkemizde siyasete müdahale etmeyi amaçlamış vaziyetteyiz. Tartışmalar sürüyor...
Ufuk Uras'ın, 10 Aralık Hareketi'nin ve Sosyal Demokrat Halk Partisi'nin de içinde yer aldığı bir yeni partileşme süreci daha var. Onlar da toplantılar yapıyorlar, bu süreçle ilginiz nedir?
Andığınız hareketlerle temasımız var. Zaman zaman görüşüyoruz, zaman zaman toplantılar yapıyoruz. Onlar bizimle ilgili, biz de onlarla ilgiliyiz.
Ümit ediyoruz ki, diliyoruz ki, "nasıl bir Türkiye?" sorusuna aynı yanıtları verenler aynı organizasyon içinde yer alırlar.
Bu çerçevede Kürt Özgürlük Hareketi'ne nasıl bakıyorsunuz. Kürt Hareketi, Türkiye'de Kürtlerin taleplerini temsil eden büyük bir siyasi güç haline dönüştü. Sizin bakışınız bu hareketle birleşmeyi de içeriyor mu? Nasıl bir perspektif taşıyorsunuz?
Bizim tutuşturduğumuz süreç gerçekleşirse eğer, DTP'nin dışında kalmış, PKK'nın dışında kalmış Kürt kesimleriyle elbette birleşmeyi, buluşmayı arzu ederiz. Ama onlarla örgütsel birliktelik içerisinde olmayız, olmamız doğru olmaz. Çünkü DTP ve PKK etnisiteye dayalı, bir bölgeye dayalı belirli sorunlara dayalı bir siyaset yapıyor. Biz bütün Türkiye'yi düşünüyoruz.
Onur Öymen'in Dersim'e ilişikin açıklamalarına sizin de tepki gösterdiğinizi biliyoruz. Fakat genel olarak Aleviler arasında CHP'ye yönelik hayırhah veya ehven-i şer tutumu var. CHP ile Aleviler arasındaki siyasi mesafeyi açmak için Onur Öymen'in tutumu gerçek bir olanak olarak önünüzde durmuyor mu?
Onur Öymen anlaşıldı ki, Türkiye tarihini bilmiyor. Bir diplomat, büyükelçi, bir konuya dair söz söylerken en azından onu kabaca da olsa bilmesi gerektiğini anlarız. Ve söylediklerinin ne anlama geldiğini, nereye gideceğini, gittiği yerde nasıl anlaşılacağını bilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Hadi onun cahilliğine verelim. Ama kurum, Cumhuriyet Halk Partisi bu konuda cahil değildir, olamaz olmaması gerekir, cumhuriyetle eşit yaşta bir parti. Biz, Öymen'in istifasını istedik. Ve düşüncelerine uygun bir partiye gitmelidir. Ararsa öyle bir parti bulur. Bulamıyorsa bu düşünceye uygun bir parti kurulabilir.
Yok CHP diyecekse ki, "bu nereden çıktı biz de aynen Onur Öymen gibi düşünüyoruz," o zaman bunu açıkça söylemelidir. 'Eğer CHP bunu diyorsa, başta Kılıçdaroğlu'ndan, özellikle Dersim kökenli olanlardan başlayarak CHP içinde bulunan milletvekilleri ve parti yöneticilerinin istifa etmesi gerekir', dedik.
Çağrımız buydu.
Ama parti, hem Onur Öymen'e sahip çıktı, hem o düşünceye sahip çıktı; hem Kılıçdaroğlu'nun "gereğini yapmalı" sözü boşa düştü, Yılmaz Ateş'in "şık olmadı" sözü hiç duyulmadı. Dolayısıyla CHP, "biz bu işi kapatalım" dedi, "kapatalım çünkü AKP kaşıyor; AKP, bu olay üzerinden Alevilerle CHP'nin arasını açmaya çalışıyor; Atatürkçü düşünce ile Atatürk ile Alevilerin arasını açmaya çalışıyor" gibi tezler ileri sürdüler. Hangi tezleri ileri sürerlerse sürsünler, tarih orada, Tunceli dağları orada, yaşanan katliam ve acılar orada... Tabii, "bir musibet bin nasihatten iyidir" denir, böyle bir nedenle de olsa konu Türkiye gündemine geldi, Tunceli'de 1937-38'de daha önceki yıllarda neler yaşandığını bilmeyen birçok aydın, gazeteci, yazar, sanatçı, politikacı, öğrenci, tarih meraklısı, Türkiye meraklısı bir çok insan dönüp Tunceli'de neler olduğunu bu vesileyle öğrenmeye çalıştı ve öğrenmeye de devam ediyor. CHP böyle de, konuya böyle bakıyor da, AKP farklı mı bakıyor? Ya da geçmişte Mesut Yılmaz farklı mı bakıyordu?
Bu vesileyle "Alevi Çalıştayları" ve AKP'nin "Alevi açılımı" hakkındaki görüşlerinizi de alalım.
AKP ile CHP arasında, tıpkı Dersim olaylarında olduğu gibi ya da Alevi taleplerinde olduğu gibi fark yok; Cumhuriyetin bütün hükümetleri birbirine benziyor.
Konu Aleviler olunca, konu Kürtler olunca, devletin temelinde tek tip insan yaratma amacı olduğu için, Türk ve Müslüman yaratma sevdası ve planı olduğu için aykırı olan herkesi silip süpürmek, yok saymak politikası o günden bugüne bütün hükümetler tarafından takip edile gelmiştir.
AKP ise, evet Alevilerin de tarihinde, Aleviler mitingler yapıyorlar, talepleri var, dinleyelim anlayalım düşüncesiyle Alevi Çalıştayı başlattı. 35 Alevi Örgütü temsilcisi, 3-4 Haziran 2009 tarihinde, gittik anlattık. Sayın Bakan'a taleplerimizi, el birliği, ağız birliği, iş birliği yaparak sunduk. Ve dedik ki, bazı hükûmetler ne yazık ki, "Aleviler siz çok parçalı bulutlusunuz, biriniz bir şey istiyorsunuz, başka bazılarınız başka bir şey istiyorsunuz, hangilerinizin taleplerini yerine getirelim ki? Gidin aranızda buluşun birleşin, istemlerinizi birleştirin, bizde ona göre bakalım." Turgut Özal, Mesut Yılmaz, Süleyman Demirel, Tansu Çiller hep böyleydi. Bu kez Aleviler taleplerini birleştirip, hükûmetin önüne koydular; AKP'nin artık böyle bir mazereti yok.
Bakın, önceki gün gazeteler yazdı, sayın Faruk Çelik, Kızılcahamam'daki istişare toplantısı sonrası kendisine "Alevi açılımı, Alevi Çalıştayı" ile ilgili sorular yöneltildiğinde "Alevileri birlik değil ki" düşüncesini sunuyor. Aynı şeyi Alevi Çalıştayları Moderatörü Necdet Subaşı yapıyor, 15 Kasım 2009 tarihli Sabah Gazetesinde... "Biz birleşin dedik, birleşmediler" diyor. Neyi amaçladıklarını aşağı yukarı görüyoruz...
Cumhuriyet hükûmetlerinin yerleşik tutumu AKP tarafından da aynen sürdürülüyor.
Evet, aynen sürdürülüyor. Çalıştayda bu eleştiriyi gösteriyorlar ama önce mahkeme kararlarını uygulasaydılar ya... AİHM Kararları var. Din dersleri ile ilgili.
