işçi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
işçi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Mayıs 2010

“CEZALARINI ÇEKER BÖYLE ÖLÜRLER...”


“CEZALARINI ÇEKER BÖYLE ÖLÜRLER...”

22.05.2010 08:39


Zonguldak...
Adı bile kara...
Karaelmas, Karadon, Kara Deniz...
Eğrelti otlarının ağaç gibi yerden fışkırdığı, yapraklarını kara kömür tozlarının kapladığı, ağaçları, denizi bile kara Zonguldak...
Kapkara bir kent.
İşçilerin kasklarındaki ışığın aydınlatamadığı ölüm çukurlarına Çinçin Bağları’na, Sultanbeyli’ye yardım paketi için insanların ölüme gönderildiği “kara” kent.
Çıkan kömürün heryeri boyadığı...
Yazgısı bile kara kent...
Bir zamanlar Türkiye’nin en “bilinçli” işçi kesimine sahip, aydınlık bir kentti.
Ecevit’in amansız destekçisiydi.
Anımsarsınız, Zonguldak yürüyüşü dünyayı ayağa kaldırmış, işçi hareketinin neler yapabileceğini göstermişti.
Ama, üç-beş paraya işsizleri ocaklara doldurup, sendikasızlaştırdılar.
Çıkan bir avuç kömürü bir insanın hayatına eş tuttular.
Hep kaza oluyordu, yine oldu.
Duymuyorduk. Kimi iki vagon arasına sıkışıp ölüyordu, kimi asansörden düşüyordu, kimini elektrik çarpıyordu ve ölüyorlardı; ama tek tek ölümlerin önemi asla olmadı.
Alışıklar” ya...
Onlar “basit iş kazası” olarak bile kayıtlara geçmemiştir.
Afrika ülkelerindeki elmas madenlerinde kamçılarla çalışan işçi muamelesi gördüler. Sömürge valisinin emrindeki işçiler oldular.
Afrikalıların derileri karaydı, bizimkilerin kara boyalı.

Bu kadar duygu sömürüsü yeter!
Gelelim resmi söylemlere...
Önce Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız...
28 işçimizin cesetlerine ulaştık. Patlama anında ölmüşler. Karbon monoksit zehirlenmesiyle öldükleri belli oluyor.
Ben hata yapabilirim, ki yaptım. Karbon monoksit gazının patladığını söyledim. Çocukluktan öyle aklımda kalmış. Yorumcu arkadaşlar düzelttiler, sağolsunlar. Ama Enerji bakanının bunu söylemesi komik kaçıyor. Karbon monoksitten ölenler, patlamayla ölenler gibi ölmezler, en azından uyku halinde ölürler, yanılıyor muyum?
Ardından, üniversitelerden birinden bilirkişi olayı değerlendirdi: “Cesetler, bizim havuz diye nitelediğimiz yerde bulunmuş. Bu gibi grizu patlamalarında işçiler tembihlidir ve hemen su dolu havuzun oraya koşar ve başlarını havuzun suyuna sokarlar. Bu, patlamanın ilk şiddetini ve yanmayı atlatmak içindir.
Hani patlamada ölmüşlerdi?

Diğeri suçluyu buldu...
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’e göre suçlu Danıştay.
Bakanımızın maden ocaklarının denetimi için yaptığı düzenlemelerle ilgili yönetmeliği Danıştay bozmuş...
Bak sen...
Üç nokta ile yazmaktan bıktım, ama cümlenin sonu gelmiyor bir türlü.
Çok sistematik, bilinçli şekilde çalıştık,” diyor Ömer Dinçer. “Analizler yaptık. Bunları yaparken sendikalar yanımızdaydı, maden mühendisleri odası bizle çalıştı, işçi örgütleri bizimleydi... Habersiz denetimler yaptık. Bakın, geçtiğimiz Mayıs ve Ekim aylarında, biz buraları denetlemişiz. Denetimde demişiz ki, burada teknolojik alt yapı var, yeterli...
Sonra?
Burada yapılması gereken yönergelere uymak. Biz, yönergeye uyun dedik. Kurallara uyun dedik.
Uymazlarsa...
Bakan şunu söyleyemedi: “Cezalarını çeker, böyle ölürler...
Eminim dilinin ucuna kadar gelmişti. Dilinin ucuna kadar başka şey de gelmişti ya, neyse...
Muhabir mikrofonu ağzından çekmese, belki onları da söyleyecekti.
Vaktimiz doldu sayın bakanım...
Nereye gidecekse, neyi yetiştirecekse muhabir arkadaş.
Bu ülkenin çivisi çıkmış.
İnsan hayatının köpek hayatı kadar bile değerinin kalmadığı ülkeye, 14’lük çivi bile az gelir artık.
Drakula çivisi gerek...

Mümtaz İdil
Odatv.com

22 Mayıs 2010

Kılıçdaroğlu'ndan tarihi konuşma


Kılıçdaroğlu'ndan tarihi konuşma

Kılıçdaroğlu'ndan tarihi konuşma
22/05/2010 15:04

Kılıçdaroğlu, Önder Sav ve 1200 delegenin imzasıyla genel başkanlığa aday gösterilerek rekor kırdı. Adaylık süresi sona ererken Kılıçdaroğlu'nun dışında aday çıkmadı.

CHP Tüzüğüne göre, genel başkan adaylığı için delegelerin yüzde 20'sinin imzası gerekiyor. 1246 delegenin imzasıyla Kılıçdaroğlu'nun adaylığı resmen ilan edildi. 
Kılıçdaroğlu'nun adı anons edildiğinde salonda Onur Akın'ın yazdığı şarkı çalındı, salon alkışlarla inledi.

Kılıçdaroğlu alkışlar ve tezahüratlar arasında kürsüye ilerledi. CHP'nin başkan adayı Kılıçdaroğlu delegelere yaptığı teşekkür konuşmasında şunları söyledi:
CHP'NİN GÖRKEMLİ TARİHİNE SAHİP ÇIKACAĞIZ: Böylesine görkemli bir toplantıda kurultayımıza Mustafa Kemal'den İnönü'ye, Ecevit'ten Deniz Baykal'a kadar bize bırakılan görkemli tarihin sahibi olacağız ve o görkemli tarihi çağdaş uygarlığa taşıyacağız.

KASET İŞİNİ ÇÖZMEK HÜKÜMETİN İŞİ: İki olay yüreğimizi burktu. Sayın Baykal'a karşı yapılan komplonun failleri henüz çıkmış değil. O failleri bulmak, bizim boynumuzun borcudur. Hükümete düşen görev, bu komplonun bir parçası değilse, failleri çıkarmak zorundadır. Yoksa CHP iktidarında... sonuna kadar gideceğiz ve bulacağız onları.

BAŞKA YERDE KADER DEĞİL DE ZONGULDAK'TA MI KADER: İkinci olayımız Zonguldak'ta yaşanan dramdır. Zonguldak'ta 30 canımızı kara elmas için kaybeden, alın teri döken, yüzlerindeki kömür karası alınlarındaki akı gösteren emekçilerimizi kaybettik. Recep Bey diyor ki, 'Bu yörenin insanları bu tür olaylara alışık. Ölüm bu mesleğin kaderinde var' diyor. Dünyanın her tarafında maden çıkarılır, bizim kadar yaşamını yitiren emekçiler var mı? Bizim kadar yaşamını yitiren işçiler var mı? Nasıl oluyor da başka yerde kader olmayan bir olay, Türkiye'de, Zonguldak'ta kader olabiliyor. Onların kederli ailelerine başsağlığı diliyorum.

TAŞERONLUĞU GÖMECEĞİZ: Meraklanmasınlar, iş sağlığı ve iş güvenliği nedir biz onlara öğreteceğiz. Bu işçilerimizin bir sorunu bir derdi daha var. Yaşamlarını kaybeden bu işçilerimizin tamamı taşeron işçisi. CHP iktidarında taşeronluğu kesinlikle gömeceğiz. Hiçbir işçi, kamuda çalışan hiçbir işçi, yaşamı boyunca asgari ücrete mahkum olmayacak. İş Yasası'nın getirdiği bütün olanaklardan yararlanacak. Toplu sözleşmeli, grevli hakları olacak. Örgütlenmeden korkmayacağız, örgütlü toplum istiyoruz zaten biz.

İLK ZİYARET ZONGULDAK'A: Buradan bütün Zonguldak'lılara selam gönderiyorum ve Zonguldaklılar'a şunu söylüyorum. Kurultaydan sonra ilk ziyaret edeceğim yer Zonguldak olacaktır. Emeğin başkenti Zonguldak olacaktır.

KASIMPAŞALI ÜNVANINI ALIN: Sayın Başbakan geçen gün herhalde ülkeyi yönetmekte biraz zorlandı veya sorunları gözardı etmek için CHP'nin içişleriyle uğraşmaya başladı. Benim bildiğim hiçbir Kasımpaşalı dedikodu ile uğraşmaz. Kasımpaşalılar yiğit insanlardır, tuttuklarını koparırlar. Bel altı vurmazlar. Kasımpaşalı ünvanını ondan geri almak da Kasımpaşalılar'ın görevidir.

AKP YÖNETMİYOR YÖNETİLİYOR, BİZ YÖNETECEĞİZ: Güdümlü bir siyaset var. Yönetiliyorlar bunlar, ülkeyi yönetmiyorlar. Birileri talimat veriyor, bunlar yerine getiriyorlar. Türkiye'nin taşeron iktidara ihtiyacı yoktur. Biz yöneteceğiz. Halkla beraber yöneteceğiz, hakça yöneteceğiz. Halkın çıkarlarından yana olacağız. Halk için halka beraber mücadele edeceğiz.

YOKSULLUĞU, İŞSİZLİĞİ, HAKSIZLIĞI BİTİRECEĞİZ: Türkiye'de yoksulluğun, işsizliğin, haksızlığın, rüşvetin sonunu getirmek inşallah bize nasip olacaktır. Demokrasi çıtasını yükselteceğiz. Bağımsız, özgür, güzel bir Türkiye'yi elbirliğiyle yaratacağız.

ÖZEL YETKİLİ MAHKEMELERİ KAPATACAĞIZ: Bunlar demokrasi dediler, demokrasiyi katlettiler. Hukuk dediler, aydınları toplayıp tutukluğu, infaza dönüştürdüler. DGM'leri kaldırdılar, özel güvenlik güçleri, özel mahkemelerle aynı sonucu elde etmek için çaba harcadılar. Size söz. Özel yetkili mahkemelere de son vermek bizim görevimiz olacaktır.

DÜĞMEYE BASIYOR, UZUN YÜRÜYÜŞÜ BAŞLATIYORUZ: Bu kongre tarihi bir kongredir. Bu kongrede, kongrenin bütün üyeleri, bütün delegeleri, bütün milletvekilleri artık düğmeye basıyoruz. Artık uzun yürüyüşümüzü başlatıyoruz. Yürüyüş değil artık iktidara koşuyoruz.

ÖNCE HALK, SONRA HALK: Mustafa Kemal ve arkadaşları bu ülkeyi kurarken 'önce halk' dediler. Önce halk. İlk sözümüz halk, son sözümüz de halk olacaktır. Halkla beraber yürüyeceğiz. Biz Türkiye'nin içinde bulunduğu çıkmazdan Türkiye'yi çekip kurtarmaya mecburuz, zorunluyuz. Bunun andını verdik artık. Bunu ancak ve ancak CHP yapabilir.

CHP DEVRİMCİDİR: Neden CHP yapabilir. Çünkü CHP, Kuva-i Milliye demektir. Çünkü CHP, müdafaa-i hukuk demektir. Çünkü CHP, Anafartalar'dır, Conk Bayırı'dır. İzmir'de Hasan Tahsin, Lozan'da İnönü'dür. Tuttuğunu koparır. Erzurum'da Nene Hatun, Kahramanmaraş'ta Sütçü İmam'dır. CHP, budur. Genlerinde halkının çıkarlarını korumak vardır. CHP, değişimcidir ve devrimcidir. Değişimi ve devrimi sonuna kadar götüreceğiz. Türkiye'yi yeniden inşa edeceğiz. Korku imparatorluğu değil, sevgiyi ve egemenliği bu ülkede egemen kılacağız. Demokrasiyi hukukla güçlendiriceğiz. Böylece yürekli insanların yaşadığı bir Türkiye yaratacağız yeniden.

DÜŞMANIMIZ KİNDİR: Kardeşçe, beraber olacağız. Kine asla ve asla kitabımızda yer yoktur. "Düşmanımız kindir" diyen bir felsefeyi sonuna kadar götüreceğiz. Bir ozanımız diyor ki, "yok edin insanın, insana kulluğunu". Yok edeceğiz insanın insana kulluğunu. Kardeşçe yaşayacağız bu coğrafyada. Barış türküleri söyleyeceğiz. Kol kola, omuz omuza mücadele edeceğiz. Açlığa karşı, yoksulluğa karşı, demokrasinin çıtasının yükseltilmesi için hep beraber bu coğrafyada hepimiz kucaklaşarak güzel Türkiye'yi yaratacağız yeniden.

