Atatürk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Atatürk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Ekim 2010

YOUTUBE YASAGI KALTI


YOUTUBE YASAGI KALTI










EvcioğluHaber- İnternet kullanıcılarına, beş aydır eşişimi yasak olan Video paylaşım sitesi YouTube giriş yasağı kalktı..
Erişimi, Ankara 1. Sulh Ceza Mahkemesi kararıyla 05 Mayıs 2008 de kapatılan ve 23 Ağustos 2010 yeniden bir ara açılmış olan YouTube; kapatılmasına gerekçe olan ve Atatürk'e hakaret içeren ilgili videolar siteden kaldırılmasıyla sorun ortadan kaltı.. Böylece, YouTube'nin açılmaması için hiç bir sebebin kalmadığı bildirildi..

Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, Türkiye'nin bir hukuk devleti olduğunu ve bu nedenle herkesin hukuka saygı göstermesi gerektiğini belirterek; "Nihayet bu paylaşım sitesinin yöneticileri de bu yönde hareket etmeye karar verdiler. Hukukun izlenmesinden başka hiçbir yolun geçerli olmadığını gördüler zannediyorum. Bundan sonraki aşama, yargı kararı yerine getirildiğine göre, mahkemeye müracaat edip tamamen bu filtrelemenin ortadan kaldırılması aşamasıdır." demişti..

Artık, Youtube açıldı..

EvcioğluHaber-30.10.2010

21 Haziran 2010

İlhan SELÇUK Yaşama veda etti


İlhan SELÇUK Yaşama veda etti


Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz Sahibi ve Başyazarı İlhan Selçuk'u kaybettik. Bir süredir Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi'nde tedavi gören Selçuk'un saat 13.30'da yaşamını yitirdi.

21.06.2010
.......................................................


Selçuk ölümüyle ilgili açıklama Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi'nde yapılacak. 1925 doğumlu olan İlhan Selçuk, 11 Mart'ta 85. yaş gününü yoğun bakımda geçirmişti.

Selçuk’un ölümü Cumhuriyet ailesini yasa boğdu. Cumhuriyet çalışanları gruplar halinde Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi’ne gittiler. Yarım asırdır Cumhuriyet’te köşe yazarlığını sürdüren Selçuk, aynı zamanda gazetenin Yayın Kurulu Başkanı'ydı. Berin Nadi'nin 2001 yılında ölümünün ardından Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz sahipliği görevini üstlenmiş, gazetesinin yaşatılabilmesi için yıllarca mücadele vermişti.

Cumhuriyet okuru ona "Aydınlanmanın Bilgesi" adını takmıştı. İlhan Selçuk Atatürk ilkelerinin savunucusu bir devrimci ve yurtseverdi. Adı Cumhuriyet Gazetesi'yle özdeşleşen İlhan Selçuk Cumhuriyet okurunun her sabah bir pusula gibi doğru yönü gösterdiği inancıyla izlediği bir yazardı.

İlhan Selçuk 11 Mart 1925'te İzmir'de doğdu (Nüfusunda Aydın yazılı). Babası subaydı. Bu nedenle Aydın'da başlayan, Yıldızeli ve Keskin’de süren, Şişli 43. İlkokul’da tamamlanan ilköğreniminin ardından, ortaokul ve liseyi İstanbul Taksim, Silifke ve Adana’da okudu.

1950'de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Kısa bir süre avukatlık yaptı. Ardından ağabeyi Turhan Selçuk’la birlikte 41 Buçuk ve Dolmuş mizah dergilerini yayımladı. İlk yazıları bu dergilerde yayımlandı. 1958’de Karikatür, 1959’da Taş_Karikatür dergilerinin yayıncıları arasına katıldı. Semih Balcıoğlu ile birlikte Ulus’un mizah sayfasını düzenledi.

1961’de Akşam Gazetesi’nde yazarlığa başladı. Aynı yıl Tanin’e oradan da Vatan’a geçti. 1962’de Doğan Avıoğlu, Mümtaz Soysal, İlhami Soysal ve Cemal Reşit Eyüboğlu’yla birlikte Yön’ün kurucuları arasında yer aldı ve burada da yazılar yazdı.

1962’de Nadir Nadi’nin çağrısı üzerine Cumhuriyet’te köşe yazarlığına başladı.

12 Mart 1971 öncesinde Doğan Avcıoğlu’nun çıkardığı Devrim dergisinde de yazan İlhan Selçuk, bu tarihlerde, geniş bir kesimin büyük ilgi duyarak okuduğu bir yazardı.

12 Mart sonrasında “Hoş Geldin Tanzimat Kafası” başlıklı yazısı nedeniyle Cumhuriyet kapatıldı. İlhan Selçuk tutuklandı. Açılan davada aklandı.

Ziverbey’de İşkence

Çok geçmeden sıkıyönetimce yeniden gözaltına alındı. “Ziverbey Köşkü”nde işkence gördü. “Madanoğlu Davası”ndan Sıkıyönetim mahkemesinde yargılandı ve aklandı. Yazdığı “Ziverbey Köşkü” kitabıyla, Ziverbey’deki işkence iddiaları ilk kez anlatılmış oldu. İlhan Selçuk, Ziverbey’de işkence altındayken verdiği ifadede akrostiş yöntemini kullanmıştı. İfadesinde, her tümcenin sondan ikinci sözcüğünün baş harfi yukarıdan aşağı sıralandığında “işkence altındayım” tümcesi çıkıyordu.

Demokrasi Ödülü

1991’de Nadir Nadi'nin ölümünden sonra gazetenin iflasa sürüklendiği, yazarlarının uzaklaşmak zorunda kaldıkları dönemde İlhan Selçuk, Berin Nadi ile birlikte Cumhuriyet yazarlarının bir arada tutulmasında önemli rol üstlendi. Ardından Berrin Nadi ile birlikte Cumhuriyet Gazetesi’nin bağımsızlığını koruyarak sürdürebilmesi için Cumhuriyet Vakfı’nı kurdu.

Türkiye İnsan Hakları Kurumu (TİHAK) kurucu üyesi olan İlhan Selçuk, “Türk basınında demokrasi için verdiği savaşımdan” ötürü 1997’de Sertel Demokrasi Ödülü’ne değer görüldü. 1989’da Çağdaş Gazeteciler Derneği’nin “Onur Ödülü”ne, 1994’te Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin “Basın Özgürlüğü Ödülü”nü aldı.

Ergenekon’dan Gözaltı

21 Mart 2008 günü saat sabah 04:30 sıralarında Ergenekon davası operasyonları kapsamında gözaltına alınan Selçuk, iki gün sorgulandıktan sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

30 Mart akşamı, göğüs ağrısıyla Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi’ne getirildi. 15 Nisan’da yaklaşık 6 saat süren bir by-pass ameliyatı geçirdi. Selçuk’un ameliyatını gerçekleştiren ekibin başı Doç. Dr. Atıf Akçevin, ameliyatın ardından basın mensuplarına yaptığı açıklamada, İlhan Selçuk’un 1978 ve 1984 yıllarında kalp krizi geçirdiği belirterek, hastalığın son seneye kadar tıbbi tedaviyle sabit seyrettiğini söylemişti. İlhan Selçuk’un doktorlarından Oryal Gökdemir ise gazetecilerin “İlhan Selçuk’un şu anki durumunda gözaltına alınmasının bir etkisi var mıdır?” sorusuna “Etkilememiş diyemeyiz, ama ‘tek neden budur’ demek de yanlış olur” karşılığını vermişti.