Danıştay'ın da bir kararı da var...
Bölge İdare Mahkemesi kararları da var. Bu kararları uygulamak için AKP'nin çalıştaya, açılıma ihtiyacı yok ki, olmaması gerekir. Mahkeme kararları karşısında hükûmetlerin eli kolu bağlıdır. Erteleyemez. Uygulaması gerekir. Bu kararları uygulamamak anayasal bir suçtur. Hem de laikliğe karşı mücadelenin odağı olmak gibi bir suçtur. Ayrıca bu taleplerin içinde bazıları var ki; Madımak Oteli'nin müze olması, bu Kültür Bakanlığı'nın hazırlayacağı bir genelgeyle olabilecek bir şey. Alevi köylerinde görevli Sünni imamların geri çağrılması, Diyanet İşleri Başkanlığının bir emirnamesi ile olabilecek bir şey. Bunları görmedik, göreceğe de benzemiyoruz. Yine Faruk Çelik, bizleri 8 Kasım 2009 Kadıköy mitingini yaparak süreci baltalamakla suçladı. "Ne güzel, çalıştay süreci ilerliyorken, kendi programımız devam ediyorken, bu tür mitingler yaparak açmaza çekiyorlar süreci." dedi. Oysa ki, eğer samimi iseler onların elini güçlendirmek için de yapılmıştır bu miting.
İzzettin Doğan ve Cem Vakfı, Alevi Bektaşi Federasyonundan farklı bir çizgi izliyor ve dolayısıyla, AKP Hükûmetlerinin bu yöndeki mazeretlerine bir zemin oluşturuyorlar, olanak yaratıyorlar. Sizin bu çevreye karşı tutumuz nedir?
İzzettin Doğan ve çevresi, o fikriyat, Alevileri asimile etmeye çalışan, Sünnileştirmeye çalışan devlet politikası ile tam bir uyum halindedir. İzzettin Doğan bir dede çocuğudur, profesördür, bilim adamıdır, atadan babadan ocak sahibidir. O ocakta yetişmiş olan biri Alevi İslam diye bir kavramı hiç duymamıştır. Yeni bir terim türetti. Alevi tarihinde, töresinde, kültüründe, sözlüğünde yeri olmayan bir kavram üreterek, Alevi İslam diyerek, yeni bir Alevilik yaratma hevesine kapıldı. Televizyondan cemler yayınlanıyor, erkekler bir tarafta, kadınlar bir tarafta, kadınların başı örtülü, izlerken korkuyorsunuz sanki bir tarikatın zikir töreni gibi...
Alevilikte böyle bir şey yok.
Cem vardı da, böyle bir cem yok.
O, "ben Alevilerin önderiyim, lideriyim sözcüsüyüm, bu yeni yetmeler de nereden çıktı, üstelik bunlar siyaset yapıyor" diyerek, dünyaya sağdan bakarak, sağ ideolojiden bakarak yeni bir Alevilik inşa etmeye çalışıyor.
En son 8 Kasımda İstanbul'da 550.000 kişi ile miting yaparken, O'na bağlı örgütlerin şubelerinden de binlerce insan kendi olanakları ile otobüslere, dolmuşlara, trenlere, vapurlara atlayıp Kadıköy'e gelmişler iken, O'na bağlı Cem Tv aynı tarih aynı saatteki MHP Kurultayını canlı yayınlıyordu.
Alevilere yönelik yayın yapan bütün televizyonlar -Yol, Su, Dem, Hayat başta olmak üzere-, ulusal kanallar, haber kanalları hepsi, uydudan alıp yayınlar yaparken, Cem Tv MHP Kurultayını yayınladı ve MHP Yönetimine kendi vakfından görevlendirdiği arkadaşlarını soktu.
MHP'ye gidiyor, AKP'den aradığını bulamamış olmalı ki...
Benim bilgim dahilinde değil, teolojinin alanına girdiğinden, böyle bir soruyu sorarak yanlış mı yaptım emin değilim ama Alevi erkanına göre bu bir düşkünlük hali midir?
Evet, bu bir düşkünlük halidir. Bu bir yoldan çıkmadır. Bu işlenebilecek suçların günahların en büyüğüdür.
Ama bu meşrebine de uygundur. S
ivas'ta Madımak Oteli'ni kuşatıp orayı yarım saatlik kuşatmadan sonra ateşe verenlerin içerisinde MHP'liler de vardı. Ülkü Ocakları ve komando dediğimiz genç militanlar da vardı. Ve bunlar duruşmalar boyunca, yedi yıl boyunca, kurt işaretleriyle, yaptıklarından utanç duymayı, pişman olmayı bir tarafa bırakın, hayatlarını kaybetmiş olan insanların yakınlarına ve biz müdahillere saldırdılar. Mahkeme salonunda otururken gazete, radyo ve televizyonların önünde... MHP bu konuda herhangi bir özür dilememişken, işin içindeki rolünü kabul etmemişken, bu yanlış olmuştur bile dememişken, İzzettin Doğan'ın bu olay hiç yaşanmamış gibi MHP'ye meyletmesi evet O'nda düşkünlük halidir.
Mitinglerinizde Pir Sultan Abdal kadar, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya'nın da resimleri taşınıyor; bu isimler Türkiye Sosyalist Hareketi'nde kurucu roller edinmiş sembol isimler. Mitinglerden yansıdığı kadarı ile, Alevi gelenekleri içinde de anılmaya başlamış isimler. Bu ikisi arasındaki tarihsel ilişki nedir size göre? Bu isimler Aleviler tarafından kabullenilmiş halde görünüyorlar, mitinglerinden yansıyan...
Sadece mitinglerinde değil evlerinde de öyle... Adını andığınız devrimci arkadaşlarımız kuşkusuz ki, Alevi ya da Sünni kimlikleriyle, Türk ya da Kürt kimlikleriyle yola düşmediler. Onlar devrimci duygularıyla, Marksist-Leninist ve materyalist felsefe ve düşünceyle bir sınıf mücadelesi kararıyla yollara düştüler, mücadelelerini ve hayatlarını verdiler.
Ne istiyorlardı?
Eşitlik, kardeşlik, sömürüye karşı çıkmak, başka bir dünya vadediyorlardı.
Alevilerin arzu ettikleri dünya ile Onların arzu ettikleri dünya birbiriyle örtüşüyordu.
Kimse kimseye dilinden, dininden, cinsinden, cinsiyetinden ötürü ayrımcılık yapmayacak; kimse kimseyi sömürmeyecek; kimse kimseye haksızlık yapmayacak; herkes çalıştığının karşılığını alacak; herkesin örgütlenecek...
Ben size başka bir şey anlatayım; sayfanız izin verecek mi bilmiyorum...
Alevi cemlerine katılacaklar evlerinde ne varsa onu getirirler. Kimi bir koç getirir, kimi bir kuzu, kimi bir kilo tereyağı, kimi bir avuç tuz; hepsi kara kazana girer, kaynar, kurban olur, pişer ve ceme gelmiş olan herkes doyuncaya kadar ondan yerler.
Kalan miktar, kazanın dibinde kalmıştır; kişilere kurbancı tarafından -ceme hizmet edenlerden biri, kurbancıdır adı-, o, gelen ailelere nüfus başına kepçe ile eşit dağıtır. Sonra sorar, "elimde yok ki terazi ile kantar, herkes oldu mu hakkına razı..."