ÇAYCI, SİMİTÇİ, İŞÇİ, ÇİFTÇİ, YENİDEN ÜRETEN TÜRKİYE: Yaratacağız. Çaycısıyla, simitçisiyle, işçisiyle, çiftçisiyle, emekçisiyle, bütün toplum katmanlarıyla beraber olacağız. Bu ülkeyi kuran lider şunu söylüyor. Aynen okuyorum, değerli arkadaşlarım: "Çalışmadan,yorulmadan ve üretmeden rahat yaşamanın yollarını aramayı alışkanlık haline getirmiş milletler, evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini, daha sonra da istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar" diyor.
AKP'nin izlediği ekonomi politikasına bakın. Üretmeyin diyorlar. Tarlayı ekmeyin, para vereceğiz. Fabrikalar çalışmasın. Peki bu ülkenin karnı nasıl doyacak. Birileri için Türkiye pazar mıdır. Buna izin vermeyeceğiz. Yeniden üreten bir Türkiye'yi kuracağız. Sanayicisiyle, çiftçisiyle, esnafıyla, serbest meslek erbabıyla istihdam yaratan, katma değer yaratan ve yarattığı katma değeri hakça bölüşen bir Türkiye yaratacağız.

SANAYİCİ ARTIK KAMU GÖREVLİSİ: Yenilikçiyi teşvik edeceğiz. Arge yatırımlarına mutlaka ama mutlaka olağanüstü destek vereceğiz. Sanayici artık bu ülkenin kamu görevlisidir. Çalışacak, üretecek, istihdam yaratacak, uluslararası piyasalarda rekabet edecek. Onun önünü biz açacağız. Bütün bürokratik engelleri kaldıracağız. Sanayici üretecek, istihdam yaratacak.

ORGANİZE YATILI OKULLAR KURACAĞIZ: Ve birşey daha söylüyorum, değerli arkadaşlarım. Her organize sanayi bölgesinde sanayicinin beklediği ara eleman sıkıntısını gidermek için mutlaka ama mutlaka organize sanayi bölgelerinde yatılı meslek liseleri kuracağız. Kimseye yük olmayacak o çocuklar. Anne-babalarına yük olmayacak. Gelecekler, okuyacaklar. O bölgede stajını yapacak, mezun olduğunda da işi hazır olacak. Türkiye'yi kurtaracağız ve silkeleyeceğiz Türkiye'yi.

YARATTIĞIMIZ DEĞERİ HAKÇA BÖLÜŞECEĞİZ: Bu ülkede, önce kendi sanayicinizi destekleyeceksiniz. Benim ülkemde otobüs üretiliyorsa, niye ben dışardan otobüs alıyorum. Üstelik daha pahalıya alıyorum. Bunun hesabını her gittiğimiz yerde bu iktidara zormak zorundayız. Çiftçiyi perişan ettiler. Yunanistan'dan pamuk ithalat etme ayıbı kime ait. Ortadoğu'yu besleyecek ovalarımız var. Bir dönem Ortadoğu'yu besleyecek hayvancılığımız vardı. Şimdi dışardan et ithal ediyoruz. Bu ayıp, kime ait? Biz halk için çalışacağız, sanayici için çalışacağız, çiftçi için çalışacağız, üreten için çalışacağız, serbest meslek erbabı için çalışacağız. Herkese her ortamda olanak sağlayacağız. Yeter ki, katma değer yaratalım, yeter ki yarattığımız katma değeri hakça bölüşelim. Biz üreticinin cezalandırıldığı değil, üreticinin ödüllendirildiği bir düzeni getireceğiz. Bunlar üreteni cezalandırıyorlar...0

RECEP BEYİN MUCİZESİ VAR AMA EKONOMİ BİLMİYOR: Sorsanız Türkiye'nin en büyük sorunu nedir diye? İşsizlik. Üniversiteyi bitiriyor çocuk, iş arıyor. Üniversite mezunları arasında işsizlik oranı yüzde 30-40'lara çıktı. Batman'a, Hakkari'ye gidin, yüzde 50'lerde işsizlik oranı. Gençler kahvelerde oturuyorlar. İşsizlik açlıktır, işsizlik yoksulluktur,işsizlik moral değerleri yitirmektir. İşsizlik gelecek kaygısı taşıyan insanın içindeki kor ateştir. İşsizlik, moral değerlerin kaybedilmesidir. Peki işsizliği bu kadar artırdılar, noldu, işsizlik giderildi mi, işsizlik sorunu çözüldü mü? Ama Sayın Başbakan Recep Bey'in çok güzel bir buluşu var. Diyor ki, her işveren bir işçi çalıştırsa işsizlik sorunu çözülür. Bakın şimdi Recep Bey'in mucizesi. Bu mucize hayata geçti mi. Geçmedi. Çünkü Recep Bey ekonomi nedir bilmiyor, Recep Bey piyasa nedir bilmiyor. Ekonomi bilmeyen bir insanın ülkeyi yönetmesine hazır mısınız. O zaman bunları alaşağı etmeliyiz. Sandıkta, bunları sandığa gömmeliyiz.

HEPSİ KÖŞEYİ DÖNDÜ: Birşey daha söylüyor. Efendim diyor, her üniversiteyi bitiren iş bulacak diye bir kural yok, diyor. Gözünü seveyim Recep Bey, bu kural senin için geçerli olabilir ama fakir fukaranın çocuğu için nasıl geçerli olacak. Onun gemileri mi var, onun havuzlu villaları mı var. Unutmayın, bunlar fakir fukara edebiyatı yaptılar. Hepsi köşeyi döndü. Verdiği sözü tutmayan insan, yiğit değildir. Düşünün binbir belayla bir aile çocuğunu üniversitede okutur, boğazından sıkıyor okutuyor. Çocuk üniversiteyi bitiriyor, askere gidip geliyor, iş arıyor, iş bulamıyor. Başbakan diyor ki, her üniversiteyi bitiren iş bulacak diye bir kural yoktur. Bu anlayışı, şiddetle ama şiddetle reddediyoruz. Milletimize karşı yapılmış bir hakaret olarak algılıyoruz bunu.

GÜNEYDOĞUDA YATIRIMCIYA FAİZSİZ KREDİ: 30 bin yurttaşımızı, canımızı yitirdik. Ama maalesef bugüne kadar izlediğimiz politikalarla adeta teröre terörle destek verdik. İşsizlik yarattık, yoksulluk yarattık, özelleştirdiğimiz fabrikalardaki işçileri kapının önüne koyduk, hayvancılığı öldürdük, doğu ve güneydoğu'da adeta 'teröre gidebilirsiniz' diye gençlere yol gösterdik. Bu anlayışı ters yüz edeceğiz. O bölgede önce istihdam yaratmak için çaba harcayacağız. Özelleştirmeleri o bölgede yapmayacağız. Özel sektör o bölgede gidip fabrika kuracaksa, sıfır faizli banka kredisini devlet verecek, gidin yatırım yapın diyecek. Mayınlı araziler vardı biliyorsunuz.

İŞSİZLİK SİGORTASI PARALARI NE OLDU?: Mayınlı araziyi topraksız köylüye dağıtacağız. Topraksız köylü de toprak sahibi olacak. O da alın teri dökecek, o da çoluk çocuğunu alın teriyle kazandığı gelirle besleyecek. Onlara da gelecek vaad edeceğiz. GAP ile ilgili işçilerin sırtından, işsizlik sigortası fonundaki paranın bir kısmını alıp, 'Efendim GAP'a yatırım yapacağız, finansal desteğini sağlayacağız' diye özel bir yasa çıkardılar. Şimdi buradan soruyorum Sayın Başbakana. Recep Bey, işsizlik fonundan aldığın paranın ne kadarını GAP'a harcadın? Açıkla bana bakayım. Soralım Recep Bey de açıklasın bakalım.

SİZİ SOYUP HAVUZ YAPTILAR: Birşey çok önemli değerli arkadaşlarım, siyasetin odağına etkin kimliği ve inançları koyan siyaset bizim dostumuz olan bir siyaset değildir. Siyasetin odağına etnik kimliği ve inançları koyan siyaset toplumda ayrışmayı dinamitleyen siyasettir. Biz ayrışmanın değil, beraber olmanın çabasını göstereceğiz. Bakınız hiç kimsenin kendi baba ve annesini seçme özgürlüğü yoktur böyle bir ortamda hangi gerekçeyle siz etnik kimliği siyasetin odağına koyarsınız. Her etnik kimliğe saygımız var, her etnik kökenden yurttaşımızın başımızın üzerinde yeri var, her inanca da saygılıyız. Yurttaşlarıma şunu söylüyorum, onların temiz dini duygularını sömürüp, siyasete malzeme yapanlara oy vermeyin. Sizi soya soya kendileri villalı havuzlar yapmaya başladılar.

İNSAN İNANÇLARIYLA ETNİK KİMLİĞİ İLE BAŞTACI: Doğu ve güneydoğu da yapılan ayrışma politakalarını ters yüz edeceğiz. Herkesin karnı doyacak bu ülkede. Refah devletini tabana yayayacağız, kazandığımız değerleri halk için harcayacağız. Halkla beraber yola çıkacağız ve göreceksiniz Türkiye'de barış rüzgarları esecek, kardeşlik rügzaları esecek, beraber kucaklaşacağız, omuz omuza Türkiye'nin kaderini değiştireceğiz. inançlara saygılı olacağız, her etnik kimliğe de saygılı olacağız. Bizim için insan önemlidir. İnsanı baş tacı ideceğiz. İnsan inançlarıyla ve etnik kimliği ile bizim başımızın üstündedir, onu kucaklayacağız, onun işsizlik sorununu çözecğiz.

EVDEKİ KADININ DRAMINI ÇÖZECEĞİZ: Hangi evde bir kadın, işsiz kocası akşam eve gelirken yaşadığı dramı nasıl anlatabilir. O dramı yaşamak farklı bir olaydır. O dramı terz yüz edeceğiz, onların da gülmeye hakkı vardır, onların da çocuklarını beslemeye hakkı vardır. bunu da çözeceğiz biz.

AKP'Yİ MALULEN EMEKLİ EDİN: Emeklilere birşey söylüyorum, emekliler ilk seçimde AKP'yi malulen emekli etmek zorundadılar. AKP'yi ve onun yandaşlarını... Emekliyi bu ülkenin ikinci sınıf vatandaşı yaptılar. Size söz emekliler yine bu ülkenin birinci sınıf vatandaşı olacaklar. Bunu değiştireceğiz. Emekli de bu ülkenin yurttaşıdır, o da yaratılan katma değerden hakkını alacaktır. Ona milli gelir artışından pay vermek CHP'nin boynunun borcudur. Yıllardır bekliyorlar, intibak yasası ne zaman çıkacak diye... Yine aldattılar. Buradan yine emeklilere söz veriyorum, CHP iktidarında intibak yasasını mutlaka çıkaracağız.

EMEKLİLERE BİR SİTEM BİR SÖZ: Şikayet ediyorlar her gittikleri yerde geçinemiyoruz diye, iyi de kardeşim geçinemiyorsan, niye gidip AKP'ye oy veriyorsun. Senin haklarını ben savunuyorum, her yerde her ortamda savunuyorum. Yıllar yılı çalıştı, yıllar yılı üretti, alın teri döktü, iş kazası meslek hastalığı geçirdi, bazıları yaşamlarını yitirdi. E peki bu kadar çalışmanın bedeli emekli olduktan sonra bir köşeye atılmak mıdır. AKP aldı onları bir köşeye attı. Biz oradan çıkarmak istiyoruz, emekliyi baş tacı yapacağız.


ESNAF SOSYAL DEMOKRATTIR: Bugün iki milyon esnaf can çekişiyor. Aslında esnaf özü itibariyle sosyal demokrattır. Devletten hiçbirşey beklemez, bir de götürür yine götürür devlete vergi verir. Siz ne yapıyorsunuz esnafı bitiriyorsunuz. Esnaftan da oy istiyorum, senin sonunu getirene ben dur diyeceğim. Recep Bey, bir mucize daha söyledi. Efendim bu küçük bakkaların tamamı birleşsin, süper market kursun. Ben diyorum Recep bey ekonomi bilmiyor diye siz inanmıyorsunuz. Ama meraklanmasın CHP iktidarında ekonomi neymiş görecek.