25 Mayıs’ta hastaneden taburcu olan Selçuk, 14 Ağustos 2009 günü yeniden rahatsızlanarak Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi’nde yoğun bakıma alındı. Selçuk’a ilk müdahaleyi daha önce kalp rahatsızlığı sırasında da tedavisini yapan ekipteki doktorlar Doç. Dr. Atıf Akçevin, Dr. Genco Yücel ve Dr. Zekiye Kural yaptı. İncelemeler sonucunda, Selçuk’un beyninin sağ tarafına bir kan pıhtısı gittiği ve bunun damarlarda beslenme bozukluğuna neden olduğu saptandı.

İlhan Selçuk, hastanede kaldığı süreçte okurlarıyla bağını sürdürdü. Hikmet Çetinkaya, 26 Kasım’dan başlayarak her hafta “Pazar Sohbetleriyle” Selçuk’un görüşlerini Cumhuriyet okurlarına aktardı.

Selçuk’u Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi’nde tedavi gördüğü süreçte kardeşi Ülfet Ertel hiç yanından ayrılmadı. Ağabeyi Turhan Selçuk ve Cumhuriyet çalışanlarının yanı sıra, aralarında politikacı, gazeteci, yazar, sanatçıların da olduğu pek çok kişi ve sivil toplum örgütü Selçuk’un ziyaretine geldi. Tarık Akan, Rutkay Aziz’in yanı sıra 14 Şubat’ta CHP Genel Başkanı Deniz Baykal da Selçuk’u ziyaret edenler arasında yer aldı.

Selçuk hastanede kaldığı sürede sıkça gazeteye gelmek istediğini söylüyordu. Hikmet Çetinkaya ile sohbetinde, “Gazetedeki çocuklarımı çok özledim. Tümünün gözlerinden öperim... Türkiye’nin önünde başka bir dönem var. Demokrasi ve temel hak ve özgürlükler mücadelesi. Onun için Deniz Baykal’ı eleştirin ama vurmayın! Bu dönemde yol haritamız demokrasi, temel hak ve özgürlükler olacaktır. Atatürk milliyetçiliği de budur zaten.” diyordu.

Selçuk, son olarak 23 Mart Salı günü Cumhuriyet Gazetesi’ni ziyaret etti. Yedişer sekizer kişilik gruplar halinde Selçuk’un odasına gelen Cumhuriyet çalışanlarıyla sohbet etti, şakalaştı. Bu “Aydınlanma Bilgesi”nin Cumhuriyet’i son ziyareti oldu.

İlhan Selçuk KİMDİR?

1925 yılında Aydın'da doğan İlhan Selçuk, Cumhuriyet Gazetesi başyazarlığını yapıyordu. Pazartesi hariç, haftanın 6 günü yayımlanan Pencere köşesini yazan İlhan Selçuk, aynı zamanda gazetenin yayın kurulu başkanlığını yapıyordu.

1950'de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Avukatlık, matbaacılık, dergi ve gazetelerde yazı işleri müdürlüğü yaptı. İlk yazıları 1952 yılında 41 Buçuk isimli mizah dergisinde çıktı. 1963'den günümüze Cumhuriyet gazetesinde makale yazarlığını sürdürüyordu.

ESERLERİ

Uzak Komşu Rusya'dan Gezi Notları (1967) - Gezi notları

Mustafa Kemal'in Saati (1969) - Belgesel yazılar

Yüzbaşı Selahattin'in Romanı (2 cilt, 1973/1975) - Roman

Güzel Amerikalı (1976) - Gezi notları

Sovyetler, İran, Amerika İzlenimleri (1976) - Gezi notları

Yeni Kırallar, Yeni Soytarılar (1976) - Belgesel yazılar

Ağlamak ve Gülmek (1982) - Belgesel yazılar

Düşünüyorum Öyleyse Vurun (1984) - Belgesel yazılar

Görülmüştür (1986) - Belgesel yazılar

Ziverbey Köşkü (1987) - 12 Mart dönemi tutukluluğu anıları

Japon Gülü (1988) - Gezi notları

Enel Hakk'ın Hakkı - Cumhuriyet gazetesinde çıkmış, Alevi-Sünni konularında yazılmış çarpıcı yazıları içermektedir. Bazı Bektaşi Fıkraları ile okuyucu eğlenerek bilgilendiriliyor.

İskele Sancak Sol - Sağ - Şeriat

Düşünüyorum Öyleyse Vurun

http://www.haberakis.com



"Dünya; Kötülük yapanlar değil, seyirci kalıp hiç birşey yapmayanlar yüzünden tehlikeli bir yerdir."

Albert Einstein


20 Ocak 2010

Eğitim-Öğretim Kurumlarımız Bu Zihniyetli Kişilerden Arındırılmalı

Active ImageEğitim-Öğretim Kurumlarımız Bu Zihniyetli Kişilerden Arındırılmalı

  • Linç girişimleri yükselişte,
  • Lise Koridorlarında Alevi Kız Öğrenciye Tarih Öğretmeni’nin Attığı Dayak…
  • Öğretmen Kılığında Bir Şeriatçı Faşist…
  • Eğitim –Öğretim kurumlarımız bu zihniyetli kişilerden arındırılmalı.
Basına ve Kamuoyuna

Gün geçmiyor ki; ülkemizin bir köşesinden Aleviler’e ve öbür ötekileştirilmişlere yönelmiş bir linç, sürgün, hakaret, aşağılama, darp haberleri gelmesin.

Biga Edirne, Erzurum, Manisa’da olanlar… Tahrik edilmiş, kışkırtılmış, akılları başlarından alınmış, ağızlarında şeriatçı sloganlar, ellerinde sopa, balta ve pompalı tüfeklerle; “Ötekiler”e hücum eden güruh. Ya önlerinde, ya arkalarında onların işlerini kolaylaştıran güvenlik-belediye görevlileri…

İzmir, İstanbul, Ankara’da Belediye işçileri, itfaiye işçileri ve Tekel işçilerine yönelmiş panzerler, biber gazları… Başbakan’ın meclisten yükselen sesleri, işçileri suçlayan cümleleri…

İstanbul Dolapdere’de Kürtlerin üstüne Romanları salan anlayış, Manisa-Selendi’de Romanlar’ın üstüne Türkleri, Edirne’de Türkler’in üstüne Türkleri salıyor. Mazlumun zalime, zalimin mazluma dönüştürülebildiği ,linç kültürünün geliştirilip özendirildiği bir ortam.

Ve Alevilere “İlkel” diye ekranlarda bağıran bir şair bozuntusu, Show Radyo’da “Bankaların ışık söndürmesini “Alevilerin Mum söndü”süne.....

Derken; son haber Sivas’tan geldi.