Bu şudur, "herkesten gücüne göre almak, herkese ihtiyacına göre vermek". Sosyalizmin temel kavramlarından, kurallarından biri. Aleviler, sosyalizm yokken, Marx doğmamışken, bin yıllardır bu geleneği yaşıyorlardı.
Ama buradan hareketle, Alevilik sosyalizmdir, sosyalizm Aleviliktir demek, doğru olmaz elbette; farklı farklı şeyler. Ama bu kadar da yakındır...
Aleviler adını andığınız devrimci kişileri, onların Türk, Kürt, Sünni, inançlı, inançsız olmalarını düşünmeksizin peşin peşin bağırlarına basmış; kendi kahramanları, kendi Hazreti Ali'leri, Hüseyinleri, Pir Sultan Abdalları kabul etmişlerdir...05.12.2009 11:24:25 Bianet
http://www.renkhaber.com
21 Mayıs 2009
AYSEL DEMİR KILAVUZ:DEVLET, ALEVİLERİ İSLAM GİRDABINDA BOĞMAK İSTİYOR
AVRUPA ALEVİ BİRLİKLERİ FEDERASYONU YETKİLİSİ AYSEL DEMİR KILAVUZ: Devlet, Alevileri İslam girdabında boğmak istiyor ALEVİLİĞİ ERİTMEK İSTİYORLAR Bir Alevi kadını olarak, bir anne olarak somut önerilerim var. Yurtiçindeki ve yurtdışındaki eksiksiz olarak tüm Alevi kurumlarının temsilcilerinden oluşan bir komisyonun, Alevi inancındaki Alevi çocuklarına, verilecek ders müfredat programına evet demesi gerekiyor. ''Alevilik bir inançtır'' bu deyim en yukarıdan en aşağıya devletin bütün kurumları tarafından kabul görmediği sürece, bir anne olarak bu duaya amin demem. Bir inancı ancak o inancın mensupları, kanaat ve önderleri, din adamları anlatır ve o inancın içinde yetişmiş, pedagoji eğitimi almış eğitimciler tarafından öğretilir. Milli Eğitim Bakanlığı önce Alevi çocukları Sünnileştirmekten vazgeçmeli. Mecburi din dersine tabi tutmamalı. Devlet bir taraftan Alevi köylerine cami, diğer taraftan da okullarda Aleviliği ders müfredat programına koyma ikiyüzlülüğünden vazgeçmeli. Ders kitaplarında da Aleviliği anlatırken, yüzyıllardan beri baskı ve asimilasyonla kuşatılmış, Sünni-İslam inancının o katı kurallar çemberini korkusuzca kırmak gerekir. Kâbesi çıkar olan, Kâbesi insan olanı anlayamaz
“Alevilik bir inançtır... Bu deyim en yukarıdan en aşağıya devletin bütün kurumları tarafından kabul görmediği sürece, bir anne olarak ben bu duaya amin demem”
Bin yıllardan beri bütün baskılara ve asimilasyonlara karşı direnen, Alevi inancının yüce dervişlerine ikrar veren talipler, bugün teslim mi oluyor? Bir Alevi kadını olarak, örgütlü Alevi hareketinin içinden biri olarak, son yirmi yıllık Alevi örgütlenmesinin bütün kurumları arasındaki ilişkilere baktığımda, Cem Vakfı hepsinden ayrı duruyor. Vakfın, kendisi dışındaki kurumların öneri ve istemlerine, ne eylem alanlarında ne de söylem noktasında yanında olmadığını görüyorum.
BİZ ‘HAK İNSANDIR’ DİYORUZ
Hal böyle iken, Milli Eğitim Bakanlığı'nın ders müfredat programı hazırlanırken, yalnızca Cem Vakfı'nı muhatap alması, devletin geçmişte olduğu gibi bugün de Anadolu Alevilerine 'böl ve yönet' politikası ile yaklaştığını gösteriyor. Tam da bunu yurtiçinde ve yurtdışında ciddi bir Alevi örgütlenmesi oluştuğunda yapıyor. Anadolu Kızılbaş inancındaki milyonlarca Alevi, son yirmi yılda oluşturdukları kurumlarda ve bu kurumların çatıları altında ciddi bir örgütlenme oluşturdular. Her alanda Cem Vakfı hariç, istemlerini ve taleplerini haykırmakta aynı dili konuşuyorlar. İşte devlet bu aynı dili konusan Alevi örgütlenmesinden ürktüğü için Cem Vakfı'nı muhatap alıyor. Alevileri bölelim!.. Ama Aleviler bölünmez, bölünse bölünse Cem Vakfı bölünür. İçlerinden bir kısmı, Türk-İslam sentezi diye tutturanlar camiye yönelecekler. Fakat içlerinde bu anlayışa "evet" demeyen ve Alevi inancının temel düsturunu kabul edenler, gerçek Alevi örgütlenmesinin ve kurumlarının yanında yer alacaklardır. Çünkü bu kurumlar onlarca yıldır korkusuz bir mücadele vererek, ecdatlarından aldıkları bilgiyle Alevi diliyle haykırıyorlar ve hep ''Hak'' diyorlar. Hangi kitabı açtıysak, hangi dervişin ve tasavvufcunun geçmiş hayatını okuduysak, gördük ki, bütün kapıları açan insandır. Bütün kutsal mekânlarda oturan insandır. Söyleyen insan, dinleyen insan, düşünen insandır. Dertlere derman, yaralara merhem olan insandır. Biz onun için diyoruz ki, hak insandır.
Bütün Alevi kurum ve kuruluşlarının, değerli yöneticilerini bir masa etrafında toplama erdemliliğini göstermeyen bir vakfın başkanı, salt kendi başına Alevilerin inanç boyutundaki, yaşam ve düşünüşlerini, hangi yetkiyle Milli Eğitim Bakanlığı'nın hazırladığı, okullarda uygulanacak ders müfredat programına öneri olarak gönderebiliyor? Yüz binlerce Alevi'nin örgütlü olduğu kurumların yöneticileri bu olaya "evet" der mi? Elbetteki hayır. Alevileri, Sünni-İslam inancının potasında eritmek için onlarca yıldır yapılan sinsi çalışmalardan, Alevilerin örgütlü kurumları bihaber değildir. Devletin bu sinsi asimilasyon politikasına yardım eden, onların değirmenine su taşıyan kurumlardan da haberdardır. (Bugün hazırlanılması düşünülen sözde ders müfredat programına, muhatap olarak kabul edilen vakfın yöneticileri daha dün, Alevileri Erciyes Yaylası'na semah dönmeye gönderiyordu.)