YOKSULLUĞU NİYE TEŞHİR EDİYORSUN: Diyarbakır'ın Bağlar semtinde bundan yıllarca önce bir kamyonun üzerinden kadınlara ekmek dağıtılıyor. Kadınlar bir ekmeği almak için çamurlarda debeleniyorlar. Bu manzara Türkiye manzarası. Yoksulları alıyorsunuz kuyruğa diziyorsunuz, onlara birşey vermek için. Bizim inancımıza göre sağ elin verdiğini sol el görmeyecek öyle değil mi? Peki şimdi Recep beye sormayacak mıyız, senin yaptığın nedir allah aşkına, senin yaptığında inanç var mı, insaf varmı, insan onuru var mı? Sen bir insanın yoksulluğunu nasıl teşhir edebilirsin, bir inasanın yoksulluğuyla nasıl oynayabilirsin? Bunlar sosyal devleti unuttular.

HALKIN DEVRİMCİSİ: Evet halkın devrimcisi olacağız, çünkü halk için çalışacağız biz. Yoksulluğu tarihe gömmek bizim boynumuzun borcudur. Bu coğacrafyada bir tek çocuk bile yatağa aç girmeyecek, bunun mücadelesini vereceğiz biz. Bunlar yurttaşlık kavramını ortadan kaldırıp, kul mantığını getiriyorlar. Sosyal devleti kaldırıp, sadaka devleti getiriyorlar. Bir de diyorlar ki demokrasi, halk diyorlar, özgürlük diyorlar, sen insanın yoksuluğunu siyasi sömürü malzemesi haline hangi gerekçeyle getirebilirsin? Hangi hukuk mantığıyla, hangi inançla getirebilirsin? Diyeceksiniz ki peki siz ne yapacaksınız? İşçiye söylüyorum, emekliye söylüyorum, işsize söylüyorum, atanamayan öğretmenlere söylüyorum. Ahmet Arif'in dediği gibi bunlar, aşımıza ekmeğimize göz koyanlardır, bunları tanı tanı da büyü diyor adiloş bebe...

AKP HESAP VERECEK: Hiç meraklanmayın kesinlikle AKP halka hesap verecek. Bugüne kadar yapanın yanına kar kaldı. Soyuna soyuna millette çeket kalmadı, gömlek kalmadı, pantolonunu bile almaya kalkıyorlar. İnançları sömürüyorlar. Deniz Feneri örneği hepinizin önündedir. Yoksula yardım yapacağız deyip kendileri köşeyi dönüyorlar. Sonuna kadar gideceğiz, kaçarlarsa kaçtıkları yere kadar gideceğiz.

YOKSULLUĞA KARŞI AİLE SİGORTASI: Yoksulluğu çözme yolu aile sigortasıdır. her ailenin bir sirgortası olacak. Uluslararası Çalışma Örgütü'nün kabul ettiği 102 sayılı sözleşmenin 9. sayılı sigorta dalını Türkiye'de uygulayacağız. 1971'den beri bu sirgorta dalı uygulanmıyor. Çünkü yoksulun yoksulluğunu sömürmek bunların marifetidir. Recep Bey bunu da duysun. Aile sigortasını getireceğiz. Yoksul, yoksulluğunu giderme hakkını sosyal devletten isteycek. Onun hakkıdır diyeceğiz biz, gidip birilerine yalvarmayacak, bana kömür, bulgur, makarna getir demiyecek. Kadının banka hesabına parayı yatıracağız, o da alacak çocuk, çoluğunun rıskını giderecek. Kime oy verirse versin, onun oyuna biz saygı duyacağız. Bizim için önemli olan o bir insandır ve onun yoksululğunu gidermek de bizim boynumuzun borcudur.

SEÇİM BARAJI İNECEK: Recep bey, çok sık milli irade der, milli irade böyle, milli irade şöyle. Milli irade tecelli etti vesaire. Allah aşkına bunlar son seçimde kaç aldılar, yüzde 47. Milli irade saygımız var, oy veren bütün yurttaşlarımıza da saygımız var ve bu seçimde düşünmelerini de isteriz . Ayrıca kendileri oy verdiler başlarına geleni gördüler. Şimdi yüzde 47 oy alıyor, mecliste yüzde 60'ı temsil ediyor. Yüzde 13 milli irade gaspı var. Başkasının iradesini sen temsil edemezsin. Siyasi partiler yasasına, getirmişsin yüzde 10 barajı. Fakir, fukaranın da oyunu kendi milli iradenmiş gibi kabul ediyorsun. Söz veriyoruz, yüzde 10 barajını aşağı çekeceğiz. Böylece Recep Beyin gerçek milli iradesini de görmüş olacağız. Öyle başkalarının oyunu kendi iradesiymiş gibi ortaya çıkıp övüne övüne anlatmasın, neyse iradesi çıksın bakalım, mecliste de o kadar temsil etsin.

FAŞİZME GEÇİT YOK: Tam bir korku imparatorluğu yaratıyorlar, şimdi yaptıkları son Anayasa değişikliğiyle de kendi korku imparatorluklarının hukuksal temellerini hazırlamak istiyorlar. Buna meydan veremeyeceğiz, bunun mücadelesini yapacağız. Bakınız şimdi bu ülkede işverenler, medya, sendikalar, stklar hepsi korkudan konuşamıyor, sokaktaki sade vadandaş bile telefonla konuşmaktan korkuyor, dinlenirim diye. Ne diyorlar bunun adına, demokrasi. şimdi ben size soruyorum, bu demokrasi mi faşist yönetim mi? Faşizme geçit yok, izin vermeyeceğiz, demokrasinin çıtasını yükselteceğiz.

KİMSE RECEP BEYİ ELEŞTİREMİYOR: Hukuku yüreklendirmeniz lazım, yargı bağımsızlığını sağlamamız lazım. Herkesin gidip davasının görüldüğü yerde güven duyması lazım. Eğer bir korku imparatorluğu yaratırsanız, kimse korkudan Recep Beyi eleştiremiyor. Recep Bey elini kaldırıyor herkes ölüyor, recep bey oturuyor herkes ölüyor, Recep bey konuşuyor ağzından bal damlıyor, nasıl bir düzendir bu. Benim bildiğim iktidarlar eleştirilir. Kimse korkudan eleştiremiyor. Bu korku imparatorluğunu sonlandırmak bize nasip olacak, biz bunu yapacağız.

BESLEME MEDYA OLMAYACAK: Medya, halkın gözü kulağı ve sesidir. Halkın sözü, medyada yankılanır. AKP iktidarından önce yandaş medya diye bir kavram yoktu. Şimdi bir kavram çıktı, yandaş medya. CHP iktidarında medya gerçekten medya olacaktır, besleme medya bitecektir artık. Yandaş medya halkın değil sevgili Recep Beyin gözü kulağı ve sesi.

TAYYİP RADYO TELEVİZYONU: Her yaktığınız elektrik, her ödediğiniz vergiden TRT'ye pay gider. TRT'yi izliyor musunuz, (Tribünlerden Hayır cevabı) çünkü TRT'nin yeni adı Tayyip Radyo Televizyon Kurumu... Buna da isyan ediyoruz. Benim vergimle bana haber vermiyorsun benim vergimle oturuyorsun kimin ne kadar para aldığını açıklamıyorsun. Hani saydamdı burası... Bunları yeniden inşa etmek, kurmak, halkın güvenini kazanmak inşallah bize nasip olacak.

BAŞÖRTÜLÜNÜN RANTINA DEĞİL SORUNUNA TALİBİZ: Şimdi bunlar, sözde toplumun her kesimine sahip çıkıyorlar. Buradan söylüyorum İstanbul'un merdiven altı atölyelerinde binlerce genç kız başörtülü genç kız üretim yapar, siz hiç AKP'nin yani Recep Beyin bu genç kızlarımız kayıt dışı çalışıyorlar, bunları sigortalı yapalım, dediğini duydunuz mu? İşte o başörtüsünü bunlar sömürüyorlar... başörtüsü de bunlar sömürüyorlar. Biz onlara gideceğiz. Merdiven altı atölyelere gideceğiz. Diyeceğiz ki, 'biz seni sigortalı yapacağız, ben seni sendikalı yapacağım' Gelecek güvencesi senin ellerinde olacak. Hiçkimseyi ötekileştirme lüksümüz yok. 'Bu bana oy vermez' diye bir kaygımız yok. Biz ülkenin rantına değil, sorunlarına talibiz. Onun için yola çıktık, seçim sandığına kadar da koşmaya devam edeceğiz.

ANAYASA PAKETİ DAVALARI KISALTMAYACAK: Anayasa değişikliğin temel hedefi yargıyı ele geçirmek. Millet sanmasın ki, bu anayasa değişikliği çıktı, benim işsizlik sorunum çözülecek, daha özgür olacağım, memurun grev hakkı olacak, yok öyle birşey. Var olan hakların bir kısmı ellerinden alınıyor. Memurlar farkında mı bilmiyorum. Sanacak ki vatandaş, davam 10-15 yıl sürmeyecek daha erken sonuçlanacak. Yok öyle birşey. Vatandaşların davaları erken bitmiyor, harçlar yüksek. Peki bunları çözüyorlar mı? Hayır. Vatandaş sanmasın ki bunlar çözülecek de gidip oy verelim. Tam tersine yargıyı ele geçirmek, yandaş medyadan sonra yandaş yargı yaratmak için bunu yapıyorlar. Bu yasa çıkarsa artık Türkiye farklı bir noktaya gidiyor.

YENİ ANAYASA SÖZÜ: CHP iktidarında söz veriyoruz; kesinlikle, ama kesinlikle, çağdaş, batı standartlarına uygun, bizim insanımızın kültürünü özümseyen bir anayasayı yapacağız. Güçler ayrılığı ilkesini kuvvetlendireceğiz. Demokrasi çıtasını yükselteceğiz. Atatürk'ün vasiyeti 12 Eylül'de çiğnendi; O vasiyetin de gereğini yapacağız.

DOKUNULMAZLIĞI REFERANDUMA GÖTÜRELİM: Vatandaşa gidelim. Recep Bey referandumdan hoşlanıyor. Bakalım dokunulmazlıkları vatandaş kaldıralım diyor mu, demiyor mu? Gidemez. Çünkü Recep Bey'in yargı fobisi var. Bu fobiyi atmış değil. Seçimlerden önce söz verdin, neden kaldırmıyorsun? Ama size söz, dokunulmazlıkları mutlama ama mutlaka CHP iktidarında kaldıracağız.

KİMİ ALDATIYORSUN RECEP BEY: Anayasa değişiklerinden biri de ekonomik sosyal konsey kuruluşu. Eee zaten var ekonomik sosyal konsey. Her üç ayda bir toplanması lazım. Bir yıldır toplanmıyor. Sen kimi aldatıyorsun Recep Bey? Çıkıp bunu millete anlatsana. Neden toplamıyorsun? İşsizlik, yolsuzluk var. Toplayamazlar.

FRANSIZ ANAYASA MAHKEMESİNE Mİ GİDİYORUZ: Ana muhalefet partisi Anayasa Mahkemesine gidiyor, diyor Recep Bey. Anayasa Mahkemesi de Ana muhalefet Mahkemesi oldu diyor. Ben diyorum Recep Bey ekonomi bilmiyor, bunun üzerine hukuk da bilmiyor. Hukuk kültürü de yok. Sevgili Recep Bey, biz Fransa'nın mı Anayasa mahkemesine başvurduk? Türkiye Cumhuriyeti Anayasa mahkemesine başvurduk. Hatta birşey daha söyleyeyim, milletvekili seçildik, gittik çıktık bu Anayasa'ya sadakat dolayası ile namusumuz ve şerefimiz üzerine söz verdik. Recep bey de aynı yemini içti. Sen Anayasa'nın ilgili maddelerine aykırı düzenleme yaparsan, biz de bunu görüp, duyup, bilip sesimizi çıkarmazsak, ettiğimiz yemini çiğnemez miyiz? Bizim namusumuz ve şerefimiz bu kadar ucuz mu?

RECEP BEY KORKMAYA DEVAM ETSİN: Biz eğer Anayasa'nın değişmez ilkelerine aykırı düzenleme yapılıyorsa elbette Anayasa mahkemesine gideceğiz. Çünkü biz halkın çıkarlarını savunuyoruz. Recep Bey'in çıkarlarını değil. Ortada bir hukuk cinayeti var; Diyor ki Recep Bey, 'Efendim faille uğraşmayın' Biz biliyoruz bunun faili sensin. Onun için uğraşıyoruz zaten. Hukuku katlediyorsun, diyorsun ki, 'sesini çıkarma' Olmaz. Hukukun gereği neyse onu yapacağız. Recep Bey'in fobileri burdan kaynaklanıyor. Korumak istediği yalan düzenine karşı mücadele ettiğimiz için korkuyor Recep Bey. Ama korsun. Korkmaya da devam etsin. Çünkü CHP iktidarı geliyor artık.