Atatürk Lisesi Tarih Öğretmeni Orhan Paşazade sınıfta öğrencilerinin dini’ni, mezhebi’ni, inancı’nı merak etti. Yetinmedi Alevi bir kız öğrenciyi okul koridorunda kıyasıya dövdü. “Ona senin yaşındakiler anne oluyor, git evlen” dedi. Çocuk rapor aldı.

Bu öğretmen kılıklı faşist adam, adında “Atatürk” sözcüğü olan bu lisede, Cumhuriyetin kurulduğu bu şehirde, Sivas’ta Alevi bir kız öğrenciyi dövmedi aslında. Tüm Sivas’ı, Sivaslılar’ı dövdü. Alevi-Sünni herkesi….

Yıllardır uygulanan eğitim-öğretim politikalarının ürünüdür tüm bu olanlar. Nasıl öğretmenler, nasıl gençler, nasıl yeni nesiller yetiştirdiğimizin işaretidir.

AKP, bir yandan “Açılım” üstüne “Açılım” yaparken, Açılım belirtileri uç vermeye başladı.

Milli Eğitim Bakanlığı’nı, Sivas Valiliği’ni, Sivas Cumhuriyet Savcılığı’nı, Sivas Milli Eğitim Müdürlüğü’nü, Sivas’ta kurulu Demokratik Kitle Örgütlerini, Sendikaları, Odaları, Basın Kuruluşlarını, Ticaret ve Sanayi Odasını, Lokantacılar Odasını, Sivas Spor yöneticilerini, Sivas Barosunu, Siyasi Parti İl Başkanlıklarını göreve çağırıyoruz.

Ya kardeşlik, ya kardeşlik. (Düşmanlık demeye dilimiz varmıyor)

Bu vahşi saldırıyı içine sindirebilen, yetinmeyip üstünü örtmeye çalışan, dayak yiyen öğrencinin velisini davacı olmaması için iknaya gayret eden, işbirlikçi Cem Vakfı Sivas Şubesi yöneticilerini kınıyoruz.

Bu barbarlığı, bu düşmanlığı, bu ayırımcılığı önleyin lütfen.

Madımak katliamını yaratan o kör, o düşman, o çağdışı düşünceyi mahkum edin.

Unutmayın; o Alevi kız öğrenci hayatı boyunca unutmayacak hangi nedenle dayak yediğini.

Ve unutmayın; o çocuk, sizin çocuklarınızın içinde sorgulandı ve dövüldü.

15.01.2010

Genel Başkan Ali BALKIZ

3 Ocak 2010

Turşu kansermi yapıyor

Turşu kansermi yapıyor
Tevfik AKAN/DHA- 3 Ocak 2010
Turşu kanser yapıyor
Beslenme şekli çağın hastalıkları arasında ilk sırada yer alan kansere neden oluyor. Prof. Dr. Salim Başol' a göre özellikle sofraların vazgeçilmezi turşuya dikkat etmek gerekiyor.
Erzurum Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Salim Başol, çağın hastalıkları arasında gösterilen kanserden kurtulmak için teknolojik ürünlere ve yiyeceklere dikkat etmek gerektiğini söyledi.Erkeklerde prostat, kadınlarda meme kanserinin en çok görülen türler olduğuna işaret eden Prof. Dr. Başol, sigara dumanında 35 farklı kanserojen madde bulunduğunu belirtti.

Güneş Vakfı tarafından düzenlenen sohbet toplantısına katılan Prof. Dr. Salim Başol, kanser konusunda çarpıcı açıklamalarda bulundu. Prof. Dr. Başol, dünyada her yıl yaklaşık 11 milyon insanın kansere yakalandığını, bunlardan bir milyon 500 bininin yaşamını yitirdiğini ifade etti. Sigaranın zararlarını saymaya gerek olmadığını kaydeden Prof. Dr. Selim Başol, “Sigara dumanında 35 ayrı kanserojen madde var.

Ama bunun yanında bazı teknolojik ürünlerde radyasyon yaydığı için kansere davetiye çıkartıyor. Sürekli kullandığımız cep telefonları, bilgisayarlar, içinde yaşamak zorunda bırakıldığımız yüksek gerelim hatları ve baz istasyonları yaydıkları radyasyon nedeniyle kansere ikinci derecede neden oluyorlar. Kanser erkeklerde prostat, kadınlarda ise meme kanseri olarak karşımıza daha çok çıkıyor. Bunların yanısıra artık yemek kültürümüzü de değiştirmek zorundayız. Tuzlu yiyecekler, turşu, kızarmış ve yanmış et, isli ekmek ve bayat yiyecekler de kansere neden oluyor” diye konuştu.

Prof. Dr. Salim Başol, son yıllarda kanser vakaları ve ölümlerinin kalp hastalıklarına bağlı ölümlerin önüne geçtiğine de dikkat çekerek 40 yaş üstündeki kişileri yaşamlarına daha çok dikkat etmeleri konusunda uyardı.

*http://www.hurriyet.com.tr

5 Aralık 2009

TÜRKİYE O GÜN BİR KAFESE KONULDU

Tan Gazetesi yağmalandı "1945" TÜRKİYE O GÜN BİR KAFESE KONULDU

04 Aralık 2009






Tan Matbaası’nın binlerce kişi tarafından yağmalanmasının üzerinden 64 yıl geçti. Yayıncı Ragıp Zarakolu’ya göre, Türkiye o baskınla kafese kondu ve o kafesten bir daha da çıkamadı.
Bugün 1945’te gerçekleşen Tan Matbaası Baskını’nın yıldönümü. Tan Gazetesi’nin ve matbaanın sahipleri TKP’li Sabiha Sertel ve eşi Zekeriye Sertel 1 Aralık 1945’te haftalık düşünce dergisi Görüşler’i çıkartmaya başladı. Dergi çıktığı gün tükenerek ikinci baskısını yaptı. Görüşler’i “kızıl propaganda organı” olarak lanse eden Cumhuriyet ve Tanin gibi gazetelerde Sertelleri ve komünistleri hedef gösteren çok sayıda yazı yayınlandı. Ama baskının örgütlenmesinde milat Hüseyin Cahit Yalçın’ın yazısı oldu. Tek parti iktidarı döneminde CHP’nin sözcülüğünü yapan Vatan Gazetesi’nde 3 Aralık 1945’te Hüseyin Cahit Yalçın imzasıyla “Kalkın ey ehl-i vatan” başlıklı bir yazı yayınlandı. Namık Kemal’e göndermede bulunan Yalçın, bu yazıda vatanseverleri komünistlere karşı tavır almaya, memlekete sahip çıkmaya davet ediyordu. Davet faşist üniversite gençliği nezdinde daha o gece yanıt buldu. Yazı öğrenciler arasında elden ele dolaştı. CHP’li görevliler de İstanbul’daki bütün öğrenci yurtlarını tek tek dolaşarak 4 Aralık’ta Beyazıt Meydanı’nda yapılacak mitinge çağrıda bulundu.
DEMİREL, SELÇUK, BİRGİT, GÖĞÜŞ…
Ertesi gün aralarında eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, eski bakan ve Cumhuriyet gazetesi yazarı CHP’li Orhan Birgit, eski bakan CHP’li Ali İhsan Göğüş, Cumhuriyet Gazetesi başyazarı İlhan Selçuk gibi pek çok ismin de bulunduğu on onbeş bin kişi meydanda buluştu.
Hedef belliydi. Gençler, ellerinde Atatürk ve İnönü posterleri, “Kahrolsun Komünistler”, “Kahrolsun Serteller” pankartlarıyla Cağaloğlu’na doğru yürüyüşe geçti.
Tan Matbaası önce taşlandı. Cam çerçeve indirildikten sonra içeri girildi. Tüm katlar yağmalandı, baskı makineleri parçalandı; telefonlar, daktilolar pencerelerden aşağı atıldı. Son olarak da binanın tepesine Türk bayrağı dikildi. Matbaayı tamamen yıkan galeyana gelmiş topluluk bununla da yetinmedi. Yürüyüş Taksim’e doğru devam etti.
Tünel’de Yeni Dünya ve La Turquie gazeteleri, sol kitaplar satan Berrak Kitabevi de bu yağmalamadan payını aldı. Polis saatlerce süren olayları izlemekle yetindi.