ALEVİLERDE KADIN-ERKEK EŞİT
Alevi inancında kadın erkek eşittir. Bütün insanlara aynı nazarla bakarız. Hiç kimseye "gâvur" deyimini kullanmayız. Dua ve gülbenklerimizde yalnızca insan ismi geçer (erdemli kâmil insanların, evliyaların, pirlerin isimleri). Kadın postta oturabilir. Kadın özgürdür. Giyim ve kuşamında erdemlilik vardır. Alevilik’te şart yoktur. Kadın en öndedir. Alevi, kadını örtüye sokmamıştır. Arka plana atmamıştır. Cemde, cemaatte ve ibadette en öne oturtmuştur. Bir ana olarak çocuklarımıza Aleviliği anlatırken "Allah" deyimi yerine "Hak" diyoruz. Müezzin, imam ve müftü deyimleri inancımızda yoktur. Onun yerine çocuklarımıza zakir, pir, mürşit deyimlerini kullanır ve anlatırız. Çocuklarımıza sazı (bağlama) öğretirken "telli Kuran’ımız budur" deriz. "İbadet yerimiz cami değil, cemevidir" diye çocuklarımıza telkin ederiz. ''Çalışmak en büyük ibadettir'' sözü doğumdan ölüme kadar annelerin her zaman söylemi olmuştur. Helal ve haram deyimlerini inancımızın içinde korku sözü olarak kullanmamışızdır. İçkiyi (dem almayı) helal bilmişizdir. Kıblemiz, yönümüz, yüzümüz yalnız insandır. Hac ve kabemiz, pirimizin dergâhıdır. Bütün inaçların kuralları, emirleri ve buyrukları vardır. Kendi peygamberini kendi içinden seçer. Alevi inanç ve ibadetinde en ince detaya kadar bu kurallar mevcuttur. Eğer okullarda Alevi çocuklarına Alevi inancı ve ibadeti anlatılacaksa, bin yıllardan beri akıp gelen bu inancın bütün kuralları, en yalın haliyle korkusuzca anlatılmalı. O zaman biz anneler, Aleviler, bu inanç mensupları bu ders müfredat programının arkasında durabiliriz. Aksi takdirde program bir yana Aleviler bir yana olur. Örnek alınacaksa, Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu Almanya örnek alınmalı.
***
DEVRİMCİ ALEVİ KOMİTESİ ÜYESİ İSKENDER GÖÇMEN:
“Alevi Partisi düşüncesi tamamen yanlıştır. Çünkü inancın siyaset mengenesine sıkıştırılmaya başlandığı yerde, inanç felsefesi ortadan kalkar”
Alevilerin yüzyıllar boyunca gördükleri zulüm ve sefaletinin sorumlusunun devlet olduğunu ifade eden Devrimci Alevi Komitesi üyesi İskender Göçmen, Alevilerin düzenle uzlaşmayan bir yaşam kültürüne sahip olduklarını belirtti.
Alevileri boyun eğmeme ve direnme kültürünü Şah İsmail’den, Baba İshak’tan, Baba İlyas'tan, Şeyh Bedrettin'in ayaklanmalarından aldığını, bu direniş kültürünü her koşulda yaşattıklarını söyleyen Göçmen, “Aleviler gün gelmiş, yoğun bir devlet terörü ile karşılaşmış, dar bir çevreye itilmiş, dış dünya ile bağları kesilmiş, yolsuz, ışıksız, kalemsiz, kitapsız, okulsuz karanlık bir dünyaya hapsedilmişlerdir ama zorbalıklara karşı direnmişlerdir” dedi.
ALEVİ GELENEKLERİ VE İHANET
Alevilerin direnişlerle dolu tarihinde ihanetlerin de olduğunu anlatan Göçmen, Osmanlı’nın devşirmelerinin, Cumhuriyet hükümetlerinin oyunlarının Alevileri sık sık ihanetlerle yüz yüze getirdiğini, bugün de benzer bir sürecin işlediğini şu sözlerle özetliyor:
“Bunlardan birisi de Cem Vakfı Başkanı İzzettin Doğan'dır. İçini boşaltmaya çalıştığı Aleviliği devletle birlikte Alevi-Sünni garnitürü haline getirmeye çalışarak Alevi toplumunun önüne koyuyor. Tüm bunlarla birlikte ele alınması gereken çok daha ciddi bir nokta var ki, bu da, ‘Alevi Partisi’ni kurarak siyasallaşma yönündeki hazırlık çalışmalarıdır. Alevi Partisi düşüncesi tamamen yanlıştır. Çünkü inancın siyaset mengenesine sıkıştırılmaya başlandığı yerde, inanç felsefesi ortadan kalkar.”
ÖĞRETECEKLERİ BİZİM TARİHİMİZ DEĞİL
Alevi halkın, felsefesini ve kültürel varlığını İzzettin Doğan’ın “uyku ve sabah duası” yoluyla açıklamanın mümkün olmadığını söyleyen Devrimci Alevi Komitesi’nden İskender Göçmen, gündemde olan Alevilere ait ders kitapları tartışmasına ilişkin de şunları söyledi:
“Okullarda okutulacak şeyler kapsamında yer alan bu ve buna benzer öneriler, Alevi toplumlarının sınıflar mücadelesindeki tarihsel rolünü tamamen çıkmaza sokmasıyla birlikte, tarihe gömmeye yönelik bir politikanın ta kendisidir. İzzettin Doğan hiçbir zaman devletin katliamlarına karşı çıkmıyor. Bu nasıl bir ‘Alevi inancıdır’ ki, zulme uğrayanın değil zulmedenin yanında oluyor. Yüzyıllardır Alevi halkını katleden, sürgün eden Osmanlı'nın, Yavuz Sultan Selimlerin mirasçısı bir devletle. Maraş’ta Alevi halkını faşistlerle birlikte katleden devletle. Sivas’ta şeriatçılarla kol kola Alevi aydın ve sanatçılarını yakan devletle. Çorum'da katliam yapan devletle. Gazi'nin katillerini koruyan, aklayan devletle sıcak ilişkileri olduğunu söylüyor İzzettin Doğan. ‘Sıcak ilişkiler’, şimdi tarihini çarpıtarak, bu halkın çocuklarının okuduğu okullarda ders diye yutturdukları bizim olmayan tarihle mi açıklanacak? Alevi çocuklar, kendine ait olmayan uydurma bir Alevilik öğretisini, işbirlikçi bezirgânların dar kafasından çıkan fikirlerle mi öğrenecek?”
YENİ HIZIR PAŞA, DOĞAN’DIR
AKP’nin, İzzettin Doğan ve Reha Çamuroğlu gibi isimlerle Aleviler içerisinde bir açılım yaptığını göstermeye çalıştığını, ancak isimlerin değişmesine rağmen bunun mümkün olamayacağını söyleyen İskender Göçmen, durumu sert sözlerle açıklığa kavuşturdu:
“On yıllardır Alevi halkını katledenlerin nasıl bir ‘açılım’ından bahsedebilir ki? İzzettin Doğan biçim değiştirmiş bir Hızır paşadır. Doğan veya Reha Çamuroğlu gibi isimler ile AKP iktidarı Aleviliği düzen içi bir konuma sokmak, onun ilerici yanını köreltmek istiyor.”
Alevi halkın devrimci ve ilerici olduğunu, AKP’yi de bugün için korkutan olgunun bu olduğunu açıklayan Devrimci Alevi Komitesi’nden Göçmen, “Bütün ‘açılımlar’ Alevi halkının devrimci özünü yok etmek içindir ve asla kabul edilmeyecektir. Alevi halkı bunları iyi tanımalıdır. Alevi bezirgânlarının bu iktidara nasıl sahip çıktıklarını görmelidir. Alevi halkı, inançlarımızı, değerlerimizi, tarihimizi satmalarına ve uydurma bir Alevilik öğretisinin okullarda çocuklarımıza ders olarak verilmesine asla izin vermemelidir!” dedi.
YAZAR YÜKSEL IŞIK:ANADOLU’DA SADECE SÜNNİ İSLAM’IN KALMIŞ OLMASI MANİDAR DEĞİL Mİ?