NAYLON FATURACI, ALİ DİBOCU, KALPAZAN: Size bir söz daha veriyorum; CHP iktidarında ilk yapılacak işlerden birisi siyasi ahlak yasasını çıkartmaktır.Parlamento'da vurguncunun, talancının, ihaleye fesat karıştıranın, dolandırıcının, kalpazanın yeri yoktur. Silip atacağız. Bu yasayı çıkaracağız ki, artık ülkede naylon faturacıdan maliye bakanı, Ali Dibocu'dan Adalet Bakanı, kalpazandan da başbakan olmasın. Eğer parlamentoya milletvekili gelecekse dürüst adam gelsin. Millet perişan, o cebini doldurmakla meşgul. Bu düzeni yıkacağız. Politikacı halka hesap vermeyi namuslu bir görev olarak kabul etmelidir. Hesap vermekten kimse korkmamalıdır. Alınteri ile oluşturulan servetin, başımızın üzerinde yeri var. Ama birileri cebini dolduruyorsa ona da hesap soralım artık.

KESİN HESAP KOMİSYONU: Bütçe parlamentoda ve komisyonda konuşulur ve biter. Bir kanun daha var, adına kesin hesap kanunu derler. Geçmiş bütçe, öngörülen hedefler, harcanan paralar nerede kullanıldı. Amaca ulaşıldı mı ulaşılmadı mı? Bunu bir iki kişi konuşur ve kaybolur gider. Size söz; Plan Bütçe Komisyonu dışında, bir de Kesin Hesap Komisyonu kuracağız. Başkanı da anamuhalefet partisinden olacak. Bizi sorgulayacak, biz de hesap vereceğiz. Vatandaşın dişinden kovuğundan aldığımız verginin hesabını vermezseniz bu ülkeye demokrasi gelir mi? Bu ülkeye barış gelir mi, işsizlik biter mi? Yolsuzluk biter mi?

HERŞEY YOLUNDA AMA MAĞDUR: Bir mağdur edebiyatıdır gidiyor..
Ne biçim mağdurluktur bu? 7 yıldızlı otellerde tatil yaparsın, adam mağdur. 5 yıldızlı otellerde, saraylarda düğün yaparsın, adamcağız mağdur. Çin Seddi gibi, çift duvarlı örersin, 5 tane villayı alırsın, yanında helikopter pisti, havuzlu villanda oturursun, adamcağız mağdur. 4 çekerli ciplere binersin, keyfin yerinde, gıcır, para pul derdin yok, adamcağız mağdur. Anlamak mümkün değil. İşsizlik var, yolsuzluk var, yatağa aç giren çocuklar var, beyfendiye bir uçak yetmiyor, Recep Bey ikinci uçağı alıyor, gene mağdur.
Çocuğunu Amerika'da okutursun, masrafını da bir işverene yüklersin, Recep bey mağdur. Katar Emiri'nin düğününe gidersin, üstelik Başbakanlık uçağını da kullanırsın ama beyfendiler mağdur. Anlamak mümkün değil. Yoksa bu ülkede mağdur olan bizim anladığımız anlamda emekliler mi, işsizler mi, atanamayan öğretmenler mi, yoksullar mı, sokakta kağıt toplayanlar mı, bunlar mağdur değil mi? Hele hele dershane parasını ödemedi diye eşi hapse giren, çocuğu intihar eden hiç mağdur değil mi? Böyle bir anlayış olabilir mi? Geçimini sağlamak içtin böbreğini satan vatandaş mağdur değil mi? Bu anlayışı da ters düz edeceğiz. Doğru eğri oldu, eğri de doğru oldu AKP iktidarında. Bunu değiştireceğiz. Eğri eğri olacak, doğru da doğru.

DUBAİDEKİ PAZARLIK VATANA İHANETTİR: Oldu bitti ile dış politika yürütülemez. Yılların alın teri var orada. Uzun uzun bürokratlar önce çalışırlar. Görüşler çıkar. Ülkelerin karşılıklı çıkarları var. Siz, 'ben gidip imza atayım bu sorun çözülsün' dediğiniz zaman çözülmez. Çözemediler işte. Kıbrıs'ı gördünüz. Kıbrıs halkı ne yaptı? AKP'nin getirdiği iktidarı sandığa gömdü. Şimdi sıra bizim halkımızda. Önümüzde seçim var. Kıbrıslıların yaptığı gibi AKP'yi de burada sandığa gömeceğiz. Duygusallıkla dış politika gitmez. Dubaide anlaşma imzalayacaksın 1 milyar dolara Türkiye'nin onurunu masaya yatıracaksın. Buna dış potika denmez. Bunun hukuktaki adı vatana ihanettir. Bu kadar açık söylüyorum. Japonlarla bir anlaşma yaptılar ve meclise geldi. Koşullardan biri, kimseye rüşvet vermeyeceksiniz. CHP itiraz ettiği için bu uygulanmadı. Bunun altına bakanlar nasıl imza atarlar? Bu ülkenin onuru yok mu, Allah aşkına?

AB SÜRECİ DEVAM: AB çok önemli. İkinci Genel Başkanımızın imzasıyla başlamıştır bu süreç. Bir çağdaşlaşma projesi olarak görüyorum. Amma velakin, bize uygulanan çifte standartı kesinlikle kabul etmiyoruz. Ya adam gibi oturur müzakere yaparsınız, tarih verirsiniz. Yada kusura bakmayın. Biz size mahkum değiliz, deriz bunu. Çünkü dinamizm bizde, gelecek, gençlik bizde. Gelecek bizde. Elbette ki, AB'nin standartlarını yakalamak isteriz. Elbetteki onların hukuk düzenini, etik değerlerini saygı gösteririz. Ama artık Türkiye'yi ikinci sınıf ülke yerine koymaktan kendilerini alıkoysunlar. Biz elbetteki çağdaş ülkelerle birlikte olmak, çağdaş uygarlığı yakalamak isteriz. Dünyanın sayılı ülkelerinden birisi olmak isteriz. İşbirliğine, yatırımlara elbette evet. Ama Türkiye'ye yaptıkları çifte standart bizi rahatsız edilyor. AB temsilcileri Türkiye'de otel lobilerinde, bürokrat odalarında Türkiye'nin gerçeğini öğrenemezler. Anayasa değişikliğinde, bunu desteklediklerini söylediler. O zaman AB yetkililerine söylüyorum; bu değişikleri neden kendi ülkenizde yapmıyorsunuz? Çıkarın, yapın kendi ülkenizde. Oraya gelince yapamıyorlar. Niye bize dayatıyorsunuz?

PARTİ İÇİ DEMOKRASİ: CHP demokrasiyi, çok partili rejimi getirmiş bir partidir. CHP'nin ikinci genel başkanı seçimde kaybettiği zaman, "Paşam yenildiniz" sorusuna mahutap olduğunda, "Evet ben yenildim. Ama benim yenilgim en büyük zaferimdir" diyen birisidir. Bu ülkeye demokrasiyi getirdik, parti içi demokrasiyi de getireceğiz. Gençliği olmayan bir partinin, geleceği yoktur. Kadın kollarımız da öyle. Daha demokratik bir yapı olacak. Parti içi demokrasi ile. Tüzüğü de değiştirerek bunu yapacağız.

BÖLÜNME LÜKSÜ KALMADI, HERKESİ KUCAKLAYACAĞIZ: (Türkiye) Raydan çıkmış bir tren, nereye çarpacağı belli olmadan gidiyor. Her alanda belirsizlikler oluşmaya başladı. Başbakan sadece bu belirsizlikleri seyretme noktasında kalmıştır. Artık bölünme lüksümüz yok. Bu ülkenin aydınları, yurseverleri, sanatçıları, sosyal demokratları, solcuları, işçisi, çiftçisi, memuru, halkı, temiz toplumdan, düzgün toplumdan yana olmak zorundadır. Artık bir yürüyüş başlattık. Temiz Türkiye yürüyüşü. Halktan yana yürüyüş. Kul hakkı yemeyen yürüyüş. Bunu yakalayacağız. Ve herkesi kucaklamak zorundayız. Buna inanan bütün yurtseverleri, bütün vatanseverleri, bütün yurttaşlarını inancı ne olursa olsun, etnik kimliği ne olursa olsun artık soyulmaktan bıktıysa CHP altına gelsin. Buradan da yer var. Önce birleşeceğiz.

"Y"yi YEMEK SANDILAR: Bakın bunlar ne diyorlardı. Üç Y'le mücadele edeceğiz diyorlardı. Bunlar Y'yi, yemek olarak algıladılar. 3 kez yemeye başladılar. Talan, vurgun düzeni yarattılar bunlar. Bunun hesabını sormak hepimizin boynunun borcudur. Bir kişinin değil. Hep beraber çalışacağız. Tarlada çalışacağız, fabrikada çalışacağız, lokantada çalışacağız, berberde çalışacağız, kahvede çalışacağız, sokakta çalışacağız. Halkı aydınlatacağız, halkı kucaklayacağız. Onun dertlerine derman olacağız.

ONLARIN DERDİ BİZİM DERDİMİZ: Yatağa her akşam aç giren çocuğun acısı; ürettiği malı 5 kuruşa maledip, 3 kuruşa satan çiftçinin acısı bizim acımızdır. Kepenk kapatan esnafın; Zonguldak'ta yerin yüzlerce metre altında kara elması kendisine tabut yapan işçinin; İşsiz kocası akşam eve yemek getirmediği zaman, ekmek getirmediği zaman, tenceresi kaynamayan kadının, aybaşını getiremeyen emekçinin derdi bizim derdimiz olacaktır. Bunları dert edindik. Bu dertleri çözeceğiz. derdi bizim derdimizdir. Bu sorunları çözmeden politika olmaz. Bizim için değil, cebimiz için değil, akrabalarımız için değil. Halk için politika yapacağız. Beraber kazanacağız, halkla bölüşeceğiz.

BEN YOK, BİZ VARIZ. Türkiye hepinizle gurur duyacak. Çünkü ben yok, biz varız. Biz yola çıkıyoruz. Beraber gideceğiz, beraber çaba harcayacağız, hiçbir beklenti içine girmeden. Biz başka birşey istemiyoruz. Biz zengin olmayacağız, yakınlarımız zengin olmayacak, alınteriyle kazanılmış paraya her zaman saygı duyacağız, ama birisi kazandığının hesabını veremiyorsa, siyaseten ona da hesap soracağız. Kusura bakmasınlar.

BİR ORMAN GİBİ KARDEŞCESİNE KOŞACAĞIZ: İiktidar yürüyüşü dedim ama arkadaşlar buna iktidar koşusu diyelim dediler. İktidar koşusunu yapacağız. İktidar koşusuna hazır mısınız. Hazır mısınız. Siz hazırsanız, söz veriyorum, ben de hazırım. Doğuda, batıda, kuzeyde, güneyde aynı sloganla yola çıkacağız. Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçe yürüyeceğiz.
 
http://www.radikal.com.tr

21 Mayıs 2010

Taşeronluk Kanseri

Taşeronluk Kanseri

e-Tırmık

Aydın Engin

21.05.2010

Bu yazı emekçilerin dünyasına bir kanser uru gibi sızan ve bütün emek dünyasını kaplamak üzere olan “taşeronluk” üstünedir. Zonguldak’taki son cinayette katiller arasında “taşeronluk” kurumunun ağır ve inkâr edilemez rolü üstünde duracaktır.

Ama arada kaynayıp gitmesin, geçerken not edelim ki kayda geçsin: 30 madencinin ölüm haberinin ülkeyi sarstığı, umut kıvılcımlarının son ışıltısının da sönüp gittiği saatlerde Ankara’da, Deniz Baykal’ın ihtirasla sarıldığı koltuğa oturabilmek için son kozunu oynadığı (oynattığı) basın toplantısı vardı. Basın toplantısında “Ufala da kuşlar yesin” misali açıklamalara değinmek niyetinde filan değilim. Ama o saatte 30 emekçinin acısını umursamaksızın, sefil bir siyasi manevraya öncelik tanındı ve buna tanık olmak bile midemi bulandırdı.

Not ediyor ve geçiyorum...

* * *

Zonguldak’ta grizunun patladığı ocaktan bir taşeron firma çıktı. Taşeronluk kurumu “Kâr, daha çok kâr” diyen ve sadece bunu diyen bir sistemin en güvenli sığınağı en sağlam örtüsü...

Tuzla tersanelerinde ardarda yaşamını yitiren emekçi cinayetlerinin pek çoğunun altında da taşeronluk kurumu yatıyor.

İşçi sınıfı saflarında sendikaların kazınmasının başat manivelası da aynı kurum.

Sigortasız, kayıtdışı ve asgari ücretten de düşük aylıklarla işçi çalıştırabilmenin kapılarını ardına kadar açan kurum da taşeronluk.

Taşeronluk bazen fiyakalı bir adla karşımıza çıkıyor: Yap - işlet - devret.