TEK TUTUKLANAN SERTELLER
Olayın ardından Sıkıyönetim Komutanlığı bir bildiri yayınlayarak olayların failleri hakkında derhal gereğinin yapılacağını açıkladı. Ama,faillerden hiçbiri yargılanmadı. Olaydan bir hafta sonra Serteller “halkı tahrik etmek”, “Meclis’in ve hükümetin manevi şahsiyetlerine hakaret etmek” suçlarından tutuklandı. Dört ay tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakılan Serteller polis tarafından takibe alınarak yazı yazamaz duruma getirildi. Sertel çifti, 1950’de de ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.

MANTALİTE DEĞİŞMEDİ

Belge Yayınları sahibi Ragıp Zarakolu, Tan baskınının Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde bir milat olduğunu, Türkiye’nin yarım demokrasisinin temellerinin bu baskınla atıldığını söyledi. Bu baskının ardındaki zihniyetin askeri darbelerin de önünü açtığını vurgulayan Zarakolu, şu değerlendirmelerde bulundu:
“Türkiye o baskınla kafese kondu. O kafesten bir daha da çıkamadı. Bu zihniyet askeri darbelerin de önünü açtı. Tan Gazetesi’ni basan kadrolar 55’te de 6-7 Eylül olaylarında karşımıza çıkmış, İstanbul’u yangın yerine çevirmişlerdi. AKP’nin de bundan ders çıkarması gerekir. Ben çoğunluğum, her şeyi yaparım mantığından çıkılmazsa herkesin sırası gelir.”
SEVGİM DENİZALTI

http://www.birgun.net

1 Aralık 2009

Aleviler yeni solun peşinde

  • Devrim Sevimay Soru-Cevap
  • dsevimay@milliyet.com.tr
  • SORU-CEVAP’IN KONUĞU ALEVİ BEKTAŞİ FEDERASYONU GENEL BAŞKANI ALİ BALKIZ

    Aleviler yeni solun peşinde

30 Kasım Pazartesi 2009

Alevi Bektaşi Federasyonu’nun (ABF) bir süredir ciddi bir araştırma-tartışma faaliyeti içinde olduğu biliniyordu. Ancak; Genel Başkan Ali Balkız’a ne zaman “Anlatma aşamasına geldi mi?” diye sorsak, aldığımız yanıt “Henüz değil” oluyordu. Sonunda bu hafta “Tamam” dedi Balkız, “Çok ayrıntıya girmesek de artık konuşabiliriz”. Biz de hemen sorduk:

İlk ne zaman başladınız bu çalışmaya?
Son yerel seçimlerden iki hafta sonra seçim sonuçlarını, Alevilerin rolünü ve taleplerini değerlendiren bir deklarasyon yayımladık. Orada dedik ki “Bu parlamentodan bize umut yok. Oysa bizim sorunlarımız siyasi sorunlardır, siyaset çözecektir ve Meclis’te çözülecektir.” Bunu deyip, tüm Türkiye’deki Alevileri ve sosyal demokratları bu tespitimizi tartışmaya davet ettik. O gün bugündür de tartışıyoruz.

Kaç yer gezdiniz?
Sayıyı hatırlamıyorum, ama toplantı yaptığımız il sayısı 22. En son Ankara ve İstanbul kaldı. Şimdi bu ay da onları tamamlayacağız.

Türkiye için büyük umut

Eşzamanlı olarak bazı aydınların, akademisyenlerin, sivil örgütlerin toplantılarına da katıldınız galiba...
Evet, “Nasıl Bir Türkiye İstiyoruz” sorusuna ortak yanıt veren partileşme arayışı içindeki o kesimlerle de diyaloğumuz kesin bir biçimde sürüyor.

Kimler var bu partileşme arayışı içinde?
Çeşitli akademisyenlerin (Ahmet İnsel, Mithat Sancar, Fuat Keyman, Erol Katırcıoğlu...) ve Ufuk Uras, DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi). Bir de SHP yeni arayışlar içersinde.

Bu üç hareketin birleşme olasılığı var mı?
Bunların birleşebilme olasılıkları yüksek, olanakları da var. Aynı şeyleri düşünüyorlar çünkü. Bizim de bunlarla birlikte olmak gibi bir amacımız var. Hepimiz diyalog halindeyiz.

Bu üçlü grubun ve sizin üzerinde en anlaşamadığınız madde nedir desek, ne örnek verirsiniz?
Henüz bir anlaşmazlık yok. Her şey çok olumlu gidiyor ve bu Türkiye için büyük bir umut.

2010 veya 2011’deki bir seçime katılabilecek misiniz?
O amaçlanmış vaziyette. Önümüzdeki ocak ayında adı konmuş olur.

Hangi partiye alternatif olacaksınız?
Ne AKP’ye, ne CHP’ye, ne MHP’ye, ne de DTP’ye; hepsine. Çünkü biz düzene alternatif olacağız. Bunun için yeni bir sol söylem, sosyal demokrat yeni bir heyecan, yeni bir dil, yeni kadro...

“Yeni bir fantezi”? Böyle bakanlar da çıkacaktır...
Yeni bir fantezi olmayacak, olmaz. Çünkü adını andığımız çalışmayı yürüten arkadaşlarımızın hepsi ve biz son derece heyecanlıyız. Son derece inançlıyız. Temiziz. Halka güveniyoruz. Halkın içindeyiz. Halkın dilini, sıkıntılarını, beklentilerini biliyoruz. Dürüstüz. Onlara yalan söylemeyeceğiz. Biz onlara çıkış yollarını göstereceğiz.

“Biz” derken kimlerin partisi olacak bu?
Bu bir kitle partisi olacaksa eğer, kuşkusuz ki her kesimden insan olacak. Ama kimler olmayacak, ben size onu söyleyeyim: Yorulmuş. Güvenini kaybetmiş. Halkı küçümseyen. Geleceğe dair umutlar taşımayan. İçimize rekabet, bencillik, bireycilik hastalıklarını sokacak. Bunların hiçbiri olmayacak.