Alevilik üzerine yazılarıyla tanınan Yüksel Işık, “Anadolu’da Müslümanlığın ve özellikle de ‘Sünni İslam'ın kalmış olması biraz manidar değil mi?" diye soruyor ve hemen ardından ekliyor: “Anadolu’nun nasıl soluklaştırıldığını, hepimizin düşünmesi gerekiyor” Bir çeşit ironi olsa gerek; Anadolu’ya hoşgörünün vatanı denir. Bu kavram, doğal olarak, Yavuz’dan bu yana kırım ve katliamlar yaşamış Alevileri çağrıştırıyor. “İslam’ın içinde mi, dışında mı” tartışmalarına konu edinilen Alevilerin de bu topraktan şekillendikleri biliniyor. “Hak, Muhammed, Ali” üçlemesiyle zahiride İslam ile ortak bir dil kullanan Aleviliğin, ibadet ritüelleri itibariyle İslamiyet’ten farklılaştığı biliniyor. Kimisi bunu, “Aleviliğin asıl İslam olmasına”; kimisi de “farklı bir inanç olarak Aleviliğin İslam’dan etkinlenmesine” bağlıyor. Mesele Alevilik olunca, sorun çözme konusunda baş gösteren kısırlık, sorunu dallandırıp budaklandırmada pek bir maharete dönüşüyor. ALEVİLERİN TALEPLERİ *** ESKİ VE RESMİ EZBER BOZULMALI
Birgün Gazetesi- Yazı Dizisi
AKP’nin Aleviler için yeniden bir “açılım” ihtiyacı duyduğu ve önümüzdeki günlerde düzenleyeceği “çalıştay” ile “açılım”ı sürdürmekte kararlı olduğu anlaşılıyor. Sonuçta söylenebileceği baştan söylemeliyim ki, hangi saikle hareket edilirse edilsin tartışmak iyidir. Zira, tartışılan konu, “şişede durduğu gibi durmaz”.
Öncelikle bir konuya açıklık getirelim. Bu ülkenin anlamlı çoğunluğunun hesap defterine kaydedilen Alevilerin hak ve taleplerini tartışmakla Aleviliği tartışmak aynı şey değildir. İsteyen Aleviliğin nasıl bir tarihsel süreç izlediğini tartışabilir; bu tıpkı, İslamiyet’in, Hıristiyanlığın, Museviliğin tarihsel süreçlerini tartışmak gibidir. Ancak semavi dinlerin tarihsel süreçlerini tartışmak, bahse konu bu üç semavi dinin bir realite olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyorsa, Aleviliğin hangi tarihsel kökten geldiğini, orijinin nerede olduğunu tartışmak da, Alevilerin bugünkü hak ve taleplerinin tartışılmasını gerektirmez. AKP’nin birinci “açılım” girişimi sırasında yapılmak istenen Aleviliği önce resmiyetin kalıbına dökmek; sonra da bazı talepleri kabul etmek şeklinde tezahür etti. Gerçekleşmiş olsaydı bile, gerçekleşen şeyin Alevilikle doğrudan ya da dolaylı bir bağı olmayacağı baştan belli olan böyle bir “açılım”ın, yeniden deneniyor olması, umulur ki, yaşanan tecrübelerden ders çıkarıldığına işaret etsin.
Tarih, biraz da egemenlerin, 'öteki'leri, önce kendi istediği kalıba dökme, sonra da onları tanıma sürecidir. Tektipleştirmenin sıkça karşılaştığı alanların başındaysa inanç alanı gelir. Bugünden geriye bakıldığında, bir zamanlar farklı dinlere mensup Anadolu’nun, bugün 'yüzde 99’u Müslüman' bir hale gelmesinin bir 'gönül rızası' ile oluştuğu şeklinde bir hava egemen gözüküyor. Oysa tektipleştirmenin hangi süreçlerden geçip geldiğini az çok yakın tarih okuyanlar bilir. Hangi süreçler yaşanmış olursa olsun, bugün bunlardan geriye sadece Müslümanlığın ve özellikle de “Sünni İslam”ın kalmış olması biraz manidar değil mi? Dinsel çoğulculuktan tekleşmeye gidilen sürecin doğal bir seyir olmadığı genel bir kabul gördüğüne göre, Anadolu’nun nasıl soluklaştırıldığını hepimizin düşünmesi gerekiyor. Her konusuz kaldığında, başta Alevilik meselesi olmak üzere, sık sık “açılım” yapmaktansa, biraz da empati kurabilme zemini yaratılabilmeyi, hepimiz ve özellikle de hükümet eden AKP düşünmeli.
ALEVİLİK İSLAM'IN İÇİNDE Mİ?
Aleviler, eşit yurttaş muamelesi görmek ve resmi dine mensup olduklarını her fırsatta dile getiren hükümet edenlerin, tıpkı, diğer egemenler gibi, Aleviliğe çekidüzen vermekten vazgeçmelerini istiyor. Bir inanca mensup insanlara, “sizin esasen şöyle olmanız lazım” demenin, sorunu baştan içinden çıkılmaz hale getirdiği, birinci “açılım” sırasında da görülmüştü. Dolayısıyla nasıl ki, Müslümanlar için “uygun form arayışı”, tepkilere neden oluyorsa, Alevileri tanımlamanın da aynı sonuçlara yol açtığını kavramak gerekiyor.
Aleviler, ibadethane olarak cemevini, Tanrıya sığınma şekli olarak da cem törenlerini işaret ettikçe, karşılarında, “Alevilik Ali’yi sevmekse biz de Aleviyiz” gibi tuhaf refleksleri buluyor. AKP’nin Alevi “açılım”ına ruhunu veren bu reflekslerin ilkinde sonuç almadığı ortada. İkincisine başlarken, öncelikle bu çarpık yaklaşımdan vazgeçmek gerekiyor. Alevilerin, dinsel törenleri farklı; bu töreni gerçekleştirdikleri mekanlar da camiiden farklı. Aleviliği İslam’ın içinde görenler de, İslam’ın dışında değerlendirenler de, cem, cemevi gibi kavramlar üzerinde uzlaşıyor. Aleviliği, İslam’ın dışında görenler de “Hak, Muhammed, Ali” üçlemesini bir amentu gibi tekrarlıyor. Öncelikle bu realiteyi kabulle başlamak lazım.
Alevilerin, Alevilik konusunda uzlaşıp, toplumun karşısına öyle çıkmaları gerektiği iddiası bir bahanedir. Hiçbir dinin tek yorumu yoktur. Daha önce de vurgulamıştım; İslam’ın da birbiriyle zıt farklı yorumları bulunuyor. Yorum farklılığı, bir inanışın ortak ritüellerinin gerçekleştirilmesine engel değildir. Osmanlı’da da, Cumhuriyet döneminde de devletin resmi dini haline gelmiş Sünni İslam’dan farklı olarak Aleviliğin farklı yorumları bulunduğu muhakkaktır. Bu durumun Alevi kimliğinin tanınmasını engellemek için bir bahaneye dönüştürmek, “kırk dereden su getirme”ye benziyor.
İnanç, hassasiyeti yüksek olan manevi bir duygudur. Bir topluluğun inancını, o topluluğu hiçe sayarak, tartışmaya açmak ve o inanca dışarıdan kural dayatmak, en hafif ifadeyle inciticidir! İnanç ve ibadet biçimleri farklılık arzeden Alevileri, bir çeşit resmi din haline dönüşmüş Sünniliğin kalıbına dökülmesi için devletin olanaklarını sonuna kadar kullanmanın anlaşılır ve kabul edilebilir bir tarafı yoktur. Bu ülkenin problemi, inanan, inanmayan herkesin kendisini özgürce ifade edebileceği bir inanç özgürlüğü sisteminin kurulmasından yoksun bırakılmasıdır. Dolayısıyla ikinci kez “açılım”a hazırlanan AKP’nin öncelikle yapması gereken şey, Alevilere elbise biçmekten vazgeçmesidir!