Ne demek bu?

Yaparken eksik malzeme, olmazsa en ucuz malzemeyi kullan, en ucuz işgücü kullan, yani en ucuza çıkar.

İşletirken en yüksek kârı elde etmek üzere en vahşi kuralları uygula, en ucuz işgücünü işe koş. İş güvenliği, işyeri güvenliği, sigorta gibi yüklerden becerebildiğin kadar kurtul. İşletme ekonomik ömrünü tamamladığında da devret ve kurtul...

* * *

Bu konuda büyük medyada, anaakım medyada ciddiye alınacak tek satıra bile rastlayamayacaksınız. Çünkü taşeronlaştırma salgını özellikle büyük medyada çoktaaan kurumlaştı.

Ulaştırma hizmetleri, temizlik hizmetleri, yemek hizmetleri, hatta haber hizmetleri taşeronlaştırıldı.

Birkaç yıl önce ünlü bir gazetede yorum yazan, önemli bir sayfanın editörlüğünü de üstlenmiş kıdemli bir gazeteci arkadaşım kovuldu. Tazminat olarak eline sadaka benzeri üç beş kuruş tutuşturuldu. Oysa Basın Kanunu uyarınca çok çok daha yüksek bir tazminat alması gerekiyordu.

Yasal yollardan hakkını aramaya kalktığında gerçek suratında bir şamar gibi patladı. O gazetecilik yapmıştı ama emekçi olarak kaydı o gazeteye yemek hizmeti veren (aslında aynı patrona ait) bir alt firmaya, bir taşeron firmaya yapılmıştı ve “ahçı yamağı” kadrosunda çalışmaktaydı. Yani yazı yazmamış, patates soymuştu...

Yasa çaresiz kaldı; meslektaşımız da eline geçen sadakayla yeni bir ekmek kapısı bulana kadar geçinmek gibi bir mucizenin peşine düştü.

* * *

Ülke gündemi “Baykal o haltı yedi mi yemedi mi, kaset sahte mi, gerçek mi” tartışmasına kilitlendiğinde sanırım en keyifli el oğuşturanlar da taşeronlar ve taşeronluk kurumu kanalıyla kanlı kârlar elde eden anlı şanlı “büyük firma”lardı...

Bugünün sınırsız öfkesiyle bu günlük bu kadar...


http://www.t24.com.tr/

11 Mayıs 2010

İŞÇİ FİLİMLERİ İÇİN GERİ SAYIM BAŞLADI




İŞÇİ FİLİMLERİ İÇİN GERİ SAYIM BAŞLADI


25 Nisan 2010


Temel amaçları Türkiye ve dünyadan emekçilerin yaşamlarını ve mücadele deneyimlerini izleyicilerle buluşturmak ve Türkiye’de işçi, emekçi, yoksul insanların filmlerinin üretimini özendirmek olan festival, sendikaların işbirliğinde düzenlenecek. Festival daha sonra geçen 3 yılda olduğu gibi Adana’dan Trabzon’a, Bursa’dan Eskişehir’e kent kent süren ve bütün yıla yayılan uzun bir yolculuğa çıkacak. Festival 2 Mayıs Pazar günü saat 18.00’de Taksim Tramvay durağında sanatçılarla birlikte "Geleneksel Festival Yürüyüşü" ile başlayacak, ardından saat 19.00’da Beyoğlu Yeni Rüya Sineması’nda devam edecek. Oyuncu Levent Üzümcü’nün sunacağı, Nihat Behram’ın şiirleriyle, İlkay’ın şarkılarıyla renk katacağı gecede bu yıl Emek Sineması dostlarına ve Sine-Sen tarafından belirlenecek bir sinema emekçisine teşekkür plaketi sunulacak.
Gösterimler İstanbul’da Beyoğlu Sineması, İstanbul Fransız Kültür Merkezi, İstanbul Barosu Orhan Adli Apaydın Salonu, Sinesen Şişhane Salonu, Çevre Mühendisleri Odası, Öteki Kültür Sanat, Kadıköy Halkevi, Kazım Koyuncu Kültür Merkezi, İstanbul Halkevi, Kar; Ankara’da Batı Sineması, Alman Kültür Merkezi, Çağdaş Sanatlar Merkezi, Sakarya Meydanı; İzmir’de İzmir Fuarı İsmet İnönü Kültür Merkezi, İzmir Fuarı Gençlik Tiyatrosu’nda yapılacak. Bu gösterimlerin dışında birçok mahallede ve işyerlerinde de özel gösterimler düzenlenecek. Tüm gösterimler her yıl olduğu gibi bu yıl da ücretsiz olacak.
Festival teması bu yıl “güvencesiz çalıştırma ve buna karşı yürütülen mücadelelere” odaklanacak. Dünyanın dört bir yanından, hem yeni hem de klasikleşmiş eserlerin bulunduğu 50’den fazla filmin gösterileceği festivalde, 15 tane “Tekel filmi” özel gösterimlerle izleyicilere sunulacak. Filiz Gazi’den “Olmasa”, Metin Yeğin’den “D”, Elif Ergezen’den “Mükellef”, Anita Oğurlu & Ahmet Öncü’den “Nakit” gibi yerli filmler ile Germán Gutiérrez’den “Coca Cola Davası”, Tokachi Tsuchiya’dan “Normal Bir İş Yapmak İstiyorum” gibi filmler ilk kez seyirciyle buluşacak.
İranlı usta yönetmen Macid Macidi, İngiliz sinemacı John Cunnigham, Kıbrıs Rum Kesimi’nden sendikacı - belgeselci Eleftherios Georgiadis festivalin bu yılki yabancı konukları arasında bulunuyor.
Festival kapsamında ayrıca Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği (AFSAD), Galata Fotoğrafhanesi Fotoğraf Akademisi, Fotoğraf Vakfı, Red Fotoğraf, İzmir Fotoğraf Sanatı Derneği ortak organizasyonuyla üç kentte “1980'den 2010'a Emek Sineması'ndan Meydanlara 1 Mayıs'ın 30 Yılı” adlı sergisi açılacak, Ankara Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde “LaborComm / Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı” düzenlenecek.
Görme engellileri de unutmayan festivalde, “Başka Dilde Aşk” ve “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak” filmlerinin gösterimi sesli betimleme yöntemiyle yapılacak.(ANKA)

Birgün


13 Nisan 2010

Taksim'de 1 Mayıs sürprizi!

Taksim'de 1 Mayıs sürprizi!

Fotoğraf: Evcioğlu


İSTANBUL Valisi Muammer Güler, sendikalarla mutabakat sağlandığını ve 1 Mayıs'ın Taksim'de kutlanacağını söyledi. CHP kanlı 1 Mayıs'ı Meclis'e taşıma kararı aldı

DHA-CİHA


Vali Güler, işçi ve memur sendikalarının genel başkanlarıyla saat 13.00'de valilikte bir araya geldi ve 1.5 saat süren toplantının ardından, Taksim'e verilen izni açıkladı. Güler, olumlu bir görüşme gerçekleştirildiğini belirterek, şunları söyledi:

"Varılan mutabakat çerçevesinde 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü'nde işçi ve memur sendikaları konfedarsyonlarının öncülüğünde miting alanı olmamasına rağmen Taksim alanı, bayram kutlamasının yapılablmesi için konfederasyonlara o gün tahsis edilecektir. Hepinizin bildiği gibi kanuna göre, Taksim gösteri ve yürüyüş alanı değildir. Bu kanunun öngördüğü istisna çerçevesinde bir emek ve dayanışma günü, bayram kutlaması tarzında tahsis edilecektir. Bayram kutlamasının coşku içerisinde yapılabilmesi için valiliğimiz, emniyet müdürlüğümüz ve sendikalarla koordineli bir şekilde çalışılacaktır. 1 Mayıs'ın Emek ve Dayanışma Günü oluşu 2008 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla ilan edildi. Daha sonra ulusal bayram ve genel tatiller hakkındaki kanunda yapılan bir düzenlemede de resmi tatil olarak oldu." dedi.

ARTIK BU KABUSU YAŞATMAK İSTEMİYORUZ

Üretimin vazgeçilmez unsuru olan emeğin kutsallığı çerçevesinde emekçilerin 1 Mayıs'ı huzur ve güven içerisinde geçireceğini dile getiren Vali Güler, bunun için ellerinden geleni yapacaklarını da söyledi. Güler, şöyle konuştu:

"Önceki yıllarda yaşanan olumsuzlukların, kötü görüntülerin yaşanmaması için hertürlü gayret sarfedilecektir. Ortak tedbirlerle oradaki esasların dışına asla çıkılmayacaktır. Giriş noktalarından itibaren aramalar, özel güvenlik önlemleri düzenlecektir. Her türlü tedbir önceden planlanacaktır. Günlük hayatın en az şekilde etkilenebileceği şekilde gerekli önlemler sürdürülecektir. Benim asıl önemsediğim konu işçi ve konfederasyon başkanlarının birliktelik içerisinde ortak bir kararlılık içerisinde bu konuyu dile getirmeleri ve valiliğe yaptığı müracattır. Ortak bir karar alarak gösterdikleri birliktelik benim için önemlidir. Önümüzdeki günlerde son hazırlıkları görüşmek için sendika başkanlarına iade-i ziyarette bulunacağım. İstanbullulara artık bu kabusu yaşatmak istemiyoruz"

Görüşmeye katılan Türkiş Genel Başkanı Mustafa Kumlu, Hak-iş Genel Başkanı Salim Uslu, DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, Memur-sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, Kamu-Sen Genel Başkanı Bircan Akyıldız, KESK Genel Başkanı Sami Evren de, alınan karara karşı memnuniyetlerini dile getirdiler. Görüşmeye İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın da katdıldı. Toplantı sonrası, Vali Muammer Güler, sendika ve konfederasyon başkanlarıyla birlikte toplu fotoğraf çektirdi.

CHP KANLI 1 MAYIS İÇİN HAREKETE GEÇİYOR

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Grup Başkanvekili Kemal Anadol, 1 Mayıs 1977 Taksim'de meydana gelen olaylarla ilgili araştırma komisyonu kurulmasını isteyeceklerini söyledi. Anadol, "Kimin demokrat olduğu, kimin çetelere karşı olup olmadığının turnosol kâğıdı, o müzakere olacaktır." dedi.

CHP Grup Başkanvekilleri Kemal Anadol ve Hakkı Suha Okay, Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin ile yaptıkları görüşme sonrasında basın mensuplarına açıklamada bulundu.
Anadol, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın anayasa değişiklik paketiyle ilgili düşüncelerini beyan etmesinden sonra ortaya çıkan gelişmeleri ve yaptıkları temasları teker teker Meclis Başkanı'na sunduklarını ifade etti.
AK Parti, MHP ve BDP ile yaptıkları görüşmeyi ayrıntılarıyla kendilerine anlattıklarını ifade eden Anadol, CHP'nın gerilimi azaltma, toplumda gerginliği ortadan kaldırmaya yönelik, aynı zamanda toplumsal ve hukuksal kolaylık sağlayacak önerisini, Anayasa Mahkemesi'nin, HSYK ve parti kapatma ile ilgili maddelerin bu paketten çıkarılarak geri kalan maddelerin Meclis'te oylanması yönündeki taleplerini Meclis Başkanı'na sunduklarını dile getirdi. Anadol, Meclis Başkanı'nın kendilerinin önerilerini not ettiğini, partilerinin tezini anladığını beyan ettiğini belirterek, AK Parti Grup başkanvekilleriyle de görüşeceğini, onlarla görüştükten sonra kendileriyle ihtiyaç duyarsa tekrar görüşeceğini söylediğini aktardı.

Bir basın mensubunun AK Parti'ye götürdükleri teklifte üç maddenin mi, üç konu başlığının mı bulunduğu yönündeki soruya CHP Grup Başkanvekili Hakkı Suha Okay, üç ana başlığa bağlı maddeler olduğunu kaydetti.
"Meclis Başkanı'ndan ne istiyorsunuz?" sorusuna Okay, iktidar partisinin grup önerisi gibi gelmiş bir anayasa değişikliği teklifinin söz konusu olduğunu, Genel başkanlarının önerisine Başbakan'ın bir kabul iradesinin olduğunu, grup başkanvekilleriyle konuşulsun, Meclis Başkanı devreye girsin yönünde bir ifadesinin olduğunu hatırlattı. Okay, konuyla ilgili Meclis Başkanı'na da bilgi verilmesinin doğru olacağına inandıklarını aktardı. Okay, Başbakan Erdoğan'ın dönüşte düşüncelerinin değiştiğini söylemesi durumunda, Meclis'te uzun bir anayasa değişikliği maratonunun beklediğini ifade etti.