Peki o 22 ildeki Alevilerde yeni bir parti heyecanı gördünüz mü?
Düzenlediğimiz toplantılara katılan Alevi olanlar ve olmayanlarda dört eğilim tespit ettik:
1- “Elinize, yüreğinize sağlık. Bu bir ihtiyaçtı. Tam zamanıdır. Yanınızdayız” diyenler.
2- Türkiye Birlik Partisi ve Barış Partisi deneyimlerini anımsatarak “Aman ha, o konuma düşmeyin” diye uyaranlar. 3- CHP’ye bel bağlamış, belki gelecek sene belediye başkanı veya encümen üyesi olurum diye bekleyenler.
4- “Ya nereden çıktı bu, CHP’yi niye bölüyorsunuz, gelin hep beraber Baykal’ı indirelim” diyenler.

Bu dördüncüsü çok tartışıldı; siz ne diyorsunuz?
Yapsa Altan Öymen yapardı. Kaldı ki Baykal olmadığında dahi CHP’deki o zihniyet orada yaşamaya devam eder. O yüzden zaten diyoruz ki, yeni bir parti şart. arkadaşımızın yer aldığı bir çalışma grubu var. Bir başka hareket, 10 Aralık Hareketi (Burhan Şenatalar, İbrahim Kaboğlu)

ALEVİLER-AKP
‘DERSİM DERSİM OLDUĞU SÜRECE AKP’YE OY ÇIKMAZ’
Baykal “Alevilerden sana hayır yok, başka kapıya Başbakan” dedi; doğru mu?
Evet gerçekten Alevilerden Sayın Erdoğan’a hayır yok, ama Baykal’a da olmamalı.

Başbakan Tunceli’yi hep çok istemişti; ilk seçimde milletvekili çıkarabilir mi sizce?
AKP, AKP olduğu, Dersim de Dersim olduğu sürece AKP oradan milletvekili çıkartamaz. Çünkü Dersimliler yağmurdan kaçarken doluya tutulmuş olduklarını dokuları gereği hemen fark ederler.

Ama ya mesela din dersini zorunlu olmaktan çıkarırsa?
Ah keşke, ama o zaman da varlık nedenlerini ortadan kaldırmış olurlar. AKP’yi bugün iktidara getiren 12 Eylül’den sonra başlayan zorunlu din dersleri sürecidir çünkü.

Dersim’le beraber AKP’nin Sünni-Hanefi partisi kimliğinden uzaklaşmaya başladığı görüşüne katılır mısınız?
Bu görüş sahipleri böyle olmasını arzu ediyor veya çok iyimser olabilirler, ama bakın şöyle de önemli bir veri var elimizde: Diyanet İşleri Başkanlığı geçtiğimiz günlerde bir “Strateji Belgesi” yayımladı. Orada dini ve kurumu tehdit eden çalışmalar listesi vardı. Listeye din kültürü ve ahlak bilgisi eğitiminin zorunlu olmaktan çıkartılmasını istemek ya da isteyenler de konmuş.

Yani siz?
Evet biz. Bu bir listedir. Ergenekon
da bir liste yapmıştı; bu da bir liste. Ergenekon’un listesi demokrasi düşmanlarının, darbecilerin listesi. Bu liste ise ne kötü ki devletin anayasal bir kurumunun listesi.

Siz hükümetin de bu listenin arkasında durduğunu mu düşünüyorsunuz?
Biz “Hedef gösteriliyoruz” dedik, ama Alevilik çalıştayları yapan sayın Bakan, sayın Moderatör, sayın Bakanlar Kurulu, sayın parti yöneticilerinin hiçbiri çıkıp hükümetin bu listenin arkasında olmadığını söylemedi.

ALEVİLER-CHP
‘İSTERLERSE CHP’Yİ BARAJIN ALTINDA BIRAKIRLAR’
Aleviler CHP’yle bir yol ayrımına geldi mi?
CHP bu kez baltayı taşa vurdu. Dersim, Alevilerin bu kadar peşin CHP’ye teslim olup olmayacaklarını belirleyen bir milat olacak. Bakarsanız, tepkilerin önü arkası kesilmiyor. 13 Aralık’ta bile Tunceli Dernekleri Federasyonu Kadıköy’de büyük bir miting yapacak.

Değişen ne?
Dersim olayı sayesinde CHP’nin bir yönü daha artık çok iyi bilinir hale geldi: CHP geçmişteki “Türk ve Sünni” tipolojisi yaratma amacını hâlâ sürdürüyor. Zaten parti programlarında, seçim çalışmalarında böyle olduğu görülüyordu, ama bu şimdi tamamen ortaya çıktı.

Yalnız geçmişte de böyleyse o zaman niçin yıllardır Aleviler CHP’ye oy veriyor?
Çaresizlik ve seçeneksizlik. Bir tarafta kendilerini kandıran var, ama öbür tarafta da doğrudan canlarına kastedercesine tehdit eden bir yapı var. Aleviler de çaresiz yıllardır kandırılmaya razı oluyor.

CHP nasıl kandırıyor sizi?
Aleviler hep varolduğunu sandıkları, ama aslında hiç varolmamış olan “laikliği” korumak adına CHP’ye oy verirler. Oysa Atatürk’ün kurduğu köy enstitülerini ne hazindir ki CHP kaldırdı. İmam hatip okullarının en çok açıldığı yıllar koalisyonda Ecevit’in olduğu yıllardır.
Din eğitimi hep devam etti. Diyanet devam etti. Alevilerin kimlikleri, kişilikleri yok sayıldı.
Aktif politika içersinde Alevilere hep seçmen rolü verildi. CHP onlara hep “Siz durun durduğunuz yerde, bize oy verin, biz sizin adınıza siyaset yaparız” dedi.

Baykal hâlâ randevu verecek
Bırakın diğerlerini, Arif Sağ CHP’den seçilmedi mi?
Alevi kimliğiyle Arif Sağ siyaset yapabildi mi? Önemli olan bu. Bakın şu son yerel seçimlerde bile kazanabilecek, 20 değerli ismi belirleyip, Baykal’dan randevu talep ettik, hâlâ bize randevu verecek. Biz de listemizi Sav’a, Ateş’e verdik, ama 20’de sıfır çektik.
Önerdiğimiz bir tek adayımızı dahi listelerine almadılar. Örneğin İzmir’de bu seçimlerde yanılmıyorsam 30 belediye başkanı seçildi, ama sadece bir tanesi Alevi. Oysa CHP’nin İzmir’de aldığı oyların yüzde 50’si Alevilerindir.

Ama yine de çoğu gidip mührü CHP’ye basmıyor mu?
Elim kırılsın vermez olaydım, yine mi mecbur kaldım, diyerek... Çünkü CHP’den daha kötü bir seçeneğe asla gitmez Aleviler. CHP de bunu bildiği için zaten bu kadar rahat davranıyor.