ALEVİ BEKTAŞİ FEDERASYONU ESKİ GENEL BAŞKANI TURAN ESER:Strateji belli; Alevileri devletleştirmek
“AKP’nin yeni Alevi stratejisinin adı belli: Tüketemedik, eritemedik, asimile edemedik, öyleyse devletleştirelim”
Alevi toplumu ile bağı kopmuş ve Aleviliği Türk İslam Sentezi içinde eritmeye çalışan Cem Vakfı’nın niyeti açıktır; Alevi-Bektaşi toplumunu ve inancını mevcut resmi din-devlet ilişkisine entegre etmek. Yani Alevi inancını devletleştirmek. Oysa din eğitimi, genel eğitim sistemimiz gibi kökten sorunludur. Yani Türkiye’nin demokratik, laik, çağdaş, katılımcı ve özgürlükçü ekseninde köklü bir eğitim reformuna ihtiyaç var. Cem Vakfı ve AKP hükümeti, din eğitimi konusunda, farklı tecrübelerden faydalanmak zorundadır. Din ve devlet ilişkilerinin laiklik ve evrensel hukuk değerleri zeminde kabul edildiği çağdaş ülkelerde, devlet din eğitimi zorla vermez. Bu dersin içeriğini belirlemez. AKP hükümeti, AB siyaset ve hukuk belgelerinde belirtilen, bireysel özgürlük, hukukun üstünlüğü, insan hakları, kültürel çeşitliliğin tanınması, demokrasi ve din ile devlet ilişkilerinin ayrılığı üzerine kurulmuş olan tanımları görmezden geliyor. Din eğitimi alma, verme ve içeriği hakkında global ölçekte kabul gören bir çok hukuksal düzenleme ve evrensel değerler mevcuttur. Devlet, farklı ülkelerin tecrübelerinde faydalanabilir.
AB ülkelerinde din eğitimi seçmeli, isteğe bağlı ve özel okullarda, ayrımsız olarak verilir. Fransa'da ise 1904 yılında devlet okullarından din dersleri kaldırılmış, özel okullarda ise seçmeli olarak serbest bırakılmıştır. Ancak ne Cem Vakfı, ne de AKP hükümeti, Avrupa ülkelerin başarılarından ve hukuksal kazanımlarından ders almak istemiyor. Çağdaş, laik ve demokratik devlet anlayışı, vatandaşının inancına karışmayı, inancını tanımlamayı ve yazmayı, inanç, vicdan ve kanaat özgürlüğüne müdahale olarak algılar. İşte bu nedenle din eğitimini, ilgili dinin temsilcisi cemaatlere ve özerk kurumlara bırakmıştır. Dersler zorunlu değildir. Seçmelidir. Türkiye'de ise Şeyhülislâmlık'tan günümüze kadar İslam din öğretisi, topluma tek din dersi olarak dönem dönem zorunlu eğitimin bir parçası olarak dayatılmıştır. 1982 Anayasası zorunlu din dersini bir özgürlük olarak değil, toplumu dinsel yönde tertipleştirmenin ideolojik gerekçelerine dayanarak yasalaştırmıştır.
Oysa din ve vicdan özgürlüğü, insanların dindışı kalabilme hakkını da kapsar. İnsanların dini öğrenme, öğrenmeme, öğreneceklerse de bütün dinleri öğrenebilme hakkı isteğine bağlı olmak şartıyla olmalıdır. Böyle bakıldığında "Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır" biçimindeki kural, aynı maddede düzenlenen din ve vicdan özgürlüğü prensibine aykırıdır. Aynı zaman da, "kimse dini inançlarını ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz, kınanamaz" biçimindeki güvenceye de aykırılık teşkil ediyor. Mevcut uygulama sadece Alevileri ve gayrimüslimleri değil, inanmayanları da rahatsız ediyor.
İşte bu çerçeveden bakılınca, AKP ve Cem Vakfı tarafından hazırlanacak bir Alevilik anlatımı, Sünnilik doğrultusundaki resmi din eğitimi anlayışına, ve yine “Türk-Sünni İslam Sentezi"ne, “Türk Alevi İslam Sentezi” olarak eklemlenmek isteniyor. AKP hükümetinin yeniden gündemine aldığı “Alevi Açılımı” yine sorunlu bir zeminde şekilleneceğine dair işaretler vermeye başladı. Birinci yanlışı, sorunu hukuksal zeminde ele almıyor. AKP’nin ikinci önemli yanlış yönelimi ise, din, vicdan ve inanç özgürlüğünü, laikliğin evrensel ilkelerine uyumlu olarak tartışmaması. Üçüncü yanlışı, din ve vicdan özgürlüğünü değil, Alevi inancını ve Alevilerin vicdanını devletleştirmeyi hedefliyor. Dördüncü yanlışı ise, şimdiden diyalog ve çözüm dilinden uzaklaşıyor, ayrımcılık içeren bir dile başvurarak, Alevi kurumlarının demokratik ve katılımcılık hakkını dışlıyor olması. Türkiye’de Alevi Bektaşi Federasyonu, Hacı Bektaş Anadolu Kültür Vakfı, Avrupa Birliği üye ülkelerinde yıllardır örgütlü olan Alevi Birlikleri Federasyonu’nun çatı örgütü olan Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu'nu dışlayarak ve yoksayarak, buluşulamaz.
Alevilerin taleplerinin karşılamanın ilk adımı olarak, eski ve resmi ezber bozulmalıdır. Cumhuriyetin kuruluşunda “asli unsur” olan Alevilerin köylerine, Cumhuriyet'in Diyanet'i zorla camiler yapmaya başladı. Cumhuriyet'in demokratik, laik ve çağdaş eğitiminden yana olan, Köy Enstitüleri'nin devamını savunan Aleviler, bu kez “laik Cumhuriyet okullarında” namaz kılmak, oruç tutmak, dua ezberlemek ve zorunlu din derslerine katılmak yoluyla Alevi kimliklerini ifade edemez oldular. Yani inkarın ve imhanın çözemediği, devletin Türk-İslam Sentezi eksenindeki tektipleştirme amaçlı asimilasyon politikasıyla çözülmek istendi. Şimdi mevcut yanlışa, devletleştirilmiş Alevilik eklenerek “açılım” olmaz. Türk demokrasi, laikliği ve hukuk tarihi Alevisiz bir karaktere sahiptir. AKP hükümeti dahil, geçmiş hükümetler, Alevilere yapılan bunca haksızlık ve ayrımcılık karşısında kendi hatalarını kabul etmiyor ve sürmekte olan hak ihlallerine devam ediyor.
Alevi hareketi siyasi iktidarın resmi ezberini bozmayı zorlayan bir güce ulaşmıştır. Türkiye’de yasaklanmasına rağmen, Alevilik ve Aleviler Avrupa’nın bir çok ülkesinde resmen tanınmış inanç topluluğu ve kimlik olarak kabul gördü. Almanya’nın bir çok eyaletinde, devlet okullarında Alevilik, seçmeli isteğe bağlı ders olarak verilmeye başlandı. Alevi hareketinin son 20 yıllık mücadelesinin sonucu ve güncel gelişmeler karşısında, AKP hükümetinin yeni stratejisi belirginleşmeye başladı.