Okay, Anayasa komisyonundaki muhalefet şerhlerini ise yarın sabah kadar komisyona vereceklerini söyledi.
Taksim'in 1 Mayıs'a açılmasıyla ilgili bir soruya ise Okay, "Demek ki Taksim alanı 1 Mayıs etkinliklerine açılabiliyormuş. Doğru bir karar olmuştur, isabetli bir karar olmuştur." ifadelerini kullandı.
Anadol da Taksim'in 1 Mayıs etkinliklerine açılacak olmasını isabetli bir karar olduğunu, o kararı tamamlayacak o ve karar beklediklerine işaret ederek, "1 Mayıs 1977 katliamı eğer varsa derin devlet, eğer varsa devletin içinde çeteleşme 1 Mayıs 1977'de olmuştur. Rahmetli Uğur Mumcu'nun yazdıkları hala geçerlidir. Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi olarak, evvela Danışma Kurulu'nu toplayacak, bütün partilerden destek isteyecek, destek gelmezse grup önerisi olarak 1 Mayıs 1977 ile ilgili bir araştırma komisyonu kurulmasını isteyeceğiz. Kimin demokrat olduğu, kimin çetelere karşı olup olmadığının turnosol kağıdı o müzakere olacaktır. Şimdiden onu da ilan ediyoruz." açıklamasında bulundu.


http://haber.gazetevatan.com/taksimde-1-mayis-surprizi/299609/1/Gundem

28 Mart 2010

ZENGİNE ANAYASO İŞÇİYE BABAYASO

ZENGİNE ANAYASO, İŞÇİYE BABAYASO

28.03.2010

Türkiye tarihinde Anayasa tartışmaları 1960’lı yıllarda başladı. Ondan önce pek Anayasa tartışması yaşanmamıştı. “Anayasayı değiştirmek” sözü daha çok sol hareketlere karşı bir kılıç görevi üstlendi.
Zamanla devlet katında Anayasa kutsallaştırıldı. Bunun sonucu bazı devrimci gençler bile idam edildi.

Bu nedenle solun şarkılarında-türkülerinde Anayasa hep yoksul halkı ezmenin aracı olarak görüldü.
İşte size, halkın şivesiyle yazılmış iki örnek şarkı-türkü…

ANAYASO

Gara dağlar gar altında galanda,
Ben gülmezem,
Dil bilmezem,
Şavata’dan Hakkari’ye yol bilmezem,
Gurban olam, çaresi ne hoy babov...

Bebek yaniir, bebek hasda, bebek ataş içinde,
Ben fakiro,
Ben hakiro,
Dogdor, ilaç, çarşi, bazar tam takiro,
Gurban olam, bu ne işdir, hoy babo...

Çocuğ ağliir, çocuğ öliir, geçüt vermiy Zap suyi,
Parasizo,
Çeresizo,
Ben halsizo, ben dilsizo, şeher uzak yolsizo,
Bu ne haldir, bu ne işdir hoy babov...

Gara dağda, gar altında ufağ ufağ mezerler,
Yeddi ceset hetim hetim Zap suyinde yüzerler,
Hökümata arzeylesem azarlar,
Ben ketumo,
Ben hetimo,
Bu ne biçim vatandaşım hoy babov..

Şavata’dan Angara’ya ses gitmiir,
Biz gitmeğe guvvatımız hiç yetmiir,
Malımız yoh,
Yolumuz yoh,
Angara’ya ses verecek dilimiz yoh,
Ganadımız, golumuz yoh,
Bu ne biçim memlekettir hoy babov...

Yerin, yurdun adresin bilmirem,
Angara’da Anayaso,
Ellerinden öpiy Hasso,
Yap bize de bir iltimasso,
Bu işin mumkini yoh mi hoy babov...

(Şemsi Belli)

ZENGİNE ANAYASO, İŞÇİYE BABAYASO

Bu ne biçim memlekettir gardaşım,
Biz isterik anayaso,
Onlar verir babayaso,
Anası bize bakmiy,
Biz isterik gardaş ablayaso.

Dağlar başı duman hep babo, hey babo,
Köylü halin yaman hep babo, hey babo,
Demirel sana kurban, kurban, kurban,
Demirel sana heyran, heyran, heyran,
Zengine anayaso, işçiye babayaso.
Patrona anayaso işçiye babayaso.

Vekil koltuk davası, hep babo hey gardaş,
Ağasının sevdası hey babo hep babo,
İşçi köylü davası hey babo hep gardaş,
Zengine anayaso, işçiye babayaso.
Patrona anayaso işçiye babayaso.

Kuru soğanla ekmek, hepbabo hep babo,
Boşa gitti hep emek, hey babo, hey babo,
Bu mu yaşamak demek hep babo, hey gardaş,
Zengine anayaso, işçiye babayaso.
Patrona anayaso işçiye babayaso.

Çoluk çocuk aç yatiğ hey babo hey babo,
Ağa tasmayı takiy hey babo hey gardaş,
Köylü yollara bakiy hey babo hey babo,
Ağaya anayaso köylüye babayaso.
Zengine anayaso işçiye babayaso.

(Ali Avaz)

*******************************************
Soner Yalçın

Odatv.com


19 Mart 2010

Emeği ekmekle terbiye etmek

Emeği ekmekle terbiye etmek

Emeği ekmekle terbiye etmek

Çiğli İplik? Fabrikası’nda işten çıkarılanlar, Tariş Genel Müdürlüğü önünde gösteri yaptı.

14/03/2010

Başbakan gazeteciler üzerinden, çalışanlara terbiye diskuru çekerken, şu soruyu tekrar güncel hale getirdi: “Türkiye'de çalışanların iş güvencesi olsa, Başbakan bu postayı atabilir miydi?”

ZAFER AYDIN (Arşivi)

Çalışanı işten atma yoluyla terbiye etme, öteden beri kapitalizmin alametifarikasıdır.

Bazen üretimi artırmak, bazen işçiyi düşük ücretlerle çalıştırmak, çoğu zaman da sendikalaşmayı, hak aramayı engellemek için başvurulan en etkili yöntemdir işten atma. İşveren, “problemli” gördüğü işçiyi işten atar.

Böylece işten atılan cezalandırılırken, diğerleri de korkutularak terbiye edilir. İşçiyi işten atma yoluyla veya tehdidiyle terbiye etmeye çalışanlar, bu fütursuz gücü sendikalaşmanın zayıflığından ve etkin bir iş güvencesinin olmamasından alıyorlar. Patronluğu kamu yöneticiliğinden önde gelen Başbakan Tayyip Erdoğan’ın işten atma yoluyla gazetecilerin terbiye edilmesi beklentisi de aynı noktadan çıkıyor. Başbakan, izaha gerek kalmayacak bir biçimde “atacaksın üç-beş köşe yazarını bak herkes nasıl muma dönecek” demeye getirdi. Yaptığı konuşmanın demokrasi ve fikir özgürlüğü ile bağdaşmadığı yolundaki eleştirileri yanıtlarken de “tezgahtar” örneği ile bir kez daha çalışanı ekmek ile terbiye etmenin faydalarından dem vurdu.

Başbakan cümleyi gazetecilere karşı kurdu ama üslubundan ve argümanlarından bütün çalışanları kastettiği, emeği ekmek ile terbiye etmeyi, oyunun genel kuralı olarak gördüğü anlaşılıyor. Tayyip Erdoğan’ın kurduğu cümleler ve takındığı tutum, aynı zamanda AKP hükümeti elinde şekillenen iş güvencesinin nasıl bir zihniyetin ürünü olarak kalıba döküldüğünü de gözler önüne seriyor. Başbakan gazeteciler üzerinden, çalışanlara terbiye diskuru çekerken, yanıtlanması gereken şu soruyu yeniden güncel hale getirdi:

“Türkiye’de -gazeteciler de dahil- çalışanların iş güvencesi olsa Başbakan bu postayı atabilir miydi?”

Soruya yanıt vermeden önce bir saptama yapmak ve kısa bir izahatta bulunmak gerek: Türkiye’de çalışanların gerçek anlamda bir iş güvencesi hiçbir zaman olmadı. Çalışanların iş güvencesi her zaman işverenlerin iki dudağının arasında oldu. İş güvencesinin bulunmadığı koşullarda sendikalar da güçlenme şansı bulamadı. Bu yüzden iş güvencesi, işten atılmalarla önemli güç kaybı yaşayan emek hareketi için, uzun yıllar öncelikli talepleri arasında yer aldı. Ne var ki, etkili bir mücadelenin konusu olamadı. Dolayısıyla da siyasal iktidarlar da iş güvencesine yasal bir düzenleme yapmak için kendini baskı altında hissetmedi, çok istekli davranmadı. Nihayet Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) baskısıyla zoraki de olsa iş güvencesi düzenlemesi yapıldı. Başbakan Erdoğan’ın Çorum ilinden vekili Agah Kafkas’ın televizyon ekranlarından “biz çıkarttık” dediği iş güvencesi yasasını, aslında DSP-MHP-ANAP hükümeti çıkarttı. DSP-MHP-ANAP hükümeti, Ağustos 2002’de iş güvencesi yasası çıkarmış, fakat patronlar hazmetsin diye yasanın yürürlük tarihini 15 Mart 2003’e bırakmıştı. Bu arada seçimler oldu, AKP iktidara geldi ve iş güvencesi düzenlemesini 4857 sayılı iş yasasının içine yerleştirdi. AKP, “Yasayı biz çıkarttık” diye övünen Agah Kafkas’ın bilerek es geçtiği bir değişiklik yaparak, DSP-MHP-ANAP hükümetinin hazırladığı düzenlemede yer alan 10 kişiden fazla işçinin çalıştığı işyerinde çalışma koşulunu 30 kişiye çıkartarak budadı. Böylece yasanın kapsamını daralttı, kısmi iş güvencesinden yararlanabilecek insanların sayısını azalttı.

30’dan fazla işçi
AKP yasanın kapsamını daraltmıştı ama buna rağmen yasayı en azından sendikal örgütlenmeyi kolaylaştırabilecek işçi lehine bir düzenleme olarak görenlerin sayısı az değildi. Fakat uygulamadaki bütün sonuçlar ortaya koydu ki, yapılan düzenleme işçiyi haksız feshe, keyfi işten çıkartmalara karşı korumuyor. Evet, bugün 30’dan fazla işçi çalıştıran işyerlerinde altı aydan fazla kıdemi olan işçilerin işten çıkarılmasında işverenler artık geçerli bir sebebe dayanmak zorunda. Yasa sendika üyesi olanı, sendikal faaliyete katılanı, sendika temsilciliği yapanı, işveren aleyhinde idari ve adli makamlara başvuranı işten çıkaramazsın diyor. Din, dil, ırk, cinsiyet, siyasi görüş ve benzeri nedenlerle işçinin işten çıkarılmasını haklı sebep saymıyor. Fakat yasada bunların yer alması, işçi çıkarılmasını engellemeye yetmiyor. Çünkü işçiyi işten atan işverene yasanın öngördüğü ciddi bir yaptırım yok. Haksız bir biçimde işten çıkarılan ve yargı kararıyla feshi geçersiz sayılan işçinin, işvereninin önüne yasa iki seçenek sunuyor: İstersen işçiyi işe geri al, istersen -yine mahkeme ya da özel hakemin belirlediği- en az dört, en çok da sekiz aylık tazminatını öde. İşte yasayı fos çıkaran, adı var kendi yok hale getiren incelik de, bu noktadan sonra başlıyor. Elbette işverenler bu ikincisini tercih ediyor ve işçinin kıdem ve ihbar tazminatına ilaveten en fazla sekiz aylık ücreti kadar tazminat ödüyorlar. Yasanın burada işverene getirdiği küçük bir yükümlülük daha var: Seri mahkeme usulüne göre yargıtay aşaması da dahil üç ayda sonuçlandırılması gereken dava, bu süreyi aşarsa işçiye en çok dört aylık ücreti ve diğer hakları da ödeniyor.

Sadeleştirecek olursak iş güvencesi yasasından önceki dönem ile sonraki dönem arasındaki tek fark işçiyi işten atan işverenin, işçinin kıdem ve ihbar tazminatına ek olarak maksimum 12 aylık ücreti tutarında yeni bir ödeme yükümlülüğünün getirilmesi. Yapılan düzenleme işçiyi geçersiz feshe karşı gerçek anlamda korumuyor, işverene ilave tazminat yükümlülüğü getiriyor. Sonuç olarak iş güvencesi adı var ama kendi yok bir düzenleme olarak işçilerin bir işine yaramıyor. İşçinin iş güvencesi patronların iki dudağı arasında olmaya devam ediyor.