Peki, o zaman neyin miladı olacak Dersim?
Biz bütün yurdu geziyoruz, Alevilerin nabzının nasıl attığını kavrıyor ve biliyoruz. Bir kez daha CHP’yle hesaplaşmak gerektiğinin bilincindeler. Çünkü Aleviler eğer isterlerse sandığa gitmedikleri zaman CHP’yi barajın altına nasıl düşürdüğünü, bu güçleri olduğunu biliyorlar.

ALEVİLER-ATATÜRK
‘ALEVİLER ATATÜRK’LE DERSİM’İ YAN YANA GETİRMEZ’
Siz Dersim olayına katliam mı diyorsunuz, soykırım mı?
Katliam. Soykırım sistemli, süreli bir zürriyetini kurutma hareketidir. Bastırma yöntemlerine baktığınız zaman ne Şeyh Sait ne de Dersim isyanında bundan bahsedemeyiz.

“Aleviler niye alınıyor, Dersim’de Aleviliğe değil, feodaliteye operasyon yapıldı” diyenlere yanıtınız?
Dersimliler aynı zamanda aşirettir, Kürttür ve Alevidir. Dersim halkı bir bütündür. Evet, aşiretler arası bazı kıskançlıklar, çelişkiler söz konusudur, ama Dersim’de hangi sıfatı ikincil sayarsanız diğeri küser. Kimlikler iç içe geçmiştir.

Cumhuriyet’in Alevilere sahip çıktığı dönem hangisidir?
Hangi dönemden bahsedebiliriz? Aleviler elbette Cumhuriyet’le birlikte Osmanlı’nın zulmünden kurtulup kul statüsünden yurttaşlık statüsüne geçmiş olmanın ne anlama geldiğini biliyorlar. Ama Birinci Meclis’te sekiz Alevi milletvekili var, sonra sıfır. Aleviler tek parti döneminde de sonrasında çok büyük sorunlar yaşadılar. Mesela bir 1924 Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması Kanunu vardır ki Aleviler bu kanunu pek bilmek istemezler bile. Çünkü onlar Atatürk’ü çok severler, sevmekte de haklıdırlar. Buraları irdeleyenlere baktıkları zaman o gerçeği görmek istemez, anımsamak istemezler.

Aleviler Dersim’le Atatürk’ü yan yana getirirler mi?
Hiç getirmezler. Atatürk’e laf söyletmemek için o yıllarda hastalığıyla uğraştığını, ülkenin iç ve dış işleriyle çok fazla ilgilenemez olduğunu varsayarlar.

Sizce gerçek bu mudur?
Bunu tarihçilere sormak lazım.

Bu konular tartışıldıkça sizce Alevilerin Mustafa Kemal ile Hz. Ali’yi dahi birleştirdikleri o bağ sarsılabilir mi?
Hayır, bir kere Atatürk ile CHP, hele de bugünün CHP’sini özdeşleştirmek veya 1923’le 2009’u özdeşleştirmek mümkün değildir. Zorunlu din eğitiminin 16 yıl süreyle verilmediği, “Devletin dini İslamdır” ifadesinin kaldırıldığı, Meclis’teki yemin sözcüklerinin değiştirildiği, pozitivist bir anlayışın öne çıktığı o yıllar Mustafa Kemal’in hayatta olduğu yıllardı. O nedenle Aleviler hangi gerçeği görürlerse görsünler, Atatürk onların gözünde bu modern devleti kuran, bu devrimleri yapan, bizi başka bir dünyaya davet eden büyük önder olmaktan çıkmaz, çıkmayacaktır. Ama varsa orada bir gerçek, onun da görülmesinde yarar var.

ALEVİLER-KILIÇDAROĞLU
‘O, BİR DÜŞÜ KIRDI’
Bu tartışmadan sizce Kemal Kılıçdaroğlu nasıl çıktı?
Bir düşü kırdı Kılıçdaroğlu. Sadece Aleviler için değil sol, sosyal demokrat, bütün seçmenlerde büyük bir sempati yaratmış, ender bir portreydi. Ama sözünün arkasında durmadığı anda diğer herhangi bir politikacının konumuna düştü. Güzel bir portre orada dururken, kendisi yaptı demeyeyim, ama gitti cahilin teki üzerine bir çizik attı, bir karakalem çizdi.

ALEVİLER-AÇILIMLAR-ÇALIŞTAYLAR
‘ALEVİLERİ PAZARA ÇIKMIŞ MAL GİBİ GÖRÜYORLAR’
Şimdi hemen her partinin Alevilere yönelik bir açılım paketi var...
Çünkü Aleviler kendilerini öyle bir gösterdiler ki mecbur kaldılar açılım yapmaya. Bahçeli, Baykal, Erdoğan, diğer parti sözcüleri... Şu günlerde hepsi Aleviliği tartışıyor. Ne kadar da büyük bir madenmiş ki bu Aleviler, paylaşamıyor kimse. O diyor ki en çok ben seviyorum, öbürü diyor ki hayır ben. Sanki Aleviler pazara çıkmış mal gibi onun üzerinden pazarlık yapıyorlar.


Samimi bulduğunuz yok mu hiç aralarında?

Hayır yok, ama onların bize samimiyetlerini kanıtlamak gibi bir ödevleri var. Biz bugüne değin o kadar çok acılar yaşadık ve sonra o kadar çok yüceltildik, yükseltildik ki... Özalların, Demirellerin dillerinde yüce dağlara çıkartıldık. Asil yurttaşlarsınız, birinci sınıf vatandaşlarsınız, sizi seviyoruz, çok seviyoruz, hatta âşığız size dediler...
Ama somutta bunların hiçbir şeye tekabül etmediğini gördük. Bizim sütten ağzımız yandı, artık yoğurdu üfleyerek yiyoruz. Mesela AKP bir çalıştay başlattı; Cumhuriyet tarihinde ilk kez olan bir şey bu. Daha önce hiçbir hükümet “Ey Aleviler siz ne istiyorsunuz kardeşim” diye sormamışlardı; AKP sordu.

O zaman niye hâlâ ikna olmuyorsunuz, acaba haksızlık mı yapıyorsunuz?
Haksızlık yapmak istemeyiz, ama bir kere Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, Danıştay’ın, idare mahkemelerinin bizle ilgili kararlarını uygulamıyor. Anayasal suç işleme pahasına yapmıyor bunu.
Üstelik mesele sadece mahkeme kararları da değil; Madımak’ın müze olması için bir hükümet “Benim param yok kardeşim” diyebilir mi? Bu tam da ipe un sermek değil de nedir? Keza Alevi köylerine gönderilen imamlar, müezzinler... Gittikleri yerlerde işsizler. Diyanet İşleri Başkanlığı bir genelgeyle geri çekemez mi? Bunları yapmak için çalıştaylara gerek mi var?

Sizce bu çalıştayların sonunda ne çıkacak?
Ya “Ey Aleviler kusura bakmayın, Türkiye henüz böyle bir açılıma hazır değil, bunu zamana bırakmak lazım” diyecekler. Ya da o çalıştaylara katılan bazı Alevilerin bizle alakası olmayan istemlerini bütün Alevilerin istemiymiş gibi kabul edip “Bakın işte biz yaptık, oldu” diyecekler. Bu iki olasılıktan çok korkuyoruz. Çünkü ne yazık ki Cumhuriyet’in kuruluş aşamasındaki tek tip yaratma çabası hâlâ sürüyor.