Stratejinin adı bellidir: Tüketemedik, eritemedik, asimile edemedik, öyleyse devletleştirelim.
Aleviliği devletin resmi dini kayıtları içine sokarak, köklerinden ve bağlarından kopararak ona resmi aşı yoluyla yeni şekil verilemesine göz yummak mümkün değil. Aleviler, Aleviliği kendi özüne yabancılaştıracak siyasi projelerin, arkasındaki hesapların ve gizli pazarlıkların bilincinde ve bilgisindedir.
YAZAR ALİ YILDIRIM:‘ALEVİLİK BAĞIMSIZ BİR DİNDİR’
Anadolu Aleviliğini oluşturan temel kurumlar, ritüller ve inanç öğeleri bir bütün olarak ele alındığında şu çok açık ve net bir biçimde görülecektir ki Alevilik Anadolu coğrafyasına aittir ve bu coğrafya dışında Anadolu Aleviliğini bulmak, Anadolu Aleviliğine rastlamak olanaklı değildir.
Burada Alevilikteki tek tek kimi unsurların benzerlerinin başka coğrafyalarda, toplumlarda görüldüğü itirazı ileri sürülebilir. Bu durum tüm inançlar için geçerlidir. Hıristiyanlığın, Museviliğin, Müslümanlığın birçok unsuru da gerek birbirleri içerisinde gerekse bunların dışındaki inanç sistemlerinde görülmekle bu inançların bağımsızlığına halel gelmiyor. Peki öyle ise Aleviliğin salt Anadolu’ya özgü olmadığını göstermek için böyle bir itiraz nasıl ileri sürülebilir!
ALEVİLİK’TE BİLEŞİM VE KARIŞIM
Alevilik -bütün diğer dinler inançlar gibi- farklı din kültür ve inançlardan, farkı çoğrafyalardan, farklı tarihsel kesitlerde unsurlar almıştır. Bu unsurları Anadolu’da özel bir yöntemle sentezlemiş, harmanlamıştır. Alevilikte şamanizm’den, Budizim’den, Mani inancından, Zerdüşlük’ten, Hırıstiyanlık’tan, İslamiyet’ten, Anadolu’nun yerli inançlarından unsurlar görülür. Bu sentezleme/harmanlama özel yöntemin çok büyük bir önemi vardır. Çünkü bu sentezde yer alan hiçbir şey artık eskisi gibi değildir. Örnek vermek gerekirse: Kimya biliminde iki farklı tepkimeden söz edilir: Bileşim ve karışım.
Karışımda iki ya da daha çok madde tepkimeye girer. Karıştırılır. Fakat karışan maddeler hiçbir şekilde özelliklerini yitirmez. Tepkimeye girmeden önceki özellikleri neyse yine odur. Bu karışan unsurları kolayca ayrıt etmek, ayrıştırmak mümkündür.
Bileşimde ise farklı maddeler tepkimeye girerler, kendi ilk özelliklerini yitirerek bambaşka bir madde ortaya çıkarırlar. Bileşimdeki bileşen maddeler artık tepkimeye giren o eski maddeler değildir sanki. Ayrılamazlar, bir çırpıda ayırt edilemezler.
İşte Alevilik söz edilen ikinci tepkime gibi yani kimyasal bileşim özellikleri gösteren bir olgudur. Alevilik farklı inanç, din ve kültürlerden aldığı unsurları kimyasal bir bileşime tabu tutmuştur. O nedenle bir unsur Mani dini kaynaklı olabilir ama Alevilikteki büründüğü yapı ve işlev artık geldiği köken olan mani dinindeki anlamından tümüyle başkalaşmıştır. Örnek olarak Aleviliğin temel ilkelerinden olan “eline, diline, beline sahip olma” ilkesinin Alevilikteki yeri ve anlamı ile kaynağı olan Mani dinindeki yeri ve anlamı tümüyle farklılaşmıştır.
GERÇEĞİ REDDETMEK SİYASAL TUTUM
Aleviliğin özgünlüğü gerçeği çok somut olarak ortada iken bu gerçekliği reddetme tutumu bilimsel olmaktan çok ideolojik ve siyasal bir tutumdur. Çünkü Aleviliğin özgünlüğü üzerinde karar kılındığında bununun toplumsal ve siyasal hayatta yankıları, karşılıkları gündeme gelecektir. Din ve inançların eşitliği ve bunun sonuçlarını istemek gündeme gelecektir.
Hal böyle olunca Alevilerin bağımsız, özgün bir inancın mensupları olarak hak taleplerinin önünü kesmek için ilk atılan adım gerek popüler düzlemde “hepimiz kardeşiz” hamasi söylemini tekrarlamak, gerek sözde bilimsel düzlemde ise Alevilik diye özgün bir inancın olmadığını kanıtlamak için bin bir gerekçe üretmek oluyor. Alevilik İslamiyet’ten farklı bir inanç olarak kendisine özgü inanç ve kültürel değerleriyle Anadolu’nun öz ve özgün dini/kültürü olarak bu topraklarda yüzlerce yıldır yaşamaktadır. Alevilik dedesiyle, cemiyle, sazıyla, deyişiyle, semahıyla, tanrıyı insan, insanı tanrı gören tasavvuf felsefesiyle kendisine yönelik bütün baskı ve inkâr politikalarına rağmen varolmuş, Aleviler yaşadıkları büyük dramlara rağmen yollarından/inançlarından asla geri dönmemiştir.
KATLİAMLA OLMADI SIRA ASİMİLASYONDA
Hangi açıdan bakılırsa bakılsın Alevilik ülkemizde 1950’lere kadar kurum ve kurallarıyla, bütün canlılığıyla ve kendi gizi üzerine yaşayıp gelmiş iken bu tarihten sonra sistemce uygulamaya konulan antilaik politikalar en dehşetli şekilde Alevileri vurmuştur.
Sistem Alevilere yönelik katliamlarla başaramadığını asimilasyon yoluyla hem de Aleviler arasından gönüllü hizmetkârlar bularak adım adım, adeta tereyağdan kıl çeker gibi uyguladığı planıyla gerçekleştirmede oldukça maharet göstermiştir.
Aleviler arasında yaratılan bilinç bulanıklığı, sorgulayıcı bakışın köreltilmesi, aklın önüne set çekilmesi, uydurma bir tarih tasarımı ve özel olarak Alevileri yoldan çıkarmak için yapılan yol işaretlemeleri bir çok Aleviyi Alevilik adına tümüyle Aleviliğin karşısında/dışında inançları savunur, benimser ve uygular, kabul eder hale sokmuştur.
Sistemin ezici bir güçle taraf olması ve gözlerin bağlanması Aleviyi kendi dünyasının dışında bir dünyada olmaya mecbur ederken, Alevi, topyekûn sürüklenip götürüldüğü bu dünyanın kendi öz dünyası, gerçek dünyası olduğunu iddia eder hale gelmiş ve bir adım daha ileri giderek aslında bu dünyanın gerçek sahibi olduğunu ileri sürerek kendisini oraya sürenler karşısında psikolojik bir mevzi kazanmak derdine düşmüş/düşürülmüştür.