Şimdi yazının başında bıraktığımız soruya geri dönelim: Türkiye’de gerçek bir iş güvencesi olsaydı, ne sendikalar bu kadar zayıf olurdu ne de Başbakan emek terbiyecisi rolüne soyunabilirdi. Bu yüzden iş yasasının çalışanı haksız feshe karşı koruyan düzenlemenin yeniden elden geçirilmesi, işe iade mekanizmasının güçlendirilmesi ve işe iadenin olmadığı koşullarda işverenin ödeyeceği tazminat miktarının işverenin haksız feshi göze alamayacağı, caydırıcı bir miktara yükseltilmesi şart. Peki, çalışanı ekmeği ile terbiye etmeyi düstur edinmiş bir siyasal iktidar bunu yapar mı? Tekel işçileri örneğinden yola çıkarak söyleyebiliriz ki, mecbur kalırsa yapar. Tekel işçileri eylemleriyle hükümete geri adım attırdılar ve 4 Şubat 2010 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan Bakanlar Kurulu kararıyla tescilli, hükümeti 4-C’de iyileştirmeler yapmak zorunda bıraktılar.

Tekel işçileri 4-C’yi tamamen yok hükmünde saymalarına ve böyle bir perspektifle mücadele vermelerine rağmen, bir yan ürün olarak bu sonuç ortaya çıktı. Demek ki bir talebin arkasına hatırı sayılır güç yığınca, ısrarlı ve kararlı bir mücadele verince sonuç almak pek de zor değil. Yeter ki eylemle, mücadeleyle sonuç alınabileceğine inanan bir irade ortaya çıksın, yeter ki sendikacılar hükümetin sözcüsü rolünü, işçi hakları mücadelesine tercih etmesin. Yeter ki, çalışanları ekmekleriyle terbiye etmeye kalkanlara karşı, şimdi iş güvencesi için kolları sıvamanın tam zamanı diye yola çıkılabilsin...

http://www.radikal.com.tr/

8 Mart 2010

8 Mart, Dünya Emekçi Kadınlar Günü


Dünyanın Emekçi Kadınları;

"Özgür bir dünya yaratacağız" diyen Emekçi kadınlar;
8 Mart,
GÜNÜNÜZ KUTLU OSUN
"Kadınlar Özgürleşmedikçe, Dünya Özgürleşmez."



-1857 - ABD'nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda çoğu kadın 129 işçi can verdi.

-ABD'de kadın işçilerin bu katledilişi nedeniyle, Kopenhag'da 1910 yılında toplanan Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı'nda 8 Mart, Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak belirlendi. 8 Mart, 1975'te BM tarafından Dünya Kadınlar Günü ilan edildi.

Değerli kadınlarımız, Bütün dünyada İnsanın insana yaşattığı zulmün son bulmasını ve şidete karşı birlik ve dayanışmanın yükseltildiği bir mücadeleyi örmek dileğiyle, Dünya Emekçi Kadınlar Gününüzü kutluyoruz.
Emeğin yüce değer olduğu bir dünyada, hep birlikte yaşamak dileğiyle..

08.03.2010
H.ATA

"

22 Ocak 2010

İşçilerinin ateşi Türkiye'yi yakacak

İşçilerinin ateşi Türkiye'yi yakacak
22 Ocak 2010 Cuma 00:13

Eğer hükümet geri adım atmassa, ülke genelinde memur ve işçi el ele verip greve gidecek.

Ankara'nın soğuğunda eylem yapan TEKEL işçilerinin eylemi 38'inci gününde. İşçi ve memur sendikaları konfederasyonları bugün Türk-İş'te toplanarak açlık grevinin 3'üncü günündeki TEKEL işçilerinin durumunu görüştü.
Sendikalar, 26
Ocak
tarihine kadar çözüm olmadığı takdirde grev kararını belirleyecekler.
Türk-İş, işçi ve memur sendikaları konfederasyonlarını toplantıya çağırdı.

Toplantıda başta TEKEL işçilerinin durumu olmak üzere çalışma hayatının sorunlarına ilişkin çözüm önerileri konuşuldu.


Türk-İş Genel Merkezi'nde saat 15'te yapılan toplantıya Türk-İş, Hak-İş, DİSK, KESK, Türkiye Kamu-Sen ve Memur-Sen genel başkanları katıldı. Toplantıdan 26 Ocak'a kadar çözüm çıkmadığı takdirde grev kararının belirlenmesi şartı çıktı.

RAHŞAN ECEVİT İŞÇİLERİN YANINDA


Öte yandan dün gece açlık grevi yapan TEKEL işçilerine Demokratik Sol Halk Partisi'nin yeni genel başkanı Rahşan Ecevit'ten destek geldi.

Ecevit, Türk-İş'in önünde kurulan çadırda sabaha kadar işçilerle beraberdi.



http://www.internethaber.com/

14 Eylül 2009

BES- 4. DÖNEM 2. MTK.TOPLANTISI "H.ATA"

BÜRO EMEKÇİLERİ SENDİKASI

4. DÖNEM 2. MERKEZ TEMSİLCİLER KURULU TOPLANTISINA "SENDİKAL ÖRGÜTLENME VE SENDİKAL DEMOKRASİ"

Merhaba,

Değerli MTK üyeleri, saygı değer mücadele arkadaşlarım.

Sendikamızın, örgütlü mücadele sürecine önemli katkıda bulunacağına ve özelde sendikal örgütlenme konusunda yaşadığımız sorunların ve genelde , yaşanan ekonomik ve siyasal krize rağmen, toplumsal dinamiklerin hala neden harekete geçirilemediğinin nedenlerini tartışacağımıza , yöntem ve araçlarının gözden geçirileceği ve doğru çözümler üretileceğine inandığım bu kurulun, başarılı geçmesini diliyor ve hepinizi saygı ile selamlıyorum.

Arkadaşlar.

Her şeyden önce, içinde yaşadığımız toplumun iç dinamiklerini, sosyal dokusunun kendine özgü niteliklerini ve sınıfsal yapıyı doğru analiz etmemiz, stratejilerimizi buna göre oluşturmamız gerektiğine inanıyorum.

Bu gün, toplumun belirli kesimlerince bir mücadele yürütülüyor olsa bile; bulunduğumuz konumdan baktığımızda, siyasal bir yenilgi olarak alğılanmasada, sınıflararası dengelerin yeterince iyi anlaşılamamış ve anlatılamamış olmasından kaynaklı, içine düştüğümüz durum herkesin bildiği bir gerçektir..

Öyle ise, bu olgunun yeni mücadele döneminde yaşanmaması için, gerçek hedefler doğrultusunda birleşerek yeniden örgütlenme ve ayağa kalkarak dinamik bir tutum ortaya koymalıyız.. Yeni dönemin getirdiği koşullara uygun önlemler alınarak, her zamankinden farklı mücadele şekilleri belirlenmelidir..

Hiç bir şey imkansız değildir. Biri çıkar, gelir ve yapar”

O halde,yapmamız gereken şey ne olmalı?

Alternatif araştırma ve görüşlerin önünü açarak, bunlar üzerine toplumsal fizibilite çalışmaları yapılmalı ve bu çalışma sonucunu örgütlülüğün tüm kadrolarınca, benimsemesi ve ortaklaştırılması sağlanmalıdır.

Yani ; şuan içinde bulunduğumuz yapıda olduğu gibi, sözde değil özde bir birliktelik sağlanmalıdır. Yoksa; biri diğerinin önerisini, örgüt çıkarı açısından değerlendirme gereği duymadan, sözlerinin üzerini çizip atmakla, büyük bir mücadeleyi örgütlememizin olanağı olmayacağı gibi, sınıfsal bir örgüt olma iddiasınında gerçekçi olamayacağı kanısındayım.

Aksine; burada konuşan her arkadaşın, katkılarını önemseyip önerilerini , ortak doğrular etrafında birleştirip, ortak bir söylem haline getirmenin yol ve yöntemlerini bulmalıyız.

Yoksa: ne olur dersiniz ?

Burada herkes, doğru bildiği şeyleri söyleyip; yine ortak bir sonuç elde edemeden, rutin görevimizi yapmış olup; çekip gideriz.

Değerli Arkadaşlar,

İçinde bulunduğumuz çağa, kendini yenileyebilen devrimci fikir ve çözümlemelerin, yaşamda karşılık bulabilmesi için gerçekçi ve ayakları yere basan bir tutum içinde olmakla, yaşanan sorunlara acil, güncel ve etkinliği toplumsal etki yaratan süreci, sen, ben, bizim oğlan üçlemesinden hızla çıkartılıp; kitlesel bir taban üzerine oturtulmalıdır..

Yoksa; gecikme ve doğru çözüm üretilememesi durumunda düşeceğimiz durum etkin olmaktan çok edilgen ve sembolik bir sendikal anlayışa dönüşürüz ki; bu durum arzu edeceğimiz bir netice değildir. Zaten, sol siyasal hareketin dağınık görünen, her biri etkin oldukları farklı bölge ve kurumlarda kendi doğru bildiği yolda yürümeye devam etmesi (aralarında çok küçük ritüel farklılık olmasına rağmen) zaman zaman bazı etkinliklerde ittifak yapıyor olsalar da henüz (koşulların onca olumluluğuna rağmen) bir birlik ve ciddi çekim merkezi olma durumundan çok uzaktadırlar.

Mevcut bu durumdan bir sonuç çıkarmamaz gerekmez mi?

Evet; gerekir.

Hem de, bu günden başlayarak, toplumsal muhalefeti; emekten ve özgürlükten yana olan herkesi içimize alarak sınıfsal dayanışmayı ve sınıf bilincini örgütlemek zorundayız.

En azından bu dağınıklığı ortadan kaldırabilmemizin zeminin burada olabileceğine inanıyorum.

Tabi, en önemli sorun bu işin nasıl olacağı!

Gelinen noktada, mücadelemiz geniş bir destek elde edemiyor ise; geriye dönüp bir bakmamız gerekir. Birbirimizi maniple etmekten enerjimizi gerçek bir mücadeleye yoğunlaştıramadık.

Bugün, hem ekonomik, sosyal, siyasal ve hem de kültürel taleplerin en yoğun şekilde yaşandığı bir dönemden geçmekteyiz. Dünyanın yaşadığı (kapitalizm kendini en güçlü hissettiği zamanda) krizden mağdur herkesi (esnafı, işçiyi, memuru, köylüyü, işsizi, öğrenciyi ve diğer tüm toplumsal dinamikleri) içine alan, emek ve özgürlük mücadelesi çerçevesinde, sorunları ve çözümü birbirinden farklı olsa bile, yaşanan sorunun kaynağı aynı olması, ortak bir mücadeleyi örgütlememiz için yeterli bir nedendir.

Eylemlerimizi, günü birlik mesai saatine bağlı ve dar kadro eylemleri olmaktan çıkarmalıyız.

Kürt açılımı adı altında kamuoyunca tartışılan sorun, yeni bir dönemi başlatmış ve artık hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağı gibi, her türden gelişmeye ucu açık bir durumda arz etmektedir. Egemenlerce, kotrollü bir şekilde tartıştırılan Kürt sorunu, başta emek örgütleri olmak üzere, sol ve sosyalistlerin çok dikkatli bir tutum içinde olmaları gerekmektedir.. Bu süreçte, demokratik Kürt hareketine de önemli bir sorumluluk düşmektedir.. 30 yıldır devam eden ve onbinlerce insanımızın ölümüne ve onbinlerce insanımızın faili meçhul katline neden olan bu haksız savaşın bitirilmesi için, Türk ve Kürt emekçilerinin emek ve özgürlük çerçevesinde ortak bir mücadeleyi örgütlemelidir... Demokratik ve özgürlükçü bir Anayasa talebimizi her yerde dillendirmeli ve taleplerimizi içeren kendi Anayasa taslağımızı da hazırlamalıyız..

İşimiz kolay değil elbet, henüz teba olmaktan kurtulamamış, sınıf bilinci olmayan ve her daim ırkçı ve gerici kesimler tarafından bize karşı kışkırtılmaya hazır halk kitlelerinin varlığını da unutmamak gerekir.. Tarihin her döneminde, efendisine aşık kölelerin varlığını da hepimiz biliriz.

İktidar nimetlerinin küçük kırıntılarından beslenen Lümpen işçi sınıfının parçaları vardır...

Tarihler boyunca, resmi otoritenin tercihleri ile, halkın eğilimleri çoğu zaman farklı doğrultularda olduğundan tepede alınan kararların kitlelerce sindirilmesi doğal bir direnç nedeni ile uzun süreçlere yayılır. Hele bu kararlar, insanların yaşam biçimleri ile ilgili köklü değişiklikleri dayatıyorsa. Bu neden ile oldukça sancılı ve zorlu olacaktır.

Resmi karaların zorlayıcılığı ile insanlara empoze edilmeye çalışılan bir inanç ve bu inanç tarafından kesin kurallar ile yönetilmek istenen gündelik yaşam değişimi, etkileri toplumsal sorunları da beraberinde getirecektir.
Önemli olan, yoksulluk ve işsizliğin de önüne geçen bu süreci, emekçilerin lehlerine nasıl çevireceğidir..