Bunu söyleyerek CHP’yi, AKP’yi, MHP’yi aslında aynı kefeye koymuş oluyorsunuz?
Zaten yok ki birbirlerinden farkları; al birini vur ötekine. Bir kere üçü de yüzde 10’da mutabıklar. Anayasayı değiştirmemekte, değiştireceksek nasıl değiştireceğimiz konusunda mutabıklar. Diyanet’in varlığında, zorunlu din derslerinin devamında, Diyanet’in bütçesinde ve imam sayılarının artırılmasında mutabıklar.

ALEVİLER-MEDYA
‘ONLARIN AMACI ALEVİLER DEĞİL CHP’Yİ YIPRATMAK’
Basının bugüne kadar Alevilerin sorunlarıyla pek ilgilenmeyen kalemleri de Dersim meselesine sahip çıktı; bu gelişmeyi sevindirici buldunuz mu?
Kim olduğuna ve niyetinin ne olduğuna bağlı. Çünkü günlerdir en az beş-altı televizyon kanalı, gazete muhabiri bize mikrofon uzatıyor. Ancak bu medya organları bir olay aydınlığa mı kavuşsun istiyorlar, Alevilerin düşüncelerini mi öğrenmek istiyorlar yoksa buradan alacakları 10 cümlenin içinden seçecekleri bir cümleyle CHP’yi vurmak mı istiyorlar? Kesinlikle amaçları ikincisi. “Buradan CHP’yi nasıl yıpratırız, nasıl Alevilerin gözünden düşürürüz”; amaçları bu. CHP bunu hak etmiyor mu? CHP bunu hak ediyor. Ama Aleviler “yandaş” medya denilen o tarafın asıl amacının da bu olduğunun farkında. O gazeteler ve televizyonların Aleviliği nasıl algıladıkları ve nasıl takdim ettiklerinin kesitleri bizim arşivimizde duruyor. Biz onları unutmadık.

Özellikle liberallerin size yönelik “resmi ideolojinin bekçiliğini yapıyorsunuz” diye bir eleştirileri vardır; haksızlar mı?
Rejimin bekçiliğini yapmak eğer bir tarafta bir faşizm, bir darbe, bir şeriat tehlikesi varsa ve hiç olmazsa “Türkiye laiktir laik kalacak” söylemi nedeniyle de olsa CHP’nin yanında durmak rejimin bekçiliğini yapmak ise Alevilerin geniş halk kesimi bu tür gailelerle, evet rejimin bekçiliğini yaptı, yapıyor. Ama neden uzak duracağını da hep bildi. Örnek; Cumhuriyet mitingleri kürsüsüne Alevi örgütleri çıkmadı.

21 Kasım 2009

KLASİK BİR TRAJEDİ: ONUR ÖYMEN

KLASİK BİR TRAJEDİ: ONUR ÖYMEN
19 Kasım 2009

Vatan tehlikedeyse, bu ülkenin kaymağını yiyenlerin çocuklarının, vatanlarına sahip çıkmaları için savaşmaları gerekmiyor mu?
ONUR ÖZGEN

Siyasi gündemimizin başlıca meselesi olan ‘demokratik açılım’ ile ilgili tartışmalar sürüyor. Tartışmalar sürdükçe de, ne yazık ki insanlık adına utanç verici kelâmlar ediliyor. Bunlardan en ibret vericisi, hiç kuşkusuz, geçtiğimiz hafta demokratik açılım için genel görüşme önergesinin Meclis’te yapılan ön görüşmeleri sırasında, CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen’in sözleriydi. Sözlerine görüşmelerin 10 Kasım’da başlaması üzerinden, ucuz ve son derece klişe bir Atatürk demagojisi yaparak başlayan Öymen’in meclis kürsüsünden saçtığı nefret duyguları ise şöyleydi:
“Atatürk, Şeyh Sait’le müzakere mi etti? Dersim isyanını yapanlarla müzakere mi etti? Onların sözcüleriyle, temsilcileriyle masaya mı oturdu? Bunların hiçbirini yapmadı arkadaşlar. Değerli arkadaşlarım ‘Analar ağlamasın’ diyorlar. Maalesef, bu ülkenin anaları çok ağladı. Çok şehit verdik. Tarihimiz boyunca çok şehit verdik. Çanakkale Savaşı’nda 200 bin şehidimiz var. Hepsinin anası ağladı. Bir kişi çıkıp da, ‘Analar ağlamasın. Biz bu savaştan vazgeçelim’ demedi. Kurtuluş Savaşı’nda analar ağlamadı mı? Kimse çıkıp da ‘Analar ağlamasın. Biz şu Yunanlılarla anlaşalım’ dedi mi? Şeyh Sait isyanında analar ağlamadı mı? Dersim isyanında analar ağlamadı mı? Kıbrıs’ta analar ağlamadı mı? Bir tek kişi Türkiye’de çıkıp da ‘Analar ağlamasın diye, bu mücadeleyi durduralım’ dedi mi?”
Kendi anaları bir kere dahi ağlamamış olanlar, başkalarının analarının gözyaşları hakkında atıp tutmaya kalkınca, işte böyle saçmalayabiliyorlar. Ve hatta ne acı ki, bu toprakların görmüş olduğu en kanlı katliamlardan biri olan, çoluk çocuk, genç yaşlı, kadın erkek demeden binlerce insanın katledildiği Dersim Katliamı’nın tekrarlanmasını, Kürt sorununun bir çözümü olarak mecliste açıklayabilecek kadar da insanlıktan çıkabiliyorlar. Bilesin ki, bu topraklar kana doymuştur Bay Öymen! Sizin şovenist politikalarınız ve savaş çığırtkanlıklarınız yüzünden, bu ülkenin yoksul halkının binlerce evladı, yıllardır dağlarda birbirini öldürmüştür. Hâlâ çok meraklıysanız ölmeye ve öldürmeye, hâlâ doyamadıysanız kana, işte Gabar, işte Cudi! Buyurun işadamı oğlunuz Burak Öymen’i gönderiniz dağlara. Biraz da siz ağlayın, eşiniz ağlasın, sizin analarınız ağlasın, bakalım nasıl oluyormuş?
Bakalım ondan sonra hükümeti, “Sizden önceki hükümetler 32 defa sınır ötesi operasyon yaptılar. Siz yedi yılda bir tek kere, o da yedi günlük sınır ötesi kara harekâtı yapabildiniz” diye savaş tamtamlarını çalarak eleştirebilecek misiniz? Brecht sizin gibiler için kaleme aldığı bir şiirinde ne güzel demiş:
“Tankınız ne güçlü generalim siler süpürür bir ormanı
Yüz insanı ezer geçer ama bir kusurcuğu var: İster bir sürücü.”
Ne dersiniz Bay Öymen? Brecht’in bahsettiği tankın sürücüsü, senin oğlun olabilir mi? Savaş isteyip duran milletvekillerinin oğulları sürse ya bir kere de o tankları, olmaz mı? Gönderir misiniz oğullarınızı, o çok sık tekrarladığınız ‘vatan’ uğruna dağlara? Sizin oğullarınız geri gelse, bayrak üstüne sarılı bir tabutta askerden? ‘Vatan sağ olsun!’ diyebilir misiniz o zaman da, şimdiki gibi gür sesle? Oğullarınızı, damatlarınızı, akrabalarınızı yurtdışında çalışıyor gibi gösterip, dövizli askerlik yapmalarını sağlayan sizler, yıllardır gariban halkın oğullarını, ‘vatan uğruna’ deyip, dağlara sürdünüz. ‘Bu ülkenin binlerce gencini’, birbirine kırdırdınız. Hepinizin ‘savaş suçlusu’ olarak mahkemelere çıkarılmanız gerekirken, hâlâ utanmadan, daha fazla kan, daha fazla gözyaşı, daha fazla savaş istiyorsunuz. Ama üzgünüz, bu ülkenin insanları artık eskisi gibi sizin yurtsever palavralarınıza itibar etmiyorlar. Şehit anaları, babaları artık körü körüne, ‘Vatan sağ olsun!’ demiyorlar. Bakınız Siirt’te 1 yıl önce bir çatışmada oğlunu kaybeden Mehmet Gülseren neler diyor: “Hakkımı helal etmiyorum, kirli politikalarınıza kurban ettiğiniz çocuğum da, hiç kimsenin şehidi falan değil, bundan böyle de askere gönderecek, kurbanlık çocuğumuz yok, vicdani retçi olup ceza evinde yatsınlar daha iyi. Kirli savaşın sürmesini isteyen, bu işten rant elde edenlerin çocuklarını, savaş alanlarında göremiyoruz ve her nedense kurşun, bomba, mayınlar bunlara ulaşamıyor.” Ve şehit babası Gülseren, zat-i âlilerinize şu soruyu soruyor Bay Öymen: “Eğer vatan tehlikedeyse, bu ülkenin kaymağını yiyenlerin çocuklarının, vatanlarına sahip çıkmaları için savaşmaları gerekmiyor mu, bu işte bir terslik yok mu?”
Brecht’in aynı şiirinin devamında söylediği gibi:
“İnsan dediğin nice işler görür, generalim
Bilir uçurmasını, öldürmesini, insan dediğin
Ama bir kusurcuğu var: Bilir düşünmesini de.”