ALEVİLER KÖKLERİNE YABANCILAŞTIRILDI
Anadolu Alevi dünyasına şöyle kabaca bakıldığında dahi görülecektir ki ; bundan daha 50 yıl önce Alevi olarak kayda geçirilen, somut olarak gelenekleri, görenekleri inanç ve ritüelleri yani semahları-cemleri tesbit edilip makale/araştırma konusu yapılan binlerce köy bu kadar kısa bir süre içerisinde Sünnileştirilmiş/Müslümanlaşmış ve köklerine taban tabana yabancılaşmıştır.
Resmi çevreler hiç de üzerlerine vazife olmadığı halde son derece masum bir söylemle Aleviler nezlinde misyonerlik faaliyeti yürütüyor. Sözgelimi sık sık tekrarladıkları bir çağrı olan “Aslında ayrımız gayrımız yok. Kendimizi ayırmayalım. Hepimiz Müslümanız, kardeşiz söylemi” Türkçe’ye çevirildiğinde görülecektir ki “bırakın Aleviliği, hepimiz Sünniyiz” anlamına geliyor. Aslında bu yaklaşım “Alevilik diye bir inanç/kültür yoktur” diyen bütün bir zihniyetin de özetidir.
***
ÖZGÜR DEMOKRATİK ALEVİ HAREKETİ SÖZCÜSÜ ERGİN DOĞRU:
Aleviler arasında Türk-Kürt ayrımı yapılıyor
Özgür Demokratik Alevi Hareketi sözcüsü Ergin Doğru: “Devletin Türk etnisitesine sahip olan Alevilere yaklaşımıyla, özellikle Dersim, Varto gibi Kürt etnisitesine sahip olan Alevilere yaklaşımı aynı değil. Ayrımcı bir politika var.”
»Son dönemde Cem Vakfı'nı ders kitaplarında Aleviliği yazması tartışılıyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
İzzettin Doğan'ı Alevilerin temsilcisi olarak değil, bizzat devletin bir örgütlenmesi olarak görüyoruz. Çünkü ortaya çıktıkları sürece dikkat ettiğimiz zaman 12 Eylül'den sonra açığa çıkmıştır. 12 Eylül'ün yerleştirmeye çalıştığı Türk-İslam anlayışını Aleviler içerisinde yaygınlaştırmaya çalışan bir anlayışları var. Temel yaklaşımları Aleviliği sistem içileştirme, tarihsel özünden ve demokratik yapısından, evrensel değerlerinden koparmak. Dolayısıyla en başta bizim görüşümüzü kapsamayacağı açıktır. Bizim gibi birçok kesimi de kapsamayacaktır. Ders kitapları konusunda Alevilerin bir mutabakatı yok. AKP'nin hazırlayacağı kitapla, İzzettin Doğan'ın yazacağı kitap arasında da çok fazla fark olmayacaktır. Çünkü zihniyet aynı. Biz İzzettin Doğan'ın kitap yazmasından ziyade, çok ısrarla savunduğu laiklik noktasındaki duruşunu sağlamlaştırıp, zorunlu din derslerinin kaldırılması savumasını daha doğru buluruz. "Aliyi sevmek Alevilikse biz de aleviyiz" yaklaşımı yüzeysel bir yaklaşımdır. Biz okullarda din dersi kitaplarında Aleviliğin okutulmasını savunmuyoruz; biz zorunlu din dersinin kaldırılmasını istiyoruz.
»Sorunun çözümü nedir?
Devletin Alevi sorununu çözme adı altında sürekli aynı gruba gitmesi, tamamen devlet politikasının ürünü. Bu şekilde sorunun çözülebilmesi mümkün değil. Eğer devlet bu sorunu çözmek istiyorsa kendi yaratmak istediği Alevilerin değil, Aleviliği demokratik anlamda temsil eden tüm kesimlerin görüş ve taleplerini almak zorunda. Alevilerin sorunları, tüm kesimlerin, görüşlerin bir araya gelerek ortak taleplerini dile getirmesi ile çözülür. Birliktelik olmadığı sürece ortaya atılan ne olursa olsun mutlaka bir kesim karşı çıkacaktır. Biz iktidarın Alevi açılımının samimi olmadığı düşünüyoruz.Hükümet, tamamen konjonktürel gelişmelerin dayatması ve pragmatist yaklaşımlarla soruna yaklaşıyor.
»Özgür Demokratik Alevi Hareketi olarak siz Aleviliği nasıl tanımlıyorsunuz?
Öncelikle Aleviliği kısır tartışmaların içerisinde yorumlamanın çok anlamlı olmadığını düşünüyoruz. Aleviliğin temel esası insana dayanması ve değer vermesidir. Bu anlamda farklı değerlendirecek kesimler olacaktır. Bu normal. Tüm inançlarda farklı yorumlar ve yaklaşımlar olabilir. Fakat biz öz olarak, Aleviliği felsefesi, kültürü, yaşam biçimi ve dünyaya bakış açısıyla bir bütün olarak görüyoruz. Bunların içerisinden birini ayırıp diğerini öne çıkarma anlayışı doğru değil. İnanç ne yaşam biçimi ve felsefesinin önüne geçmeli ne de felsefesi inancı yok sayarak sadece siyasal bir obje olarak algılanmalı. İkisi birbirini bütünleyen ve tamamlayan noktalardır. “İslamın içinde” diyen kesimlere de “Ali'siz Aleviliği” savunan kesimlere de hoşgörüyle bakmak gerekir.
»Ortak talepler olmasına rağmen, Alevi derneklerinin birlikte hareket etmemesinin sebebi nedir?
Temel problem devletin yönlendirmesi. Alevilerin sorunlarının demokratik yollarla çözüleceğini savunan kesimlere devlet ve onun yanından bakan Alevi kesimleri “Bunlar eski Marksisler, solculardır” yaklaşımlarıyla dışlıyor. 12 Eylül sürecinde geliştirilen devletine bağlı, tek din tek inanç esasının bir parçası olarak tek çizgi dayatmasını kabul eden kesimler de ortaya çıkıyor. Bu devletin işine geliyor. Çünkü devlet tüm kötülükleriyle kabul ediliyor ve bir kul mantığı içerisinde devlet ne verirse o kabul ediliyor. Bu bizim inancımızın özüne ters.
»Devlet Türk ve Kürt Alevilere nasıl yaklaşıyor? Bu anlamda bir ayrımcılık var mı?
İnsanlar farklı etnik kökenlerden gelebilir. Alevilik kendisini etnisite üzerinden ifade etmez. Fakat devletin bakış açısında böyle bir ayrım var. Bunun da temel sebebi Kürt sorunundan kaynaklanıyor. Devlet, Alevilerin hepsinin Türki kökenli olduğunu ve bunun dışında hiçbir Alevi'nin olmadığını iddia ederek, bilim dışı bir yaklaşım sergiliyor. Devletin Türk etnisitesine sahip olan Alevilere yaklaşımıyla özellikle Dersim, Varto gibi Kürt etnisitesine sahip olanlara yaklaşımı aynı değil. Ayrımcı bir politika var. Zaten Alevilik başlı başına yok sayılan, inkâr edilen bir kimlik devlet tarafından. Devletin siyasal propagandası ve ideolojik çizgi dayatmasının kısmi olarak da başarılı olduğunu kabul etmek gerekiyor. Fakat bu, Aleviliğin kendi özünde var olan bir gerçeklik değil. Bir yanılsama var ve bu yanılsamaya düşmemek gerekiyor.
Birgün Gazetesi-
Devamı; -1- 2- 3- 4- 5- 6- 7-