Bu bir siyasal süreç olup; yaşanan sürecin sınıfsal ve kültürel tabanı, arka planı üzerine ciddiyetle eğilinmeli, günü birlik gelişmelere göre tepki vermekten vazgeçip uzun vadeli plan, program ve stratejiniz olmalıdır.
Eğer; örgütlenme sorunumuzun önünü açacaksa; toplum psikolojisini iyi bilen bir uzmanla çalışılmalıdır..

AKP' nin açılımıyla içinde Alevilerin olmadığı bir çalışma iki yüzlü bir çalışmadır. Aleviler bu oyunun farkındadır.. O nedenle de, taraflarını emekten ve çözümü de sol çözüm olarak açıklamışlardır. Anadolunun binlerce yıllık ve aydınlanma tarihimizin de önemli inanç ve yaşam biçime ve hümanist bir dünya görüşüne sahip; ezilen, ötekileştirilen ve asimile edilmeye çalışılan Alevi toplumsal muhalefetinin “Eşit Yurttaşlık Hakkı “ temelinde yürüttüğü başta ( AİHM,Danıştay ve Mahkeme kararlarına rağmen okutulan) zorunlu din derslerinin kaldırılması ve Diyanetin lav edilmesine yönelik taleplerinin, işe yerleştirilmede dahil, karşılaşılan eşitsizliklerin giderilmesi, “eşit yurttaşlık hakkı “ demokratik ve hukuksal temelde sahiplenmesi ve korunması yönünde mücadele ortaklaştırılmalıdır.

ÖNÜMÜZDEKİ SÜRECE İLİŞKİN

Sendikamızın yayın politikası olmalı. Bu politika sürekli ve etkin bir şeklide iş yerlerine kadar, aylık dergi, eğitim dizileri, bilgilendirici afiş ve broşür şeklinde ulaştırılmalıdır. Sendikal faaliyetleri içerisinde olan bu yayınların içeriği temelde sendikal alanla ilgili olmakla birlikte; toplumsal tüm sorunları dikkate alarak da çıkartılmalıdır.

SGK'da yaşanan yeniden yapılanma süreci adı altında çalışanlar ve özellikle üyelerimizin son iki yılda birden çok o kadar yer değiştirmişler ve sürgün niteliğinde tayin yapılmıştır ki, bunların bir çoğunun hangi birimde çalıştığını dahi bilemez durumdayız. Bunu sendikamızın şube yönetimleri ve genel merkezde bilmediği kanısındayım.

Yaşanan diğer tüm sorunlar başta olmak üzere keyfi yer değiştirmeler ve sürekli yoğun bir baskı ve “hizmetin gereği şu birimde görevlendirildiniz yazısı ile” yer değişiklikleri geçici görevlendirmeler yapılmaktadır. Söz konusu uygulama, çalışanlar arasında bir korku ve panik yaratmaktadır. Bu durum aynı zamanda, sendikal örgütlülüğümüze büyük bir darbe indirmektedir.

Bu sürece etkin bir şekilde müdahale edebilmemiz için sendikamızın ilk, SGK. 5510 sayılı kanun taslak halinde iken, müdahale edecek politika, program ve eylem ve etkinliklerde etkin bir şeklide bulunmalı idi. Yani sendikamızca, başta sosyal güvenlik kurumunda yaşanan yeniden yapılanma süreci olmak üzere hem çalışanların çalışma yaşamına ilişkin ve hem de toplumsal bir sorun olması sebebi ile insanların sağlık haklarının elinden alınmasına etkin bir şekilde müdahil olunamamıştır.

Günü birlik eylem ve etkinliklerle başta bu süreç olmak üzere şu anda tüm toplum kesimleri etkisi altına almış ve yüzbinlerce insanın işten atıldığı ve halkın giderek yoksullaştığı bir kriz döneminde bile ( günü birlik eylem ve basın açıklamaları yapılmış olsa bile) toplumsal bir muhalefeti örgütleme gücünü gösterememiştir.

Bu durum en ufak bir deyim ile sürecin iyi tahlil edilemediği anlamına gelir.

Sendikamızın içine düştüğü edilgen durumdan derhal kurtulunmalı. Etkin, tüm kesimlerin mücadele sürecine katılması doğrultusunda çoğulcu demokratik bir çalışma ve örgütlenme sürecinin başlatılması gerekmektedir. Bütün kararlar sendikalarımızın üst yönetimlerinde beş altı kişi ile değil, tabandan tavana doğru çalışarak alınmalı ve her süreçte katılımcı ve demokratik bir kültürün oturmasına olanak sağlanmalıdır. Bu durum sendika içi demokrasinin hayata geçmesi ile birlikte üyeden işyeri temsilcisine ve yöneticilere kadar herkesin kendini içinde bulduğu bir örgüt olmalıdır.

Aksine kitlelerce sahiplenilmeyen bir örgütün uzun süre ayakta kalma şansı veya kitlelerin anlayacağı bir dille kitlelere inemeyen bir örgütün, sınıfsal anlamda bir örgüt olma iddiası da olamaz.

İnsanların karnı açsa, fakirse, eğitimsiz ve sağlıksız ise, siyasal tercihini, emekten ve özgürlükten yana kullanamaz.

Egemenler; ahiret inancının ortadan kaldırılmasına izin vermezler. Çünkü; dünyada yaşanan çelişkilerin sorgulanmaması için, öbür tarafa havale ettiren bir inancı insanlara dayatmaktadır. “Öğretilmiş çaresizlik'i ” öğretmektedirler. Şükreden, sorgulamayan bir toplum yaratmak istenmektedir. Bu gerekçeyle, hümanizmaya, felsefeye, diyalektiğe ve sola karşıdır..

işte bu nedenle, öncelikle, yoksulları, emek ekseninde birleştirecek örgütü örgütlemek lazımdır..

Önümüzdeki süreçte karşılaşacağımız, bir konuya daha dikkat çekmek istiyorum.

Silahı üretenler ile sigarayı üretenler aynı uluslararası şirketler değil mi? İlaç fabrikaları da onların değil mi? Evet. Öyle ise bu sigara yasağını bu açıdan değerlendirerek baktığımızda nasıl bir tablo ortaya çıkıyor.

Burada bir çelişki yok mu?

Şöyle zenginliğin ve mülkiyetin tek elde toplanması için bireylerin ev, araba varsa birikimlerinin ve devamlı borç altına alınarak, geleceklerinin ipotek altına alınması hedeflenmektedir.

Nasıl? Çok kolay!

SGK yasasına bir paragraf ilave edilerek “sigara ve madde bağımlılığından kaynaklı kendi sağlığına zarar verenlerin sağlkı giderleri ödenmez” denilerek Başta özel olmak üzere hastanelerde sağlık giderleri hastadan alınır... Yani yıllarca sosyal güvenlik pirimi ödemiş olmasınında bir anlamı kalmayacak. Çünkü; sağlığa harcanan para bir tarafı yoksullaştırırken tekelleri zenginleştirecek... Sigara, toplumda yaygın bir alışkanlık olup; bu bağımlılık bir anda da ortadan kaldırılamayacağına göre sağlık giderleride kendilerince karşılanınca sosyal güvenlik de biriken katirilyonlarca biriken sosyal güvenlikteki sermaye birikimi büyük holding ve şirketlere ucuz sermaye olarak aktarılacaktır. Başta sağlık hakkı olmak üzere geleceğimiz elimizden alınmış olacak.

.. Memur alımına ilişkin ise

Personel ihtiyacınını, kpss sınavı ile memur almak yerine 4/b – 4/c li olarak personel istihdamı, kurumların referans mektubu ile temini sağlanmaktadır.. Hem kpss sınavı istemiyor, hemde üniversite yönetimlerinin “tarikatçı ve cemaate yakın” referansı ile daha henüz üniversite eğitimini yeni bitirmek üzere olanların kadro ve yandaş olarak kamu kurumlarında istihdamı sağlanmaktadır.. Bu konuda MYK.nın, bir çalışma yapması gerekir..

İşyeri sorunlarına ilişkin

İşyerlerinde işyeri temsilcilik odası onca çabamıza rağmen alınamamıştır. Bu da işyerinde düzenli sendikal faaliyetlerimizi sürdürebilmemizin olanağını ortadan kaldırmaktadır. İş yeri temsilcilik odalarının mutlaka alınması gereklidir.

Aylık düzenli yayınlar olarak, dergi, bildiri ve broşürler özellikle iş yerlerine ilişkin ve çalışanların güncel yaşamlarında karşılaştığı sorunlara yönelik olmalıdır. Eğitim çalışmalarına başlanıp; Öncelikle; mevcut kayıtlı üyelerimizin eğitim sürecinden geçirilerek yeniden örgütlenmesi için çalışmalar yapılmalıdır.

Özelikle Bahçelievler ve Beşevler merkezde kurulan kimlik kartı ile geçiş yapılan elektronik turnikeler vardır. Bu ise personelin günlük dışarı kaç defa girip çıktığını, dışarıda kaç dakika kaldığını bir döküm ile görebilmektedir. Örneğin, günde dört defa dışarı çıkıp sigara içmiş olsa 15 dakikadan bunu da topladığımızda 1 saat yapar. Günlük mesai 8 saat olduğuna göre bir saati dışarıda geçiren bir personelin mesai almak hakkı ölür, normal mesaisini tamamlayamamış sayılmakta. Ayda yirmi iki saat fazla çalışması gerekir. Veya yıllık izinden ayda 3 gün kesileceği bilgisi ortada dolaşmaktadır. Bu durum çalışanlar arasında hem büyük bir huzursuzluk hem de korku yaratmaktadır. Yani idarenin bu sürekli ve yoğun baskısı psikolojik sıkıntıların yanı sıra sendikal örgütlülüğümüze de katılımı etkilemektedir. Önlem alınmadığı taktirde, çalışanların bu koşullara alışması kaçınılmaz olup; korkularına göre karar vererek kendilerini çaresiz bırakanların kanatları altına sığınacak ve kendi örgütüne karşı tutum dahi alacaktır.. Bu yönde sendika yönetimimizin derhal ve ciddi olarak bir çözüm üretme yoluna gitmesi gerekir.

SGK Ankara İl Müdürlüğünce 25.08.2009 tarihinde sevk ve muayene işlemleri başlıklı bir genelge yayınlamıştır. Bu genelgede il müdürlüğü bünyesinde kurum tabibi bulunmadığından bağlı birimlerde görev yapan her kademedeki personel hasta muayene istek formuna “ kurum tabibi yoktur” açıklaması yapılmak sureti ile işyerlerine en yakın sağlık kuruluşlarına doğrudan veya sevk ile başvurabilirler denilmek sureti ile, kendilerince; kurum tabibi atanmayan birimlerde artık bundan sonra da atanmayacağının, hukuku ve yasal zeminlerini oluşturmuşlardır. SGK.da yaşanan bu konunun ciddi bir şekilde ele alıp incelenmesi çözüm üretilmesi gerekmektedir.. Buna, aykırı bir örnek verecek olursak, SGK, Beşevler Merkezince, elli kişinin üzerinde işçi çalıştıran iş yerlerine doktor yetkisi verdiği halde,yaklaşık 450 kişi çalışmış olmasına rağmen kendi kurumunda doktor yoktur ve bundan sonrada olmayacaktır.. Bu yönde MYK'nın özel bir çalışma yapmasını öneriyorum..

KESK'in 15 Ağustos, toplu görüşme sürecine ilişkin ise;

Burada, KESK'in aldığı kararı eleştirdiniz. Neden böyle bir karar aldı diye. Peki; diğer türlü bir karar alsaydı eleştirmeyip; alkışlayacakmıydınız.?

15 Ağustos sabahı cumartesi olmasına karşın, şehir dışından arkadaşlar otobüslerle Ankara'ya gelmişler ve Ankara'dan kaç kişi vardı.? İlk önce kendi tutumumuzu gözden geçirmemiz gerekmektedir..

Örgüt disiplini gereği, alınan karar sizin hoşunuza gitmese bile, ilk önce bütün kadrolarınızı çağırıp, altını dolduracak ve sonra alınmış bu kararın yanlış olduğunu eleştireceksiniz.. Etik olarak da böyle olması gerekir. Yani; KESK başkanı, işyerlerinden üyelerin yakasından tutupta eyleme mi getirecekti..! Yoksa; bir eylemin altını doldurmak sizin göreviniz değilmi?
Katkı sunmadan, eleştirme hakkınız olduğuna inanmıyorum.. !

Beni dinlediğiniz için, teşekkür ediyor. Hepinizi, saygı ile selamlıyorum.

Haydar ATA

10,09,2009

(Büro Emekçileri Sendikası Merkez Temsilciler Kurulu 4.Dönem 2.Merkez Temsilciler Kurulu Toplantısında Konuşma metni)