Onur Öymen kimdir*
İsterseniz bir de, ismiyle yoğun bir tezatlık oluşturan Onur Öymen Beyefendi’nin kim olduğuna bakalım. Google’a Onur Öymen yazdığınızda, kendisinin siyasi yaşantısı hakkında şu bilgileri görüyoruz:
»1966-1968 yılları arasında NATO Dairesi’nde İkinci katiplik
»1968’de Avrupa Konseyi Daimi Temsilciliği’nde İkinci katiplik, daha sonra da başkatiplik
»Ankara’da Siyaset Planlama ve Avrupa Konseyi, daha sonra da Kıbrıs Dairelerinde Şube Müdürlüğü yaptıktan sonra 1974 yılında (ne tesadüftür ki) Lefkoşa Büyükelçiliği Müsteşarı
»1997’de NATO Daimi Temsilciliği
Nasıl ama? Mecliste yaptığı Kemalist demagojilere bakınca, sanırsınız ki Onur Öymen, Mustafa Kemal’in sürekli vurguladığı, ‘tam bağımsızlık’, ‘antiemperyalizm’ gibi ilkelere sıkı sıkıya bağlı biri. Öyle ya! Avrupa Konseylerinde Türkiye’nin tam bağımsızlığını, NATO dairelerinde de antiemperyalizmi savunuyor olsa gerek kendileri.
Öymen’i daha yakından tanımaya devam edersek, kendisinin Galatasaray Lisesi ve Mülkiye mezunluğu gibi parlak bir eğitim kariyeri; 4 yabancı dil bilecek kadar da, birikimli biri olduğunu görüyoruz. Ayrıca çok da iyi dans ediyormuş söylendiğine göre. Fakat tüm bunlar neye yarar ki Mon Cher Öymen? Goebbels de iyi bir aile babasıydı, gayet beyefendi ve nazik bir görüntüsü vardı. Çok da zeki, birikimli bir adamdı. Fakat sonuçta, insanlığın yüz karalarından olan bir Nazi’ydi, Nazi Almanya’sının Propaganda Bakanıydı.
Evet, vicdansızlığının bir sonucudur, hiç yıkılmayacağını zannettiğin o kutsal devletinin bekası için; kadın, çocuk, yaşlı, genç demeden insanların katledilmesini doğru bir şeymiş gibi göstermen. Fakat şunu iyi bil ki; insanoğlu devleti, kendi huzur, refah ve mutluluğu için kurmuştur. Ve gün gelecek, yine kendi huzur, refah ve mutluluğu için gerekirse yıkacaktır da.

http://www.birgun.net/

1 Nisan 2009

Son Balo "Sarı Zeybek"

Son Balo "Sarı Zeybek"



Atatürk ile ilgili bu videoyu "Son Balo, Sarı Zeybek" filmini bana ulaştıran değerli arkadaşım Sn: Mesut Özçelik arkadaşıma teşekürlerimi bildirmek isterim.
O kadar duygusal ve bir o kadar samimi olan bu videoyu siz değerli sitemiz ziyaretçileri ile paylaşmak istedim.
Değerli Devlet büyüğümüze ait insani yanı büyük olan anlatımın paylaşımının değerlerimize değer katacağına inandığımdan dolayı paylaşarak büyümesine inanarak yayınlamamızın gerekliliğinin zorunlu olduğuna inanarak sizlere ulaştırmak istedim..
Bu videoyu hazırlayanlara ve emeği geçen herkesin emeğine sağlık diyor, ayrıca çok teşekürler ediyorum. Bu kültür hizmetlerinden dolayı minnettarlığımı bildirmek istiyorum.. Onlar her zaman var olsunlar, eksik olmasınlar...
Ben izlediğimde çok duyğulandığımı ayrıca bilmenizi istiyorum..
Sevgiyle kalın
Haydar ATA
01.04.2009

10 Mayıs 2008

Kitap Tanıtımı


KİTAP TANITIMI

Bu bölümde, Toplumsal Tarihimizde ( Siyasal, Sosyo-Kültürel ve Eko-Politik) yaşamımızı en derinden sarsan (etkileyen) önemli olaylara tanıklık yapan ve tarihsel bir belge olarak kütüphanelerde yerini alan KİTAP'ların siz değerli sitemiz ziyaretçileriyle paylaşarak; toplumsal bilinç düzeyimizin gelişmesi ve Aydınlatılmasını sağlayacağına inanarak tanıtımını amaçlıyoruz.

Kitap okuyan ve okutan olalım.. Kitapla kalın..

"Okumadığım Her Kitap; Benim, Bilmediklerimi Saklar..! "

Sevgiler sunuyorum..
Haydar ATA

***********************************************************


"Hiçbir problem; söz konusu probleme neden olan, bilinç düzeyi ile çözülemez...!"